İçeriğe geç

Talat Paşa Kitap Alıntıları – Hüseyin Cahit Yalçın

Hüseyin Cahit Yalçın kitaplarından Talat Paşa kitap alıntıları sizlerle…

Talat Paşa Kitap Alıntıları

Bu hürriyet nedir? Nereden gelmiş? Onu ecnebi ülkelerin birinden gelmiş bir rahibe diye tarif edenler görülmüştü!
Herkes ayrı düşünebilirdi. İleri sürülen fikir ve mütalealar ve kanaatler sahiplerinin zekası, tahsili ve görgüsü ile mütenasip olmak tabii bulunduğu için, bunlar arasında çok bariz ayrılıkların vücudu zaruri idi. Bunları telif ederek, cemiyette bir ahenksizlik husule getirmeden işleri yürütebilmek için faal, yumuşak, insan kalplerini ve ihtiraslarını ölçebilmekte mahir bir zekaya ve yüksek bir ruha ihtiyaç vardı. İşte İttihat ve Terakki içinde Talât bu ruh idi.
Umumi Harp’te millet süpürge tohumu ekmek yerken Talât da evine vesika ile aynı ekmeği alıyordu.
Memleketin bütün fenalıkları(nın) sarayın mutlak hükümetinden, kanunsuzluktan, kanuna riayetsizlikten, iltimas(kayırma) ve irtişadan(rüşvetten), cehaletten, orduya ve donanmaya ehemmiyet verilmemesinden, halkın hak ve hürriyetini tanımamasından ileri geldiğine hükmediyorlardı.
İttihat ve Terakki rejiminden sonradır ki, bu memlekette Türkler, Türk’üz diyebildiler ve Türklerin de bu vatanda bir hakları olduğunu ileri sürebildiler.
Ağızlarda bir parola dolaşıyordu: Hürriyet gelmiş! Bazı taraflarda soruyorlardı: Bu hürriyet nedir? Nereden gelmiş? Onu ecnebi ülkelerin birinden gelmiş bir rahibe diye tarif edenler görülmüştü!
Anadolu’da İttihat ve Terakki teşkilatı namına harpten sonra ne kalmışsa hepsi milli mücadele şeflerinin emri altına koşmuşlar ve vatanı kurtarma hareketinde halis bir vatan çocuğu sıfatıyla fedakârlıkta bulunmuşlardır.
İttihat ve Terakki’nin düşmanları sonra milli hareketin, kurtuluş hamlesinin de düşmanları oldular.
Talat Paşa sokakta can verdi. O, bunu sanki biliyordu.
Refikası anlatıyor:
– Beni bir gün sokakta vuracaklar, derdi. Alnımda kan akarak yere serileceğim. Yatakta ölmek nasip olmayacak. Ziyanı yok, varsın vursunlar,vatan benim ölümümle bir şey kaybedecek değildir. Bir Talat gider, bin Talat yetişir.
Mili mücadele muvaffak olacaktır, çünkü milli sınırlar dışında, Türk milletinin hakikaten sahip olduğu topraklar dışında emel beslemiyor. Bu toprağın sınırları milli misakla çizilmiştir.
En büyük mevki bile ona en küçük gurur vermemişti ve ekseriya halk arasında tramvayda seyahat ederdi.
Talât Paşadan bahseden bir yazıdan birkaç satır: Basit, sade yaşamayı sever tabiatlı bir adam olan Talât Paşa, sadrazam iken de İttihat ve Terakki merkezi umumîsine geldikçe – sadrazam olmadan evvel yaptığı gibi – ekmek, peynir ve kavundan ibaret öğle yemeğini yerdi.
Meclisteki fırkanın ekseriyeti temiz insanlardı. Memleketi severlerdi. Türklüğün maruz olduğu tehlikeyi anlamıştı.
Fakat basit insanlardı. Bilgileri mahduttu. Dünyadan, Avrupa’dan büyük siyasî meselelerden habersiz idiler.
“Nazır olduğu vakit seyahat için aldığı paradan artanı vezneye iade ederdi. Halbuki kanun mucibince alması icap eden paradan kalan iade edilmezdi. Bunu hatırlatan veznedara Talât Paşa mevkiinden umulmaz bir şekilde cevap verdi: Ben hakkım olmayan parayı almam,”
”Mümkün olsa şu iki kişi aleyhinde konuşanların dillerini kestirirdim: Biri Talat Paşa, diğeri de Mustafa Kemal Paşa! ”
“Eğer Talât olmasaydı İttihat ve Terakki olmazdı. Meşrutiyetten sonraki devre hakkında benim kat’î kanaatim budur. Talât ittihat ve Terakkinin kubbe taşı, çimentosu ve temeli idi. Onun bitmek tükenmek bilmeyen bir sabrı ve tahammülü vardı. Herkes derdini ona dökmeye koşar, bütün şikâyetlerini ona anlatırdı. O herkesin nazını çekerdi. Ki mini okşamak lâzımdı, kiminin yüzüne gülmek icap ederdi, kimini aldatmak, kimini korkutmak, kiminin gözünü açmak, kimini avutmak zarureti vardı.
Talât bunların hepsini sabır ile, metanet ile yapardı.”
Beni bir gün sokakta vuracaklar. Alnımdan kan akarak yere serileceğim. Yatakta ölmek nasip olmayacak. Ziyanı yok, varsın vursunlar. Vatan, benim ölümümle bir şey kaybedecek değildir. Bir Talat gider, bin Talat yetişir!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Talat Paşa elinde ne varsa hepsini, vücudunu, ruhunu, bütün varlığını vatan uğruna veriyordu. Nihayet bir düşman kurşunu ile canını da verdi.
İttihat ve Teraki’nin düşmanları sonra milli hareketin, kurtuluş hamlesinin de düşmanları oldular.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Beni bir gün sokakta vuracaklar, derdi. Alnımdan kan akarak yere serileceğim. Yatakta ölmek nasip olmayacak. Ziyanı yok, varsın vursunlar, vatan benim ölümümle bir şey kaybedecek değildir. Bir Talat gider, bin Talat yetişir.
Onun fıtri meziyetleri, çok yüksek ve geniş zekası bu inkılap devresinde inkişaf ettiler ve kendisini hakiki bir devlet adamı mevkiine çıkardılar. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde belki Talat’tan çok parlak olarak yola çıkmış arkadaşları vardı. Fakat hayat mektebinde Talat hepsinden fazla muvaffak oldu. Bu tamamen müstesna bir kabiliyete ve çok keskin bir zekaya istinat eden hakiki bir üstünlük eseridir.
Fakat bir avuç genç ümitsizlik bilmez bir gayret ile zorluktan Yılmaz ve sarsılmaz bir ideal ile memlekette vatan aşkını, Türklük dayanışmasını körüklemeye ve kuvvetlendirmeye uğraşıyordu.İttihat ve terakki ki rejiminden sonradır ki bu memlekette Türkler, Türküz diyebildiler ve Türk’lerin bu vatanda bir hakları olduğunu ileri sürebilirler.
Osmanlı İmparatorluğunda kavm-i necip Arapdan bahsolunurdu. Arnavutların soyluluğundan kahramanlığından bahsolunurdu. Fakat Türk’ün adı geçmezdi. Osmanlı imparatorluğu Müslüman unsurlar arasında hiç fark gözetmemişti. Saray, Babıali, Ordu maarif idari bütün bu unsurlara eşit surette açıktı ve padişahların bu müsaadeker Telâkkisinden en çok istifade edenler onlardı. Padişahın en yakın muhafızları arnavut ve Arap taburları idi. Yalnız Türk köylüsü idi ki muazzam vergi vermek, askerlik hizmeti görmek gibi bir vatani yükleri sessiz, şikayetsiz yükleniyordu.
Mahvolmaya mahkûm edilmiş Türkiye’yi kurtarmaya kalkan bu İttihat ve Terakki kimdi? Bir avuç genç ki, bütün silahları, bütün kuvvetleri, bütün bilgileri sadece kalplerindeki vatan aşkına inhisar ediyordu. Bu müthiş ve düşman dünya karşısında aciz birer genç idiler. İşte bunlar Türk vatanının üzerinde çevrilen felaket selinin önüne bir set olmaya kalktılar. Memleketi uyandırmaya, fikirleri ve kalpleri birleştirmeye, çürümüş zırhlılarımızı yürütmeye, paslanmış tüfeklerimizi işler hale sokmaya, bir ordu vücuda getirmeye teşebbüs ettiler.
Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması keyfiyetine İngilizlerin de zihinleri yatmıştı. Onlar bu ihtimale karşı tedbirlerini almış bulunuyordu. Fransa Suriye’ye yerleşeceğine memnun idi. Hasta adamın mirasçıları artık memnuniyetle ellerini oğuşturuyorlardı.
İttihat ve Terakki bu pişmiş aşa soğuk su katıyordu.
Talat ilk günlerin İttihat ve Terakki heyeti merkezi azasında bulunuyordu. Diğer arkadaşlarından bir farkı ve üstünlüğü yoktu. Fakat kabiliyeti hizmeti feragati imanı ve fedakârlığı onu yavaş yavaş yükseltti, İttihat ve Terakki’nin ruhu, Mihveri, belkemiği ve bir nevi şefi haline getirdi. Sonraları Talat, Enver, Cemal tesliyeti ağızda geliyordu.
İttihatçılar ellerini Kur-an’a ve tabancaya koyarak yemin ediyorlardı. Gecenin karanlıklarında yürek çarpıntısı içinde geciktirdikleri yerlerden kapalı gözlerle girdikleri meçhul ve sessiz odanın içinde yükseklerden gelmiş bir hitaba benzeyen bu sesin karşısında yemin ederken ruhlarında duydukları ürpertici ve heyecanı İttihatçılar ömürlerinin sonuna kadar unutamamışlardır.
Siyasi fırkalar umumiyetle bir sınıfın geniş bir zümrenin menfaatlerini temsil ve müdafaa eder. Siyasi bir cemiyet ise ekseriya yüksek bir ahlaki ve siyasi ideal uğruna birleşmiş hayatlarını feda etmeyi göze almış feragat ve karakter sahibi kimselerin birleşmesinden vücut bulur.
Benim bir kısa yazımın böyle bir hizmeti ifa edebileceği iddiasında katiyen değilim. O ben burada yalnız mevcut noksana ve bu noksanı ortadan kaldırmanın zorluğuna işaret etmek istedim. İttihat ve Terakki devrinin hakkıyla aydınlatılması her şeyden evvel resmi Vesikalar üzerinde esaslı araştırmalar yapılmasına ihtiyaç gösterir. Ecnebi dillerde yapılan neşriyatı hariciye nezaretileri tarafından neşr olunan renk renk kitapları ecnebi devlet adamlarının bize ait hatıralarını da gözden geçirmek icap eder. Bütün bunlara İttihat ve terakki ye mensup kimselerin neşredilmiş ve neşredilecek hatıralarını da ilave etmek ister. ondan sonra o devri yaşamış ve ozamanlarda az çok rolü olmuş kimselerin şehadetleri de gözönünde tutulmayan muhtaçtır. Benim bu yazılarım bu şahadetler arasında küçük bir katreden ibarettir.
İttihat ve Terakki işte Türk’ün zor dakikalarında ruhundan kopan müdafaa-i nefs hamlesi idi. İttihat ve Terakki paylaşınmak üzere bulunan bir vatani kurtarmak için milletin içinde vücut bulmuş bir isyan ve fedakarlık mahsülü idi. Kendisini kurtarmak isteyen Türk İttihat ve Terakki bayrağı altında toplanıyor mücadele ediyordu.
Türk’ün öteden beri kendisinden hiç ayırt etmediği hatta büyük bir hürmetle göğsüne bastığı Araplar ve Arnavutlar din bağlarını bir tarafa bırakarak milliyet fikrinin propagandacılarına kapılıyorlar ve Türk’ün iradesi altında kalmamak istiyorlardı.
”Takriben adamlık sana yetmezdi, tamamdın;
Sen kütle-adam, millet-adam, bayrak-adamdın. ”
”Mümkün olsa şu iki kişi aleyhinde konuşanların dillerini kestirirdim: Biri Talat Paşa, diğeri de Mustafa Kemal Paşa! ”

Mahmut Esat Bozkurt

İşte bütün bu ruh ve zihin ”cünbüş ”ünün mihverindeki birkaç kişiden biri, belki birincisi Talat’tır Onun için de Enver’le birlikte onun yeri apayrıdır gönüllerimizde.
Başta Talat ve Enver olmak üzere önde gelen İttihat ve Terakki erkanı ile adeta ”senli-benli ” olduğumuzu hissettiren şey sadece onların tabiat ve şahsiyetlerinde bulduğumuz insani, milli, manevi yakınlık mıdır?
– Sırf bundan ibaret olmasa gerek.
Vatandan uzak yaşamaktansa, ölmek daha iyidir.
1921’de Berlin’de Tayliryan isimli bir Ermeni tarafından oturduğu apartmandan çıkarken vurulmuştur. Katili Berlin’deki muhakeme neticesinde beraat etmiştir..
Elinde ne varsa hepsini, vücudunu, ruhunu, bütün varlığını vatan uğruna veriyordu. Nihayet bir düşman kurşunu ile canını da verdi..
Yalnız Türk köylüsü idi ki, muazzam vergi vermek, askerlik hizmeti görmek gibi vatani yükleri sessizce ve şikayetsiz yükleniyordu.
İttihat ve Terakki paylaşılmak üzere bulunan bir vatanı kurtarmak için milletin içinde vücut bulmuş bir isyan ve fedakarlık mahsulü idi.
Mümkün olsa şu iki kişi aleyhinde konuşanların dillerini kestirirdim; Biri Tal’at Paşa, diğeri de Mustafa Kemal Paşa!
Beni bir gün sokakta vuracaklar. Alnımdan kan akarak yere serileceğim. Yatakta ölmek nasip olmayacak. Ziyanı yok, varsın vursunlar, vatan benim ölümümle bir şey kaybedecek değildir. Bir Talât gider, bin Talât yetişir.
Eğer Talat olmasaydı İttihat ve Terakki olmazdı.
İttihat ve Terakki memlekete hâkim olduğu müddetçe yegâne gayesi Türk vatanı ve Türklüğü kurtarmak olmuştur.
İlk meclis reisleri seçileceği gün, Cavit bana: Talat’a rey ver, diyordu. Kim Talat? dedim; Bizim Talat, cevabını verdi. İşte bu “Bizim Talat” yavaş yavaş, sırf kendi halis ve samimi hizmetleri, yararlıkları sayesinde hepimizin Talat’ı oldu, memleketin Talat’ı oldu, vatanın Talat’ı oldu.
Eğer Talat olmasaydı İttihat ve Terakki olmazdı. Meşrutiyetten sonraki devre hakkında benim kat’i kanaatım budur. Talat, İttihat ve Terakki’nin kubbe taşı, çimentosu ve temeli idi. Onun bitmek tükenmek bilmeyen bir sabrı ve tahammülü vardı.
Osmanlı saray teşrifatında yanlış ve tuhaf bir gelenek vardır: Sadrazam, Padişah’la görüşmeye geldiğinde, saray nedimleri kanatlı ve mutantan kapıları açarlar, Sadrazam tam kapıdan girerken sağ tarafında zenci bir köle secde halinde ve guya ta’zimde bulunur. Dinen de insani ve milli bakından da tam manasıyla zillet dolu bu manzaraya, Sadrazam sıfatı ile Sulta Reşat’ın huzuruna ilk çıktığı gün ikrahla şahid olan Talat’ın oradan çıkınca ilk işi bu ayıplı ve günah adete son verdirmesi olmuştur.
Düşünelim ki, bu Devlet-i Aliyye’nin bir yığın sakalı göğsünde sadrazamı geldi geçti, bir yığın şeyhülislamı, müftüsü, kadısı, alimi, uleması geldi geçti o kapılardan Hiç birinin dert etmediği, rahatsız olmadığı, ettiyse de olduysa da maalesef müdahale etme cesareti gösteremediği bu zelil ve rezil adeti ilk şahit olur olmaz kaldırtan o sakalsız, pala bıyıklı Talat’tır! Bunun sevabı da şerefi de ona nasip olmuştur.
Talat Paşa sokakta can verdi. O, bunu sanki biliyordu. Refikası anlatıyor:
– Beni bir gün sokakta vuracaklar, derdi. Alnımdan kan akarak yere serileceğim. Yatakta ölmek nasip olmayacak. Ziyanı yok, varsın vursunlar, vatan benim ölümümle bir şey kaybedecek değildir. Bir Talat gider, bin Talat yetişir.
Fakat bir avuç genç, ümitsizlik bilmez bir gayret ile zorluktan yılmaz ve sarsılmaz bir ideal ile memlekette vatan aşkını, Türklük tesanüdünü körüklemeye ve kuvvetlendirmeye uğraşıyordu. İttihat ve Terakki rejiminden sonradır ki bu memlekette Türkler Türk’üz! diyebildiler ve Türklerin de bu vatanda bir hakları olduğunu ileri sürebildiler.
Fakat bir avuç genç,ümitsizlik bilmez bir gayret ile,zorluktan yılmaz ve sarsılmaz bir ideal ile memlekette vatan aşkını,Türklük tesanüdünü körüklemeye ve kuvvetlendirmeye uğraşıyordu.İttihat ve Terakki rejiminden sonradır ki,bu memlekette Türkler,Türk’üz diyebildiler ve Türklerin de bu vatanda bir hakları olduğunu ileri sürebildiler.
“ İlk meclis reisleri intihap edileceği gün, Cavit bana: Talât’a rey ver, diyordu. Kim Talât? dedim; Bizim Talât cevabını verdi. İşte bu “Bizim Talât” yavaş yavaş, sırf kendi halis ve samimi hizmetleri, yararlıkları sayesinde hepimizin Talât’ı oldu, memleketin Talât’ı oldu, vatanın Talât’ı oldu”
İttihat ve Terakki Cemiyeti 1908 tarihinde memlekete hâkim bir mevkie yükselmekle beraber hakikatte memlekete hâkikatte memlekete hâkim olamamıştır ve hâkim olmayı aklına bile getirmemiştir. Bence İttihat ve Terakki’ye bir kabahat ve mesuliyet atfedilecekse o da memleketi iyi sevk ve idare etmemesinden değildir. Memleketi sevk ve idare vazifesini kendisine terettüp ettiğini (ait olduğunu) anlamamış ve bunu yapmaya teşebbüs etmemiş olması İttihat ve Terakki’ye bir mesuliyet yükletebilir.

Fakat bir adamı mavi gözlü ve uzun boylu doğmayıp da yeşil gözlü ve uzun boylu doğduğundan dolayı kabahatli görmek aklımıza gelir mi? Nazariyat bakımından, İttihat ve Terakki, sarayı meşrutiyet ilânına mecbur eder etmez hükûmetin başına gelecek, yani nazırlıklara kendi âzalarını yerleştirecek ve memleketi ıslâh ve idare etmek için ne düşünüyorsa bu programı fiile çıkarmaya teşebbüs edecekti. Halbuki İttihat ve Terakki böyle bir şeye ne teşebbüs etti ne de teşebbüs etmeyi aklından geçirdi. Hûkümet mevkiine gelmek İttihat ve Terakki’nin aklının almadığı bir şeydi.

İttihat ve Terakki’ye girerken gözleri bağlanıyordu. Bir delil onları ellerinden tutarak meçhul bir odaya sokuyordu. Orada hatiften (görünmez bir çağrıcıdan) geliyor gibi esrarlı bir ses kendilerine vatana hizmet ve sadakat imanını telkin ediyor, icap ederse hayatlarını feda edeceklerini ihtar eyliyordu. Onlar ellerini Kur’an’a ve tabancaya koyarak yemin ediyorlardı. Gecenin karanlıklarında helecan (yürek çarpıntısı) içinde geçtikleri yerlerden, kapalı gözlerle girdikleri meçhul ve sessiz odanın içinde, yükseklerden gelmiş bir hitaba benzeyen bu sesin karşısında yemin ederken ruhlarında duydukları ra’şeyi (ürperişi) ve heyecanı ilk İttihatçılar ömürlerinin sonuna kadar unutamamışlardır. Bu heyecan onların varlıklarına vatan aşkının, vatana sadakatın, vatan uğruna fedâkarlık ve feragatin dinini ebedî surette hâketmiştir (kazımıştır). İttihat ve Terakki bir mistik oldu, bir mistik cazibesi ile insanları birleştirdi ve kardeş yaptı.
Elinde ne varsa hepsini, vücudunu, ruhunu, bütün varlığını vatan uğruna veriyordu. Nihayet bir düşman kurşunu ile canını da verdi.

Memleketini seven, Türklüğün yükselmesi uğrunda çalışan vatan evlatları arasında Talât daima yüksek ve muhterem bir mevki tutacaktır.

İttihat ve Terakki rejiminden sonradır ki bu memlekette Türkler, Türk’üz diyebildiler ve Türklerin de bu vatanda bir hakları olduğunu ileri sürebildiler.
İttihat ve Terakki dünyada bütün Türkleri ayaklandırmak ve birleştirmek isterdi.
Beni bir gün sokakta vuracaklar. Alnımdan kan akarak yere serileceğim. Yatakta ölmek nasip olmayacak. Ziyanı yok, varsın vursunlar, vatan benim ölümümle bir şey kaybedecek değildir. Bir Talât gider, bin Talât yetişir.
Talat artık vatan topraklarında çok kalmadı çünkü düşman İstanbul’a geliyordu. Memleketi kurtarmak için yapılabilecek bir şey kalmışsa onu temin çaresini aramak maksadıyla vatandan uzaklaşmak fedakârlığına katlanmak lüzümunu hissetti. Ve gitti. Almanya’ya gitti. Sadakat ve vefa beklemeye hakkkı olduğu bu müttefik memlekette ölüm buldu.
Müttefik memleketin mahkemesi onun katilini alkışlarla serbest bıraktı. Talat bu acıyı duymadı. Fakat onu biz hâlâ duyuyoruz
Memleketi seven, Türklüğün yükselmesi uğrunda çalışan vatan evlâtları arasında Talât daima yüksek ve muhterem bir mevki tutacaktır.
İttihat ve Terakki her ne bahasına olursa olsun ecdat mirası olan vatanı kurtarmak ve yaşatmak azminde idi. Bunun içindir ki umumî harp çıkınca, bunun bir kurtuluş yolu olabileceğini düşündü.
İttihat ve Terakki rejiminden sonradır ki, bu memlekette Türkler, Türküz diyebildiler ve Türklerinde bu vatanda bir hakları olduğunı ileri sürebildiler.
Hepsi vatan mihrabı önünde secdeye kapanmış mü’min idiler. Hepsinde imanları uğrunda şehit olmayı göze almış bir mü’min kalbi çarpıyordu. Bu ideale feda etmeyecekleri hiçbir şey yoktu.
İttihat ve Terakki rejiminden sonradır ki, bu memlekette Türkler, Türk’üz diyebildiler ve Türklerin de bu vatanda hakları olduğunu ileri sürebildiler.
Memleketin Türk kütlesi çok büyük nisbette vatanı kurtarma mücadelesine sadık kaldı ve İttihat ve Terakki’en ayrılmadı. Bu temiz kütle sonra Milli Mücadele hareketinde büyük şefler için bir mukavemet ve kuvvet hazinesi teşkil etmiştir.
Vatanını seven Türk, İttihat ve Terakki’ye koşuyor, ona taraftar oluyor ve onun kuvvetlenmesi ve muvaffak olmasını istiyordu.
Türk’ün öteden beri kendisinden hiç ayırt etmediği, hatta büyük bir hürmetle göğsüne bastığı Araplar ve Arnavutlar din bağlarını bir tarafa bırakarak milliyet fikrinin propagandacılarına kapılıyor ve Türk’ün idaresi altında kalmamak istiyorlardı. Onlara bile güvenilemeyince dışarıda müstakil ve hür bir anavatan bulmuş gibi görünen diğer unsurlardan nasıl sadakat beklenebilirdi? Ve bu tehlike karşısında Türk’ün kendi hayatını kurtarmak tedbirlerini düşünmesinden tabiî ne olabilirdi ?
İttihat ve Terakki işte Türk’ün bu zor dakikalarında ruhundan kopan bir müdafaa-i nefs hamlesi idi. İttihat ve Terakki paylaşılmak üzere bulunan bir vatanı kurtarmak için milletin içinde vücut bulmuş bir isyan ve fedakarlık mahsulü idi.
İttihat ve Terakki memlekette hakim olduğu müddetçe yegane gayesi Türk vatanını ve Türklüğü kurtarmak olmuştur.
İttihat ve Terakki rejiminden sonradır ki, bu memlekette Türkler, Türk’üz diyebildiler ve Türklerin de bu vatanda bir hakları olduğunu ileri sürebildiler.
Bir avuç genç ki, bütün silahları, bütün kuvvetleri, bütün bilgileri sadece kalplerindeki vatan aşkına inhisar ediyordu.
Hepsi vatan mihrabı önünde secdeye kapanmış birer mü’min idiler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir