Fatma Barbarosoğlu kitaplarından Sözün ve Sükûtun Renkleri kitap alıntıları sizlerle…
Sözün ve Sükûtun Renkleri Kitap Alıntıları
Sözün dünyasında üç hem bereket hem muhalefettir. Sözün çoğalması için nasıl şartsa üç olmak,sukutun sürdürülmesi adına öylesine yüktür.
Kendine rastlamak üzere yola çıkmayanlar,
hep başkalarının yolu üzerinde durmak isterler
hep başkalarının yolu üzerinde durmak isterler
İnsanlar ölüyor. Bazılarının dost meclislerinde kalıyor adı,birkaç hatıra birkaç eşya gidenin bir zamanlar burada olduğunun sırdaşlığını yapıyor. Bazılarının adı camlarda kalıyor.
Evet güzellik en çok bir bilinçte bulur kendini. Şair haklıdır. Hayat süren her şey gibi güzellikte tamir ister. Hayır, hayır e en çok tamire ihtiyaç duyulmayan demlerde ister onarılmayı. Yoksa yıpranmış bir güzelliği hiçbir şey eski haline kavuşturamaz.
Güzellere güzel olduklarının sırrını kim ifşa eder? Aynalar mı? Hayır! Aynalardan öğrenilen güzellik bereketsizdir vd çabuk solar
Sen çok farklısın sözü bütün kilitli kapıları açan maymuncuk vazifesi görür. Bir Allah’ın kulu bu iltifat bombardımanından sonra Sahî mi? Ne açıdan, başkaları nasıl, Ben nasılım? diye sormayı akıl etmez. Yok yanlış oldu. Belki çok akıllı olduğundan ve öyle bir fark olmadığını bildiğinden muhattabını rahat bırakır. Alır iltifatı ve yüzüne bir maske olarak geçirir..
70’li yılların ikinci yarısında itibaren feminizmin yıldızı patlamaya başlamıştı ve ne hakla bir kadın güzel olup olmadığını bir erkek tarafından kendisine bahşedilmiş rüşvet-i kelam sayesinde öğrenecektik. Kozmetikler her daim güzel olma hürriyetine gark etmişti kadıları.
İltifat etmek dikkat etmektir. Dikkatinin neticesinde farkedilenleri sahibine ulaştırmak ise bir sanat ister.
İngeborg Bachman, Gidiyoruz tozlanmış yüreklerimizle diyor. Tozlanmış yüreklerle giderken bir başkasının iz sürerek yeniden kurgulayabileceği bir hayatı geride bırakabilmek her faninin nasibi değil. Ama isterse her fani peşine düşebileceği bir hayat bulabilir.
Sizi daha yakından tanımak istiyorum bazen hadi bana koş anlamına gelir de muhatabı anlamaz. Hadi bana koş. Ben olduğum yerde durayım, hatta durmadan saklanayım ve sen beni nerelerde arayacağını bil. Sana sobe demenin mutluluğunu bahşediyorum.
Aşık için katlanılmaz olan bekleyiştir. Bekleyişi bölen, yalan sözler bile olsa makbuldür onun için.
Bize, bizden daha yakın olanı bulmak zordur. Çünkü garanti altına alabileceğimiz tek durum, ona ondan daha yakın olduğumuzu vehmettiğimiz hayal anlarıdır.
Kendini dinleten ney’in ilk şikayeti ayrılıklardan yana değil midir? Aşık susarsa mahvolur der tasavvuf ehli arif konuşursa.
Gönül gönülü bilmedi mi kelimeler beyhudedir beyhude.
Solgun tebessümün sahibi bilmektedir ölenin yalnız kendi çocuğu olduğunu. Onun için esirger insanlardan üzülüyormuş gibi duruşları. Bilir ki, başkalarıyla birlikte yaşanır, gülünür; ama yalnız ölünür ve yalnız ağlanır. Bütün teselli sözcükleri onu ölümün başucuna değil hayatın eşiğine çağırmaktadır. Solgun tebessümün sahibi bilir
Ne zaman başladı balkonların hikâyesi? Herhalde sokakların cazibesinin artmasıyla. Görmenin görünme ile yer değiştirdiği bir zihniyerin ürünüdür balkonlar. Cumbalı evlerin gören, ama görünmeyen kimliği, balkonların selamlanacak kadar kendini gösteren çıkıntısıyla yer değiştirmiştir.
Rüzgâr önüne katıp, akşam alacasında herkesin yüreğine kendi nasibince bırakıyor bu sözü.
Birbirimizin duasına muhtacız.
Birbirimizin
Duasına
Duasına..
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hiç kimseye yüzüne karşı güzelsin dememelisin, güzele güzel demek yüktür derdi rahmetli büyükannem. Huy güzelliğinden gayrı, hiçbir güzelliğin kalıcılığı yoktur. Bir kadın, kaşından gözünden ötürü sevilecekse hiç sevilmesin daha iyi.
Tebessüm etmeyi bilmeyen yığınlar ya kendilerinden geçecek kadar haykırarak ve höykürerek ağlar ya da kendinden geçecek kadar kahkahalara boğulur.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ergani madeninde üç yaşında iken bir gün kendime rastladım. Bir çocuğun üç yaşında kendine rastlaması Kendine rastlama. Rastlamak kelimesini Tanpınar özellikle seçmişti. Buldum demiyordu. Arayanlar bulurdu. Rastlamakla seçilmiş kul olmanın gizli bir güveni vardı belki.
Gelecek nesillerin tecessüsü için kimbilir belki de en ihtiyatlı mektubu Victor Hugo yayıncısına karşı kaleme almıştı. Mektup sadece ? dan ibaretti. Bir soru işaretine nelerin sığacağını gayet iyi bilen editör, Hugo’nunki kadar mânalı bir mektup kaleme almıştı. Yayıncının cevabı ! oldu.
Arayanlar için sözün bir cazibesi var. İsmail Habib’in: Söz var söyleyenle, söyleyen var söylediği sözle büyür dediği gibi, her söze bir kulak ve kulağa da bir söz lazım.
Her beşik içindekine sorar: ‘Nereden?’ ve her kefen sorar: ‘Nereye?
İyi ve yerinde söylenmiş söz muhatabı olan kulaklar için armağan iken; sükûtun armağanı sadece sahibinin olur. Onun için derviş susar. Sanatkar susar. Birinin kalbi konuşur, ötekinin emeği.
Pişmanlıklar biterse söz de biter mi sahiden?
Kelimenin tadını alarak konuşanlarla, kelimenin tadını alarak dinleyenler sözü yere düşürmeden gönülde ve kulakta zaptededursun. Sözü kılıç gibi kuşanmayı bilmeyenler hangi kulakları yaralamaya devam edecektir. Ahmed İbşihi’nin makamıdır yerimiz, hani der ya Ahmed İbşihi Söz söylemeyi öğrenmek, kılıç kullanmayı öğrenmekten zordur. Bilmez miyiz, Söz ola kese savaşı söz ola kestire başı dilimizden düşmez. Fakat yine de savaşı kesen kelimelerden çok, başı kestirenlere aşinayızdır
Sevdiklerimizin yaşanmamış on yılı ile kendi yaşadığımız on yılı değiş tokuş etmek olmaz mı? Çoğu zaman gençlere öğüt verirken “ ben hem senin için, hem kendim için yaşadım bütün hataları “ demeye getiririz. Oysa, yürünmüş yolun güvencesine sığınmak istemez gençler. Bizden bekledikleri hata yapmamayı öğrenmek değil, aşk ve vecd ile tövbeyi öğrenmektir. Tövbe etmesini bilenlerin hatalarının bile bir değeri vardır çünkü.
Bütün o anlatıların kendi hikayesi olduğunu öğrenince uzun bir süre İhsan Amca’ya küstüm. Niye benimle dalga geçer gibi kendi hayatını bir başkasının hayatıymış gibi anlatmıştı. “ Ben senin yaşındayken “ diye başlayan cümleler ne kadar otoriter bir havada “sen de benim gibi olmalısın “ hükmünü uygulamaya yönelikse İhsan Amca’nın tavrı o kadar demokrattı. “ İstedim ki, benim tecrübelerim size bir yük olmadan ulaşsın. “ Uzaktakini cazip kılan işte bu yükten kurtarılmış tecrübe değil midir?
Öylesine bir anlaşma ki, Yusuf Ziya Mithat Cemal için “ Kelimenin de tadını alırdı, kafiyenin de “ diyor. Has sohbetin sırrı galiba burada. Kelimenin tadını alarak konuşma. Kelimelerin tadını alarak konuşanlar sohbet yoluyla etrafına bağlananlardır. Evet sohbet bağdır. İnsandan insana, insandan dünyaya bir bağ.
Kadınların, konuşma ama ne olursa olsun konuşma eğilimlerinin, onların dedikodudan ontolojik zevk almaya müptela hale getirdiği söylense de, erkeklerin de en az kadınlar kadar dedikodu yaptığı, ama bunu H E N Ü Z zevk boyutunda gerçekleştiremedikleri de karşı bir tez olarak varlığını korumakta.
Yolcu kimdir?.. Sefere çıkan!.. Sefer nedir?.. Gizlinin aşikar olduğu keşf. Eskiler bir insanı “tanıdım” demek için onunla yolculuk yapmayı beklerdi.
Tatlı söz söyleyen hiç kimse, kötü söz işitmez.
Firdevsî
Yolcu kimdir?.. Sefere çıkan!.. Sefer nedir?. Gizlinin âşikâr olduğu keşf. Eskiler bir insanı tanıdım demek için onunla yolculuk yapmayı beklerdi.
Şimdiki yolculuklar kuş uçumu. Iraklar yakın. Bir insan hakkında bilgi sahibi olmak için onbeş dakikalık bir vapur yolculuğu bile yetebiliyor.
Büyük marketler, başkalarının iştahı ile kendi iştahını ve kendi bütçesini ayırt edemeyenlerin şaşkınlıklarından doldurur kasalarını.
En kolay sevilenin yanında susulur. Dostun yanında. Konuşmak yabancılığımızı gidermek uğruna katlandığımız meşakkat değil midir? Gönül gönülü bildi mi, sözcüklerin cimri lütfuna muhtaç olunmaktan kurtulunmuştur bir defa. Gönül gönülü bilmedi mi kelimeler “beyhudedir beyhude..”
Eskiden ne güzeldi diye başlayan cümleleri sevmiyorum. Eskiden dostluklar, komşuluklar daha güzeldi diye dile getirilen şikayetlerin yükü beyhude yere gençlerin üstüne yıkılıyor. Eskiden herşey daha güzelse ve şimdi güzel denebilecek hiçbir şey yoksa eğer, bunun müsebbibi biraz da dünün gençleri değil mi? Dünün gençleri yani şimdi bizim zamanımızda diye serzenişte bulunanlar..
iltifat etmek dikkat etmektir.Dikkatinin neticesinde fark edilenleri sahibine ulaştırmak ise bir sanat ister.
Ne çok hikayemiz vardır ve ne çok hikaye saklıdır her yüzde ne ki görmeyiz ve görülmeyiz seyreden olmayınca
Woolf a inanmak gerekirse kendini büyüleyeni teselli edeni görür göz güzellik namına
Çünkü güzellik kendine en çok bir bilinçte yer bulur ve bilinçtir nefes alıp vermeyenleri bile yaşatan unutulmadıkları sürece ölülerimiz bile aramızda yaşayan güzellerdir
İltifat etmek dikkat etmektir. Dikkatinin neticesinde fark edilenleri sahibine ulaştırmak ise bir sanat ister
Tövbe etmesini bilenlerin hatalarının bile bir değeri vardır çünlğ
Çünkü gerçekleşmesi istenen sevginin totaliter çehresidir ve hadi benden daha çok ben ol duasına amin denilmektedir yakından tanıma ve tanınma seanslarında
Galiba Hegel haklı . O der ya hani her bilinç başka bir bilinçte tanınma peşinde koşar. Diye
Sizi daha yakından tanımak istiyorum esasen siz bana ne kadar benziyorsunuz ? a alınmak istenen cevap değil midir ?
Söz var söyleyenle, söyleyen var söylediği sözle büyür.
İyi ve yerinde söylenmiş söz muhatabı olan kulaklar için armağan iken sükûtun armağanı sadece sahibinin olur.
Onun içine derviş susar. Sanatkar susar. Birinin kalbi konuşur , ötekinin emeği
Onun içine derviş susar. Sanatkar susar. Birinin kalbi konuşur , ötekinin emeği
Aşık susarsa mahvolur der tasavvuf ehli arif konuşursa
En kolay sevilenin yanında susulur. Dostun yanında. Konuşmak yabancılığımızı gidermek uğruna katlandığımız meşakkat değil midir? Gönül gönülü bildi mi, sözcüklerin cimri lütfuna muhtaç olunmaktan kurtulunmuştur bir defa. Gönül gönülü bilmedi mi kelimeler “beyhudedir beyhude..”
Gönül yapma dil ile olur derseniz, gönül yıkma da derim. Oysa sükut ne taktire teşnedir, ne tezkibin telaşını geçiştirmeye.
Oysa yürünmüş yolun güvencesine sığınmak istemez gençler.
Bizden bekledikleri hata yapmamayı öğrenmek değil, aşk ve vecd ile tövbe’yi öğrenmektir.
Tövbe etmesini bilenlerin hatalarının bile bir değeri vardır çünkü.
Bizden bekledikleri hata yapmamayı öğrenmek değil, aşk ve vecd ile tövbe’yi öğrenmektir.
Tövbe etmesini bilenlerin hatalarının bile bir değeri vardır çünkü.
En az 140 ile giden dört kamyonun çamurluğunda da aynı söz yazıyordu. Acele giden ecele gider. Lastiklerinin hızlı dönüşüne bakılırsa kendi çamurluklarındaki bu söze değil hızlı yaşa genç öl cesedin yakışıklı kalsın ekolüne bağlı oldukları anlaşılıyordu.
İnsanlara hizmet yolunda katlandıkları bütün zahmetlere zahmet olmayınca rahmet olmaz düsturuyla bağlı olanlar, mekanınız cennet olur inşallah.
Her meslekte rekabet mühimse de, dilencilikte hepsinden daha mühimdir. Rakiplerinizden daha iyi ikna gücüne sahip olmalısınız ki, maksat hasıl olsun.
Birbirimizin duasına muhtacız.
Birbirimizin
Duasına
Birbirimizin
Duasına
Huy güzelliğinden gayrı, hiçbir güzelliğin kalıcılığı yoktur. Bir kadın, kaşından gözünden ötürü sevilecekse hiç sevilmesin daha iyi.
Toplu taşıma araçlarında yüksek sesle konuşanlar, öfkelerini etrafına bulaştırmaya çalışanlar yüzünden, ruh sağlığınız, Beni koru beni koru! diye sinyaller vermeye başlar.
Başkasının hayatını merak etme, zamanla kendi hayatını başkaları tarafından merak edilir bir konuma sokmaya dönüşür. Ahlâki değerlerin bertaraf edilişidir bu.
Söz söylemeyi öğrenmek, kılıç kullanmayı öğrenmekten zordur.
İnsanlar konuşa konuşa birbirlerini anlarlar mı sahiden? Yapılan her sohbet nice ruhların anlaşmakta ve kaynaşmakta olduğunun ispatı mıdır?
En kolay sevilenin yanında susulur. Dostun yanında. Konuşmak yabancılığımızı gidermek uğruna katlandığımız meşakkat değil midir? Gönül gönülü bildi mi, sözcüklerin cimri lütfuna muhtaç olunmaktan kurtulunmuştur bir defa. Gönül gönülü bilmedi mi kelimeler beyhudedir beyhude.
“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada bir insanı sevmekle bitiyor herşey.”
Sabretmesini bilen demek, insan olmasını bilenle eş anlama gelir. Hani derler ya öleceğini bilip de yaşamaya sabreden tek canlı insandır diye.
“İkindi vakti. Hayatın, günün yaşanılacağı en güzel dem.”
İnsanın en büyük meziyeti hatırlamak olduğu kadar unutmak aynı zamanda.
Hatırlayışın bize yük gibi geldiği durumları unutarak direnç gösteriyor hafızamız.
Hatırlayışın bize yük gibi geldiği durumları unutarak direnç gösteriyor hafızamız.
“Gidiyoruz tozlanmış yüreklerimizle.”
Hürriyet sükûtta gizlidir, sükût yalnızlıkta!
Haber gelsin de varsın kolu kanadı kırık olsun haberin.
Aşık için katlanılmaz olan bekleyiştir. Bekleyişi bölen, yalan sözler bile olsa makbuldür onun için.
Aşık için katlanılmaz olan bekleyiştir. Bekleyişi bölen, yalan sözler bile olsa makbuldür onun için.
“Konuşmadan anlaşma mertebesine erenler ayrılıkların dünyasından azat olanlardır.”
“Söylenmedik sözlerin tadı” dimağda canlı iken susma. İradenin doruk noktası. Onun için Sontag susmanın ancak dehasını gerçekleştirmiş olanlarda bir manaya büründüğünü savunur.
“O güldü ben güldüm ve karşılıklı iki kahkaha ile anlaştık!”
Kelimelere güven kalmadığında sükût mudur en kuvvetli cephe varlık karşısında?
En kolay sevilenin yanında susulur. Dostun yanında. Konuşmak yabancılığımızı gidermek uğruna katlandığımız meşakkat değil midir? Gönül gönülü bildi mi, sözcüklerin cimri lütfuna muhtaç olunmaktan kurtulunmuştur bir defa. Gönül gönülü bilmedi mi kelimeler “beyhudedir beyhude.”
Gönül yapma dil ile olur derseniz, gönül yıkma da derim. Oysa sükût ne takdire teşnedir, ne tekzibin telaşını geçiştirmeye.