İçeriğe geç

Suçlu, Hem de Çok Suçlu Kitap Alıntıları – Liane Moriarty

Liane Moriarty kitaplarından Suçlu, Hem de Çok Suçlu kitap alıntıları sizlerle…

Suçlu, Hem de Çok Suçlu Kitap Alıntıları

Nancy işe girmesini istemiyordu. Clementine’in dörtlüyü terk etmemesi için istemiyormuş gibi yapıyordu ama Nancy, Clementine’in aklına her zaman Gore Vidal’in bir sözünü getirirdi: Ne zaman bir arkadaşım başarsa ben biraz ölürüm.
Müzik, notaların arasındaki sessizliktir.
Claude Debussy
Clementine iyilik yapıyordu ve iyilik dünyadaki en önemli şeydi. Ne var ki Clementine kendini iyilik yapıyormuş gibi hissetmiyordu, iyiymiş gibi yapıyordu
O günü hiç unutmayacaktı. İnsanın aklından asla çıkmayan kâbuslar gibiydi.
Düşecek güvenli bir zeminin varsa istediğin kadar yükseğe sıçrayabilirdin.
Dakota kısa bir süre öncesine kadar beyninin içinde sadece kendisine ait özel bir alan olduğunu fark etmemişti.
Dakota için yeni bir şeydi
Daire şeklindeydi, çünkü kafası da daire şeklindeydi; gözleri dairenin iki küçük, yuvarlak penceresiydi. İnsanlar o pencerelerden, gözlerinden içeri bakıp onu anlamaya çalışıyorlardı ama içeri göremiyorlardı. Tam olarak görünmüyordu. O orada, daire şeklindeki odasında tek başınaydı
iyilik dünyadaki en önemli şeydi. Ne var ki Clementine kendini iyilik yapıyormuş gibi hissetmiyordu.
İyiymiş gibi yapıyordu
Erika normalliğin nesnel bir ölçütü olduğu fikrini kafandan çıkarman gerek
deyip duruyordu psikoloğu.
Senin bahsettiğin gibi ‘normal’ bir insan yok!
kendi sesinde her an ortaya çıkabilecek hıncı duyabiliyordu. İki müzisyen aynı notaları çalsa bile kulağa tamamen farklı gelebilirdi. Tonlama her şeydi.
Havai fişek gibi çakan bir şimşek şehrin üstündeki gökyüzünü aydınlattı. Erika, o an caddeden geçen biri başını kaldırıp yağmurlu gökyüzüne baksa ve Erika’nın cama yansıyan karanlık, yalnız gölgesini görse ne düşünür diye merak etti
Sıradan hayatın ile trajedilerin yaşadığı o paralel evren arasındaki görünmez çizgiyi geçtiğinde seni koruyacak bir şey yokmuş. Böyle oluveriyormuş. Hala aynı kalıyormuşsun. Etrafındaki her şey hala aynı kokuyor,aynı görünüyormuş.
İlişkileri öyle arapsaçına dönmüştü ki, sanki masallardaki gibi el değmemiş bir ormanda kaybolmuşlardı ve hala orada olduğunu bildiği, birbirlerini sevdiklerinden emin olduğu o yere nasıl geri döneceğini bulamıyordu
Huysuzluk, mutluluktan çok daha az zaman tüketici ve yorucuydu
Panikle savaşma. Onunla yüzleş. Onunla birlikte ak demişti psikoloğu.
Tanrı aşkına, yukarıda da, aşağıda da hiçbir boşluk, hiçbir alan yokken, ayaklarının altında çürümüş şeylerin süngerimsi yumuşaklığını hissetmeden bir adım atamazken akmak kolaymış gibi.
İnsan ilk kez antidepresan aldığında da böyle mi oluyor, diye merak etti. Acılarının yanı sıra diğer şeyler de yavanlaşıp silikleşiyor muydu?
Zindelik veren bir duyguydu. Daha önce yüksekten korkuyormuş da şimdi paraşütle atlıyormuş gibi. Sorun hakkında konuşuyordu. Tavsiyeler alacak, teknikler öğrenecekti. Kendini bozuk bir cihaz gibi onaracaktı. Yeni gibi olacaktı.
Düşecek güvenli bir zeminin varsa istediğin kadar yükseğe sıçrayabilirdin.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Bir şeyler değişmişti; çok büyük bir değişiklik değildi. Üstlerine tam bir sakinlik çökmüştü sanki; bir mevsimin başlaması gibi aynı anda hem yeni hem de tanıdık. Bugün kızgınlıklar ve suçlamalar uçup gitmişti.
Hayat sonuçlardan ibaretti.
Erika ile Oliver’ın Ruby’yi sudan çıkarışı tekrar gözünün önüne geldi. Her gün onlarca kez geliyordu. Yüzlerce kez. Hiçbir zaman atlatamayacaktı. Bunun bir yolunu bulamıyordu. Hiçbir çözümü yoktu. Bir şeyleri değiştirmesi gerekiyordu. Düzeltmesi gerekiyordu. Bozması gerekiyordu.
O günü hiç unutmayacaktı. İnsanın aklından asla çıkmayan kâbuslar gibiydi.
Polis fobisi vardı. Gerçekten en büyük ve komik korkularından biri işlemediği bir suç yüzünden hapse girmekti.
Bir çocuğun güvenliği elbette her şeyin üstündeydi.
Çocuklar etrafları insanlarla doluyken boğuluveriyor. Sessizce. Bir anda. Boğulmaların en yaygın sebebi ebeveynlerin ihmalkârlığı.
Evet dedi Tiffany. Hayır, anlamıyorsunuz demek istiyordu. Biz öyle insanlar değiliz. Çocuklara bakıyorduk. Sadece o sıra değil. Sessizce oldu. Bir anda. Herkes sadece bir an için başını çevirmişti.
Birbirlerine ruhsuz bir nefretle baktılar. Anne babalık tarzları, aralarında hep bir tartışma konusu, sağlam giden evliliklerinde hep bir çatlak olmuştu. Şimdiyse o küçük çatlak derin bir yarığa dönüşmüştü.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Ebeveyninizin yaşam koşullarından siz sorumlu değilsiniz. İstifçilerin çocuklarına söylenen buydu ama Erika, bu zavallı kadının tek umuduyken kendini nasıl sorumlu hissetmezdi?
Erika, insanın yapabileceğinden şüphe duyduğu bir işe sahip olmasını hayal bile edemiyordu. Erika’nın dünyasında bir işi ya yapabilirdiniz ya da yapamazdınız.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Erika tanık ifadelerinin güvenilmezlik gibi kötü bir şöhreti olduğunu biliyordu, çünkü insanlar kafalarındaki küçük kayıt cihazının “geri” tuşuna bastıklarını düşünseler de aslında anılarını kendileri kurardı. “Kendi hikâyelerini yazarlardı.”
O son geceki sıra dışı sıradanlık nasıl bir şeydi? Şimdi hiçbir şey hatırlamıyordu Clementine; tek bildiği, sadece sekiz hafta sonra eskisinden çok farklı insanlar olduklarıydı.
Tiffany karakter ve durum analizinde kendine epey güvenirdi -genellikle sezgilerinde yanılmazdı- ama şimdi bu dördü onu ambale etmişti. Dost muydular, düşman mı?
Gözlerini kapadı ve birden tekrar açtı. Yorgundu ama hiç uykusu yoktu. Sanki kokain çekmiş gibi gözleri yuvalarından fırlamıştı. Demek uykusuzluk hastalığı buydu. Hep bu hastalığa yakalanacak bir tip olmadığını düşünürdü.
Artık düşünmeyi bırak, yaptığın veya yapmadığın, yapmış olman gereken ya da yapmamış olman gereken şeyleri değiştiremezsin.
Clementine iyilik yapıyordu ve iyilik dünyadaki en önemli şeydi. Ne var ki Clementine kendini iyilik yapıyormuş gibi hissetmiyordu. Iyiymiş gibi yapıyordu.
İki müzisyen aynı notaları çalsa bile kulağa tamamen farklı gelebilirdi. Tonlama her şeydi.
Nereye gitse, ne yapsa zihninin bir kısmı gerçek hayatına paralel, farazi bir hayat hayal ediyordu sürekli.
Müzik, notaların arasındaki sessizliktir.
~Claude Debussy
Kapı zilinden elbette korkuyorsun çünkü çocukluğun boyunca yeniliklerden korkmuşsun.
Dürüst olmak için buradayız, nazik olmak için değil.
En iyi kısmı en kötüsünden sonra gelir! Atlatmanın en iyi yolu affetmek ve iletişim kurmaktır.
Ne zaman bir seçmeye gitse arabada muz yerdi çünkü muzda sinirleri yatıştıran doğal beta-blokerler olduğu söyleniyordu.
Bağışlayıcılık güçlü insanların özelliğidir.
İnsanlar kafalarındaki küçük kayıt cihazının geri tuşuna bastıklarını düşündüler de aslında anılarını kendileri kurardı.
Neden insanlar sohbete katacak önemli hiçbir şeyleri olmadığında havadan bahsetme ihtiyacı duyuyordu?
Bana KATILIMIN ZORUNLU olduğunu hatırlatan e-postalar gönderip durmayın;benimle büyük harflerle konuşmaya nasıl cüret edersiniz!
Ruhsal hastalık ve bozukluklar döngüsünün nesilden nesile geçmesi gerekmiyordu. İnsanın kendini eğitmesi gerekiyordu, o kadar.
“Bağışlayıcılık güçlü insanların özelliğidir. Galiba Gandhi’nin lafıydı”demişti annesi. Annesinin buzdolabının kapısı mıknatısla tutturulmuş,ilham verici alıntıların yazılı olduğu küçük kâğıt parçalarıyla doluydu.Mıknatısların üstünde de alıntılar vardı.
İçinde ne kadar sıkıntı varsa, o kadar çok espri yapıyordu.
Düşecek güvenli bir zeminin varsa istediğin kadar yükseğe sıçrayabilirdin.
Sana yapılan iyiliği sen de başkasına yap.
Yaptığım veya yapmadığım şeyleri değiştiremem. Bunu düşünmeyi bırakmam gerek. Kafamdan atmalıyım. Başa sarıp durmamalıyım. Aptalca, anlamsız.
Düşünceler kafasında kapana kısılmış bir fare gibi dolanıp dururken evde kalmaya dayanamayacaktı.
Hayat sonuçlardan ibarettir.
Arkadaşlar, seçtiğimiz ailedir.
Hayat bir rezaletler silsilesiydi.
Onu değiştiremezsin ama ona verdiğin tepkiyi değiştirebilirsin.
Kötü hissetmek istemiyorum. Kötü hissetmek için vaktim yok. Bunun için beynimde yer yok.
Herkesin kafasında, mutlu olabileceğini düşündüğü başka bir hayat vardı.
Arkadaşlıklarıyla ilgili sevdiği her şey, sadece kendisinin anlayacağı o kalkık kaşta toplanmıştı.
Sanki son zamanlardaki normal ruh haliydi bu, hep pişmandı. Sadece pişmanlığın dereceleri değişiyordu.
Normalliğin nesnel bir ölçütü olduğu fikrini kafandan çıkarman gerek. Senin bahsettiğin gibi ‘normal’ bir insan yok!
Şikayette bulunmak onun için hobi gibi bir şeydi.
Huysuzluk, mutluluktan çok daha az zaman tüketici ve yorucuydu.
Tesellileri kabul etmeden önce evrene yönelik öfkesini işlemden geçirmek için bir dakika.
Sadece bir şansı daha olsa hep olduğuna inandığı erkek gibi davranırdı.
Bunun, sonu kırgınlıkla biten karmaşık bir yolculuğun ilk adımı olduğunu biliyordu. Mantıksız ama derin bir kırgınlık.
Hayatındaki birçok şeyden uzaklaşmış hissediyordu kendini. Artık hissetmeye vakti yoktu. Hissetmek ve duygularını, sanki milli meselelermiş gibi analiz etmek için ne çok zaman harcamıştı.
Düşecek güvenli bir zeminin varsa istediğin kadar yükseğe sıçrayabilirdin.
Çivi uğruna olan nala oldu, nal uğruna olan ata oldu sonra bir şeyler bir şeyler daha ve olan krallığı oldu.
Hayatımızın yarısını bir şeyleri bulmaya çalışmakla geçiyoruz.
Her seferinde kendi kendine bir beklentisi olmadığını söylüyordu ama her yeni yıkım canını o kadar acıtıyordu ki, umudun hep orada olduğunu, kışkırtıcı bir şekilde bilinçaltında dalgalandığını anlıyordu.
Hayat bir rezaletler silsilesiydi.
Onu değiştiremezsin ama ona verdiğin tepkiyi değiştirebilirsin.
Kendini bir ayırabilse, koparabilse, uzaklaştırabilse rahatlayacaktı.
Kötü hissetmek için vaktim yok. Bunun için beynimde yer yok.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir