İçeriğe geç

Suçlu Kim? Kitap Alıntıları – Aleksandr Herzen

Aleksandr Herzen kitaplarından Suçlu Kim? kitap alıntıları sizlerle…

Suçlu Kim? Kitap Alıntıları

Gençlik çağımızın sevimli bir hastalığıdır dostluk. Dostu olmayan insana değil, kendi kendine yetemeyen insana acımak gerekir bence .
İnsan yüz yaşına gelse, yine çocuktur; beş yüz yaşına kadar yaşayabilseydi, yine bir yanı çocuk olarak kalırdı.
“Bugünü yaşamayı bilmemek, yarına aşırı değer vermek, kendini yarına teslim etmek günümüzün en yaygın moral rahatsızlıklarından biri.”
Ne diyordu Napolyon: “Kader sözcüğünün anlamı yoktur, onun yatıştırıcı, avutucu gücü de buradan gelir.”
Birbirleriyle aynı duyguları paylaşmakta olduklarını düşünen insanlar, belki henüz düşüncelerinin ayrıldığı noktaları tartışmamışlardır; ama er ya da geç bu noktaları da tartışmaya başlayacaklardır.
Beyninde güçlü bir düşünce uyanmış insanların yaşamı, boşuna geçmez…
Beltov kendini boşlukta gibi duydu; çevresinde fokurdayan yaşamın hiçbir gerçek yanını paylaşamıyor, bu yaşama katılamıyordu; ne iyi bir çiftlik sahibi, ne iyi bir subay, ne de iyi bir memur olabiliyordu…
Beltov’dan nefret ediyorlardı, çünkü Beltov’un, hayatlarının ayıbını yüzüne vuran, bu hayatı protesto eden, bu hayat düzenine karşı yükselen bir itiraz olduğunu seziyorlardı.
Kim ölçmüş sizin mutluluğunuzun miktarını ki, bu kadar mutluluk fazla, bunun birazını alalım desin!
Ne çok girişimde bulundum, ne çok başlangıç yaptım, ne çok insanla tanıştım… Ve bunların hepsi avarelikle ve yalnızlıkla sonuçlandı…
Yaşam böylesine katı ve değişmez bir cendere içine girdi mi, insanın ruhu kurur, sonsuz bir tedirginlik içinde kıvranıp durdukça kanatlı olduğunu unutur ve hep yere, çamura doğru eğilmekten, gözlerini güneşe, yücelere kaldıramaz olur.
Fırtınalı duygular, tutkular, coşkular, taşkınlıklar değildi bu bedeni böylesine vaktinden önce ve böylesine acımasızca yıpratan. Hayır! Küçücük gereksinimler için insanı aşağılatan, insanı hiç yapan savaşımlar bir dilim ekmeğin nasıl bulunacağı, bir küçük deliğin nasıl yamanacağı kaygılarıyla geçen yaşam savaşıydı, yoksulluktu.
Gözettiği tek hıfzısıhha kuralı beynine fazla yüklenmemekti: Böylece sindirim sisteminin bozulmamasını sağlar ve herhalde yine böylece bütün öteki kurallara uymama hakkını elde etmiş olurdu.
İnsan kendi üzerinde öyle bir baskı uyguluyor ki, tek bir duygusunu bile açığa vurmaya cesaret edemiyor.
Birbirleriyle aynı duyguları paylaşmakta olduklarını düşünen insanlar, belki henüz düşüncelerinin ayrıldığı noktaları tartışmaya başlamamışlardır; ama er ya da geç bu noktaları da tartışmaya başlayacaklardır.
İnsanoğlu her şeyden zevk duyabiliyor, her şeyle mutlu olabiliyor, yalnız kendi hemcinsi söz konusu olduğunda bu böyle değil İnsanın insana bu düşmanlığı neden ?
sohbet, söyleşi, tiyatro gereklidir; kuşkusuz bütün bunlarla ilgilenmemek, gazeteyi, dergiyi, sohbeti, söyleşiyi gereksiz bulmak da mümkündür Evet bunlar gereksiz görülür ve bir süre sonra da gerçekten gereksiz şeyler olup çıkarlar; çünkü söz konusu kişinin kendisi bu süre içinde gereksiz bir insan olup çıkmıştır.
Ben hayattan şakağıma bir kurşun sıkacak kadar nefret etmiş değilim, ama öte yandan da diyetlerle yaşayacak, birilerinin elimden tutmasıyla yürüyecek, salt yaşamımı uzatmak için güçlü duyumlardan, büyük zevklerden, nefis yiyeceklerden vazgeçecek kadar da hayata aşık değilim
Bazı insanlar öylesine narin yapıdadırlar ki, onlar için dünyada katıksız ve tam mutluluk hiçbir zaman yoktur.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Başladığı işi sürdürebilen insan mutludur. Böyleleri işlerine başlar başlamaz alışırlar, hayatlarının yarısını şu işi mi yapsam, bu işi mi yapsam diye kararsızlıkla geçirmezler
yaşanılan acı deneyimlerin etkisi yaşam boyunca sürüyor, kana karışmış zehirli bir madde gibi gözle görünmese de, bir gün büyük bir güçle varlığını duyuruveriyor ve tüm bedeni sarsıyor.
yüreğinin derinlerinde kök salmış gizli bir hüzün var, bunu bir türlü yenemiyor.
Bugünü yaşamayı bilmemek, yarına aşırı değer vermek, kendini yarına teslim etmek günümüzün en yaygın moral rahatsızlıklarından biri
Gelecek benim için tümüyle karanlık. Ben şimdilik tek bir şey biliyorum. Önümde iki yol var, bu yollar beni nereye götürür bilemem. Ya kendimi suya atacağım, ya da dünyanın en mutlu insanı olacağım.
Bazı makamlar ve kişiler vardır ki, taşra insanlarının bunlar hakkında değişmez yargıları vardır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
ömrümün şu akşam günlerinde bana sabahlarımı hatırlattınız; sabahlarımı ve o sabahlara bağlı pek çok şeyi
Başladığı işi sürdürebilen insan mutludur.
Hepimiz, bizi sürekli tetikte tutan, çevremizi kollamak zorunda bırakan sıradan bir haysiyet duygusunun tutsağıyız.
İnsan insanda her zaman düşmanını görür. Onu yenmelidir, ondan daha kurnaz olmalıdır ve eğer ateşkes ilan edeceklerse, koşulları düşmanı değil, kendisi belirlemelidir. Durum böyleyken zevkten, mutluluktan söz edilebilir mi?
Olgunlaşmamak ve kendine saygı duymamak, insanı dış koşullara bağımlı kılar.
Ön plana çıkmak, toplumda ileri gelen biri olma konusunda duyduğumuz şiddetli arzu, bizim henüz olgunlaşmadığımızı gösteriyor, kısmen de kendimize saygısızlığımızı
İki kişiyi birden sevmek benim anlayabileceğim bir şey değil.
İnsan kendi üzerinde öyle bir baskı uyguluyor ki, tek bir duygusunu bile açığa vurmaya cesaret edemiyor.
Millet de nelere tasalanıyor! Ölümümden sonra ardımdan kimin ağlayacağı, kimin güleceği umrumda bile değil benim!
Parayı namuslu yoldan elde etmek imkansızdır, namussuzluğu da sen yapamazsın
Lükse alışmak istemem. Sermaye yapmak üzere para biriktirmeyi ise şerefsizlik sayarım.
Evlilik son derece çetin bir iştir! Felaket şuradadır ki, yalnızca evlenmek üzere olanlar evliliğin ne olduğunu bilmezler; gerçi onlar da daha sonra vakitleri oldukça bunu uzun uzun düşünürler, ama nice düşünürlerse düşünsünler iş işten geçmiştir artık.
Evet azizim, az önce aşağıda bana evlenmek istediğinizi söylediler. Vallahi kulaklarıma inanamadım Yahu dedim, hiç de aptal bir çocuk değildi bu!
Bazen öyle dayanılmaz, öyle çekilmez buluyorum ki insanları!
Ne diyordu Napolyon: Kader sözcüğünün anlamı yoktur, onun yatıştırıcı, avutucu gücü de buradan gelir.
Kızıl sakalına tükürdüğümün muhtarı, beni iyi dinle. Fazladan keseceğin her ağaç için, kaburgalarından birini eksiltirim, ona göre!
İyi ama suç olan bir şeyin nasıl olur da güzel yanları olabilir? Suç olan bir şey nasıl olur da insanın başını mutlulukla döndürebilir?
Çalışan insan, vakti geldiğinde son uykusuna rahat yatar ve rahat uyur. Ön plana çıkmak, toplumda ileri gelen biri olma konusunda duyduğumuz şiddetli arzu, bizim henüz olgunlaşmadığımızı gösteriyor kanımca, kısmen de kendimize saygısızlığımızı
Gençlik çağımızın sevimli bir hastalığıdır dostluk. Dostu olmayan insana değil, kendi kendine yetemeyen insana acımak gerekir bence.
Yaşamın koşulları insanlara önceden bildirilseydi, yine de yaşamak isteyecek bir budala çıkar mıydı acaba?
Yemeyen, içmeyen, paracıklarını hep kara gün için saklayan cimri tacirlere benziyoruz hâlâ hepimiz.; kara günlerin en karası da gelse, belki daha da karası gelir diyerek elimiz bir türlü sandikalarımızı açmaya varmıyor Böylesi yaşamaya yaşamak mı denir?
Bugünü yaşamayı bilmemek, yarına aşırı değer vermek, kendini yarına teslim etmek günümüzün en yaygın miral rahatsızlıklarından biri.
Eve döndüğünde her zaman çok yorulmuş olurdu ve yemek vaktine kadar biraz uzanmak istediğini söylerdi; ama yatmadan önce içinin ezikliğini bastıracak ve güç toplamasına yarayacak ufak tefek bir şeyler atıştırmak isterdi. Dün akşamdan kalma bir kuzu budu, yalnız sütle beslenmiş bir danadan bonfile, yalnız ceviz içiyle beslenmiş bir hindiden but ve bu türden hafif şeyler
Çay içilirken aşçı gelir ve soylu çift, öğle yemeği için ne sipariş vereceklerini düşünürdü. Tabii -gerçi masada ne varsa silinip süpürülmüştür ama- aşçıya dün pişirdiği yemeklerin beş para etmemesinden dolayı küfredilirdi. Aşçı bu konuda kâhyadan biraz daha üstün durumdaydı, çünkü kâhyaya her gün yalnızca beyefendi sövüp sayardı, aşçıya ise her gün hem beyefendi, hem de hanımefendi veriştirdi.
Yoksul babalar varsıl babalar gibi vedalaşmazlar oğullarıyla.
Git, dostum, ekmeğini kendin kazan; ben artık senin için daha fazla bir şey yapamam; hayatta izleyeceğin yolu kendi gücünle aç ve bizleri unutma!
Ne diyordu Napolyon: Kader sözcüğünün anlamı yoktur, onun yatıştırıcı, avutucu gücü de buradan gelir.
Bir hayvan bütün işinin yaşamak olduğunu düşünür; insan ise yaşamı bir şeyler yapmak için bir olanak olarak görür.
Beyninde güçlü bir düşünce uyanmış insanların yaşamı, boşuna geçmez
Yoksul babalar varsıl babalar gibi vedalaşmazlar oğullarıyla
Bana sorarsan, herkes kendi çerçevesindeki kendi işini yapmalı derim. İş her yerde vardır .. Çalışan insan , vakit geldiğinde uykusuna yatar ve rahat uyur. Ön plana çıkmak, toplumda ileri gelen biri olma konusunda duyduğumuz şiddetli arzu, bizim henüz olgunlaşmadıgımızı gösterir kanımca , kısmen de kendimize saygısızlığımızı Olgunlaşmamak ve kendine saygı duymamak, insanı dış koşullara bağlı kılar. İnan bana bu böyle ..
Beyninde güçlü bir düşünce uyanmış insanların yaşamı boşuna geçmez. Görünüşte hiçbir olağanüstülük yok gibidir. İşte bugün de tıpkı dün gibi geçiyor, her şey sıradan, alışılmış, bildik Ama birden durup geriye bir bakış atıldı mı , büyük bir şaşkınlıkla, aşılan yolun ne kadar uzun olduğu ve bu süre içinde ne çok şeyin kazanılmış ve ne çok şeyin yitirilmiş olduğu fark edilir .
Dünyada delilerden başka kim bencil değildir, söyler misin? Yalnız, kimileri bu yanını açıkça gösterir, kimileriyse süsler, soslar, kamufle etmeye çalışır
“Kendilerine acı verecek şeyleri insanlar yine kendileri yaratıyorlar; ortada böyle bir şey için neden yokken bile, ne yapıp edip acı çekmenin bir yolunu buluyorlar, hatta mutluluk verebilecek şeyleri acı kaynağı yapıyorlar.”
“Aslında dostun ille de gerekli bir şey olduğunu da sanmıyorum. Gençlik çağımızın sevimli bir hastalığıdır dostluk. Dostu olmayan insana değil, kendi kendine yetemeyen insana acımak gerekir bence.”
“Bir takım dış uyaranlar gereklidir insana, insanı her gün dış dünyayla ilişkiye sokan gazete gereklidir, çağdaş düşüncedeki her kımıltıyı ona ileten dergi gereklidir, sohbet, söyleşi, tiyatro gereklidir; kuşkusuz bütün bunlarla ilgilenmemek, gazeteyi, dergiyi, sohbeti, söyleşiyi gereksiz bulmak da mümkündür Evet, bunlar gereksiz görülür ve bir süre sonra da gerçekten gereksiz şeyler olup çıkarlar; çünkü söz konusu kişinin kendisi bu süre içinde gereksiz bir insan olup çıkmıştır.”
“Yaşamın koşulları insana önceden bildirilseydi, yine de yaşamak isteyecek bir budala çıkar mıydı acaba?”
“Bu sessizlik de neyin nesi?” diye düşündü genç adam. “Derin bir düşünce mi, yoksa derin bir düşüncesizlik mi? Derin bir hüzün mü, yoksa basbayağı tembellik mi? Ve neden böylesine eziyor beni bu sessizlik? Oysa ben sesizliği severim. Denizin sesizliği, köyün sesizliği, hatta sıradan bir bozkırın sesizliği beni kendimden geçirir, ruhumu en şiirsel duygularla doldurur Ama buranın sesizliği öyle değil. Bozkırın sessizliğinde bir zenginlik, sonsuzluk vardır; buranın sesizliği ise insanı eziyor; her şey dar burada, dar, küçük, zavallı Keşke bir yıkıntıdan ibaret olsa bu kent! Ama ne gezer, her yeri inadınaymış gibi badanalıyorlar, süslüyorlar!.. Peki bu kentin insanları nerede, bu kentte yaşayanlar?.. Yoksa daha dün bir saldırıyla düşmanın eline mi geçti hepsi, yoksa veba mı geçti bu kentten? Hayır, hiçbiri değil İnsanlar dinleniyorlar İyi ama, ne zaman çalıştınız da böylesine yoruldunuz?..”
“Güneşin doğuşu yeni bir numara değil, şuradan doğar, şuradan da batar. Yine de, bu yeni olmayan numara fena bir numara sayılmaz ”
“Koca dünyada yapayalnızım. Hiç kimseyi sevmediğimi hissediyorum ve bu beni dehşet içinde bırakıyor. Herkese yabancıyım; sevmek istiyorum, ama sevemiyorum.”
“Bu insanlar yataklarından niçin kalkıyorlardı, niçin yaşıyorlardı, anlamak kolay değildi doğrusu. Aslında anlamak da gerekmiyordu. Bu iyi insanlar yalnızca doğmuş oldukları için yaşıyorlar ve yalnızca kendilerini koruma güdüsüyle yaşamaya devam ediyorlardı Ne bir amaç, ne de herhangi bir art fikir söz konusuydu burada.”
“Yapacağı hiçbir şeyin olmaması insanoğlu için dayanılacak bir şey değildir.Bir hayvan bütün işinin yaşamak olduğunu düşünür; insan ise yaşamı bir şeyler yapmak için bir olanak olarak görür.”
“Bazen öyle dayanılmaz,öyle çekilmez buluyorum ki bu insanları!Yoksa hep yalnız kala kala yabanileştim mi?”
“Evlilik son derece çetin bir iştir!Felaket şuradadır ki yalnızca evlenmek üzere olanlar evliliğin ne olduğunu bilmezler.”
“Hayatta mutlu olabilmek için biraz kaba olmak gerekiyor galiba.Baksanıza hayvanlar,kuşlar nasıl da mutlular Anlayışlarının bizimki kadar olmaması nedeniyle herhalde bu.”
“Zihnimi zaman zaman tuhaf bir soru kurcalar:insanoğlu her şeyden zevk duyabiliyor,her şeyle mutlu olabiliyor,yalnız kendi hemcinsi söz konusu olduğunda bu böyle değil İnsanın insana bu düşmanlığı neden?”
“Hepimiz,bizi sürekli tetikte tutan,çevremizi kollamak zorunda bırakan sıradan bir haysiyet duygusunun tutsağıyız.”
“İnsanların ilgileri,onların kayıtsızlıklarından çok daha aşağılatıcı olabiliyor demek.”
Bazen öyle dayanılmaz, öyle çekilmez buluyorum ki bu insanları! Yoksa hep yalnız kala kala yabanileştim mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir