Dino Buzzati kitaplarından Tanrı’yı Gören Köpek kitap alıntıları sizlerle…
Tanrı’yı Gören Köpek Kitap Alıntıları
Sonra kötülük, pişmanlık, gözyaşı olmadıktan sonra yaşamanın ne anlamı kalır?
İstemeyenler için, Tanrı’nın varlığı dayanılmaz bir yüktü.
“İstemeyenler için, Tanrı’nın varlığı büyük bir yüktü.”
Son titreşmeler, evet, önlenemeyecek bir can çekişmenin son davranışları bunlar. Siz sanatçılar, sizler ayrı bir yoldasınız, halk ayrı bir yolda ve böylece birbirinizden gittikçe daha çok ayrılıyorsunuz ve bir gün gelecek mesafe öylesine açılacak ki… çatlasanız da patlasanız da köpek bile kulak vermeyecek sesinize…”
– Ya senin oğulların, yolluyor musun kiliseye oğullarını?
– Şeytan bilir yollayıp yollamadığımı! Vaftiz için, Vaftizin kutsallaştırılması için, çocukların birinci ve ikinci dinsel duygudaşlığı için!*
– Şeytan bilir yollayıp yollamadığımı! Vaftiz için, Vaftizin kutsallaştırılması için, çocukların birinci ve ikinci dinsel duygudaşlığı için!*
– Biliyorum nedir seni böyle konuşmaya sevk eden… Siz insanlar, bir çeşit utançla bağlı tutuyorsunuz kendinizi… Kendi kendinizi kötü göstermek istiyorsunuz, hem de aslında olduğunuzdan çok daha kötü, dünya böyledir işte!
Pek isterdim, itiraf ederim, sonsuza değin yaşamayı, bununla beraber babamdan daha uzun süre yaşamak iddiası sanki haksızmış, bir saygısızlıkmış, kötü bir istekmiş gibi geliyor bana içten içe.
Burada durup parmak hesabına döküyorum işi, çevreme bakınıyorum, bekliyorum, hayatın tatlı yanı sanki bundan sonra gelecekmiş, aceleye hiç gerek yokmuş gibi. Bu noktaya varışta, ayaklarımın altında bir uçurum varmış gibi geliyor bana, güme giden zamanın ezikliğini çekiyorum, boşluğun ve yüceliğin düşü başımı döndürüyor.
Vakitlerini kaybetmemiş bu baylar, dünyaya gelmişler, büyümüşler ve çabucak kayıplara karışmışlar. Ölümsüz şan ve şerefi fethetmek için birkaç mevsim yetmiş onlara. Ya ben, ne yaptım ben hayatımı? Kendimi bu dehalarla kıyaslamak istediğim yok. Ama ne yapmayı başardım ben? İçlerinden birine kıyasla yirmi yıl daha ayrıcalıklıyım şimdiden, ötekilere kıyasla on, on beş yıl.
ikindi vaktiydi daha, oldukça güneşliydi hava. sokakta biriyle karşılaştım. günaydın dedim. baktı bana ve iyi akşamlar cevabını verdi.
İşte ben tükenmez bir hazine sahibiyim, fakat ne yazık, bir meteliğini harcayamıyorum. Olmaya ki ölümü göze alayım.
Bahçenin çevresindeki kırlarda da aynı şey hep, ay ışığında cam gibi parıltılar yansıtan soluk ve gizemli dağların ötesinde de aynı şey. Ve bütün dünyada aynı şey, gece bastırdı mı, her yerde: Öldürme, yok etme ve kanlı bıçaklı boğuşma. Gece sona erip güneş çıktı mı da, azılı başka katillerle, ama aynı insafsız şiddetle, başka bir kanlı didişme başlayıveriyor.
Dünya kuruldu kurulalı böyle gelmiş böyle gidiyor, yüzyıllar boyu da böyle gidecek, kıyamete değin.
Dünya kuruldu kurulalı böyle gelmiş böyle gidiyor, yüzyıllar boyu da böyle gidecek, kıyamete değin.
Gençlik, sanki hep sürüp gidecekmiş, sonu hiç gelmeyecekmiş gibi görünen çaçaron ve amansız bir mevsimdi. Oysaki bir gececik yetmişti bu mevsimi sona erdirmeye. Harcanacak hiçbir şey kalmıyordu artık.
Son titreşmeler, evet, önlenemeyecek bir can çekişmenin son davranışları bunlar. Siz sanatçılar, sizler ayrı bir yoldasınız, halk ayrı bir yolda ve böylece birbirinizden gittikçe daha çok ayrılıyorsunuz ve bir gün gelecek mesafe öylesine açılacak ki… çatlasanız da patlasanız da köpek bile kulak vermeyecek sesinize…”
halk maddi olana gider doğruca, kendisine analık zevki verene, elle tutulabilene, hemen ulaşılana gider.
Bir de kendisini yormayacak olanı ister. ve beynini çalıştırmayacak olandan hoşlanır…
Bir de kendisini yormayacak olanı ister. ve beynini çalıştırmayacak olandan hoşlanır…
şükürler olsun, diye düşündüm. başka bir konuya geçiyoruz şimdi. gerçekler hoşunuza gitmeyince, gerçekleri dinlemekten daha nankör bir şey yoktur çünkü.
Daha uzun bir süre varlığımız sürecek, belli. Ama diyelim ki elli yıl sonra, yüz yıl sonra, ne kalacak bizden geriye? Kim anımsayacak bizi?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yeni bir umut yarın sabah beni ileriye, gecenin gölgelerinin karartmaya başladığı el değmemiş dağlara doğru sürükleyecek.
Yeryüzünde herkes, bir kurtuluş yolu bulmak umuduyla kendisini ve yakınlarını düşünmeye daldı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bir sanatçı öldü mü, tablolarının fiyatı fırlayıverir hemen, istemeksizin, evet doğrusu budur
Daha uzun bir süre varlığımız sürecek, belli. Ama diyelim ki elli yıl sonra, yüz yıl sonra, ne kalacak bizden geriye? Kim anımsayacak bizi?
Gençlik, sanki hep sürüp gidecekmiş, sonu hiç gelmeyecekmiş gibi görünen çaçaron ve amansız bir mevsimdi.
İnsan ne kadar çok elde ederse o kadar çok istiyor.
Yaşam zaten kısa mı kısa, zor mu zor, dolambaçlı konuşup yaşamı kendine zehir etmek akıl işi mi sanki?
Halk maddi olana gider doğruca, kendisine analık zevki verene, elle tutulabilene, hemen ulaşılana gider. Bir de kendisini yormayacak olanı ister. Ve beynini çalıştırmayacak olandan hoşlanır…
Gecenin içinde, kırların ortasında biz de, içi görünmez sıkıntılar yüklü, kara hayaletleriz, gölgeleriz.
Yarabbi, artık ne kadar bitkin hissediyordu kendini.
Baş kaldırmaya kim cüret edebilirdi ki?
Yok mu şunu ortadan yok etmenin bir çaresi?
Bir köpek Tanrı’yı görmüş, onun kokusunu almıştı. Kimbilir ne sırlar açılmıştı ona?
îster inansınlar ister inanmasınlar, Tanrı görmüş köpek mi? Hadi canım ne biliyorum ben bütün bu sır küpü işleri?
– Kim diyor kuduz diye. Demek istediğim şu ki bir köpeğe güvenç duyamam hiç Tanrı görmüş bir köpeğe!
– Nasıl, Tanrı görmüş mü?
– Dervişin köpeği değil mi bu? Parıltılar belirirken dervişin yanında değil miydi bu köpek! Hayvan sahnenin en yakınında bulunmuyor muydu? Hiçbir şey görmüyor muydu sanırsın? Böyle bir sahne önünde uyuyor muydu sanırsın?
– Nasıl, Tanrı görmüş mü?
– Dervişin köpeği değil mi bu? Parıltılar belirirken dervişin yanında değil miydi bu köpek! Hayvan sahnenin en yakınında bulunmuyor muydu? Hiçbir şey görmüyor muydu sanırsın? Böyle bir sahne önünde uyuyor muydu sanırsın?
Her gün, şafak sökerken, fırıncı kalkıp tahta barakaya ekmeği bırakıyordu. Ve sonbahar yaklaşıp da günler gitgide daha kısaldıkça, dervişin köpeği sabah karanlığının gölgeleriyle gitgide daha çok kaynaşıyordu.
Evet, diye düşünüyor, ne ise odur bir ermiş: Pek öyle umulmadık lütuf beklememeli ondan. Fakat kim görebilir geleceği önceden?
Ve sonra çekip gidiyor beni pek kalantorca selamlayarak. Kapıya kadar geçiriyorum onu. Kapıyı kapamak için merdiveni inmesini bekliyorum. Gitti neyse. Kesmeli sesi. Korkuyorum.
Yoksa, kendimi ele vermek korkusuyla, onu mümkün olduğu kadar az görmek için, farkında olmaksızın ben mi numara yapıyordum?
– Ne yazık! dedi üzüntüyle boynunu büküp. Ne acı şey! Kendi ömrümü ve senin hayatını boşuna harcadım bense
– Evet bir de şu var, bana tutkun nefis bir genç kadın var, dedim.
Anlatılmaz bir ferahlıkla farkına vardım ki tutumum şaşırtıyordu onları.
[ ] Bütün arkadaşlar öldürülene ve biz yalnız kalana değin sürdü bu. Hem zaten çarpışacak düşman da kalmamıştı ortada.
Zafer! zafer! diye haykırdık. Fakat neye yarıyordu bu zafer?
Zafer! zafer! diye haykırdık. Fakat neye yarıyordu bu zafer?
Ağaçlara mı? Bakıyor, bakıyor. Hayır, hayır ağaçlara değil. Artık ağaç kalmadığı halde hâlâ bakıyor havaya. Gökyüzüne mi?
Bütün bu sıkıntılara boş yere mi katlanmış olacaktı Gilda?
Erkek, dış kanatları açık bırakıp pencereyi kapadı ve arkasına döndü.
– Kimse yok şekerim. Çok güzel ay ışığı var. Böylesine huzur görmedim ben hiçbir zaman.
Kitabını tekrar eline aldı ve oturmak üzere sedire yöneldi. Saat onbiri on geçiyordu.
– Kimse yok şekerim. Çok güzel ay ışığı var. Böylesine huzur görmedim ben hiçbir zaman.
Kitabını tekrar eline aldı ve oturmak üzere sedire yöneldi. Saat onbiri on geçiyordu.
– Nen var Luizella? dedi. Sinirlisin pek şu son zamanlar. Neler geldi başına Luizella?
– Bir şeyim yok diyorum ayol sana. Pek iyi hissetmiyorum kendimi, o kadar işte. Hem sonra baş ağrısı çekiyorum boyuna.
Kız susmakta devam ediyordu.
– Ne yani! yüreğin yufka mı yoksa babana karşı?
– Yok canım! Sersemin biridir Hırtapozun dik âlâsıdır. Adam olacağı yoktur
– Yok canım! Sersemin biridir Hırtapozun dik âlâsıdır. Adam olacağı yoktur
Yeter artık, yeter! Uçuruma daha fazla saplanmamak için kurtulmalıydım ceketimden.
İnsan ne kadar çok elde ederse o kadar çok istiyor.
Bir rüya mı yaşıyordum, mutlu muydum, yoksa pek ağır bir kaderin yükü altında eziliyor muydum, aklım ermiyordu.
Yalnız kalmak ihtiyacındaydım.
Terbiyeli ve pek kibar bir adama benziyordu, yüzünde belli belirsiz bir hüzün vardı.
Bilmiyorum kimdi bu adam,
ilk kez karşılaşıyordum kendisiyle, tanışma sırasında, her zaman olduğu üzere, adını belleyebilmem mümkün olamamıştı.
ilk kez karşılaşıyordum kendisiyle, tanışma sırasında, her zaman olduğu üzere, adını belleyebilmem mümkün olamamıştı.
Olabilir ki, huyum kurusun, ıssız bir köşede bir köpek gibi kuru başıma can verebilirim.
Kendi kendime soruyorum elbet, rastgele bir bahçede günün birinde bana ait bir tümsek çıkıverecek mi ortaya diye.
, her isim bir dostun adıydı, her dost uzak bir mezar ile içimdeki bir boşluğu karşılıyordu.
– Uyuyor musun?
Cevap vermezdi bana.
Gerçekten uyuyordu çünkü, ama buradan uzaklarda, kayalıkların dibinde, bir dağ mezarlığında uyuyordu ve yıllar gelip geçtikçe, kendisini hatırlayan çıkmıyordu artık, çiçek götürmüyordu kimse mezarına.
Cevap vermezdi bana.
Gerçekten uyuyordu çünkü, ama buradan uzaklarda, kayalıkların dibinde, bir dağ mezarlığında uyuyordu ve yıllar gelip geçtikçe, kendisini hatırlayan çıkmıyordu artık, çiçek götürmüyordu kimse mezarına.
Yine de, bazı geceler, hiç soru sormam kendi kendime, yıldızlar ta yukardadır, üzerimdedir benim, anlamsızdırlar tamamen ve sır vermezler bana.
Kimbilir neydi bu esinti, gizli duygular ve anılar dalgası, gizemli bir güç idi belki de.
Böylesine kaba saba bir oyun daha da sürüp gidebilir mi?
– Daima daha az okuyucu bulacaksınız, daima daha az, diye küplere bindi Schiassi. Edebiyatmış, sanatmış? Hepsi lakırdı bunların
– Evet, siz yazarlar, ressamlar ve aynı yolun yolcuları, hepiniz göz kamaştırmak amacıyla en anlamsız ve en inanılmaz yenilikleri bulmak uğruna boş yere didinip duruyorsunuz, ama sizi izleyecek olanlar azaldıkça azalıyor ve kayıtsızlaştıkça kayıtsızlaşıyor. Hoş gör toksözlülüğümü, bir gün gelecek, önünüzdeki meydan tamamen boş kalacak.
– Olabilir, dedim boynumu bükerek.
Kimin nesidir? Ne iş yapar? Anlayamamışımdır hiçbir zaman. Zayıf sivri köşeli bir yüzü, son derece alaycı yampiri bir gülümseyişi vardır. Ama asıl özelliği, gerçekten ilk kez karşılaşılsa bile, herkeste kendisini daha önce bir yerde gördüğü veya tanıdığı izlenimini bırakmasıdır.
– Evet, siz yazarlar, ressamlar ve aynı yolun yolcuları, hepiniz göz kamaştırmak amacıyla en anlamsız ve en inanılmaz yenilikleri bulmak uğruna boş yere didinip duruyorsunuz, ama sizi izleyecek olanlar azaldıkça azalıyor ve kayıtsızlaştıkça kayıtsızlaşıyor. Hoş gör toksözlülüğümü, bir gün gelecek, önünüzdeki meydan tamamen boş kalacak.
Sen istediğin kadar pek zekice, hatta dahice romanlar yaz, “yeye” şarkılarının en sonuncusu kazandığı zaferlerin ağırlığı ile ezip geçecektir seni. Halk maddi olana gider doğruca, kendisine analık zevki verene, elle tutulabilene, hemen ulaşılana gider. Bir de kendisini yormayacak olanı ister. Ve beynini çalıştırmayacak olandan hoşlanır…
Şunun da farkına varıyorsun ki, en sevgili dostların bile, kimi çok kimi az, sana inen en ufak darbede bile sevinçten kıç atan inekler gibi.
Yalnızca el ele tutuşacağız, ağır ağır yürüyeceğiz, anlamsız, aptalca ama önemli şeyler söyleyerek. Kocaman lambalar yanıncaya, soluk yapılardan uğursuz kent öyküleri, serüvenler, sevda oynaşmaları çıkıncaya denk. Bunun üzerine hep el ele tutuşarak susacağız, çünkü ruhlar konuşacak sözcüksüz olarak.
Bir çocuğun ağlaması dünyayı zehirlemeye yeter, diye okumuştum bir yerlerde. Yüce Tanrı, bazı şeylerin olmamasını ister ama engelleyemez bunları, çünkü kendisi kararlaştırmıştır.
Camların ardında, kış akşamı, büyük olasılıkla sessiz duracağız, ben ölü masallara dalacağım, sen benim bilmediğim başka tasalara. Ansıyor musun? diye soracağım sana, ama ansımayacaksın.
Kendisine biraz yer bırakılır bırakılmaz gülümsemeye hazır doğanın duygulandırıcı eli açıklığı, uzaklardaki dillere destan cennet vadilerdeki gibi çimler, otlar, yabanıl bitkiler, çalılar üretmişti. Ama kent yeşilden, bitkiden, ağaçların ve çiçeklerin solumasından hiçbir şeyden etmediği gibi nefret ediyordu.
Tuzak nerede kurulu? En mutlu geceler bile avutmuyor bizi.
Kimse ilk bozguncu olmak istemiyordu. Belki herkes, benim gibi için için kuşkulanıyordu.
Tanrı’ya sanki gittikçe daha az rastlanıyordu, biraz Tanrı’sı olan da vermek istemiyordu.
Yaşamdan bunca beklentin olmadığı için , benden daha iyisin.