İçeriğe geç

Sözler Kitap Alıntıları – Bediüzzaman Said Nursî

Bediüzzaman Said Nursî kitaplarından Sözler kitap alıntıları sizlerle…

Sözler Kitap Alıntıları

Bir harf kâtipsiz olmaz bildikleri halde, nasıl bir harfinde bir kitap yazılan şu kâinat kitabını, kâtipsiz zannediyorlar.
■ Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için, ya ağlar, ya ister.

■ Yani ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder.
Maksuduna muvaffak olur.

■ Öyle de : İnsan bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nazenin, nazdar bir çocuk hükmündedir.

■ Rahmanürrahîm’in dergâhında ; ya za’f u acziyle ağlamak veya fakr u ihtiyacıyla dua etmek gerektir.

# Tâ ki, makasıdı ona müsahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin.

Yani:
Kimin merhametiyle böyle hakîmane idare olunuyorum ?
Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum ?
Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninane besleniyorum ve idare ediliyorum ? bilmektir.
İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder, yani ona ilham olunur. Demek hayvanın vazife-i asliyesi; taallümle tekemmül etmek değildir ve marifet kesbetmekle terakki etmek değildir ve aczini göstermekle meded istemek, dua etmek değildir. Belki vazifesi; istidadına göre taammüldür, amel etmektir, ubudiyet-i fiiliyedir.

İnsan ise dünyaya gelişinde herşeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil, hattâ yirmi senede tamamen şerait-i hayatı öğrenemiyor. Belki âhir-i ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zaîf bir surette dünyaya gönderilip bir-iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. Onbeş senede ancak zarar ve menfaatı farkeder. Hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle, ancak menfaatlarını celb ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi; taallümle tekemmüldür, dua ile ubudiyettir.

Yani:
Kimin merhametiyle böyle hakîmane idare olunuyorum ?
Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum ?
Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninane besleniyorum ve idare ediliyorum ? bilmektir.

Ey dünya-perest nefsim! Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun meşâgil-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun!
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا
sırrıyla şudur ki: Kemalini kemalsizlikte, kudretini aczde, gınasını fakrda bilmektir.
İman, insanı insan eder.
Belki insanı sultan eder.

Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır.

Yoksa tevekkül etmezse,

Dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i safilîne çeker.

İman nasılki bir nurdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubat-ı Samedaniyeyi okutturuyor.

Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor.
Zaman-ı mazi ve müstakbeli, zulümattan kurtarıyor.

O’nu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır.O’nu unutan saraylarda da olsa zindandadır,bedbahttır.
Hem kâinat kalbindeki ciddî aşk,

Bir Maşuk-u Lâyezalî’yi gösterir.

Evet, Cennet bütün lezaiz-i manevîyeye Medar olduğu gibi, bütün lezaiz-i cismaniyeye de medarı.
Hakikat ilmini, hakikî hikmeti istersen, Cenâb-ı Hakkın marifetini kazan. Çünkü, bütün hakaik-i mevcudat, ism-i Hakkın şuââtı ve esmâsının tezâhürâtı ve sıfâtının tecelliyâtıdırlar.
Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerinin başına
Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise samimi ve ciddi ve vefadarane hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedakârane merhamet ile olabilir.
Çünkü, hodgâm insan, bilmediği şeye düşman olduğu gibi, yetişmediği şeye de zıttır. Halbuki, nihayetsiz bir muhabbet, hadsiz bir şevk ve istihsan ile mukabeleye lâyık olan bir cemâle karşı zımnen bir adavet ve kin ve inkâr ile mukabele eder. İşte, kâfir, Allah’ın düşmanı olduğunun sırrı bundan anlaşılıyor.
Meselâ, bahar mevsiminde, cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs-misal libaslarla giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatıyla süslendirip hizmetkâr ederek onların lâtif elleri olan dallarıyla, çeşit çeşit, en tatlı, en musannâ meyveleri bize takdim etmek; hem zehirli bir sineğin eliyle şifalı, en tatlı balı bize yedirmek; hem en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eliyle bize giydirmek; hem rahmetin büyük bir hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak ne kadar cemil bir kerem, ne kadar lâtif bir rahmet eseri olduğu bedaheten anlaşılır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Belki bazan, antika olan bir san’at, bir milyon kıymeti aldığı halde,

Maddesi beş kuruşa da değmiyor.

Evet, fitraten ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve ezeli ve ebedi bir Zât’in âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nâzik ve letâfetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir latîfe-i Rabbâniye, şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümatlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtır. Ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.
Evet, şu fâni dünyada kemâl-i sür’atle vaveyla-yı firakı koparan giden, ekser mevcudatla alâkadar bir ruhun åb-i hayatı ise, herşeye bedel bir Ma’bûd-u Bâkî’nin, bir Mahbûb-u Sermedi’nin çeşme-i rahmetine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir.
ÖLÜM ÖLMÜYOR
Mâdem nefsim emmâredir. Nefsini ıslâh etmeyen başkasını ıslâh edemez. Öyle ise, nefsimden başlarım.
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا
“Ey Rabbimiz, unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2/286
Acaba, -sâbıkan beyan ettiğimiz gibi- herbir isminde binler ihsan defineleri bulunan

■ Ve bütün sevdiklerimizi ihsanatıyla mes’ud eden
Ve binler kemalâtın menbaı olan
Ve binler tabakat-ı cemalin medarı olan binbir esmasının müsemması olan Cemil-i Zülcelal, Mahbub-u Zülkemal,

■ Ne derece aşk ve muhabbete lâyık olduğu ve bütün kâinat,
Onun muhabbetiyle mest ve
Sergerdan olmasının şayeste bulunduğu anlaşılmaz mı ? 

Halbuki rahmet, güneşten daha parlak bir hakikat-ı sabitedir.

Bak rahmetin cilvelerinden ve latif âsârından olan
■ Aşk ve şefkat ve akıl nimetlerine dikkat et.

■ Eğer firak-ı ebedî ve hicran-ı lâyezalîye, hayat-ı insaniye incirar edeceğini farz etsen; görürsün ki:

O latif muhabbet, en büyük bir musibet olur.
O leziz şefkat, en büyük bir illet olur.
O nurani akıl, en büyük bir bela olur.
Demek rahmet, (çünki rahmettir) hicran-ı ebedîyi, muhabbet-i hakikiyeye karşı çıkaramaz.
 
Onuncu Söz’ün İkinci Hakikatı, bu hakikatı gayet güzel bir surette gösterdiğinden burada ihtisar edildi. 

Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
HERKESTEN ZİYADE SEN MÜFLİS VE MUHTAÇ VE MÜTEELLİM OLDUĞUNDAN EN EVVEL SENİN ELİNE VERİLDİ.
Hem deme ki: Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var. Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; Çünki herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan EN evvel senin eline verildi.
EN ZİYADARIN
Görürsün EN ziyadarın, zekâvette alemdarın, O hayretten der daim: Eyvah, kimden kime şekva edeyim ben dahi şaştım!
Hem meselâ: Sair umûr-u lâzımeye muhalif olarak yağmurun evkat-ı nüzulü o kadar mütehavvildir ki, mugayyebat-ı hamsede dâhil olmuştur. Çünki vücudda EN mühim mevki, hayat ve rahmetindir. Yağmur ise, menşe-i hayat ve mahz-ı rahmet olduğu için elbette o âb-ı hayat, o mâ-i rahmet, gaflet veren ve hicab olan yeknesak kaidesine girmeyecek. Belki doğrudan doğruya Cenab-ı Mün’im-i Muhyî ve Rahman ve Rahîm olan Zât-ı Zülcelal perdesiz, elinde tutacak; tâ her vakit dua ve şükür kapılarını açık bırakacak. Hem meselâ: Rızık vermek ve muayyen bir sîma vermek, birer ihsan-ı mahsus eseri gibi ummadığı tarzda olması; ne kadar güzel bir surette meşiet ve ihtiyar-ı Rabbaniyeyi gösteriyor. Daha tasrif-i hava ve teshir-i sehab gibi şuunat-ı İlahiyeyi bunlara kıyas et
Kim hayatı isterse şehadet istemeli. Şehidin hayatına Kur’an işaret eder.
Güzel gör hem güzel bak.
Tâ güzel düşünmeli.
Güzel bil hem güzel düşün.
Tâ leziz hayatı bulmalı.
İnadın işi budur: Şeytan yardım ederse birisine melek der, rahmeti de okutur.
Muhalif tarafında eğer meleği görse libasını değişmiş, onu şeytan zanneder; adâvet, lanet eder.
iman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) kendine rehber etmek gerektir.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz.
Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur.

■ Muhakkak ki Sen,

İlmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.

Bakara Sûresi, 2:32.

Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku

Sözler – 687

Ölümden ürküp, kabirden korkup başını çevirme. Merdâne kabre bak, dinle, ne talep eder? Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak, ne ister.
İşte, Ey nankörlük içinde kendini başıboş zanneden bedbaht gafil ! Bu derece hadsiz lisanlarla kendini sana tanıttıran ve bildiren ve sevdiren bir Kerim-i Zülcemâl, tanımak istenilmezse, bu lisanları susturmalı. Madem ki, susturulmaz, dinlemeli. Gafletle kulağını kapasan kurtulamazsın. Çünkü sen kulağını kapamakla kâinat sükût etmez, mevcudat susmaz, vahdaniyet şahitleri seslerini kesmezler. Elbette seni mahkum ederler.
Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış.
ŞER’-İ İSLÂM ONLARI RAHMETEN DAVET EDER ESKİ YUVALARINA. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede.
Taife-i nisada serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı
Bir derdin dermanı başka derde dert olur. Panzehirli zehir olur. Derman hadden geçerse dert getirir, öldürür.
Ey kendini insan bilen insan !
Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.
Allah’ım madem sen varsın ve bâkisin, giden gitsin, Sen bana yetersin. #Bediüzzaman
Aklını başına al, kalbini temizle.
Nasılki âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür. Kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine şişesi düzgün ise, sarayı güzel gösterir. Düzgün değil ise, çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü; sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin.
Demek iman, bir manevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise manevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.Demek selâmet ve emniyet, yalnız İslâmiyette ve imandadır. Öyle ise, biz daima Bize ihsan ettiğin İslam dini ve mükemmel iman nimeti sebebi ile Allah’a hamd olsun, demeliyiz.
Evet her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir. Her seyyiat gibi cebanetin (korkaklığın) dahi menbaı, dalalettir.
kimin için Allah var , ona herşey var ve Kimin için yoksa , herşey ona yoktur.. hiçtir.
Hem insan olan bir insan diyebilir ki: Benim Hâlık’ım bu dünyayı bana hane yapmış, güneş benim bir lambamdır, yıldızlar benim elektriklerimdir, yeryüzü çiçekli miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir. der, Allah’a şükreder.

Sözler

 ■ Halbuki şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor.

● Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor.
# Daima ızdırab içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur.

Madem öyledir, ey nefis !
Aklın varsa, bütün o muhabbetleri topla,
Hakikî sahibine ver, şu belalardan kurtul.
 
Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur.

● Ne vakit hakikî sahibine verdin,

% O vakit bütün eşyayı onun namıyla ve
Onun âyinesi olduğu cihetle ızdırabsız sevebilirsin.

On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir