İçeriğe geç

Tanrıların Doğası Kitap Alıntıları – Marcus Tullius Cicero

Marcus Tullius Cicero kitaplarından Tanrıların Doğası kitap alıntıları sizlerle…

Tanrıların Doğası Kitap Alıntıları

”Ennius’un da dediği gibi, maymun, hayvanların en ucubesi; ne kadar da benziyor bize! ”
”Öyle ya doğanın bu ustalığını hiçbir sanat taklit edemez. ”
”Bir kere ne kadar lisan varsa o kadar da tanrı adı vardır. ”
”Catulus’a göre Roscius tanrıdan bile güzeldi; gelgelelim Roscius’un gözleri o gün de çok şaşıydı, bugün de. ”
Abderalı Protagoras’a gelelim, o da kitabına şöyle başlamıştı: ‘Tanrıların ne var oldukları söyleyebilirim ne de var olmadıklarını.’ Atinalıların emriyle kentten ve
ülkesinden sürüldü, kitapları da halkın önünde yakıldı.
”İnsan biçimi tüm canlıların biçimlerinden üstünse, öte yandan tanrı da canlıysa, tanrı elbette bütün biçimlerin en güzeli olan insan biçiminde olacaktı. ”
”Sonuçta aklımızla kavradığımız ve tıpkı bir iz gibi zihnimizde yer etmesini istediğimiz şu tanrı hiçbir yerde kendisini açık açık göstermiyor. ”
”Anaximander’in düşüncesi ise şöyledir: Tanrılar doğumludur, doğumları ile ölümleri arasında geçen süre çok uzundur, üstelik tanrılar sayısız dünyalardır. Ama bizler tanrıyı ölümsüz olmasının dışında nasıl canlandırabiliriz ki zihnimizde? ”
”niçin dünyanın yaratıcıları yüzyıllarca uyuyup da sonra birden ortaya çıkmışlar ”
”insanların ölmesiyle düşünceleri de ölmez, olsa olsa o düşünce sahibinin yorumundan mahrum kalınır. ”
Yiyecek ve şarap olmazsa aşk buz gibidir.
Kitapsız oda , ruhsuz beden gibidir.
“İnsan ölüp gitse de düşünceler yok olmaz, ancak bu düşünceler sahipsiz kalır.”
Ona yaranmak için ne çok dil döktüm, bir işe yaramadığı halde.
Abderalı Protagoras:Tanrıların ne var olduklarını söyleyebilirim ne de var olmadıklarını, deyince, Atinalıların emriyle kentten ve ülkesinden sürüldü, kitapları da halkın önünde yakıldı.
ne boş sözlerin akıntısına kapılırım ne de konuşma yavansa, düşüncelerdeki ince ayrıntılara kafa yorarım
zira düşünmeden varılan bir sonuçtan daha utanç verici ne vardır?
İyilerin başına gelen kötülükleri saymaya ve kötülerin başına gelen iyilikleri anlatmaya kalksam günler yetmez.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Vicdan ortadan kalkınca her şey anlamsızlaşır.”
Sanırsın mantık ve düşünceden oluşan bu tanrısal armağan insanlara iyilik yapsınlar diye değil de hile yapsınlar diye sunulmuş.
Ne yapayım peki?
Hem kapı dışarı attı beni hem de geri çağırıyor;
dönsem mi?
Hayır, yalvarmadıkça asla.
Ona yaranmak için ne çok dil döktüm, bir işe yaramadığı halde.
Yaşamda öylesine sıkıntılar vardır ki bilgeler menfaatlerle dengeleyerek hafifletirler bunları, budalalarsa ne yaklaşmakta olan sıkıntılardan kaçınabilirler ne de içinde bulundukları sıkıntılara katlanabilirler.
”Doğa var etmek üzere kendi yolunda ilerleyen sanatkâr bir ateştir. ”
Gökkuşağının tanrısal bir doğası varsa, o zaman bulutlar için ne diyeceksin?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yani en çok iyilik eden sıfatı en yüceden önce söylenir, çünkü herkese yararlı olmak büyük servete sahip olmaktan daha önemli ve kuşkusuz daha güzeldir.
Bilgeler, tanışmadıkları bilgelerle bile dost olduklarını düşünürler; çünkü erdemden daha çekici bir şey yoktur, kim erdeme ulaşmışsa, dünyanın neresinde olursa olsun ona hayranlık duyarız. Ama sizler iyilik­ severliği ve yardımseverliği zayıflık olarak değerlendir­diğinizde, nasıl da kötülüklere yol açarsınız!
Öte yandan mevkiler ya da mal mülk açısından zenginleştiğimizde, rastlantı eseri daha başka iyilikler elde ettiğimizde veya herhangi bir kötülüğü bertaraf ettiğimizde, tanrılara şükrederiz ve kendimizi övmeyi bile aklımıza getirmeyiz. Acaba iyi bir insan olduğu için tanrılara hiç şükür eden olmuş mudur? Ama zengin olduğu için, onur kazandığı için, sağlıklı olduğu için şükretmiştir. Iuppiter’e en iyi ve en yüce dememizin nedeni, bizi adil, ılımlı, akıllı kıldığı için değil, sağlıklı, esenlikli, güçlü ve zengin kıldığı içindir.
“Ama tanrılar küçük şeyleri önemsemezler, tek tek bireylerin ne ufacık arazileriyle ne de üzüm bağlarıyla ilgilenirler. Hastalık ya da dolu fırtınası mahsule zarar verdiyse Iuppiter’in bu olayı dikkatle izlemesi gerekmez; krallar bile krallıklarındaki ufak tefek olaylarla ilgilenmezler.”
Bütün ölümlüler kendilerine dışarıdan gelen iyilikleri, örneğin üzüm bağlarını, mısır tarlalarını, zeytinlikleri, bereketli buğdayları, meyveleri, kısacası yaşamlarını rahatlatacak ve onlara yararı dokunacak her şeyi kendilerine tanrıların sağladığına inanırlar, ama kimse kendisindeki erdemi tanrıya mal etmez.
Vicdan ortadan kalkınca her şey anlamsızlaşır; bir evde ya da devlette doğru davranışlar ödüllendirilmiyor, kabahatler de cezalandırılmıyorsa akla ve kurallara dayalı bir düzen olmadığı görülür; bu durumda dünyanın yönetiminde iyilerle kötüler arasında hiç fark gözetilmiyorsa kesinlikle tanrısal bir yönetimden söz edilemez.
Maymun hayvanların en ucubesi, ne kadar da benziyor bize!
Zaten bütün budalaların özellikle budala oldukları için son derece zavallı olduklarına kuşku yok.
Gökyüzündeki hareketlerin ne kadar düzenli, yıldızlardaki düzenin ne kadar muayyen, her şeyin birbiriyle ne kadar bağlantılı ve uyumlu olduğunu görüp de bunlardaki düzenleyici aklı reddeden ve bizim aklımızla kavrayabileceğimizin ötesinde bir akılla gerçekleştirilen bu şeylerin tesadüfen olduğunu ileri süren birine kim insan diyebilir ki?
Aynı şeyin bizim de başımıza geldiğini düşünün bir, uçsuz bucaksız karanlıktan birdenbire gün ışığına çıksak acaba gökyüzünü nasıl algılardık? Her gün göre göre göz alışkanlığı oluştuğundan zihnimiz aşinalık kazanır, bundan dolayı da sürekli görüp durduğumuz şeyler karşısında ne şaşırıp kalırız ne de bunların nedenlerini araştırmaya kalkarız; demek ki bizi olayların nedenlerini araştırmaya yönelten, konunun önemi değil de yeniliği.
Dahası nesneler arasındaki bu uyumlu, bu bir örnek ve kesintisiz bağlantı, sana benim söylediklerimin doğruluğunu kanıtlamıyor mu? Yoksa toprak nasıl bir mevsim çiçeklenirken bir mevsim yeniden çoraklaşabilirdi; ya da yaz geçip de kış gelirken doğanın kendi içinde meydana gelen onca dönüşüm bize Güneş’in gelişini ve gidişini nasıl haber verebilirdi; ya o denizlerdeki gelgitler, o dar boğazlardaki akıntılar Ay’ın doğuşuyla ve batışıyla idare edilebilir miydi ya da yıldızların birbirlerinden farklı seyirleri o koskoca gökyüzünün tek bir devinimiyle sürdürülebilir miydi? İşte evreni oluşturan tüm bu parçalar her şeye nüfuz etmiş olan tanrısal, tek bir soluk tarafından birbirlerine kenetlenmemiş olsalardı, aralarında böylesine bir uyumun olması da imkansızlaşırdı.
Bu süratte sağlam bir akıl ve mutlu bir yaşam nerede durabilir acaba, hiç bilmiyorum. Bedenimizin küçücük bir yerinde bile olsa canımızı acıtan şeyin tanrıya da ıstırap vermediği ne malum?
LIX. Şimdi zihnin kendisini ve insanın zekasını, aklını, iradesini ve sağduyusunu ele alalım; bunların mükemmeliğinin tanrısal bir özelliğe bağlı olduğunu göremeyen biri bana göre bunlardan yoksundur da.
İnsanın da kendisinden daha güzel bir şey olmadığını düşünmesi doğanın buyruğuysa o halde şaşırtıcı olan ne?
dürüst olmayanların başarıları ve işlerinin yolunda gitmesi, tanrıların gücünün ve etkisinin hiç olmadığının kanıtıdır.
Doğada insan aklının, mantığının, gücünün, yeteneğinin yapamadığı bir şey varsa, kuşkusuz insandan daha üstün bir şey vardır; ona “Tanrı’dan daha iyi bir ad bulabilir misin? Tanrılar yoksa, doğada insandan daha iyi ne olabilir? Gerçekten hiçbir şeyin daha üstün olamayacağı akıl yalnız onda vardır; bütün yeryüzünde kendisinden daha iyi bir şeyin olmadığını düşünen bir insanın varlığı çılgınca bir küstahlıktır; öyleyse insandan daha iyi bir şey vardır; bu durumda gerçekten Tanrı vardır.”
Boş konuşmanın cezası yoktur, boş konuşanların sayısı da ne denli çoktur!
İnsanın mutluluğu, dünyanın yasasını ve düzenini anlamak için tanrısal aklını kullanabilmesinde ve arzularının bu yasa ve düzene boyun eğmesini sağlayabilmesinde yatmaktadır.
“ Vicdan ortadan kalkınca her şey anlamsızlaşır( )”
”Doğa var etmek üzere kendi yolunda ilerleyen sanatkâr bir ateştir. ”
Tanrılara duyduğumuz bağlılık ortadan kalktığı anda insanların birbirine güveni, toplumsal bağlılığı ve en üstün erdem olan adalet de ortadan kalkar.
Tanrılar bize yardım edemiyorlarsa ya da yardım etmek istemiyorlarsa ve bize karşı tamamen kayıtsız kalıp yaptıklarımızı hiç umursamıyorlarsa, yani kısaca tanrıların insan yaşamına nüfuz edecek bir etkileri yoksa, o zaman niçin ölümsüz tanrılara tapalım ki, niçin onları onurlandıralım ve onlara yakaralım ki?
Şu alay ettiğimiz Mısırlılar hiçbir hayvanı, kendilerine yararı dokunmadıkça kutsallaştırmamışlardır. Örneğin çeltik kargaları gergin bacaklı, uzun kalkık gagalı, boylu boslu kuşlar oldukları için çok sayıda yılanı itlaf ederler; Libya çölünden güneybatı rüzgârlarıyla sürüklenen yılanları öldürüp yiyerek bir belayı Mısır’dan uzaklaştırırlar, böylece bu yılanlar ne canlıyken ısırıklarıyla ne de öldüklerinde leş kokularıyla insanlara zarar verirler.
Sevgi (amor) sözcüğü önemlidir, bundan dostluk (amicitia) sözcüğü türetilmiştir. Dostluğu, sevdiğimiz kişinin yararına değil de kendi kazancımız doğrultusunda kurarsak, bu dostluk olmayacak, tersine çıkar ilişkisi olacaktır.
Çünkü akan nehir öyle kolay kirlenmez, ama durgun su kolayca kirlenir.
Zaman varsayımdan doğan kuruntuları yok eder, doğanın hükümlerini onaylar.
Diğer erdemler gibi, dindarlık da sahte bir görünüm altında var olamaz ve o ortadan kalktığında, onunla birlikte zorunlu olarak kutsallık ve din de ortadan kalkar. Bunların topyekûn ortadan kalkması da yaşamı alt üst eden korkunç fırtınalar ve büyük karmaşalar getirir beraberinde ve muhtemeldir ki tanrılara duyduğumuz bağlılık ortadan kalktığı anda insanların birbirine güveni, toplumsal bağlılığı ve en üstün erdem olan adalet de ortadan kalkar.
Tanrılara duyduğumuz bağlılık ortadan kalktığı anda insanların birbirine güveni, toplumsal bağlılığı ve en üstün erdem olan adalet de ortadan kalkar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir