İçeriğe geç

Tabiat Risalesi Kitap Alıntıları – Bediüzzaman Said Nursî

Bediüzzaman Said Nursî kitaplarından Tabiat Risalesi kitap alıntıları sizlerle…

Tabiat Risalesi Kitap Alıntıları

Evet herkes,kâinatı kendi ayinesiyle görür.Cenab ı Hak insanı kainat için bir mikyas,bir mizan suretinde yaratmıştır.Her insan için bu alemden hususi bir alem vermiş.O âlemin rengini,o insanın itikad ı kalbisine göre gösteriyor.
Evet, Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın, mânen hastasın. İbâdet ise, mânevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde isbat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfî ilaçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: ‘Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?’ Ne kadar manasız olduğunu anlarsın.
En mükemmel meyvesini zîşuur ve zîşuurun içinde en câmî meyvesini insan yapmıştır.
Tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve hakikatı hariciye sahibi ise, ancak bir san’at olabilir. Sani olamaz. Bir nakıştır, Nakkaş olamaz. Ahkamdır, hakim olamaz. Bir şeriatı fıtriyedir, Şari olamaz. Mahluk bir perdeyi izzettir, Halık olamaz. Münfail bir fıtrattır, Fatır bir Fail olamaz. Mistardır, Masdar olamaz!
Manevi ve semavi kanunların mecmuundan ibaret olan şeriatı ve şeriat sahibinin emirlerinden gelen manevi düsturlarını anlamadığından, o cemaatın maddi iplerle bağlandığını ve o acib ipler onları esir edip oynattığını tahayyül ederek en vahşi, insan suresindeki canavar hayvanları dahi güldürecek derecede maskaralı bir fikirle çıkar, gider
Çünkü o koca ağacın fabrikası, o çekirdektir. İçindeki kaderî ağaç, kudretle hariçte tezâhür eder, cismânî çam ağacı olur.
Cenâb-ı Hâkk hakkında şek olmaz ve olmamalı.
Evet nasılki küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatın kemalâtını bir inkârdır.
Evet Cenab-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın, manen hastasın. İbadet ise, manevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde isbat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi’ ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun? Ne kadar manasız olduğunu anlarsın.
Şu kâinatın Hâlık-ı Hakîm’i kâinatı bir ağaç hükmünde halkedip, en mükemmel meyvesini zîşuur ve zîşuurun içinde en câmi’ meyvesini insan yapmıştır. Ve insanın en ehemmiyetli, belki insanın netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı ve semere-i hayatı olan şükür ve ibadeti; o Hâkim-i Mutlak ve Âmir-i Müstakil, kendini sevdirmek ve tanıttırmak için kâinatı halkeden o Vâhid-i Ehad, bütün kâinatın meyvesi olan insanı ve insanın en yüksek meyvesi olan şükür ve ibadetini başka ellere verir mi? Bütün bütün hikmetine zıd olarak, netice-i hilkati ve semere-i kâinatı abes eder mi? Hâşâ ve kellâ
Ey ahmaku’l-humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak!
Başını tabiat bataklığından çıkar, arkana bak; zerrattan, seyyarata kadar bütün mevcudat, ayrı ayrı lisanlarla onun vücuduna şehadet ettikleri ve parmaklarıyla işaret ettikleri bir Sâni’-i Zülcelal’i gör.. ve o sarayı yapan ve o defterde sarayın programını yazan Nakkaş-ı Ezelî’nin cilvesini müşahede et, fermanına bak, Kur’anını dinle.. o hezeyanlardan kurtul!..
Hâlık-ı Kâinat’ın san’atını, mevhum, ehemmiyetsiz, şuursuz bir tabiata veren insan, elbette yüz defa hayvandan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir.
Bir baharda, üç yüz bin enva-ı zîhayat mahlukatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı, Yoğu var edemez! diyen adam, yok olmalı!..
dalalet insanı ne kadar maskara ve süflî ve echel yaptığını bil, ibret al!
Evet herkes, kâinatı kendi âyinesiyle görür.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Birinci Sual: Çok tenbellerden ve târikü’s-salâtlardan işitiyoruz; diyorlar ki: Cenab-ı Hakk’ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur’anda çok şiddet ve ısrar ile ibadeti terkedeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir ceza ile tehdid ediyor. İtidalli ve istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur’aniyeye nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir cüz’î hataya karşı, nihayet şiddeti gösteriyor?

Elcevab: Evet Cenab-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın, manen hastasın. İbadet ise, manevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde isbat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi’ ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun? Ne kadar manasız olduğunu anlarsın.
Amma Kur’anın, terk-i ibadet hakkında şiddetli tehdidatı ve dehşetli cezaları ise; nasılki bir padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için; âdi bir adamın, raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar. Öyle de; ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebed’in raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve manevî bir zulüm eder.
Tabiat Risalesi – 35

İman sahibi olmayan insanlar kötü gibi görünen işlerin arkasında Allah’ı değil de evlerin sağlam yapılmadığı gibi sebepleri görerek şikayetlerini Allah’a değil, sebeplere yöneltirler.
Kainata baktığımızda herbir türde bir birlik görüyoruz. Mesela insanı ele alalım ilk insan olan Adem’den, kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlar, dünyanın neresinde olursa olsun, aynı özelliklere sahip. Hepsinin iki gözü, iki kulağı, bir kafası, iki ayağı, iki eli var. Hepsinin organları aynı yere yerleştirilmiş.
İçimizde çektiğimiz havanın yüzde 78,1 kadarı, canlılar için vücudun temel taşı olan azottan ibarettir. Havada yüzde 20’9 oranında da oksijen bulunur Eğer oksijen daha az olsaydı boğulurduk.
Soru: Şu zamanda çok ileri giden feylesoflar diyorlar ki: Hiçten hiçbir şey îcad edilmiyor ve hiçbir şey idam edilmiyor; yalniz bir terkib, bir tahlildir ki kâinat fabrikasini işlettiriyor.

Elcevap:
✔ Nur -u Kur’ân ile mevcudâta bakmayan feylesoflarin en ileri gidenleri bakmişlar ki, tabiat ve esbap vasitasiyla bu mevcudâtin teşekkülât ve vücûdlarini sâbikan isbat ettiğimiz tarzda­ imtinâ derecesinde müşkülâtli gördüklerinden, iki kisma ayrildilar.

✔ Bir kismi sofestâî olup, insanin hâssasi olan akildan istifa ederek, ahmak hayvanlardan daha aşaği düşerek, kâinatin vücûdunu inkâr etmeyi; hatta kendilerinin vücûdlarini dahi inkâr etmesini, dalâlet mesleğinde esbap ve tabiatin îcad sahibi olmalarindan daha ziyade kolay gördüklerinden; hem kendilerini, hem kâinati inkâr edip cehl-i mutlaka düşmüşler.

✔ İkinci gürûh bakmişlar ki; dalâlette, esbap ve tabiat mûcid olmak noktasinda, bir sinek ve bir çekirdeğin îcadi, hadsiz müş-
külâti var ve tavr-i aklin haricinde bir iktidar iktiza ediyor. Onun için bilmecburiye îcadi inkâr ediyorlar, Yoktan var olmaz. diyorlar ve idami da muhal görüyorlar, Var yok olmaz. hükmediyorlar. Yalniz, harekât-i zerrât ile tesadüf rüzgârlariyla
bir terkib ve tahlil ve dağilmak ve toplanmak suretinde bir vaziyet-i itibâriye tahayyül ediyorlar.

İşte sen gel, ahmakliğin ve cehaletin en aşaği derecesinde, en yüksek akilli kendini zanneden adamlari gör ve dalâlet , insani
ne kadar maskara ve süflî ve echel yaptiğini bil, ibret al!

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Evet, nasil ki küfür, mevcudâta karşi bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatin kemâlâtini bir in-kârdir. Hem hikmet-i ilâhiye ye karşi bir tecavüz olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehak olur.
Cenab-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; manen hastasın.
İbadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez.
Evet, herkes kâinatı kendi âyinesiyle görür.
Cenab-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; manen hastasın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir