İçeriğe geç

Sözlerin Ağırlığı Kitap Alıntıları – Pascal Mercier

Pascal Mercier kitaplarından Sözlerin Ağırlığı kitap alıntıları sizlerle…

Sözlerin Ağırlığı Kitap Alıntıları

Sözcüklerle olan deneyimler insanın bilincinde dönüp durur, sözcükler hedefi asla tutturamaz, sessiz deneyimlerin üzerinden kayıp giderler. Sözcüklerdeki sapmalar ve çelişkiler söylenemeyecek şeyleri işaret eder.
bir eylemin nasıl bir eylem olduğunu belirleyen güdülerdir.
Bunu ancak insanlar yapabilir, ( ), hayatı ellerinden kaçırırlar, belki de olabilecekleri şeyi olamayıp ellerinden kaçırırlar, telaşlı, zorba, buyurgan bir zamana teslim olurlar. Hayvanlarda böyle bir şeye rastlanmaz, her an, neyseler odurlar, bulundukları zamanın donukluğuna gömülüp kendilerini unuturlar.
Beklemekle geçen zaman ölü zamandır, ‘hiçbir şey yapılamayacak’ zamandır deriz ya, sadece geçmesini bekleyebiliriz. Bu yüzden zaman, dayanılmaz uzaması içinde yalnızca katlanılabilecek ve dayanılabilecek bir şeydir.
Sanki apansız değişiklikler yalnızca zamanın içinde olmuyor ve zamanın sakin akışına dokunmuyor da zamanın kendisini de sertçe ileri itiyor.
Pek çok gaddarlık düşüncesizlikten doğar, hayal gücü eksikliğinden.
Mesele , bir anının , üslubun ve kompozisyonun mantığıyla uyumlu bir hayale dönüşmesinin çok değerli bir şey olması. Esas yaratıcı süreç bu.
Şiirsel bir şey, çok küçük bile olsa, minicik bir ayrıntı bile olsa, hayata, seyrettiğimiz anda, daha önce sahip olmadığı bir derinlik katar. Hayat, ( ), bizim üzerinde konuşmamıza hiç gerek kalmadan bütün temada vardır. Bu yüzden şiirin bize değdiğini hissetmekle kalmayız, onu tadarken sanki içinde sarılıp sarmalanırız, her zamankinden daha çok kendimizde oluruz. Ve tam bunu algılarken, ansızın dünyada farklı durduğumuzu hissederiz. Şiirselliği yaşarken birinin bizi rahatsız etmesi yalnızca öfkelendirmez bizi, soğukkanlılığımızı da kaybederiz – o kadar önemlidir bu.
Şiirsellik, yaşanılan zamanı tamamıyla yaşanılan zaman olarak bırakma sanatıdır. Zamanı durdurmanın bir aracıdır. Okurken, tabloları seyrederken, müzik dinlerken geçmişi düşünmeyiz, unutmak değildir bu, rahat bırakırız, geleceğe dair kaygılı beklentilerin şimdiki zamanı kaydırmasına ve silmesine izin vermeyiz.
Aydınlanmış bir insanın karşısına iki soru daima çıkar, Tam olarak ne düşünüyorum? Ve Neden düşünüyorum?
Şimdiki Zaman kipi, her zaman sözcüğüyle birleşince açık, sınırsız bir gelecek çağrıştırıyordu, bu açıdan da bir tür yalan barındırıyordu içinde.
Hayatın zenginliği anılardan oluşur, unutulanlar dan.
Yaşamak güzel, çünkü yaşamak başlamaktır, her zaman, her an.
İnsan eski yaşamının mekânlarına geri dönünce ne bekler, diye sordu kendine. Anılar. Mutlaka. Özellikle, eski ruh hallerinin üzerine oturmuş, cıvıl cıvıl, rengârenk anılar. Mutlaka. Ama bu anılardan ne beklenir? Ne yaparız o anılarla? İçimizde, geçmişin derinliklerine uzandığımızı, orada yayıldığımızı hissederiz, içimizin genişlediğini hissederiz. Bu mudur? Düşüncelerimizde bir geleceğin içine doğru yayılmamızın bize bir yararı var mıdır?
Hayatın başarılı ya da başarısız olduğuna, hep kişiye özel olarak, herkesin kendine özgü hayat hikâyesinin tamamına bakılarak karar verileceğinin bilincinde olmak.
Yine de nihayetinde asıl önemli olan, her insanın kendi hayatını nasıl yaşadığıydı, yazgısındaki her dönemeçti, mutlu ve mutsuz geçirdiği her andı, bu gerçek değişmezdi.
Ben sende hala sözcüklere tutkun o gece nöbetçisini görüyorum, herkesin uyuduğu sakin saatlerde en uzak dillerin en uzak sözcüklerini içine çeken, onlardaki şiirsellliğin tadını çıkaran gece nöbetçisini
Yaşamak güzel, çünkü yaşamak başlamaktır, her zaman, her an
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsan nasıl değiştiğini tam olarak hissedemez, geri dönüp bakınca da hem başka birini görür, hem de başka olmayan birini
Zaman nasıl geçti? Bir şeyi yitirmiş ya da kaçırmış değilim, bütünüyle kendime has içsel, özel zamanımı hiç zahmet çekmeden yaşamayı zamanın gösterdiği saatin buyruğundan kurtulmayı başardığım için sevinçli bir şaşkınlık içindeyim, bir özgürlük duygusu bu
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kendi içinde kaybolma!
Bir saat, bir gün sınırsızca genişliyor gibi geliyor bana, sonra öyle çabuk sona eriyor ki yakalayamıyorum onları. En büyük saçmalık: İkisi aynı anda oluyor!Zamanın içinde bocaladığım ve zamanın ne olduğunu , benim için ne anlam taşıdığını gitgide daha az anladığım duygusuna kapılıyorum
Kendi sesimi arıyordum. Bulsaydım özgürlüğüm olacaktı. Bulamadım. Bugüne kadar.
Biz insanlar standart değiliz ki, çatlaklar ve yarıklarla doluyuz, içimizde değişik düzlüklerde yaşıyoruz, onlara tırmanıyoruz, onlardan aşağı düşüyoruz
Sözler kalıp gibiydi, salt birer slogandı, üzerinde tartışılmış uygun hale getirilmişlerdi, akla gelebilecek bütün kurallara uyum sağlıyorlar, böylece cansız ve kısır oluyorlar, duygusallıktan, espriden ve renkten yoksun kalıyorlardı. Ve hep aynı kalıplardı, hep aynı kalıplar
Önemli olan gizemi anlamak değil, önemli olan sadece onu yaşamaktır
Hiç kimse otorite değildir. Müthiş özgürleştirici bir cümle bu, zincirleri kıracak dev bir dalga gibi
Toplumsal sorunlar onu ilgilendiriyor, ancak fiyakacıların tutumları ve yapmacık tavırları değil, alanlarında ne kadar iyi olurlarsa olsunlar. Senin anlattığına göre, bu olayın yalnızca zaman kaybına yol açan kibirli bir masa oyunu olduğunun farkına çok geç vardı.
Sonra da bir ömür boyu hayatını nasıl da ıskalayarak yaşadığını yazmaya başladı. Ne boşa zaman harcamıştı, ne de zamanını israf etmişti. Hedefine odaklanarak kariyerini geliştirmiş, uzun mesafe koşucusu gibi içindekini dışa dökmüştü… Burada ne işim var?
Orantı kurabilme. Şöyle de diyebilirim: Her zaman, önemli olanla olmayan arasında ayrım yapabilecek sağlam, sarsılmaz yeti. Teşhisi izleyen haftalarda, ölüm çılgın bir hızla yaklaşırken ve ben zamanı dondurmak, her günün geçmesini engellemek isterken, ayrım yapma yeteneğime büyük ölçüde sahip görünüyordum. Neyin önemli neyin vakit kaybı olduğu apaçık gibiydi… Sonra teşhisin yanlış olduğu ortaya çıktı, ve hayat tekrar sıradanlığına büründü.
Ökseotunun Cermen ve İskandinav mitolojisinde sembolik anlamı vardır. Yeni bir yıla girerken ökseotu altında öpüşmenin uğur, şans, mutluluk getireceğine inanılır.
Bana bağışladığın böbrek iyi işlemiyor, demiş Carla. Eğer bende kalmış olsaydı işlerdi, diye yanıtlamış Andrey de. Sarsılan bir samimiyetten daha büyük bir yabancılaşma yoktur.
Biz insanlar standart değiliz ki, çatlaklar ve yarıklarla doluyuz, içimizde değişik düzlüklerde yaşıyoruz, onlara tırmanıyoruz, onlardan aşağı düşüyoruz.
Leyland, Pavese’nin son cümlesini anlattı: Artık yazmayacağım… Leyland, onun ‘Dialoghi con Leuco’ adlı kitabının ilk sayfasına yazdığı veda sözcüklerini de anlattı, o kitap otel odasında yazı masasının üzerinde bulunmuştu: Affediyorum ve herkesten af diliyorum. Tamam mı? Fazla dedikodu yapmayın.
Çünkü yalnızca tıp insanlarının beyaz sınıfı yok, hukukçuların siyah sınıfı da var… Siyah cübbeli kadınlar ve erkekler kibirli, kendini beğenmiş bir klik, doğru tarzda eğitildiysen, doğru jargonu kullanıyorsan ve uygun düşen şakaları yapabiliyorsan dahil olabileceğin bir loca.
Aslında zamanın olmadığını söyler Hintli bilgeler, tamamıyla bir görüntüdür o derler, insanın ihmalciliğinin bir ifadesidir, evet aslında bu şekildeki kayıtsızlığın en kurnaz ve sinsi biçimidir, onun resmi biçimidir, gerçeğin temel biçimi diye kabul edip biat ederler ona, her şey ona göre düzenlenmelidir. Oysa bütünüyle yanılsamadır, bizi esir alır, kendi kendimize yabancılaştırır. Bu sahte gerçekliğe, bu gerçeklik görüntüsüne bakmak zorunda kalışımız, kendimize giden yolu bize tıkayan ve bizi zamanın yüzeyselliğinin hapishanesinde tutan büyük bir engeldir.
‘’Yaşamak güzel, çünkü yaşamak başlamaktır, her zaman, her an’’
Hayatta neyin ve hangi anlamda önemli olabileceği konusunda uzun uzun konuşmuşlardı. Hayata sonundan başına doğru bakıldığında bu duygunun nasıl değişeceğini de…
Kim olduğumuzu, uydurduğumuz hikayelerden daha iyi ortaya koyan başka bir şey yoktur.
Yüzü sertleşti, keskinleşti. ‘‘Bir dokundan ona, elin kesilir’’ demiştin sen bir seferinde.
Yaşamak güzel, çünkü yaşamak başlamaktır,her zaman,her an.
Fırtınanın şiddeti ne olursa olsun,
Martı sevdiği denizden asla vazgeçmez
Okuyacak onca kitabımız vardı, çıkacağımız onca yolculuk.
Sarsılan bir samimiyetten daha büyük bir yabancılaşma yoktur.
Biz insanlar standart değiliz ki, çatlaklar ve yarıklarla doluyuz, içimizde değişik düzlüklerde yaşıyoruz, onlara tırmanıyoruz, onlardan aşağı düşüyoruz.
Kendi sesimi arıyordum, dedi. Bulsaydım özgürlüğüm olacaktı. Bulamadım. Bugüne kadar.
Pek çok gaddarlık düşüncesizlikten doğar, hayalgücü eksikliğinden.
Okurken, tabloları seyrederken, müzik dinlerken geçmişi düşünmeyiz, unutmak değildir bu, rahat bırakırız, geleceğe dair kaygılı beklentilerin şimdiki zamanı kaydırmasına ve silmesine izin vermeyiz.
İnsan hayata esprili bir sözle veda eder mi?
Paylaşmak mutluluğun bir parçasıdır.
Mükemmel bir şiire duyulan hayranlık asla ondaki şaşırtıcı ustalığa değil, o şiirin içerdiği keşfin yeniliğine yöneliktir.
İnsan nasıl değiştiğini tam olarak hissedemez, geri dönüp bakınca da hem başka birini görür, hem de başka olmayan birini.
Kendimizle ilgili ne kadar az şey bilerek yaşıyoruz.
Life’s richness is made of memories, forgetten.
Bu dünyada yaşamaya ve çalışmaya yetecek gücümün olmadığını hissettim.
Neden öyle sessizsin, Burke? diye soruyorlardı. İçimden, siz bu kadar gürültü olduğunuz için demek geliyordu ve onlardan uzak duruyordum.
Samimiyet paylaşılmaz.
Kim olduğumuzu, uydurduğumuz hikâyelerden daha iyi ortaya koyan başka bir şey yoktur.
Vermeer’in tablolarının görünüşü şimdi tuhaflaştı, hatta boş görünüyorlar diyebilirim, daha doğrusu boşaltılmış görünüyorlar, çünkü senin o resimleri arayan ve tekrar tekrar hayranlıkla bakan bakışın bir daha onlara değmeyecek ve onları bir daha asla hayatla doldurmayacak.
Ölüme bu kadar yakınken bu isyanım niye?
Hiç kimse bir otorite değildir.
Bugün geriye kalan hayatımın ilk günü.
Kendimi artık anlayamıyorum, ne sizi ne kendimi!
Yaşadığım günleri nasıl kullandım?
Verdiği her kitap siparişi yeni bir başkaldırıydı, ve her başkaldırı kaçırdığı şeyin bilincinde olduğunun ifadesiydi, hayata ve bilgiye dair kaçırdıklarının, özellikle de bilgiye dair.
Artık ara sıra erken kalkıyordu, kalan günlerini daha fazla yaşamak için.
Yine de nihayetinde asıl önemli olan, her insanın kendi hayatını nasıl yaşadığıydı, yazgısındaki her dönemeçti, mutlu mutsuz geçirdiği her andı, bu gerçek değişmezdi.
Eskiden üstesinden gelebildiğim her şey bitti artık, her şey.
Neden bütün duygular böyle geçiciydi, neden hiçbir şey kalıcı değildi?
”Şiirselliğin-bana kalırsa zamanı tecrübe etmekle ilgisi var” demişti Leyland.”Belki şöyle denebilir:Şiirsellik,yaşanılan zamanı tamamıyla yaşanılan zaman olarak bırakma sanatıdır.Zamanı durdurmanın aracıdır
Non ti perdere!”demişti ona Sophia ve saçlarını okşamıştı.Livia’nın kullandığı veda sözüydü bu.Şu anlama gelebilirdi:Sokaklarda kaybolma!Ama şöyle de olabilirdi:Kendi içinde kaybolma!
Yazmak güzeldir, çünkü iki sevinci birleştirir: kendi kendine konuşmak ve kalabalığa (okuruyla) konuşmak. (Parantez içi benim çevirim)
Şiir ruhuyla, yani biçime ve ahenkli melodiye saygıyla, bir şeyleri sözcüklere dökmek: Bu hareketliliğin bir şekli olan zamanın yanılsamasından kendini kurtarmanın bir yoludur. Edebiyattaki sözlerin şiiri olsun, müzikteki notaların şiiri olsun, şiir zamanı yavaşlatır, onu yukarıya kaldırır ve bizi ondan kurtarır.
Önemli olan şeylerin derecelerine göre sıralandığı bir liste yok ki sefaleti ve virgülleri karşılaştırabilelim.
Yasadışı ama doğru

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir