İçeriğe geç

Taberi Tefsiri Kitap Alıntıları – İmam Taberi

İmam Taberi kitaplarından Taberi Tefsiri kitap alıntıları sizlerle…

Taberi Tefsiri Kitap Alıntıları

Siz oyalanmaktasınız, ama kısa bir süre sonra dünyadan göçüp gideceksiniz!..
Atâ dedi ki: Zâlimler, kâfirlerin tâ kendileridir demeyip de Kafirler, zâlimlerin ta kendileridir diyen Allah’a hamdolsun! Eğer öyle demiş olsaydı, insanların çoğu helâk olurdu.
Asıl iyilik Allah’tan sakınıp haramlardan uzak duran kimsenin iyiliğidir.
Sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan: Ey Muhammed! Yeni döndürüldüğün kıblenin, İbrahim ile diğer peygamberlerin kıblesi olduğunu bile bile inad ettiklerini ve bâtılda israrlı olduklarını bildiğin halde, şu yahudilerle hıristiyanları memnun etmenin yollarını ararsan, O takdirde sen, mutlaka zâlimlerden olursun: Onlarla aynı paralelde sapıklık edersen, Allah’ın emrine muhalefet ederek kendi nefsîne zulmedenlerden olursun.
Allah’ın indirdiği şeriatın dışında hükümler çıkarmak, Allah’ın hükmünden yüz çevirmek Allahın dininden vazgeçmek küfür ahkamlarını sevmek demektir.
Ehli kıbleden olan herkes, bu şekilde kanun yapanı ve ona çağıranı tekfir etmiştir. Bu konuda kimsenin şüphesi yoktur.
“Dînlerini, (bir kısmına inanıp bir kısmına da inanmayarak) parçalayanlar ve böylece fırka fırka olanlar, işte hiçbir hususta sen onlardan olmadın. Onların işi artık Allah’a kalmıştır; sonra da yapmış oldukları şeyi kendilerine haber verecektir.”

En’âm 159

Taberi şöyle demiştir: “Ey Muhammed! Sen dinleri hakkında ihtilafa düşüp bölünerek fırka ve hi­ziplere ayrılan Yahudiler, Hıristiyanlar bid’atçiler, şüpheciler ve sapıklardan uzaksın. Sen, hak olan dininden ayrılan müşriklerden, putperestlerden, Yahudi­lerden, Hıristiyanlardan ve mürtedlerden değilsin. Onlar da senden değildir. On­ların cezalandırılmaları Allaha aittir. Sonra Allah ahirette onlara yaptıkları amelleri bildirecek ve ona göre hesaba çekecektir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’e göre ise bu âyette, dinlerini parça parça edip ayrılığa düşmeleri beyan edilen insanlardan maksat, bu ümmetin bid’atçileri, Kuran’ın muhkem âyetlerini bırakarak müteşabih âyetlerine uyanlarıdır.

Allah’ın indirdiği şeriatın dışında hükümler çıkarmak, Allah’ın hükmünden yüz çevirmek Allahın dininden vazgeçmek küfür ahkamlarını sevmek demektir.
Ehli kıbleden olan herkes, bu şekilde kanun yapanı ve ona çağıranı tekfir etmiştir. Bu konuda kimsenin şüphesi yoktur.
Ve Herbiriniz kıyamet günü için ne gibi ameller hazırladığına bir baksın
şüphesiz Ben iyiyi de kötüyü de beslerim. eceli gelinceye kadar dünyada çeşitli nimetlerden müteşekkil rızkımla onu geçindiririm sonra onu yüzüstü sürütüp çektirerek cehennem azabına atarım. bu kadar nimetlerden sonra onun varacağı yer olan cehennem ne kötü bir yerdir
Ölümün verdiği sıkıntının şiddetinden ve farkına varılan şeyin zorluğundan ötürü Bacak bacağa dolaşır
Vedd,suva,yeğus,ye’uk ve nesr ; bunlar Nuh (as) in kavminin taptığı putlardır . Aslında bunlar bazı iyi kimselerin adlarıdır. bunlar vefat ettiklerinde iyiliklerini anmak için taştan heykellerini yaptılar. daha sonra gelip Allah’ı bırakarak bu taştan heykellere ibadet etmeye başladılar. İşte bu nedenle İslamiyet heykelleri haram kılmıştır
Nitekim şarap yapmayı ve put yontmayı bilmede günah yoktur ancak onunla amel edilirse günahtır
61 – Şayet Allah zulümlerinden dolayı insanları yakalayacak olsaydı, Yeryüzünde Bir Tek canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir müddete kadar tehir eder. Müddetleri dolunca da onu Ne bir an geciktirebilirler ne de bir öne alabilirler.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde de şöyle buyuruyor:
Rızkım, mızrağımın gölgesi altında kılındı. Zillet ve aşağılık ise em­rime karşı gelene verildi.
Resulullah efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur:
Kim cihad etmeden ve cihad etmeyi gönlünden geçirmeden ölürse bir nevi münafık olarak ölmüş olur.
Sizden öncekilerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden, cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Onlara yoksulluk ve sıkıntılar dokunmuştu. Ve şiddetle sarsılmışlardı. Öyleki Peygamber ve onunla beraber iman edenler Allahın yardımı ne zaman gelecek? demişlerdi. Bilin ki Allah’ın yardımı çok yakındır.
Halbuki kendilerinden önce gelen ataları peygamberlerini yalanladıkları için Allah tarafından mahvedilmişlerdi
Ve işte o zaman gelince
Kıyamet hasret ve pişmanlık günü olacaktır . o günde ölüm yok edilecek sonra şöyle seslenilecektir: Ey cennetlikler cennette ebedi kalın size ölüm yoktur ve ey cehennemlikler cehennemde ebedi kalan size de ölüm yoktur
Bu Bizim milletimiz Allah’tan başka tanrılara ibadet ettiler
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
kullarımızdan hangisinin bu dünyayı ne kadar terk ettiğini emrimize ve yasaklara ne kadar Riayet ettiğini ve ne kadar taatimize uygun amel işlediğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi süsledik .dünya yeşil ve tatlıdır
Batıl yolda oldukları halde doğru yolda olduklarını zannederler
Bu Böyledir: Bir millet kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez. Allah işitendir, bilendir.
Resulullah (s.a.v.) Müslümanlardan, küçülüp civciv kadar kalmış bir hastayı ziyaret etti ve ona: Sen, Allaha bir şeyler dua ediyor veya ondan bir şey diliyor muydun? dedi. Adam: Evet, diliyordum ve diyordum ki: Ey Allahım, âhirette beni ne ile cezalandıracaksan dünyadayken onu bana hemen ver. Resulullah bunun üzerine şöyle buyurdu: Sübhanallah, senin buna gücün yetmez. Ey Allahım sen bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve sen bizi ce­hennem azabından koru. deseydin ya.
Resulullah (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmaktadır:
Bir müslüman, Allaha karşı içinde günah bulunmayan ve akrabalık bağını kesmeyen bir duada bulunursa, Allah o müslümana bu duasının karşılığında üç mükâfattan birisini mutlaka verecektir. Ya istediğini derhal verir veya onu âhirete bırakır yahut da bu duası karşılığında ondan bir kötülüğü uzaklaştırır.
Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bundan tiksindiniz değil mi?
Resulullah (s.a.v.) efendimiz, yetimi himaye etmenin önemini beyan ederken şehadet parmağıyla orta parmağını hafifçe birbirinden ayırarak işaret etmiş ve şöyle buyurmuştur:
Benimle, bir yetimi gözetip koruyan kişi cennette işte şu iki parmak gibi birbirimize yakın olacağız.
Kâfirlerin durumu: Ancak çobanın bağırıp çağırmasını duyabilen ve mânâsını anlamayan hayvanların durumu gibidir. Bu kafirler, sağır, dilsiz ve kördürler. Bu yüzden hakkı idrak edemezler.
(Bakara 171)
Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra öbür yaratılışa geçirerek yaratmaktadır.

Zümer/6

Cenab-ı Allah sizin yaratılışınızı analarınızın karnında başlatmaktadır. Sizi orada bir sperma halinde meydana getirir. Spermayı kan pıhtısına dönüştürür. Sonra onu kemikleştirir. Kemiğe et giydirir sonra da onu bambaşka bir mahlûk haline getirir. Sizi üç karanlıktan geçirir: Birincisi batnın karanlığı, ikincisi rahmin karanlığı, üçüncüsü de meşîme’nin karanlığıdır.

Meşîme, cenini içine alan torbadır. Bu ayeti kerime modern tıp ilminin ortaya koyduğu ilmi mucizelerden biridir. Tıp âlimleri, ceninin ana karnında üç perde altında bulunduğunu ortaya çıkarmışlardır. Çocuk üç perdenin altında gelişip büyür. Yaratıcıların en güzeli olan Allah mübarektir..

Kureyş kodamanlarından Übeyy bin Halef çürümüş bir kemik alıp, Resulullah’ın yanına gelip o kemiği Resulullah’ın huzurunda parçalamış, sonra da şöyle demişti:

– Ey Muhammed! Şu kemik gibi çürüyüp toprağa karıştıktan sonra, Allah’ın bizi yeniden yaratacağını mı iddia ediyorsun?

insan bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir düşmandır?

Yasin/77

insanların elleriyle işlediklerinden dolayı karada ve denizde fesat belirdi.
Rûm/41

insanların ilâhi yasaklara riayet etmeyip günah işlemelerinden ötürü karada ve denizde her yerde masiyetler ortaya çıktı.

Görmediler mi ki, Allah yaratmayı nasıl başlatıyor. Sonra da onu iade ediyor?

Önce küçücük bir çocuk, sonra delikanlı, sonra tastamam bir adam, sonra da ihtiyar bir kimse hâline getiriyor.

Rabbim, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım.
Müminlerin emiri Hazreti Ömer’in (r.a) Kûfelilerle mektup yazarak: Kadınlarınıza Nur suresini öğretin demesi boşuna değildir.
İnkâr edenler ve kâfir olarak ölenler var ya, şüphesiz ki, Allah’ın meleklerin ve bütün insanların laneti işte bunların üzerinedir.
O lanet içinde ebedi kalacaklardır, onların azabı hafiletilmez, onlara mühlet de verilmez. ¹
Ebû Hureyre diyor ki: Benim hakkımda Ne kadar çok hadis Rivâyet ediyor. diyorlar. Eğer Allahu teâlânın kitabında, ilmi gizlemeyi yasaklayan bu iki âyet¹ olmasaydı hiçbir hadis Rivâyet etmezdim.
(Buhari, K. el-İlm, bab: 42, K. el-Hars, bab: 21)
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
Kimden bir ilim sorulur da o da ilmi gizleyecek olursa Allah o gizleyen kişiye kıyamet gününde ateşten gem vuracaktır.
Sa’d b. Ebi Vakkas diyor ki:
Dedim ki Ey Allah’ın Resulü, insanların en şiddetli belaya uğrayanları kimlerdir? Resulullah buyurdu ki: Peygamberlerdir. Onlardan sonra dereceleri üstün olanlara göre sıralanırlar. Kişi, dindarlığına göre imtihan edilir. Eğer dininde sağlam ise belası da şiddetli olur. Şayet dininde gevşek ise ona göre imti­han geçirir. Kulun başına devamlı felaketler gelir. Öyle ki o felaketler kulu arın­dırıp yeryüzünde günahsız olarak yürümesini sağlar. ¹
Bir Hadis-i Şerifte:
Şehidin, öldürülürken hissettiği acı, sizden birinizin çimdiklenmekten hissettiği acı kadardır.¹ buyurulmaktadır.
Cihadın ve şehidin yüceliğine işaretle başka bir Hadis-i Şerifte şöyle bu­yuruluyor:
İyi bilin ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır. ²
Enes b. Mâlik, Ebul Esved, Ebu Hüreyre ve Seleme b. Ekva’dan, ölen ki­şiler hakkında, insanların şahitliklerinin etkisi olacağı hususunda Resulullah’tan şu hadisi rivayet ettikleri zikredilmektedir. Enes b. Mâlik diyor ki:

Onlar bir cenazenin yanından geçip onu hayırla anmışlar bunun üzerine Resulullah: Vacip oldu demiştir. Sonra başka bir cenazenin ya­nından geçmiş, onun ise kötülüğünü anlatmışlar. Resulullah onun için de: Vacip oldu. demiştir. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattab: Ne vacip ol­du? diye sormuş. Resulullah da: Şunu hayırla andınız onun için cennet vacip oldu. Şunu da kötülükle andınız onun için de cehennem vacip oldu. Sizler yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz. buyurdu.

İbrahim şöyle dedi: Ey rabbim, bu beldeyi zorbaların saldırısından emin kıl. Bu beldeyi cezalandırma. Ey rabbim, kâfir olanların dışında, Mekke’de ya­şayan müminleri çeşitli mahsullerle rızıklandır. Rabbi de İbrahim’e dedi ki: kim inkâr ederse onu da rızıklandırırım. Çünkü ben, iyilerin de kötülerin de rı­zıklarını veririm. Ecelleri gelinceye kadar onları, dünyadaki mahsullerle az bir zaman geçindiririm. Sonunda da onu yüzüstü süründürerek cehennem azabına sevkederim. Bu dünya nimetlerinden sonra varılacak o cehennem ne kötü bir yer­dir.
Kişi ile Allah’a ortak koşmak ve kâfirlik arasındaki şey, namazı terketmektir. *
Yahudilerin, ölümü temenni edip cennete kavuşmayı istemelerine engel olan emelleri, Allah tealanın Hz. Mu­hammed hakkındaki, Tevratta kendilerine gönderdiği emirlere karşı gelmeleri­dir. Zira onlar, Resulullah’ın hak Peygamber olduğunu Tevrattan öğrendikleri halde sadece kıskançlıkları ve kinleri yüzünden Resulullah’ı yalanlamışlardır. Haksız olduklarını bilen Yahudiler elbetteki ölümü istemeyeceklerdir.
Yahudiler, Hz. Mu­hammedi vesile kılarak yardım diliyor ve müşriklerle savaştıkları zaman şöyle diyorlardı. Ey Allahım, sen, gönderilecek âhir zaman Peygamberi hürmetine, müşriklere karşı bize yardım et. Fakat Peygamber gönderilip de onun, kendi ırklarının dışında biri olduğunu görünce, Arapları kıskanarak Hz. Muhammed (s.a.v.)’i inkâr ettiler.
Veyl cehennemde bir vadidir. Bir kâfir onun tam dibine ulaşmadan kırk sene aşağı doğru yuvarlanır.
Taşlar bile, delilleri gördükleri halde iman etmeyen bu adamların kal­binden daha yumuşaktır. Halbuki Allah teala onlara, akıllara durgunluk verecek deliller göstermiş ve onlara, taşlara vermediği selim bir kalb ve akıl vermiştir. Buna rağmen, insanlığın efendisi olan Hz. Muhammedi yalanladılar.
Resulullah (s.a.v) efendimiz şöyle buyuruyor: Her Peygamberin kabul edilen bir duası vardır. Her Peygamber bu duasında acele etmiştir. Ben ise duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat için sakladım. İnşallah ümmetimden Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmayarak ölene bu şefaatim erişecektir.
Hadisi Şerifte şöyle buyurulmuştur: Allah o kula merhamet etsin ki (Ne mutlu o kul’a ki) ırz veya mal hususunda başka bir din kardeşine haksızlık eder de, kendisinden bu hak alınmadan önce (kıyamette hesaplaşmaya bırakmadan) hak sahibiyle helalleşir. Çünkü orada ne dinar geçerlidir ne de dirhem. Haksızlık yapanın sevabı varsa, yapılan haksızlık kadarı alınıp haklıya verilir. Şayet sevabı yoksa hak sahibinin günahlarından alınarak haksıza yüklenir.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: Bana İsra ve Miraç yaptırıldığı gece, bir kısım insanların yanından geçtim, onların dudakları, ateşten makaslarla kesiliyordu. Dedim ki: Bunlar kimdir? Dediler ki: Bunlar, dünyadaki hatiplerdir. İnsanlara iyiliği emreder kendilerini ise unuturlardı. Halbuki onlar, kitabı okurlardı. Hiç bunu düşünmezler mi?¹
Ubeyd b. Umeyr ise, Hz. Ademin, Allah’tan aldığı sözlerin şunlar olduğununu söylemiştir. Adem: Ey rabbim, benim işlemiş olduğum bu hatayı, benim alnıma beni yaratmadan önce sen mi yazdın, yoksa bunu ben kendim mi icadettim? dedi. Allah: bunu, seni yaratmadan önce ben yazdım. dedi. Adem: Bunu bana yazdığın gibi tevbemi kabul et ve beni affet. dedi.
Sizler, atalarınızın sulbünde nutfe halindeyken, tanınmayan ve adı anılmayan şeylerdiniz. Bu bakımdan adı sanı olmayan ölüler gi­biydiniz. Sonra Allah sizi tam bir insan olarak yarattı. Tanındınız ve adınız anı­lır oldu. Sonra sizin ruhunuzu alarak sizi öldürdü. Dirilinceye kadar berzah âleminde yani kabirde bekletti. Adınız sanınız anılmaz oldu. Sonra Allah’ın hu­zuruna varıp hesap veresiniz diye ruhlarınızı tekrar cesetlerinize iade edip sizle­ri diriltecektir.
Peygamber efendimiz bir diğer hadis-i şerifinde de münafığı tanıtarak şöyle buyuruyor:
Kimde şu dört özellik bulunursa o kimse tam bir münafıktır. Bu özelliklerden sâdece bir tanesi kendisinde bulunan kimse ise bunu terkedinceye kadar münafıklıktan bir özellik taşımaktadır. Bu özellikler şunlar­dır: Ona bir şey emanet edildiğinde emanete ihanet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verdiğinde sözünden döner. Birisiyle tartıştığında fâcîrleşir. (Haktan ayrılır, edepsizleşir.)
Ey münafıklar, dünyadayken, ölüm korkusuyla parmaklarınızı kulaklarını­za tıkayıp gök gürültülerini duymamaya çalışıyorsunuz. Peki âhirette ne yapa­caksınız? Zira Allah, bütün inkarcıları çepeçevre kuşatacaktir ve ondan kurtulu­şun imkânı yoktur.
Evet, münafıklar ve kâfirler, hidayetle sapıklığı değiştirmişlerdir. Böylece Allah onları saptırmış, hidayet nurunu onlardan çekip almış ve onların hepsini küfrün karanlıkları içerisinde bırakmıştır.
Şüphesiz ki kul, bir hata işlediğinde kalbinde siyah bir nokta mey­dana gelir. Eğer o, bu hatadan el çeker, af diler ve tevbe edecek olursa kal­bi parlatılır. Şayet tekrar o hataya dönecek olursa kalbindeki siyah nokta­lar artırılır. Öyle ki bütün kalbini kaplar. Allah tealanın şu âyetinde zikret­tiği pas işte budur.
Hayır, doğrusu onların yaptıkları kalblerini paslandırmıştır. * Resulullah bu hadis-i şerifiyle, beyan ediyor ki: Günahlar peşpeşe kalbin üzerine gelirse onu perdeler. Ve perdeleyince de Allah tarafından bir mühür onu mühürler. Artık iman böyle bir kalbe yol bulamaz. İnkâr da oradan çıkamaz.
Taberi diyor ki: Kanaatimce namazın, dua anlamına gelen salat kelimesiyle ifade edilmesinin sebebi, dua edenin, duasıyla rabbînden, dileklerinin karşılanmasını istediği gibi, namaz kıla­nın da ibadetiyle rabbinden dilediklerini kabul etmesini istemesidir.
Her şeyin bir zirvesi vardır. Kur’an-ı kerimin zirvesi de Bakara sü­residir. Onun içinde, Kur’anın âyetlerinin efendisi olan bir âyet bulun­maktadır ki o da âyetel Kürsidir.
Rabbimiz, eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Rabbimiz bize gücümüzün yetmediğini de taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen, bizim mevlamızsın. Kâfir topluluğa karşı bize yardım et.
Gözleri dönmüş olan Lût kavmine, hikmetli sözler fayda vermiyordu. Onlar, nefislerinin kölesi olmuşlardı ve onu tatminden başka birşey düşünmüyorlardı. Allaha isyan ediyorlar, misafirlere saldırmaktan ve ev sahibini rezil etmekten de çekinmiyorlardı. Üstelik Lût aleyhisselami da azarlıyorlar ve İşimize karışma, kimsenin koruyuculuğunu yapma ve kimseyi de misafir etme. dememiş miydik diyorlardı. [78]
– Lût: Eğer alacaksanız işte kızlarım. dedi. Lût: Eğer evlenmek istiyorsanız, işte benim kızlanm durumunda olan ümmetimden kadınlar. Onlarla evlenin. Kadınları bırakıp ta erkeklere yaklaşarak edepsizlik etmeyin. dedi. [79
88.88- Kâfirlerden bir kısmına verdiğimiz çeşitli dünya nimetlerine heveslenip göz dikeyim deme. Onların akıbetlerine üzülme. Müminlere merhamet kanatlarını indir.

Ey Muhammed, sakın sen, kavminin zenginlerinden, Allaha ve âhired gününe iman etmeyenlere bu dünya hayatında verdiğimiz mallara meyletme.

Zira onlar bu mallarîa,bu dünyada eğelenecekler ve sonunda korkunç bir azaba uğrayacaklardır. Sana iman etmedikleri için, Müslümanlar onlarla güçlenip çoğalmıyorlar diye üzülme. Müminlere ise şefkatli davran. Onlara karşı merhametli ol. [94

İmam Ğayrilmağdûbi aleyhim Veladâllîn dediği zaman Amîn deyin, kim böyle der de söylediği bu söz, Meleklerinkine rast gelirse, onun, geçmiş günahları bağışlanır. [93]
Rahmeti bütün yarattıklarını kapsadığı için kendisine Rahman adı verilmiştir. Kendisine inananlara hususi merhamette bulunduğu için de Rahim adı verilmiştir.
Racim: lanetli ve uğursuz manasına gelir.
Gece felaketi gizler!
وَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَةٍ – 1

İnsanları arkadan çekiştiren ve yüzlerine karşı ayıplayan her kişi­nin vay haline.

Abdullah b. Abbas’a, ”Hümeze ” ile ”Lümeze ” kelimesinin manası sorulduğunda o şöyle izah etmiştir: Bunlar, koğuculuk yapan, dostların arasını ayıran ve kişinin en büyük kusurunu yakalamaya çalışan kişilerdir. de­miştir.

İbn-i Zeyd de: Hümezeden ” maksat, insanları eliyle dürtükleyen ve dö­ven ”Lümezeden ” maksat ise onları diliyle inciten ve ayıplayandır. demiştir.

Abdullah ibni Mes’ud (r.anh) der ki:
Ben Kur’an okurken Ha-Mim’lere geldiğimde kendimi içinde süslendiğim gül bahçelerine düşmüş hissederim.
Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. (Münafikun Suresi 9)

Dehhak, buradaki Allahı anmak ifadesinden maksadın, beş vakit namaz olduğunu söylemiştir.

Ayet-i kerime, müminlerin, mal ve evlatlarıyla meşgul olarak Alahı an­maktan geri kalmamalarını aksi takdirde gelip geçici mal ve evlatlara aldanırlarsa hüsrana uğrayacaklarını beyan etmektedir.

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız. ”KAF SÛRESİ-16 ”

Âyette geçen Biz ona şah damarından daha yakınız. ifadesinden mak­sat: Biz ona, kendisinden daha fazla sahibiz. veya Biz ona gelen vesveseleri kendisinden daha iyi biliriz. demektir.

Abdullah b. Abbas, Katade, Ebul Âliye, Süddi, Atfı, Mücahid, Said b. Cübeyr AH el-Ezdi ve İbn-i Zeydden rivayet edildiğine göre Yahudiler, Hz. Mu­hammedi vesile kılarak yardım diliyor ve müşriklerle savaştıkları zaman şöyle diyorlardı. Ey Allahım, sen, gönderilecek âhir zaman Peygamberi hürmetine, müşriklere karşı bize yardım et. Fakat Peygamber gönderilip te onun, kendi ırklarının dışında biri oluğunu görünce, Arapları kıskanarak Hz. Muhammed (s.a.v.)’i inkâr ettiler.
Zamanlarında belagat ve hitabetin, şiir söylemenin, fesahatin, seçili yazının ve kehanetin önderleri olan bir kavme tek bir kişinin
meydan okuyarak yaptığı beyan, naklettiği kelam ve takip ettiği mantıktan daha yüce bir mantık, daha şerefli bir kelam ve daha etkili bir hikmet yoktur. Öyle ki o ilahi beyanı tebliğ eden kişi kendisine meydan okuduğu insanların her hatibine, her beliğine, her şairine, her fesahatçısına, her seçili konuşanına ve her kâhinlik yapanına meydan okumuştur.
Bilin ki öğrenilmesi için çaba harcanmaya en layık olan ve bilinmesiyle hedefe ulaşılan şey, elde edilmesiyle Allah’ın rızasına erişilen bilgidir. Bilenini doğru yola ve hidayete götüren bilimdir.
Allah, o Kur’anı, müminler için, karanlıkları aydınlatan bir nur, şüpheleri bertaraf eden bir aydınlık, sapıklığa götürecek yollarda doğruyu gösteren bir rehber, kurtuluşa ve hak yola ileten bir kılavuz kılmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir