İçeriğe geç

Suzan Defter Kitap Alıntıları – Ayfer Tunç

Ayfer Tunç kitaplarından Suzan Defter kitap alıntıları sizlerle…

Suzan Defter Kitap Alıntıları

Her gün gelirmiş mektuplar önceleri. Haftada bir gelir olmuş. Hafta uzunmuş ama razıymış, ayda bir gelir olmuş. Ay daha uzunmuş ama ona da razıymış. Bir ritmi olsun yeter diyormuş, ben beslerim ruhumu azar azar.
Sen şimdi uçlarından kan damlayan kızıl saçlarının çevrelediği yüzün gözyaşlarıyla ıslak, yatağına uzanmış, tavana bakıyorsundur Suzan. Sevmenin seni hala yakıyor olmasına şaşırıyorsundur. Ben de şaşırıyorum.
Beni neyin beklediğini bilmiyorum. Ama beni güzel günlerin beklediğine inandığım günler çoktan bitti. O günlermiş meğer güzel olan.
Kendimi arıyorum.
Mutsuzluğumuzun önemli bir nedeni şu floresan lambalar , dedi, beyaz ışık yasaklansa milletçe depresyonu yeneceğiz.
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka.
Tanıdığım ve tanımadığım bütün insanlardan sıkılıyorum.
Sözcükler birbirine karışınca hiçbir şey anlatmaz olur.
O güzel aşkı maskara ettiler elbirliğiyle..
Gitti. Boşluk bıraktı.
İnsan ya kendi kendine konuşur, ya kendi kendine yazar. Kendi kendine konuşmayı makbul saymazlar. Oysa ne fark var ki arada?
Ama yandınız, kül oldunuz.
Ama vardım, kül bunun kanıtı.
Güzel olacağından emin olduğumuz günler gelip bizi bulmadı.”
İnsan gençliğini aşka vermezse, gençlik neye yarar?
İleriye akan zaman, bir yolunu bulup geriye akar mı?
Eski bir şiir kadar hüzünlü olmak istiyorum sadece.
Pazar günleri, hayatın intikam günleri.
Neşeli başlasın ve öyle geçsin diye gayret edildikçe insanı koyu bir yalnızlığa, anlaşılmaz bir kedere iten günler.
Ayrılmak, gidenin, kalanın kucağında bir kucak kor bırakmasıdır, yanar durursunuz kül olana kadar
Günlüğüme bugün hiçbir şey olmasından fazla ne yazabilirim? Hayatımı,dünü. Herkesinki gibi benim hayatım da roman. Hep ne olduğunu bilemediğim büyük eksiğin yakında tamamlanacağını umduğum bir roman.
Yaşamak herşeye rağmen bir iz bırakmaktır yeryüzünde. Ben de yaşadım, sizin kadar!
‘Mutlu ailenin tarifi üç aşağı beş yukarı aynıdır’ derdi, ‘ama bir de mutsuz ailelere bak, hiçbiri diğerine benzemez.’
Altı lamba gibiydik, altı ayrı yerinden aydınlatan odayı.
Biz üç kişiydik; oysa aşk iki kişiliktir.
İnsan hayatı bir rahim arayışından ibarettir, dedi Ekmel bey, ev rahimdir. Bundandır kendimize bir ev aramamız. Evi olan insan ne şanslı!
Kuyruklu yıldızlar yalnız olur Suzan Hanım, o muhteşem kuyruklarını çarpa çarpa geçerler hayattan. Onlara, güzelliklerini veren kuyrukları nedeniyle yaklaşılmaz. Onlar da kuyrukları olmadan olamazlar.
İnsan gençliğini aşka vermezse, gençlik neye yarar?
Ağladığını hissettirmemek çok zordur. Gözlerinden yaş akar, burnunu çekmemek için ağzından soluk alırsın. Verdiğin sıcak soluk yüzünü sızlatırken, aldığın soğuk soluk boğazından geçer, kalbine iner. Omuzlarının titrediği hissedilmesin diye kaskatı kesilirsin. Ağladığını duyurmamak çok yorar insanı.
Adımın bir öneminin olmadığını ben de biliyorum. Ama şu satırları yazan ele sahip vücut bir ad taşıyor. Ad vücudu var kılar.
‘Bir kadın birdenbire günlük tutmaya başlamışsa, ya âşık olmuştur ya terkedilmiştir’ demişti Suzan.
Sel gitti Suzan, kum kaldı, çöl kumu, üstünde tek yaprak yeşermez.”
Gerçek bir hayat hikayesi olarak değil, gülüp geçtiğin basit romanlar gibi oku beni.
Bir iz kalsın ardımda, ama okunduğu anda unutulacak bir iz.
Bu kadar mı yalnızız hepimiz?
İnsan bir muammadır..
Hayatımda hiçbir şey olmuyor. Durduğum yerde durursam olacağı da yok.
Dünyaya uğradığına pişman, gri mavi bir hayalet yürüyordu caddede, hemen savrulan ama parlak bir kül bırakarak.
Ama sonunda kaybeden siz olmuşsunuz.
Kayıp mı? Kaç kişi böylesine sevebilmiştir dünyada?
Ama kucağında bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz.
İyi ya, boş değildi kucağım.
Ama yandınız, kül oldunuz.
Ama vardım, kül bunun kanıtı.
Bir ev nedir? diye düşündüm: kardan yağmurdan korur insanı, penceresi vardır, dışarıya bakarsın, ama dışarıda değilsin, hem hayata aitsin, hem kendi fanusundasın.
Yine de bir ev nedir?
Hayatı uzun sürmüş bir sıkıntıdan ibaretti. Boş, içeriksiz bir sıkıntı.
Öğretmenin değilse bile, anlamanın bir yolunun yazmak olduğunu küçük yaşta keşfettim.”
İnsan hayatı bir rahim arayışından ibarettir , ev rahimdir. Bundandır kendimize bir ev aramamız. Evi olan insan ne şanslı!
Bir kadının gittiği, evden belli olur. Kadın giderken düzeni götürür bir kere. Yaşayan ev sarsılır. Ev dediğiniz şey küçük büyük elementlerden oluşur. Kadın olan evde, erkeğin anlayamayacağı bir denge vardır elementler arasında. Erkek her birine vakıf olduğunu düşünse bile, onların nasıl bir uyumla işlediğini bilemez. Kadın gidince evin dokusu bozulur, susuz kalmış çiçeğe benzer, solar. Küçük şeylerin izi silinir. Eşyanın dili tutulur, ev sağırlaşır.
‘Mutlu ailenin tarifi üç aşağı beş yukarı aynıdır’ derdi, ‘ama bir de mutsuz ailelere bak, hiçbiri diğerine benzemez.’
İki kelimeli korkunç bir cümle bu: Vakit geçer!
Tanıdığım ve tanımadığım bütün insanlardan sıkılıyorum. Abimden bile. Hiçbir arkadaşımı aramıyorum. Artık onlar da beni aramaz oldular. Aramasınlar. Böylesi daha iyi. Konuşacak hiçbir şeyimiz kalmamış. Hep aynı şeyleri ste olsa hatırlamaz mıydık? Hatırlayıp avunmaz mıydık?
‘Aşk acı sevmeye benziyor, yakıyor, biliyorsun, ama yine de gidip âşık oluyorsun.’
Beraberlik canlı ise ayrılmanın bir gerilimi gerilimin de bir tarihi vardır .sizin kastettiğiniz an ,o halatın koptuğu andır.
Ama beraberlik ölü ise ,ayrılmak ,çürüyen iki parçanın birbirinden zahmetsizce kopması demektir .çürümek acı vermez, ölü olan çürür.
Ayrılmak ,gidenin ,kalanın kucağında bir kucak kor bırakmasıdır ,yanar durursunuz kül olana kadar.
Öğrendiğim her bilgi yalnızlığımı artırıyor.
Günlüğüme, ‘bugün hiçbir şey olmadı’dan fazla ne yazabilirim? Hayatımı, dünü. Herkesinki gibi, benim hayatim da roman. Hep, ne olduğunu bilmediğim büyük eksiğinin yakında tamamlanacağını umduğum bir roman.
Artık yazdıklarımın bir anlamı olsun istiyorum. Bir şey söylüyor olayım. Bu ne bu, bu satırlar ne anlama geliyor? diye bir soran olursa, sanki olabilirmiş gibi, diyeyim ki: bu bir hikâye, ama biraz karışık.
Belki de bir türlü yaşamadığımız için bu kadar büyüdü aşk, dedi, aslında kısa bir şeydi, zamana yayıldı.
Garip bir hikâye.
Biz üç kişiydik, oysa aşk iki kişiliktir.
Hiç inanmadım Pinokyoya. Annem çok hastaydı. Babaannem ‘iyileşecek’ dedi. Babaannemin burnu uzamadı.
Yaşamak her şeye rağmen bir iz bırakmaktır yeryüzünde.
-Ben de yaşadım, sizin kadar!-
İnsan gençliğini aşka vermezse, gençlik ne işe yarar?
Ama kaybeden sonunda siz olmuşsunuz.”
Kayıp mı? Kaç kişi böylesine sevebilmiştir dünyada?
Ama bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz.”
“İyi ya boş değildi kucağım.
“Ama yandınız, kül oldunuz.
“Ama vardım, kül bunun kanıtı.
Öyle parçalanmışız ki artık daha fazla parçalanmak ölmek demek.
Vakit geçer.
(İki kelimeli korkunç bir cümle bu: Vakit geçer!)
İnsan ya kendi kendine konuşur, ya kendi kendine yazar. Kendi kendine konuşmayı makbul saymazlar.
Ağladığını hissettirmemek çok zordur, dedi, gözlerinden yaş akar, burnunu çekmemek için ağzından soluk alırsın. Verdiğin sıcak soluk yüzünü sizlatırken, aldığın soğuk soluk boğazından geçer, kalbine iner. Omuzlarının titrediği hissedilmesin diye kaskatı kesilirsin. Ağladığını duyurmamak çok yorar insanı.”
Ayrılmak bir solucanın ikiye bölünmesi gibidir, her iki parça ayrı ayrı yaşamaya devam eder, bir zamanlar tek parça değilmiş gibi, tanımaz birbirini parçalar.
Sevdiğinin yakınlarını da seveceksin – sevmesen de
Ayrılmak, gidenin, kalanın kucağında bir kucak kor bırakmasıdır, yanar durursunuz kül olana kadar
Yıllar boyu yanmaktansa için için, boş odalarla dolu bir evde boşluk büyütmektense; ipin üstünde yürümekten başka NEDİR BİR HAYAT?
Aşk olmayan evde, giderek azalıp yok olan bir parfüm, buharlaşarak uçup giden su gibi eşyanın ruhu da yok oluyor. Maddenin anlamı kalıyor geriye. Tek başına ve aşksız yaşayan bir adamın evinde ise eşya evin efendisi kesiliyor. Musluklar bozuluyor, sandalyeler eklem yerlerinden ayrılıyor, koltuklar ihtiyarladıkça ufalan insanlar gibi küçülüyor sanki. Eşya yalnızlıkta çok ses veriyor.
İçinde aşkın hüküm sürmediği bir evin nasıl da soğuk ve ıssız olduğunu hatırladım; havada yerli yersiz büyüyen gerginliğin patladığı an kendimi uykunun esirgeyen karanlığına bırakmak için duyduğum isteği.
“Ama sonunda kaybeden siz olmuşsunuz.”
“Kayıp mı? Kaç kişi böylesine sevebilmiştir dünyada?”
“Ama kucağında bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz.”
“İyi ya, boş değildi kucağım.”
“Ama yandınız, kül oldunuz.”
“Ama vardım, kül bunun kanıtı.”
Evde herkes kendi âleminin burcuna tırmanmış yaşıyordu. Hiçbirimiz birbirimiz hakkında bir şey bilmiyorduk.
Altı lamba gibiydik, altı aynı yerinden aydınlatan odayı.
İhaneti çekici kılan şeyin şehvet olduğunu sanırlar; şehvet seldir, sürükleyendir, doğru; ama asıl çekici olan cesaretmiş meğer.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir