John Williams kitaplarından Stoner kitap alıntıları sizlerle…
Stoner Kitap Alıntıları
Ölmek istemiyordu;fakat Grace’in gidişinden sonra, insanın pek de istemediği bir yolculuğa çıkma anını beklemesi gibi, sabırsızlıkla beklediği anlar oldu. Ve her yolcu gibi, gitmeden önce yapmak zorunda olduğu pek çok şey olduğunu hissediyor ama ne olduklarını bilemiyordu.
Hayatının yaşanmaya değer olup olmadığını düşünürken buluyordu kendini, o güne kadar değip değmediğini. Bunun er ya da geç bütün insanların karşısına çıkan bir soru olduğunu tahmin ediyordu;merak ettiği şey, sorunun onların karşısına da kendisine olduğu gibi nereden geldiği bilinmeyen bir güçle çıkıp çıkmadığıydı.
Âşk bu, Bay Stoner. dedi Sloane neşeyle. Siz âşıksınız. Bu kadar basit.
Başkalarının çok daha gençken öğrendiği bir şeyi kırk üçüncü yaşında öğrendi: İnsanın ilk aşkının son aşkı olmadığını ve aşkın bir son değil, bir insanın başka bir insanı tanımaya çalıştığı bir süreç olduğunu.
hayatını, katlanmak zorunda olduğu uzun bir anmışçasına, sabırla kabullenmişti.
günlerini sessizce, her sene biraz daha fazla içerek, kendini hayatının vardığı hiçliğe hissizleştirerek tüketecekti.
Hayatta kalabilmek için kendi hilelerimiz var. Ve hayatta kalacağız, çünkü mecburuz.
Sadece inatçı bir iradenin alışkanlığıyla yaşayan bir ölü gibiydi.
Ah, terbiyesiz olmak için hiçbir nedenimiz yokken kendimizi terbiyeli görebiliriz tabii! İnsanın kendini tanıması için aşık olması yeter.
Bazı zamanlar kendini bitki gibi hissediyor ve içine işleyecek, onu canlandıracak bir şeyin -acının bile- özlemini çekiyordu.
Insanın kendini tanıması için âşık olması gerekiyor.
Ah, terbiyesiz olmak için hiçbir nedenimiz yokken kendimizi terbiyeli görebiliriz tabii!
Tüm âşıklar gibi bol bol kendilerinden bahsettiler, bu şekilde onları var eden dünyayı anlayabilecekleri sanıyorlardı.
Şimdi artık orta yaşında, aşkın ne bir lütuf ne de bir yanılsama olduğunu anlamaya başlıyordu; aşkı insanca bir dönüşüm olarak, her gün ve her dakika irade, zekâ ve yürekle keşfedilen ve yeniden yaratılan bir durum olarak görüyordu.
Stoner ilkgençliğinde, aşkı, insanın eğer şanslıysa erişebileceği mutlak bir varoluş biçimi olarak düşünürdü; olgunluğa erdiğinde, aşkın, insanın oyalayıcı bir inançsızlık, hafiften tanıdık bir küçümseme ve mahcubiyet verici bir özlemle bakması gereken, sahte bir dinin cenneti olduğu sonucuna varmıştı.
Bazı zamanlar kendini bitki gibi hissediyor ve içine işleyecek, onu canlandıracak bir şeyin -acının bile- özlemini çekiyordu.
Hayatının, göğüs germek için hiçbir donanımının olmadığı bunaltıcı bir basitlikte bir sorunun giderek artan bir şiddetle ayırdına vardığı o zamanına ulaşmıştı. Hayatının yaşanmaya değer olup olmadığını düşünürken buluyordu kendini, o güne kadar değip değmediğini.
“İnsanın kendini tanıması için aşık olması gerekiyor.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Stoner ilkgençliğinde aşkı, insanın eğer şanslıysa erişebileceği mutlak bir varoluş biçimi olarak düşünürdü; olgunluğa erdiğinde, aşkın, insanın oyalayıcı bir inançsızlık, hafiften tanıdık bir küçümseme ve mahcubiyet verici bir özlemle bakması gereken sahte bir dinin cenneti olduğu sonucuna varmıştı. Şimdi artık orta yaşında, aşkın ne bir lütuf ne de bir yanılsama olduğunu anlamaya başlıyordu; aşkı insanca bir dönüşüm olarak, her gün ve her dakika irade, zeka ve yürekle keşfedilen ve yeniden yaratılan bir durum olarak görüyordu.
Bay Shakespeare sizinle üç yüz yıl öteden konuşuyor Bay Stoner, onu duyuyor musunuz?
Akademisyenden, hayatında yaratmayı amaçladığı şeyi yok etmesi istenmemeli .
Bir savaş sadece birkaç bin ya da birkaç yüz bin genç adamı öldürmez. Bir halkın içinde bir daha asla geri getirilemeyecek bir şeyi öldürür
Bazen kitaplarına gömülmüşken, bilmediği her şeyin, okumadığı her şeyin farkına varıyordu ve bu kadar çok okuması için, bilmesi gereken şeyleri öğrenmesi için hayatta ne kadar az zamanının olduğunu gördüğünde, uğrunda çaba harcadığı huzur paramparça oluyordu.
Ölmekte olanlar bencildir, diye düşündü; çocuklar gibi zamanlarını kendilerine saklamak isterler.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ah, terbiyesiz olmak için hiçbir nedenimiz yokken kendimizi terbiyeli görebiliriz tabii! İnsanın kendini tanıması için aşık olması gerekiyor.
uyum sağlayamadığı bir dünyada, güvende hissetmediği bir yerde yaşamak zorundaydı; şefkate ve dinginliğe hasretken kayıtsızlık, duyarsızlık ve gürültüden beslenmek zorundaydı.
İnsanın kendini tanıması için âşık olması gerekiyor.
Stoner ilkgençliğinde, aşkı, insanın eğer şanslıysa erişebileceği mutlak bir varoluş biçimi olarak düşünürdü; olgunluğa erdiğinde, aşkın, insanın oyalayıcı bir inançsızlık, hafiften tanıdık bir küçümseme ve mahcubiyet verici bir özlemle bakması gereken, sahte bir dinin cenneti olduğu sonucuna varmıştı.
William Stoner başkalarının ondan önce, çok daha gençken öğrendiği bir şeyi kırk üçüncü yaşında öğrendi: İnsanın ilk aşkının son aşkı olmadığını ve aşkın bir son değil, bir insanın başka bir insanı tanımaya çalıştığı bir süreç olduğunu.
Ölmekte olanlar bencildir, diye düşündü ; çocuklar gibi zamanlarını kendilerine saklamak isterler.
İnsan inançları yüzünden acı çekmeye hazırlıklı olmalı.
Hiçbir şey değişmemişti. Hayatları keyifsiz bir işte harcanmış, iradeleri kırılmış, zekâları uyuşmuştu. Artık hayatlarını verdikleri toprağın içindeydiler; toprak onları yıldan yıla, azar azar alacaktı. Rutubet ve küf bedenlerini taşıyan çam mahfazaları ağır ağır istila edecek , toprak ağır ağır ulaşacaktı etlerine ve sonunda varlıklarının son kalıntılarını da tüketecekti. Ve uzun zaman önce kendilerini adadıkları o inatçı toprağın anlamsız bir parçası olacaklardı.
Ölmekte olanlar bencildir, diye düşündü; çocuklar gibi zamanlarını kendilerine saklamak isterler.
Soruşturmayı yürüten görevli ölüm nedeninin kalp yetmezliği olduğunu bildirdi, fakat William Stoner hep Sloane’un bir öfke ve çaresizlik anında, sanki ona çok derinden ihanet ettiği için artık katlanamadığı bir dünyaya karşı son bir sessiz sevgi ve küçümseme gösterisiyle, kalbinin durmasını dilediğini hissetti.
Ah, terbiyesiz olmak için hiçbir nedenimiz yokken kendimizi terbiyeli görebiliriz tabii!
Bazen kitaplarına gömülmüşken, bilmediği her şeyin, okumadığı her şeyin farkına varıyordu ve bu kadar çok okuması için, bilmesi gereken şeyleri öğrenmesi için hayatta ne kadar az zamanının olduğunu gördüğünde, uğrunda çaba harcadığı huzur paramparça oluyordu.
Bozulmamış bir bütünlük, tam bir saflık hayal etmişti; tavizleri ve önemsizliğin saldırgan şaşırtmacasını bulmuştu. Bilgeliği tasarlamış ama uzun yılların sonunda cehaleti bulmuştu.
Seviştiler, konuştular, tekrar seviştiler, oyun oynamaktan yorulmayan çocuklar gibi.
“Herhangi bir zaman içindeki değerini sorgulamak adeta saçma göründü. Kendini orada, o solan harflerde bulacağı yanılsamasına düşmedi; bununla birlikte, inkar edemeyeceği küçük bir kısmı oradaydı ve orada olacaktı.” (s. 227)
“İlk gençliğinde Stoner aşkı, insanın eğer şanslıysa erişebileceği, mutlak bir varoluş biçimi olarak düşünürdü; olgunluğa erdiğinde, insanın oyalayıcı bir inançsızlık, hafiften tanıdık bir küçümseme ve sıkıntı verici bir özlemle bakması gereken sahte bir dinin cenneti olduğu sonucuna varmıştı. Şimdi artık orta yaşında, aşkın ne bir lütuf ne de bir yanılsama olduğunu anlamaya başlıyordu; aşkı insanca bir dönüşüm hareketi olarak; irade, zekâ ve yürekle keşfedilen ve her gün ve her dakika yeniden yaratılan bir durum görüyordu.”
Bazen kitaplarına gömülmüşken, bilmediği her şeyin, okumadığı her şeyin farkına varıyordu ve bu kadar çok okuması için, bilmesi gereken şeyleri öğrenmesi için hayatta ne kadar az zamanının olduğunu gördüğünde, uğrunda çaba harcadığı huzur paramparça oluyordu.