İhsan Fazlıoğlu kitaplarından Sözün Eşiğinde kitap alıntıları sizlerle…
Sözün Eşiğinde Kitap Alıntıları
İnsan üzerine, insanlarla, insanca konuşmak mümkündür
Önemli olan, insanın kendini dünyadan ve diğer insanlardan koruması değildir; önemli olan, insanın dünyayı ve diğer insanları kendinden korumasıdır.
İnsanın tek bir özü vardır, o da insan olmaklıktır, diğer her şey sıfattır.
Unutmayalım ki tüm medeniyetler, Asurlardan bu yana kendilerine has eğitim ve öğretim kurumlarıyla varolmuşlardır; başka bir medeniyetin eğitim kurumlarıyla kendinize has bir dünya kuramazsınız.
İnsanlığımız dâim kalsın
Evren’i biz yaratmadık; Evren, Tanrı’nın eseridir; dolayısıyla, onu en iyi Tanrı bilir; bizim yaratmadığımız bir nesneyi, biz lâyıkıyla bilemeyiz; biz ancak kendi yaratımımız olan şeyleri bilebiliriz; kendi yaratımımız olan şey de tarihimizdir; dolayısıyla, bizim için esas olan tarihtir, şiirdir, edebiyattır.
Bugün için Türkiye’de yapılması gereken ilk şey, İslâmı yalnızca bir din olarak değil bir hayat görüşü olarak idrak etmeye başlamaktır. Gerisi kendiliğinden gelir.
Tür ve birey olarak insana zarar veren hiçbir şey insani olamaz; insani olamayan hiç bir şey de meşru değildir.
Bilgi ödünç, eleştirisi ödünç; doğal sonuç: Korkudan ödümüz patlıyor; bu da bizi saldırgan kılıyor. Kısaca bu topraklarda medenî manada müslüman olmadan, itikadi anlamda müslüman olmanın fazla bir manası yoktur.
Unutmayalım ki tüm medeniyetler, Asurlardan bu yana kendilerine has eğitim ve öğretim kurumlarıyla varolmuşlardır; başka bir medeniyetin eğitim kurumlarıyla kendinize has bir dünya kuramazsınız.
Herhangi bir mensubiyeti öne çıkartmaksızın, insan üzerine, insanlarla, insanca konuşmak mümkündür…
İnsanı dikkate almayan, bırakın insana zarar vermeyi insanı rencide eden hiçbir çözüm, çözüm değildir; çözümsüzlüktür. Çünkü tüm çözümler, ister dini, ister siyasi, ister iktisadi, ister felsefi, ister ideolojik tüm çözümler insan içindir; insan için var olmalıdır.
Aklı barışık olmayan, karışık olan, kendisiyle barışık olmayan, dışarıyla da barışık olamaz. Kendisiyle barışık olmayan insanın dışarıya teklif edecek bir şeyi yoktur. Zira maddi ve manevi güvenlik sorunu yaşayan bir insan, dışarıya ancak saldırır. Yine yarına ilişkin bir öngörüsü olmayan insan, bugününü kurtarmaya çalışır ve bunun için de her türlü vasıtayı mubah görür.
Unutmayalım ki tüm ürettiklerimiz, yarın efsane halini alacaktır. Dünün bilimi nasıl bugünün efsanesi ise, bugünün bilimi de yarının efsanesi olacaktır; ama insan, bunları üreten varlık olarak devamlı duracaktır.
İnsanlar genelde cevaplar üzerinden düşünüyor. Halbuki sorular üzerinden düşünmek gerek ve en büyük soru insandır.
Sınırsız bir uyum insanları uyutur; sınırsız bir gerginlik insanları kopartır.
Sorun çok: Kimya bölümlerinde otuz yıl aynı ders notlarını okutan, felsefe bölümlerinde güncel hiçbir felsefe sorunu, tartışmayı takip etmeyen, hala klasik ilahiyat sorunlarıyla uğraşıp, kuantum teolojisi, hümanist teoloji, process teoloji, dijital teoloji gibi kavramları dahi duymayan… Malumat olmadan marifet, marifet olmadan ilim, ilim olmadan irfan sahibi olmak…
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bugün felsefe derken aslında yaptığımız şey, bir alanda ürettiğimiz bilginin, kognisyonun, bilişsel yapının çözümlemesini yapmaktır.
Bu topraklarda medenî manada Müslüman olmadan, itikadî anlamda Müslüman olmanın fazla bir manası yoktur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Unutmayalım ki tüm medeniyetler, Asurlardan bu yana kendilerine has eğitim ve öğretim kurumlarıyla varolmuşlardır; başka bir medeniyetin eğitim kurumlarıyla kendinize has bir dünya kuramazsınız.
Sözün eşiği , ümidin eşiğidir ; çünkü bir yerde söylenecek söz var ise , hâlâ ümit var demektir ; s-öz-den , dolayısıyla öz-den yeşeren bir ümit .
Sözümüz ümidimizdir
M.S. 1050’den itibaren, Dünya’da, Çin ve Hint kısmen hariç- doğu, batı, kuzey, güney diye bir şey yok; tersine ortak kültür havzası var.
Kendimiz eleştiremiyor, başka eleştirileri ödünç alıyoruz; bilgileri ödünç aldığımız gibi. Bilgi ödünç, eleştirisi ödünç; doğal sonuç: Korkudan ödümüz patlıyor; bu da bizi saldırgan kılıyor. Kısaca, bu topraklarda medeni manada müslüman olmadan, itikadi anlamda müslüman olmanın fazla bir manası yoktur.
Benzer parçalı psikolojiler bugün de iş başında. Bir yandan Batı’yı eleştir, diğer yandan Batı tarzı kolejler kur, üniversiteler aç, dergiler yayımla, indekslere girmek için makaleler yaz. Unutmayalım ki tüm medeniyetler, Asurlardan bu yana kendilerine has eğitim ve öğretim kurumlarıyla var olmuşlardır; başka bir medediyetin eğitim kurumlarıyla kendinize has bir dünya kuramazsınız.
Hiç İslâm medeniyetinin Çin’e etkisi üzerinde duruyor muyuz? Göreceksiniz; Çin’in yükselişine paralel olarak İslâm medeniyetinin Çin’e etkisi üzerinde yazılan kitaplar ve makalelerin sayısında artış olacaktır. İlginç parçalı psikolojiler
Bir taraftan Batı’da olup biteni eleştiriyoruz; öte yandan ona olan etkimizi öne çıkartmaya çalışıyoruz. Batı düşüncesi çok niceliksel diyoruz bir yandan, bir yandan da Batı Avrupa’da gelişen matematiğe katkımızı anlatıyoruz: Algoritma teriminin anlamı, Harezmî’nin cebri kurması, sıfırın icadı vs. İlginçtir tüm bunların tarihî bir arkaplana sahip olduğunu gündemde tutmak istemeyiz.
Doğu’nun erdemi ile Batı’nın rasyonalitesi.
Yani elimizde başka bir bilim anlayışı var da o bilim anlayışına göre mi eleştiriyoruz? Elimizde bir teknoloji perspektifi var da, teknoloji böyle olmalıdır mı diyoruz? Yeni bir bilim ve teknoloji geliştirdik buna göre mi eleştiriyoruz? Diyelim ki, Hayır, kadîm anlayışa göre eleştiriyoruz. Nedir bu kadîm anlayış? Birileri bunu dile getirdi de haberimiz mi olmadı?
Neye göre yeriyoruz? Sanki çok iyi biliyormuşuz gibi. Neye göre eleştiri yapıldığı belli değil. Bir ölçüt yok. Neye göre batı bilimi, batı teknolojisi, batı düşüncesi eleştirilir?
Özellikle modern bilim, teknoloji vb. konular söz konusu olduğunda bizde hep iki türlü tavır takınılır: Batı-cı insanların tavırda görüldüğü üzere, aşağılık psikolojisi kokan abartılı bir övgüyle bahsedilir. Kendi tarihimiz de tersine, tahkir derecesinde yerilir. Dînî ve millî hassasiyeti yüksek kesimlerde ise-bu tür durumlarda Müslüman ya da milliyetçi kelimelerini kullanmak istemiyorum – içten öyle olmasa da, zahirde bir yerime söz konusudur. En ufak durumda hemen yermeye başlanılır: Tüm sıkıntılarımızın kaynağı batı bilimidir; Batının bilimi şöyledir, batı bilimi böyledir. Teknoloji söz konusu olduğunda ise yermenin şiddeti daha da artar. Hemen söyleyeyim ki her iki tavırda da bilgi yok, övme yada yerme var; tamamen duygusallık
Sözün eşiği, ümidin eşiğidir; çünkü bir yerde söylenecek söz var ise, hâlâ ümit var demektir; s-öz-den, dolayısıyla öz-den yeşeren bir ümit
Sözümüz ümidimizdir
Dile ve ele inmeyen, yalnızca zihinde kalan bilgi çoğalmaz
Akıl ölüdür ki, bilgi ile hayat bulur; bilgi ölüdür ki, arzu ile dirilir; arzu cılızdır ki, okumak ile güçlendirilir; okumak örtülüdür ki, münazara ile açığa çıkartılır; münazara verimsizdir ki, ancak eylem ile üretilir; o kadar ki, en nihayetinde bilgi ile eylem bir araya geldiklerinde beraberce çoğalır
“Osmanlı döneminin en büyük filozoflarından biti, Taşköprülüzâde, “Aklın ibâdeti ilimdir.” diyor; yani “Bilgi, aklın kulluğudur.” İşte biz bu hassasiyeti kaybettik.”
sorunun kökleri, yapılanda değil yapandadır; çizende değil çizilendedir; hayatta değil kafadadır.
Geçmiş, gelecek-için, gelecek-ile ve gelecek-te anlamlıdır.
Bilim, bilim tarafından da eleştirilir.
Doğa, yaptığı işe doğru ya da yanlış gözüyle bakmaz. Çünkü doğruluk ve yanlışlık örüntüde değil, onun bilgisinde ortaya çıkar; o da insana aittir.
Hak zât; hakikat sıfattır; zât olmadan sıfat var-olmaz, olamaz.
Zihinler karışık, ölçütler bulanık
Şu anda mahsûsu olmayan bir makûl içinde, fiziği olmayan bir metafiziğin içinde yaşıyoruz.
“Osmanlı döneminin en büyük filozoflarından biri, Taşköprülüzâde, “Aklın ibâdeti ilimdir.” diyor; yani “Bilgi, aklın kulluğudur.” İşte biz bu hassasiyeti kaybettik.”
“İnsan da en nihayet bir yorumdur; bir örüntüdür, kendini sürekli ören.”
İnsan, kendi varlığını
başkasının yokluğuna bağlamadığı sürece,
her türlü konu müzakere edilmeye açıktır.
[O kadar ki, ]
İnsanı yok eden,
insanı tırnak içine alan,
insana zarar veren
ve insanı rencide eden
hiçbir çözüm,
çözüm olarak anlamlandırılamaz.
Yönlendirilen korku, insanın en büyük mürşididir.
“Ahlâk, bireyin tedbiridir.”
Osmanlı döneminin en büyük filozoflarından biri, Taşköprülüzâde, Aklın ibâdeti ilimdir. diyor; yani Bilgi, aklın kulluğudur. İşte biz bu hassasiyeti kaybettik.
“Dilimiz, dinimizdir.“
Bir değer başka bir değerle değerlenmez.
“Her şeyin ölçüsü insandır.”
İnsan yalnızca bir iskelet, makine değildir; duyguları ve değerleri var. Aşkın insan üzerindeki etkisini tespit, aşkın ne olduğunu vermez; olsa olsa aşık olan insandaki nefsi değişimin psikolojisine yansımalarını verir.
Ancak başkalarının yanlışlarını tespit, kendi doğrumuzun ifadesi olamaz. Bize düşen bilmektir, anlamaktır.
“Türk korkusu” yalnızca siyasi bir deyiş değildir; aynı zamanda teolojiktir ve Batılı için bir kimlik sorunu hâlini almıştır; hala da sorundur.
Hollandalı Jacop Golius, özellikle Osmanlı astronomu Takiyeddin Râsıd’ın kütüphanesinin bir kısmını Leiden’e götürmüştür; ve bu kitaplar hala oradadır. Bu eserler arasında, İbn Haldûn’un Mukaddimesi’nin Takiyeddin’e ait bir nüshası da vardır. Golius, Ferganî’nin astronomi kitabını Latince’ye çevirmesinin yanısıra, Rene Descartes’a, Leiden’e geldiğinde Arapça matematik kitaplarını, özellikle koni kesitlerine ilişkin olanlarını okutmuştur. Şimdi oturup analitik geometrinin icat mı keşif mi olduğunu düşünebilirsiniz. Hemen şunu söyleyeyim: İnsan için mevcûd olmadan îcad olmaz.
Kadîm dünyada incelmiş entelektüel faaliyetleri başaran kültürler, karşı maddî kültürler karşısında çok daha çabuk yıkılırlar.
En güzel örnek Moğollardır; 1258’de Hülagu Bağdat’a girdiğinde Moğol matematikçiler, astronomlar, fizikçiler yoktu. İslâm dünyasında ise kaynıyorlardı; ama koruyamadılar hiçbir şeyi. Niye? Çünkü taş, elması kırar.
Kudema şöyle der: Kişiler, asırlar ve durumlar hiçbir zaman tek bir vetîre üzre değildir; tersine her asır, her kişi ve her durum için ayrı, kendine has bir siyaset, yani varlığı/ tabiatı idrak tarzı, hayatı yaşama tavrı gereklidir.
“Düşünmek, icabete hazırlayan bir yakarıştır.”
insanı dikkate almayan, hiçbir çözüm, çözüm değildir. tüm çözümler, ister dinî, ister siyasî, ister iktisadî, ister felsefî, ister ideolojik, tüm çözümler insan içindir; insan için var olmalıdır.
İnsanı dikkate almayan, hiçbir çözüm, çözüm değildir. tüm çözümler, ister dinî, ister siyasî, ister iktisadî, ister felsefî, ister ideolojik, tüm çözümler insan içindir; insan için var olmalıdır.
Tartışamıyoruz, konuşamıyoruz Birbirimize bağırıp çağırıyoruz
İnsan için aslolan tanımaktır /anlamaktır.
Hangi tür dine,
hangi tür hayat görüşüne,
hangi tür ideolojiye,
hangi tür politik mensubiyete sahip olursak olalım,
insanlarla muhatap olduğumuzda
onların ölçüsünü almak zorundayız,
onlara kendimizi dayatmak değil!
İnsanın ölçüsünü almak niceliksel bir şey değildir.
Matematikten bahsetmiyorum;
insanları anlamaktan bahsediyorum.
Çünkü insanlar yalnızca formlar dünyasında değil,
bir anlam-değer dünyasında yaşarlar.
Bu nedenle insanlarla iletişim kurabilmenin asgari şartı,
o insanın anlam-değer dünyasına nüfuz etmek,
ona muhatap olmaktır.
Bunun asgari şartı ise bilmek değildir.
İnsan için aslolan tanımaktır/anlamaktır…
İnsanı dikkate almayan,
bırakın insana zarar vermeyi
insanı rencide eden hiçbir çözüm, çözüm değildir;
çözümsüzlüktür.
Çünkü tüm çözümler,
ister dinî, ister siyasî, ister iktisadî,
ister felsefî, ister ideolojik,
tüm çözümler insan içindir;
insan için var olmalıdır.
İnsanı yok eden,
insanı tırnak içine alan,
insana zarar veren
ve insanı rencide eden
hiçbir çözüm, çözüm olarak anlamlandırılamaz.
İnsan için aslolan tanımaktır /anlamaktır.
Hangi tür dine,
hangi tür hayat görüşüne,
hangi tür ideolojiye,
hangi tür politik mensubiyete sahip olursak olalım,
insanlarla muhatap olduğumuzda
onların ölçüsünü almak zorundayız,
onlara kendimizi dayatmak değil!
Ama ilim, edebi tavırla, yöntemle yapılmaz, yapılamaz.
Şu cümleyi İslamcılar rahatlıkla kurarlar: İslam tarihi, ancak
yabancılaşılarak ilişki kurulmayı hak edecek denli İslam dışıdır. Boşuna demiyorum Kişi İslamcı olmak için müs lüman olmak zorunda değildir. diye.
Kavramsal-yargısal kabulleri tespit etmeden okumaya başlarsanız efsuna kapılırsınız,büyülenirsiniz
Bati’ya gidip yanında doktora yaptığınız kişinin, dönüp burada bayiliğini yapmaya başlarsınız
İnsan için mevcûd olmadan îcad olmaz. İbda ‘Tanrı’ya mahsustur.
Çağdaş İslam düşüncesi suğrâları olmayan bir kübrâlar kargaşasıdır; fiziği olmayan metafizik. Mahsûsu ve mevhûmu olmayan makûl. Makûl yok ise Hak yoktur. Haksız tefekkür haksızdır, hakikatsizdir.
Çünkü Hak zât; hakikat sıfattır; zât olmadan sıfat var-olmaz, olamaz.