İçeriğe geç

Tanyeri Kitap Alıntıları – Bekir Büyükarkın

Bekir Büyükarkın kitaplarından Tanyeri kitap alıntıları sizlerle…

Tanyeri Kitap Alıntıları

Bey! Sen Alevileri ve Türkmenleri kötü göremezsin! Onları bu milletten ayrı bir parça imiş gibi gösteremezsin. Zaten senin gibi davrananlarla açlık, sefalet ve cahillik böyle ayaklanmalara, böyle ayrılıklara yol açar! Sonu gelmez bunun
Ben yalnız değilim; düşünebildikçe yalnız değilim!
Birlik, hep birlik! Şu eserler, şu huzur, şu güzellik, şu yaşama zevki, şu güç, şu saygı, şu güven, şu üstünlük hep birlikten gelir!
Güzel kızsın anladık; ama konuşman çirkin! Lafını bilmiyorsun. Sadece güzel olmak para etmez. İnsan güzelliğini tamamlayan konuşma, terbiye, nezaket, bilgidir. Bunları kafan almıyor mu senin?
İnsan düşünmeden edemezdi. Konuşurken bile düşünürdü bazen.
Git buradan, dedi, hemen git Yıldırım Bayezid Han yenildi; dayanmak mümkün değil! Tatar atlarının altında ezilirsin!
İki yıl evvel Timur Sivas`ı kuşattığı zaman, Yıldırım`ın büyük oğlu Süleyman Çelebi kaleyi bırakıp gitmişti. Yine de Sivaslılar bir türlü teslim olmamışlardı. Buna kızan Timur, taş taş üzerine, baş baş üzerine bırakmamıştı orada! ”
Hisleri ezilmişti; yorgunluğunun üzerine bir de bezginlik yüklenmişti. ”
Bilir misin sevgilim, bizim bütün suçumuz kendi içimize dönük olmamızdır, her şeyi gizli tutup başkalarının mutluluğunu bozmamaya çalışmamızdır
Bir gün Aykağan bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Bu çocuk ela gözlü, kara kaşlı, kara saçlı, kırmızı dudaklı idi. Anasından bir kere meme emdi, hemen konuştu, şarap ve çiğ et istedi. Kırk günde büyüdü ve yürüdü. Bileği bükülmez bir yiğit oldu. Oğuz Kağan denen bu bahadır günlerden bir gün Tanrı­ ya yakarırken etraf karardı; gökten bir ışık indi. Işığın içinde bir kız vardı. Kız öylesine güzeldi ki, gülünce mavi gök güler, ağlayınca mavi gök ağlardı. Oğuz kağan bu kızı çok sevdi; onunla evlendi, üç oğlu oldu. Adlarını Gün, Ay ve Yıldız koydu. Birgün Oğuz Kağan ava gitmişti; göl kenarında, bir ağaç kovuğunda başka bir kız gördü. Bu kızın saçları ırmağın akışına, dişleri inciye benzerdi. Oğuz kağan bu kızı da sevdi, onunla da evlendi. Üç erkek çocuğu daha oldu; onlara da Gök, Dağ, Deniz dedi. Sefer mevsimi gelmiş, Oğuz kağan sefer hazırlığına başlamıştı.
Tanyeri ağarırken
Gerçekten ziyâde hayâl daha kuvvetli, renkli ve câzipti belki de!.. Ümît edilene ulaşılınca, böylesine bezginlik mi gelirdi her insana? Yoksa olanları durgun ve uzak kılan başka sebepler mi vardı?
Yuvarlanan bir kayanın çarptığı insan nasıl yıkılırsa, Gündoğdu da öyle yıkıldı. En güçlü kişiler bile olacağını bildiği, kendini buna göre hazırladığı halde, bazı olaylarla yüz yüze gelince nasıl yine de sarsılırlar, tutunmak için bir dost, bir destek ararlar, bulamayınca da kendilerine dönerler, en büyük yardımcıyı kendi içlerinden bulup çıkartmaya çalışırlarsa Gündoğdu da aynen öyle yaptı. Dizlerinin üzerine çöküp yüzünü elleriyle kapattıktan sonra yavaş yavaş doğruldu. Yuvarlanan kaya parçası ona çarpmamış gibi göğsünü ezmemiş gibi dik durdu:

– Anlat dedi, sağlamım, çökmeyeceğim. Seni dinliyorum. Eğer gücün varsa hepsini başından sonuna kadar söyle bana Ahi!

– Tek başıma ne yaparım, hiç! Gücüm kime yeter, hiç! Fakat tekler birleşirse kuvvet doğar orta yerde. Yine de çarpışacağım! Mavi ışık, Türk’ün asla vazgeçemeyeceği büyülü renk, bana yol gösterecek. Göç destanında da mavi ışık vardı, farkında mısın? Orada Türk’ü her daim bulursun. Asil ruhunu, heyecanını, üzüntülerinin sebebini, inancını, ahlakını, yaratıcılığını, üstünlüğünü hep bu destanlarda, Mavi ışıkla birlikte arayıp görmek kâbildir. Türk’ün vaktiyle Tanrısı (Gök Tanrı) idi. Türklerin kendi vicdanından doğan Şamanizm dininin cennet dediği bitmeyen mutluluk ülkesi, bir Mavi ışık ülkesiydi. Şamanizme göre yerden göğe doğru yükselindikçe onyedinci katta bir nur alemi vardı. Gök Tanrı, oralarda idi. Yer yüzünde iyilik yapmış insanlar ruh haline gelince bir kuş şeklinde uçarak bu sonsuz Mavi ışık alemine varırlardı. Buğu Hanın rüyasına girip, sevgilisi olan kız da (Işık bakiresinden) başkası değildi. Gök’ün Mavi olması kadar, gönüller de Mavi olmalı ki, kötülükler barınamasın orada! Oğuzlara yol gösteren iri, erkek kurdu düşün; o da mavi bir ışıkla gelmişti, gök yeleli, gök tüylüydü Ben işte bütün bunları daha iyi anlayabilmek için vaktiyle doğuya
– Sen yalnız değilsin; arkanda Türk milleti var. Yenilirsen ona darbe indirmiş olursun!

Deli, sersem! Ben yenilmem! Bedreddinli denilen şu adamların çoğu Alevi Türkmen! Aşağılık mahlûklar!

– Bey! Sen Alevileri Türkmenleri kötü göremezsin! Onları bu milletten ayrı bir parça imiş gibi gösteremezsin. Zaten senin gibi davrananlarla açlık, sefalet ve cahillik böyle ayaklanmalara, böyle ayrılıklara yol açar! Sonu gelmez sonra bunun Türk’e kastın nedir senin? Sopayla Bedreddinliyi sindirirsin ama kandıramazsın!

Gündoğdu vaktiyle onlara:

Sevda ile toprak kadar kıymetli hiç bir şey yoktur bu yer yüzünde, demişti.. Kıymetli olan, korunması güç olandı. Onun için gönül uğruna, vatan uğruna çırpınanlar, acı çekerdi!. Doğru söylüyordu herhalde Gündoğdu

– Uzun havaları, Türküleri, yapıları, tevazuu, güzele olan meyli, adaletiyle bir ruh ve mânâ kaynağıydı Türk, hey!..
geçmişi anmak hem zevkli, hem de çok ağırdı. Daha ziyade geçmişle hali birbirine bağlayan ipler boğuyordu onu..
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
– Hatırlar mısın, adalet demiştim bir gün sana; bir millet ancak hak ve adalet yolunda oldukça, törelerini unutmadıkça yaşar! Mahkemelerimiz fakiri zenginden, sultanı halktan ayırmadan, tazyike boyun eğmeden hüküm verirse temel çökmez. Türk’te adaletle, hakka saygı mevcuttur!..
– Cahil! Bir millet sade kılıçla, sade gösterişle, sade kaba kuvvetle kurtulmaz! Bunların hepsi geçicidir. Kendini biliyor musun sen, öz değerini! Onu bul, onu çıkar ortaya, onun etrafında birleş! İşte yaşıyacak olan odur! O zaman Moğol istilası da, Timur’un akınları da, Acemin etkileri de sana bir şey yapamaz, çökertemez seni. Hatta Konstantaniyyenin hileleri, rüşvetleri bile
Sonra herşey yeniden karardı Ümit bitti, hayal söndü
O gece Gündoğdu uyuyamamıştı. Kafasındaki düşünceler gözlerini kapamasına bile engel oluyordu. Bu topraklarda yaşayanların bitmeyen kavgası, dinmeyen yarası onu rahatsız ediyordu. Diken üzerinde oturuyor, durmadan çakıl taşlarına basarak yürüyordu sanki..
Nasıl kopuzda kiriş teller varsa, bağlamada da bunun yerine madeni teller bulunur. Türkmenler ve yörükler bağlamasız edemezler.
– Nefsini yıkarsan şayet, yan da derim sana!.. Sen ham softa değilsin. İbadetin derûni mânasını da bilirsin. Gezmişsin, görmüşsün, okumuşsun, öğrenmişsin, gerçek ibadetin gayesi sadece ve sadece Allahın rızasını almaktır. Yoksa, cennette şarap içmeyi, hurilerle sarmaş dolaş olmayı, sağlamak değil. İnanmak gerek, inanmazsan ibadet olmaz! İşte Allahı bilmenin yolu insanın nefsini bilmesine bağlıdır. İnsan ancak öz vücudunda hakkı bulur!.. Oraya ise aşk yoluyla inilir! Gerçek aşkla!.. Mecazi aşka da bir şey demem yolcu!.. Gerçek aşkı bilmek için, mecazi aşkı da tatmak, onu da yaşamak, kavrulmak gerek! Sen kavruluyorsun.
– Öyle samrım ki, dedi, sen hiç kimseye düşmanlık yapamazsın. Zaten kişinin nefsi, kişiye öyle büyük bir düşmandır ki.
Ondan kolay kolay ayrılamaz. Bu yüzden insan kendi nefsi ile mücadele etmelidir. Biz buna, Tevella ve Teberra diyoruz. Seveni severiz. Sevmiyenlerden ise uzak kalırız. İbadete asla lakayd değiliz. Cami de açıktır, hac yolu da, oruç da! İsteyen kılar, isteyen gider, isteyen tutar!.. Yapmıyanlara da asla karışmayız! Kul, hesabını Allaha verir!..
Hayır! Sırf benim gücüm, sırf benim inancım değil bu! Türk’ün gücü, Türk’ün inancı! Kaybolmamak için yürüdüğümüz yolu bilmeliyiz. Karanlıkta koşmak neye yarar derviş? Işık gerek! Yüzme bilmeyen suda boğulur derviş!
Acemin, Arabın, Bizansın fikir, dil ve sanatına bizim ihtiyacımız yok dayı! Türk birliği kılıçla kurulur gibi görünürse de kılıç kınına girince hemen dağılır. Halbuki esas birlik, bu saydıklarımı gönülde yaşayan ve yaşatanların topluluğudur. Bu topluluğu hiç bir kuvvet yıkamaz!
Türk bir şeyi bilmiyordu: Kendi değerini! Tevazuu sonsuzdu. Bileğinin kuvvetini özünden fazla tanıyordu. Sadece onunla övünüyordu. Gıdalandığı cevherini, en büyük özünü hiç benimsememiş görünüyordu. İşte Gündoğdu bu gerçeği ortaya dökmek istemişti. Fikri, sanat ve töreyi Türkte bunların hepsi vardı
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir