İçeriğe geç

Tale of Two Cities Kitap Alıntıları – Charles Dickens

Charles Dickens kitaplarından Tale of Two Cities kitap alıntıları sizlerle…

Tale of Two Cities Kitap Alıntıları

Dürüst insanlar parmakla gösterilecek kadar azdı.
Hayaller yalnızca içimizde olursa etkili olur bence; anlatmakla olmaz.
Bazen, bütün akşam, hayallere dalana kadar oturuyorum burada, ama bu gece, her şey bu kadar siyah ve ciddiyken, en aptalca hayalin lafı bile titretmeye yetiyor beni.
…umarım yüreğiniz her daim ışıl ışıl ve mutlu olur!
Bırakın da, şu pusulası şaşmış hayatımın sonuna kadar size kalbimi açtığım günün hatırasıyla yaşayayım…
Bilmenizi isterim ki, siz benim ruhumun son rüyasısınız.
umutsuz menfaatler için umutsuz oyunların döndüğü umutsuz bir zaman bu. Bugün omuzlarda evine kadar taşınan bir adam ertesi gün idama mahkûm edilebilir.
iki ülkede de ekmeğin aslanın ağzından değil de kodamanları Elinde olduğu bu dönemde, hepsinin Emin ve mutabık (uygun) olduğu bir şey varsa o da mevcut düzenin asla sarsılmayacağıydı.
zamanların hem en iyisi hem de en kötüsüydü; hem bilgelik hem ahmaklık çağıydı; bir yandan inancın, Diğer yandan inançsızlığın devriydi; mevsim hem aydınlığın mevsimiydi, hem karanlığın; hem Umudun baharı, hem çaresizliğin Kara kışıydı; bir yandan her şey önümüze serilmişken öte yandan hiçbir şeyimiz yoktu; sanki hem cümleten cennet’e gidecek hem de Cehennem’i boylayacaktık sözün kısası, o devir bugünkünü Bir Hayli andırıyordu, sanki Çağın sesi en gür çıkan yöneticilerinin derdi yine, dönemin iyi ya da kötü sıfatlarından hangisine layık olduğu değil, sıfatın başına en pekiştiricisini alıp almadığıydı.
Beni getirdiğinizde kendimi güçsüz ve halsiz hissediyordum ve şimdi çıkarken çok daha halsizim.
Ona sırrımı açıkladım. Şu bağrıma şimdi vurduğum gibi iki elimle vura vura dedim ki ona;
Bunca kalabalığın içinde olup yalnız olmak!
Giyotin,insan ırkının yeniden diriliş sembolü haline gelmiş, bu konuda haçı fersah fersah geride bırakmıştı;artık insanlar,haçı çıkardıkları gerdanlarinda giyotini taşıyorlar,haçın inkar edildiği yerlerde,giyotine itibar edip önünde saygıyla eğiliyorlardı.
Yasalar çıkalı daha iki hafta olmamış olmasına rağmen, yüzyıllardır her şey bu şekilde işliyormuş gibi geliyordu.Üstüne üstlük, dünya kurulalı beri varmişcasina herkesin aşina olduğu iğrenç bir şey peyda olmuştu: Giyotin denen o fettan dilber .
Ne var ki oduncu ile çiftçi, durmamacasına çalıştıkları halde, işlerini hiç ses çıkarmadan yaptıkları için, usluca dolaşırlarken ayak seslerini kimsecikler duymadı. Hoş, onların uyanık oldukları kuşkusunu duymak bile dinsizlikti, ihanet sayılırdı ya.
” Ben çok hayal kırıklığına uğramış bir köleyim. Dünyadaki hiç kimse umrumda değil benim, kimsenin de beni salladığı yok. ”
Gereğinden fazla yük taşıyan kalplerimiz, gelmiş geçmiş en hızlı atların dörtnala koşuşunu bile geride bırakacak bir hızla çarpıyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Son derece haksız bir biçimde götürüleceğim bu hapishanede dış dünyayla iletişim kurabilecek miyim?
Oraya gidince görürsün.
Kendimi savunma hakkı bile verilmeden,yargısız infazla ömür boyu orada takılıp kalmayacağım,öyle değil mi?
Onu da oraya gidince görürsün. Hem velev ki öyle; insanlar geçmişte çok daha kötü hapishanelere ömür boyu tıkılıp kaldilar
Kederin ve ümitsizliğin muazzam bir gücü vardır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Özgürlük, Eşitlik Kardeşlik ya da Ölüm! En kolay hayata geçirileni sonuncusuydu.
O küçük cesur yüreğinde bu ümitsizliğin ne işi var?
Hiçbir devlet görevlisi hiçbir matematik hesabıyla tam olarak hesap edemiyordu kurulan darağaçlarının sayısını ve bu yangını söndürebilecek suyun miktarını.
Tıp da Güneş ışığının gündoğumunda da günbatımında da hüzünlü olması, gibi ayışığı da hep hüzünlü değil midir zaten?
Sizce de bu kadar cehalet tehlikeli değil mi?
Her insanın bir başkası için sonsuz bir muamma oluşu, üzerinde düşünülmesi gereken muazzam bir hakikattir.
Eskiyi bırak artık, bugünü yaşa
Geçti o günler
Her insanın bir başkası için sonsuz bir muamma oluşu, üzerinde düşünülmesi gereken muazzam bir hakikattir.
Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca Cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete
Hiçbir devlet görevlisi,hiçbir matematik hesabıyla tam olarak hesap edemiyordu kurulan daragaclarinin sayısını ve bu yangını sürdürebilecek suyun miktarını
Bu dünyada sevgi denecek bir duygu varsa, benim hissettiklerimin başka bir tanımı olamaz.
“Kederin ve ümitsizliğin muazzam bir gücü vardır.”
İnsanın bedenini örten ne olursa olsun, duygular onu deler geçer.
Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca Cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete -özetle; şu an içinde bulunduğumuz döneme öyle benzer bir dönemdi ki dönemin, sesi en çok çıkan otoriteleri bu günler hakkında -olumlu anlamda da, olumsuz anlamda da- ancak ve
ancak en sözcüğü kullanılarak konuşulabileceğini iddia ediyorlardı.
Gökler şahidimdir ki onu seviyorum!
Dünyada sevgi diye bir şey varsa, bu benim ona duyduğum şeydir.
Sevgili Doktor Manette, kızınızı tüm kalbimle, derinden, hiçbir menfaat gütmeden ve büyük bir adanmışlıkla seviyorum. Dünyada sevgi diye bir şey varsa, bu benim ona duyduğum şeydir.
Yanlış yaşanmış bir hayatın kıymetiharbiyesi yoktur ve hayat her türlü çabaya değer.
Kederin ve ümitsizliğin muazzam bir gücü vardır.
Ne çok insan ve ne büyük ıssızlık.
Genç yaşta ölmüş biri gibiyim ben. Hayatım boyunca böyleydi.
Umutsuz menfaatler için umutsuz oyunların döndüğü umutsuz bir zaman bu.
Soyluluk başını kırmızı takkelerin altına saklamış, ayağına hantal ayakkabılar geçirmiş ağır aksak ilerlemekteydi.
Genç yaşta ölmüş biri gibiyim ben.
Yüksek tabakadan nefret etmek, aşağı tabakanın istemsizce gösterdiği bir çeşit hürmettir.
Zaman ve mevsimler kimseyi beklemiyordu.
Bunca kalabalığın içinde olup yalnız olmak!
Tıpkı okyanusun ölüleri karaya atması gibi ayna da üzerine yansıyan o görüntüleri geri gönderebilseydi bu iğrenç yer iğrenç hayaletlerden geçilmezdi.
Aşağıdakilerin yukarıdakilere duyduğu nefret , istemsizce gösterdikleri saygıdır.
Eğer bu dünyada sevgi denen bir şey varsa, ben onu seviyorum.
Bu ayık,aklı başında halinize güvenmeyin çok,günlerin ne getireceğini bilemiyor insan.
Ölüm her konuda doğanın çaresiyken neden kanunlar için olmasındı ?
Güneş hüzünlü hüzünlü yükseldi; güneşin üzerine vurduğu hiçbir şey, sahip olduğu yetenekleri ve güzel duyguları kullanma becerisinden yoksun, kendi yararı ve mutluluğu için bir şeyler yapmayı beceremeyen, dahası bu feci halinin farkında olan ve bu feci halin onu tüketmesi pahasına kendinden vazgeçen bu adamdan daha hüzünlü değildi.
Ölüm çoktan ayrı yerlere koydu bizi!
Nefretin yarattığı güç, sevginin yarattığına yenik düşmeye mahkumdu hep.
Zulüm ve zorbalık tohumlarını bir kez ekecek olsanız, sonunda ektiğiniz tohuma uygun bir meyve almanız işten değildir.
Ciğerini, nefesini anlamadığın şeylerle ilgili konuşarak tüketme sevgili dostum
Kendinle ilgili neyi değiştirdin şu hayatta?
Bir an iyi sonra kötü; bir gün keyifli ertesi gün bunalımda!
İnsanın kendi geçmişinden bahsetmesi can sıkıcı bir durum.
İnsan kendine benzeyen bir adamı neden sever ki?
Bu ayık, aklı başında halinize güvenmeyin çok, günlerin ne getireceğini bilemiyor insan.
Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü”
Bu dünyaya ait olduğumu hissetmiyorum.
Bir zamanlar, üzerinde ışık parladıkça dibe çökmüş hazinenin ve diğer batıkların göründüğü suyun dipsiz derinliklerine bakamam artık. Tek bir hareketle kitabın sonsuza dek kapanmasına karar verilmişti çünkü, oysa yalnızca bir sayfasını okumuştum daha.
Fikirlerim, beni ben yapan özelliğimdir.
Tıpkı birbiriyle çok mesafeli iki insanın ilişkisinde olduğu gibi, birbirini çok seven iki insanın ilişkisi de içinde pek çok bilinmezlik barındırabilir; üstelik ikinci ilişki şeklinde bu bilinmezlikler hemen göze çarpmayan, kırılgan ve nüfuz etmesi zor türdendir.
Yalnızlığın avantajlarıyla çevrelenmiş olmak, derin derin düşünmek için bulunmaz nimettir ve kaderini, senin etkileyebileceğinden çok daha olumlu etkileyebilir.
Monsenyör ne olur duyun beni! Monsenyör isteğime kulak verin! Kocam yoksulluktan öldü; çoğu insan yoksulluktan ölüyor; daha niceleri yoksulluktan ölmeye devam edecek.
İnsanların neden bu denli perperişan olduklarını açıklayan bariz işaretler yok değildi; devlete ödenecek vergiler, kiliseye ödenecek vergiler, toprak sahiplerine ödenecek vergiler, genel ve yerel vergilerle ilgili bu küçük köye asılmış olan ciddi levhalara bakıldığında, insan tümden yenilip yutulmamış bir köyün kalmış olmasına hayret ediyordu.
“Rüzgara ve ateşe nerede duracağını söyleyebilirsiniz, ama bana söyleyemezsiniz.”
Askeri bilgiden yoksun subaylar; geminin ne olduğunu bile bilmeyen denizciler; devletin gidişatından bihaber devlet memurları; şehvetli bakışları, gevşek dilleri ve gayriahlaki yaşamlarıyla, olabilecek en dünyevi din adamları oradaydı; hiçbiri liyakat sahibi değildi fakat hepsi rezilce öyleymiş taklidi yapıyordu; hepsi bir şekilde Monsenyör’ün tarikatının bir parçasıydı; bu yüzden de herhangi bir maddi getirisi olan tüm devlet pozisyonlarında bunlar görev alıyor, paraya para demiyorlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir