İçeriğe geç

Sürətləndikcə Kiçilirəm Kitap Alıntıları – Kjersti Skomsvold

Kjersti Skomsvold kitaplarından Sürətləndikcə Kiçilirəm kitap alıntıları sizlerle…

Sürətləndikcə Kiçilirəm Kitap Alıntıları

Yeryüzünde yaşadığın her mutlu an
kederle ödenmek zorundadır.
İnsan hiçbir şey yapmadan duramaz, yoksa boşta kalır ve daha ne olduğunu anlamadan yaşam parmaklarının arasından akıp gider.
Fırtınalar çıktığında, her şey yıkıldığında, birbirimizi kucaklayacağız, yaşamaya çalışacağız…
Yaşam ancak eylemle anlam kazanır.
Çünkü doğa yalnızca türlerin korunup sürdürülmesiyle uğraşıyor, bireyler umurunda bile değil.
Hiç kimse fark etmeyecek olduktan sonra güzel olmak anlamsız.
“Ama bana bir yer gerekiyor uzaklaşmam için…”
“Yeryüzünde yaşadığın her mutlu an kederle ödenmek zorundadır.”
benim öldüğümü birinin anlaması uzun zaman alabilir. benim varlığımdan haberdar olabilirler. ama benim yokluğumu hissetmeyecekler.
Giderek azalıyorum. Bunun sonu nereye varacak?
Buna değer mi bilmiyorum, hayat yaşamaya değer mi bilmiyorum. Bunu ölmeden önce bilemem, büyük olasılıkla öldükten sonra da bilemem.
Albümdeki resimlerden biri yerine yapıştırılmamış, kucağıma düşüyor. Bu benim fikir olarak bile doğmamdan çok öncesine ait. Annem, babam, Hans ve Asta var, mevsimlerden yaz. Kocaman bir kiraz ağacının önünde sıralanmış duruyorlar. Süslenmişler, gülümsüyorlar, annem bile. İçinde ben olmasam bile bu resmi hep sevmişimdir ve şimdi ölmenin de böyle bir duygu olması gerektiğini düşünüyorum. Tıpkı doğmamış olmak gibi
Bir insandan nefret ettiğimizde onda kendi içimizde gömülü bir şeyden nefret ederiz.
Bizim içimizde olmayan bir şey bizi rahatsız etmez.
Hayal kırıklığına uğramak yerine mutlu olmak için kendimi başkalarına bağımlı bir duruma getirmem gerektiğini söylüyorum kendime. Mutluluğunu kendin yaratmalısın.
rahat uyu, acımız büyük.
Çünkü yaşamımın güzel olduğu kesin olmasa da zorlu olduğu çok açıktı. Belki de elinden gelenin en iyisini yapmak yeterince iyiydi, belki en azından iyi olmuştur.
Ölümden korktuğumdan daha fazla, yaşamaktan korkuyorum, diyor. İnsan benim kadar yaşlanınca ölümden korkmayı bırakıyor.
Her şeyin kendi zamanı vardır,” dedi rahip, “gökyüzünün altında olan her şey zamanı gelince olur: Doğmanın bir zamanı vardır, ölmenin bir zamanı, bitki dikmenin, bitkileri sökmenin…”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Çanların kimin için çaldığını sormuyorum, benim için çalıyorlar.
Ormanda devrilen ağacı düşünürken hareketleniyorum. Şayet hiç kimse duymuyorsa ağaçtan ses çıkmış mıdır? Aslında devrilmiş midir acaba? Belki de devrilirken hiç tanık olmaması benim için daha iyidir. Bunları düşünürken ayağımın yanında duran kahverengi bir dal parçası sandığım şeyin aslında dal parçası olmadığını fark ediyorum. Bu bir kurbağa… Yanımda hiç kımıldamadan oturuyor, sanki bitkiler dünyasına aitmiş gibi yapıyor. Onun da tıpkı benim gibi ölüm korkusuyla böyle yaptığına eminim. Yenmemek için bulduğu bir hile olmalı. Kesinlikle iyi bir hile, görünmez olarak ölümü kandırmak.
Onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyecektim, ama onun yerine geçen yıl yedi kişiyi köpek balıklarının, on dört kişiyi de ekmek kızartma makinelerinin öldürdüğünü söyledim. Tuhaf tuhaf baktı bana, görünmez olmak istedim.
ne zaman söylemeyi düşündüğüm şeyleri söylemek için ağzımı açsam dilimi buz gibi bir metale bastırmak, iki ucunu da sabitlemek için dayanılmaz bir istek duyuyordum; bu nedenle neredeyse hep kapalı tutuyordum ağzımı.
“Bir insandan nefret ettiğimizde onda kendi içimizde gömülü bir şeyden nefret ederiz,” dedim, dolap kapaklarını açık bıraktığımdan yakındığında. “Bizim içimizde olmayan bir şey bizi rahatsız etmez.”
Yeryüzünde yaşadığın her mutlu an kederle ödenmek zorundadır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bakarsın bu konuda terazinin dengesini değiştirecek ağırlık ben olurum. Bir değişiklik yaratmak güzel bir şey olurdu.
UYANDIĞIMI SÖYLEMEK abartmak olur, çünkü sanırım hiç uyumadım, şayet uyudumsa da rüyamda yatağımda uyanık yattığımı ve uyuyamadığımı gördüm.
Meyve tezgâhından birkaç elma alıyorum. Çernobil’den sonra, Epsilon’un elmalarının kabuklarını soyuyorum ki beyni elma kabuğundaki radyoaktiviteden zarar görmesin. Kendiminkileri yalnızca elbisemin kenarına hafifçe siliyorum.
Ben yalnız dans ediyordum, zamanın yarısında kız, yarısında oğlan olarak.
Şimdi de sanırım kendimi bir birey olarak düşünmeyi aşmam ve bütünlükle özdeşleştirmem gerekiyor; ama yapamıyorum bir türlü, bütünlüğün bundan daha fazla dışında olmam imkânsız. Ama belki de çok geç değildir, bakkala giderken yolda birinin benim farkıma varabileceğini düşünüyorum. Ama böyle bir şey olursa ne yapacağım, büyük olasılıkla hiçbir şey, ve böylece onları hayal kırıklığına uğratırım belki. Durup dururken, ortalıkta hiçbir şey yokken insanların bir şeylerden etkilendiklerini hiç duymadım ve ben insanları hayal kırıklığına uğratmaktan hoşlanmam.
Çünkü doğa yalnızca türlerin korunup sürdürülmesiyle uğraşıyor, bireyler umurunda bile değil. Aslında doğa bireylerin olabildiğince kısa yaşamasını istiyor ki kuşaklar hızla değişsin, evrim daha hızlı olsun ki bu da ona varoluş savaşında üstünlük kazandırsın.
Epsilon istatistik olarak yatakta ölme olasılığının çok büyük olduğunu söylüyor.
Belki ben ayakta ölürüm.
Şimdi yatakta uzanırken sabırsızlığımdan eser kalmadı, geriye kalan azıcık yaşamımı, onunla ne yapacağımı bilene kadar saklayabilmeyi isterdim. Ama olmuyor işte.
Yeryüzünde yaşadığın her mutlu an kederle ödenmek zorundadır
“geriye kalan azıcık yaşamımı, onunla ne yapacağımı bilene kadar saklayabilmeyi isterdim.”
Ama sonra korku içerisinde ön dişlerimden birinin ağzımda kaybolduğunu fark ediyorum, geceleyin de bir ben kaybolmuştu, uyandığımda çarşafın üzerinde duruyordu, giderek azalıyorum. Bunun sonu nereye varacak?
ve uzaya yolculuk yapan birinin döndüğü zaman yeryüzünde kaldığı zamankinden daha az yaşlandığını okudum, çünkü zaman göreceli. Örneğin Epsilon’ la geçen bir gün onsuz geçen bir günle aynı değil.
Yeryüzünde yaşadığın her mutlu an kederle ödenmek zorundadır.
Ama hayal kırıklığına uğramak yerine mutlu olmak için, kendimi başkalarına bağımlı bir duruma getirmemem gerektiğini söylüyorum kendime. Mutluluğunu kendin yaratmalısın Mathea.
Yeryüzünde yaşadığın her mutlu an kederle ödenmek zorundadır.
“Doğa bireylerin çıkarlarına tümüyle ters düşen bir şekilde davranır.”
“çiçeklere de hiç aklım ermemiştir zaten, bir gün solup giderler her durumda.”
( ) yaşamımın güzel olduğu kesin olmasa da zorlu olduğu çok açıktı. Belki de elinden gelenin en iyisini yapmak yeterince iyiydi, belki en azından iyi olmuştur.
Yaşam hiç de güzel değil bence,” diyorum ve sonra yürümeye başlıyorum.
Ama o sırada Aage B. Güzel de olmamalı zaten. diyor.
Ne? deyip duraklıyorum.
“Yaşamın güzel olması gerektiğini kim söylüyor.” Bunu bir soru gibi söylemiyor, konuşurken bana bakmıyor.
“Güzel olması gerekmiyor mu?” diye sorarken benimle konuşuyor olmasının şaşkınlığını üzerimden atmış değilim daha.
Hayır,” diyor Aage B. Yaşam zor olmalı.”
belki birisi için bir anlama gelmek güzel olurdu, kendi hesabıma.
Hamsun, yaşamın soluğunu almak gibisi yok demiş. Ben de birilerinin kapıyı çalmasını istiyorum, yalnızca kaçıp gitmek için bile olsa
Telefon katalogları arasından en yenisini buluyorum, Martinsen’e gelene kadar çeviriyorum sayfaları. ( )Mary” ve “Mathea Martinsen” yazıyor. Neredeyse ağlayacak gibi oluyorum çünkü işte orada duruyor adım, öyleyse niye hiç kimse telefon etmiyor bana?
Bir zamanlar kimi zengin Amerikalıların Poe’nun canlı canlı mezara gömülen kadını anlatan öyküsünü okuduktan sonra tabutlarına kablolu telefon koydurduklarını duymuştum, ama bunun boşuna olduğunu söyleyebilirdim onlara, çünkü hiç kimse aramıyor.
Bulutsuz bir gündü, okul bahçesinde bir köşede yalnız başıma durmuş, oradaki taşları saymakla uğraşıyormuş gibi görünmeye çalışıyordum. İnsanın bir şeyle uğraştığı için yalnız olmadığını düşünmek tümüyle kendini kandırmak ama en önemlisi hiç kimsenin senin yalnız olduğunu düşünmemesi.
İNSANA AYNI YERDE iki kere yıldırım çarpma olasılığı ε’den daha küçük, şayet ε mikroskobik küçüklükte bir birimse olmuştu Epsilon’un bana ilk söylediği şey. “İnanılmaz bir şey.” Gerçekten ne kadar inanılmaz olduğunu bilmiyordu çünkü bana hiçbir şey çarpmamıştı daha önce. Şişenin ağzı hiç bana çevrilmedi, komşu çocuklar saklambaç oynarken asla bulunmadım, Noel günü muhallebinin içindeki bademi hiç bulmadım ben.
Yaşam hiç de güzel değil bence
Güzel de olmamalı zaten.
Ne? ..
Yaşamın güzel olması gerektiğini kim söylüyor.
Güzel olması gerekmiyor mu?
Hayır, Yaşam zor olmalı.
Artık ölmekten korkmuyorum, yalnızca tek başıma ölmekten korkuyorum
Ben turuncuyum ve hiçbir şey turuncuyla kafiyeli değil.
Ölümden korktuğumdan daha fazla, yaşamaktan korkuyorum İnsan benim kadar yaşlanınca ölümden korkmayı bırakıyor.
Şayet sen kendin hoşnutsan Tanrı’nın ya da başkalarının da seninle hoşnut olmaktan başka çareleri olmadığı doğru.
Yaşamda bir adım ilerledim, ama bir adım daha atmalıyım. İnsan hiçbir şey yapmadan duramaz, yoksa boşta kalır ve daha ne olduğunu anlamadan yaşam parmaklarının arasından akıp gider.
Yaşamın güzel olması gerektiğini kim söylüyor.
Yeryüzünde yaşadığın her mutlu an kederle ödenmek zorundadır.
Fırtınalar çıktığında, her şey yıkıldığında, birbirimizi kucaklayacağız, yaşamaya çalışacağız, oooh yaşamak, oooh yaşamak.
Mutluluğunu kendin yaratmalısın
Buna değer mi bilmiyorum, hayat yaşamaya değer mi bilmiyorum. Bunu ölmeden önce bilemem, büyük olasılıkla öldükten sonra da bilemem.
Yeryüzünde yaşadığın her mutlu an kederle ödenmek zorundadır.
İncil’in en sonunda şöyle yazıyor: “Bu kutsal kitaptaki sözleri duyan herkese söylüyorum: Kim ki buna bir şey eklerse Tanrı bu kitapta yazılı bütün dertleri verecektir ona.” Bu yüzden sayfayı çevirip de arkasında bir sayfa daha olduğunu görmek şaşırtıcıydı.
Var olduğumun kanıtı olarak bir ölüm ilanı olsa iyi olurdu belki. Acaba kendi ölüm ilanını önceden gönderip gazeteden zamanı gelince basmasını istemek mümkün müdür? Önceleri ölüm ilanlarını yalnızca benden daha kısa yaşayanlara nispet yapmak için okurdum ama şimdi bunun bir anlamı olmadığını düşünüyorum, çünkü hepimiz yalnızca bir an yaşıyoruz ne de olsa.
Sonra seni kalbimize gömüyoruz, en içimizde saklıyoruz. Orada ruhumuzda sevgili ve değerli bir anı olarak huzur içinde yaşayacaksın.
İnsana kendisini en iyi hissettiren şey, başkalarını ezmek değil mi?
Epsilon’un elmalarının kabuklarını soyuyorum ki beyni elma kabuğundaki radyoaktiviteden zarar görmesin.
Kendiminkileri yalnızca elbisemin kenarına hafifçe siliyorum.
Bir insandan nefret ettiğimizde onda kendi içimizde gömülü bir şeyden nefret ederiz.
Bizim içimizde olmayan bir şey bizi rahatsız etmez.
İnsan uykuya dalarken yanında uyanık birinin olması güzel bir şey.
“Şimdiyi yaşamalıyız Mathea,”
“Yeryüzünde yaşadığın her mutlu an kederle ödenmek zorundadır.”
“Bir insandan nefret ettiğimizde onda kendi içimizde gömülü bir şeyden nefret ederiz”
“Ama bana bir yer gerekiyor uzaklaşmam için…”
Hayat yaşamaya değer mi bilmiyorum. Bunu ölmeden önce bilemem, büyük olasılıkla öldükten sonra da bilemem.
her saat başı ölüyorlar. İnsanların buna nasıl dayandıklarını anlamıyorum, isyan etmemiz gerekirdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir