Jean-Paul Sartre kitaplarından Sözcükler kitap alıntıları sizlerle…
Sözcükler Kitap Alıntıları
Eski saçmalıklarını gülmeden hatırlayamayan ama hayatını ne yapacağını da bilemeyen bir adamım.
Her zaman evrenden çok kendimi suçlu bulmayı tercih ediyordum; ama iyi huyluluktan değil, her zaman kendi kendimin efendisi olmak için.
Küskün olarak çağımı terk ettim ve geçmişe sığındım.
İnanç, derin olduğu zaman bile tam değildir. Onu her zaman desteklemek ya da en azından, tahrip etmekten kaçınmak gerekir.
Bir bedene sahip olmaya ve her gün aynı kafayı gezdirip durmaya güçlükle dayanıyordum.
Yücegönüllülük, tıpkı cimrilik ve ırkçılık gibi, içimizdeki yaraları iyileştiren ve sonunda bizi zehirleyen bir merhemden başka bir şey değildir.
Her insanın doğal bir yeri vardır; gurur da değer de saptamaz onun yüksekliğini, ama çocukluk karar verir her şeye.
Kuşaklar arası çatışmada, çocuklar ve ihtiyarlar çoğunlukla aynı safta yer alırlar: Birinciler kehanetler ileri sürer, ikinciler de bunların anlamını açıklar. Doğa konuşur ve deneyim söylenenleri anlaşılır hale getirir. Yetişkinlerin yapacağı tek şey de çenelerini kapamaktır.
Doğaya hala çok yakın olan çocuklar, rüzgarın ve denizin akrabalarıdırlar; onların pepelemeleri, anlayanlara kapsamlı ve belli belirsiz bilgiler verir.
Kötü istek ve düşünceler, dışarıdan gelir, benliğime ulaşınca gevşer ve silikleşirdi; ben kötülüğün boy atamayacağı çorak bir topraktım.
Oysa sevmişti o, yaşamak istemişti ve kendini ölürken görmüştü; bunlar, bir insanın insan olmasına yeter.
Bir çocuğun, yıpranmış, silinmiş, hor görülmüş bir köşeye atılmış ve sözü edilmemiş bütün temel özellikleri, ellilik bir adamda yaşar durur.
herkes tarafından tapınılan ,kişisel olarak bir kenara itilen ben,geri çevrilmiş bir maldımve 7 yaşında, henüz var olmayan kendimden başka bir sığınağım yoktu.
Tamamlanmış bir hayatta son, başlangıcın hakikati kabul edilir.
Ben bir harika da, bir denizanası da değildim ve yalnızca kimsenin ilgilenmediği bir kıytırıktım.
Dinimi bulmuştum artık! Hiçbir şey kitaptan daha önemli görünmüyordu bana. Kitaplığı bir tapınak olarak görüyordum.
Hayat ne denli saçmaysa, ölüm o denli az tahammül edilebilirdir.
Bana ait sözcükler olsun isterdim.Ama kullandığım bu sözcükler, bilmiyorum kaç bilinçte sürüklendi.
Her şey kafamın içinde olup bitiyordu; hayal dünyası çocuğuydum ve hayal gücüyle savunuyordum kendimi.
Her şey kafamın içinde olup bitiyordu; hayal dünyası çocuğuydum ve hayal gücüyle savunuyordum kendimi.
Bir köpeğim ben. Esniyorum, gözümden yaşlar akıyor, hissediyorum aktıklarını. Bir ağacım ve rüzgar dallarıma takılıyor ve belli belirsiz sallıyor onları. Bir sineğim, bir camdan yukarı tırmanıyor ve aşağı yuvarlanıyorum, yeniden tırmanmaya başlıyorum. Kimi zaman geçen zamanın okşayışını duyuyorum, çoğunlukla geçmeyen zamanı hissediyorum. Titrek dakikalar yere düşüyor, yutuyor beni ve can çekişmeleri sona ermiyor; durgun ve kokuşmuşlar, ama hala canlılar
“Yoksulluk içindeki çocuk, kendini sorguya çekmez. İhtiyaçlar ve hastalıklar yüzünden bedensel olarak zor durumlara düştüğü için, haklı çıkarılmaz durumu, varoluşunu haklı çıkarır onun; açlık ve sürekli ölüm korkusu, yaşama hakkını temellendirir ve o ölmemek için yaşar.”
“Dünya malı, sahibine ne olduğunu yansıtır; oysa bana ne olmadığımı öğretiyordu; durmuş, oturmuş ve sürekli değildim ben; çelik üretimi için de gerekli de değildim. Kısacası ruhum yoktu benim.”
“Fikirde, nesneden daha fazla gerçeklik buluyordum; çünkü bana kendini ilk önce veren fikirdi ve bir nesne veriyordu. Evrene, kitaplarda rastladım ben; özümlenmiş, sınıflandırılmış, etiketlenmiş ve düşünülmüş bir evrendi bu, ama yine de korkunçtu ve ben, kitabi deneyimlerimin karmakarışıklığını, gerçek olayların rastlantısal akışından ayırt edemedim..”
Uslu bir çocuk olarak ,ölene dek boyun eğecektim ,ama kendime.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Ne büyük zevktir beti benzi solana dek üzülmek;bütün dünyaya surat asmak hakkında.
Ayna ne zamandan beri bildiğim şeyi öğretmişti bana: korkunç derecede doğaldım.
Herkes harika çocuk beklemiş, bense üstün çocuk örneği vermiştim.
Ben hayatıma nasıl başladımsa öyle öleceğim kuşkusuz; kitapların arasında.
Hayat ne denli saçmaysa, ölüm o denli az tahammül edilebilirdir.
Bir kitap iyi yazılmışsa, hiçbir zaman kötülük etmez.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
İnsan bir sinir hastalığından kurtulabilir ama kendi kendisinden kurtulamaz. Aşınmış, silinmiş, gururu kırılmış, bir köşeye kıstırılmış, bilmezlikten gelinmiş olarak, çocuğun bütün özellikleri kalmıştır ellilik adamda, çoğu kez iyice gölgeye çekilip bekler bu özellikler: ilk dikkatsizlik anında başlarını kaldırır, kılık değişikliği içinde gün ışığına çıkarlar.
Komedi dünyayı ve insanları saklıyordu gözümden; yalnızca roller ve aksesuarlar görüyordum.
Tensel varoluş her zaman varlığın fazlasıdır.
Mal sahibine ne olduğunu anlatır dünya malları, bana ne olmadığımı anlatıyorlardı.
Bedenim, kişiliğim ve adım büyüklerin elindeydi. Kendimi onların gözüyle görmeyi öğrenmiştim; çocuk, yani ben, pişmanlıklarıyla yarattıkları şu canavardım.
Dinimi bulmuştum: hiçbir şey bir kitaptan daha önemli gözükmedi bana. Kitaplığı tapınak gibi görüyordum.
Ölmek bir şey değil, zamanında ölmek gerekir.
Hayal gücümle kanatlanıp uçtuğumda, asıl yakalamak istediğim şey gerçeklikti.
Hayal gücümle kanatlanıp uçtuğumda, asıl yakalamak istediğim şey gerçeklikti.
“…hiçbir şeyin belli bir neden olmadan var olmadığına ve en yüksektekinden en alttakine kadar herkesin evrende, kendisine verilmiş bir yeri olduğuna inandığım zaman, kendi varlık nedenimin ortadan kaybolduğunu ve yumuşacık bir varlık olduğumu anladım ve bu düzenli dünyadaki münasebetsiz var oluşumdan utanç duydum.”
Uykuya dalarken, uykuda ölen insanlar olduğunu hiç düşünmedin mi? Dişlerini fırçalarken, işte tamam, bu son günüm demedin mi hiç? Çok süratle, hem de çok süratle hareket etmek gerektiğini, çünkü zamanın kalmadığını hiç hissetmedin mi?
Uykuya dalarken, uykuda ölen insanlar olduğunu hiç düşünmedin mi ? Dişlerini fırçalarken, işte tamam, bu son günüm demedin mi hiç ? Çok süratle, hem de çok süratle hareket etmek gerektiğini, çünkü zamanın kalmadığını hiç hissetmedin mi ?
En kötüyü, en iyinin koşulu diye görüyordum.
Kayıp geçin, ölümlüler, sıkı basmayın
Kısacası, ne bütünüyle kandırabiliyordum kendimi, ne de bütünüyle yanlış yoldan çevirebiliyordum.Arada sallanıp duruyordum.
İnanç, derin olduğu zaman bile tam değildir. Onu her zaman desteklemek ya da en azından, tahrip etmekten kaçınmak gerekir.
Çocukları ve hayvanları çok fazla sevmek,onları insanlara karşı sevmek demektir.
İnsan ırkının tümünü hayvansallıktan sıyırmak için yalnızca iki koşul gerekliydi ve bu koşulların biri, ölmüş din adamlarının kutsal eşyalarının gözetim altındaki yerlerde tutulması; ikincisi de bu işe devam etmek ve müstakbel kutsal eşyalar üretmesi için en azından bir canlı din adamının kalmasıydı.
“Tanrı’ya ihtiyacım vardı ve onu verdiler bana ve ben, onu aradığımı kavrayamadan aldım; yüreğimde kök salamadığı için, bir süre bitkisel hayat yaşadı içimde ve sonra öldü.”
Hayat ne denli saçmaysa, ölüm o denli az tahammül edilebilirdir.
Hakikat ve Mitos aynı şeydi ve derinden duymak için tutkulu olma rolü yapmak gerekiyordu ve insanız bir törensel varlıktı yalnızca.
uykuya dalarken, uykuda ölen insanlar olduğunu hiç düşünmedin mi? dişlerini fırçalarken, işte tamam, bu son günüm demedin mi hiç? çok süratle, hem de çok süratle hareket etmek gerektiğini, çünkü zamanın kalmadığını hiç hissetmedin mi? ölümsüz mü sanıyorsun kendini!
Her zaman, evrenden çok kendimi suçlu bulmayı tercih ediyordum; ama iyi huyluluktan ötürü değil, her zaman kendi kendimin efendisi olmak için.
Kanlı gerdekten sonra, geceleri yaşanan bayağılıklarla kesintilere uğrayan sonu gelmez bir fedakârlıklar dizisiydi bu hayat.
“Eğer insan ancak kendi karşıtıyla tanımlanıyorsa, ben, et ve kemik olarak tanımlanamazdım ve eğer sevgi ile nefret aynı madalyonun iki yüzüyse ben hiçbir şeyi ve hiç kimseyi sevmiyordum.”
‘’Uykuya dalarken uykuda ölen insanlar olduğunu hiç düşünmedin mi? Dişlerini fırçalarken, işte tamam, bu son günüm demedin mi hiç? Çok süratle, hem de çok süratle hareket etmen gerektiğini, çünkü zamanın kalmadığını hiç hissetmedin mi? Ölümsüz mü sanıyorsun kendini!’’
…kulaklarımın çevresinde sallandıkları zaman, uzun lülelerim annemin açık seçik çirkinliğimi yadsımasına yardım ediyorlardı. Oysa, çok önceden, sağ gözüm karanlıklara karışmaktaydı. Gerçeği olduğu gibi görmesi gerekiyordu
annemin. Büyükbabam da iyice şaşkına dönmüştü: sokağa çıkarken eline küçük harikasını vermişlerdi, o ise bir kurbağa getirmişti geriye: gelecekteki kendinden geçişleri temelinden yıkmaktı bu.
annemin. Büyükbabam da iyice şaşkına dönmüştü: sokağa çıkarken eline küçük harikasını vermişlerdi, o ise bir kurbağa getirmişti geriye: gelecekteki kendinden geçişleri temelinden yıkmaktı bu.
Benim yazgım, her an belli kişiler arasında, yeryüzünün belli bir yerinde bulunmak ve kendimi orada gereksiz olarak görmekti; bütün öteki yerlerdeki bütün öteki insanlara su gibi, ekmek gibi, hava gibi gerekli olmayı istedim.
Kitaplıkta dolaşmaya bıraktılar beni, ben de insan bilgeliğine saldırdım. İşte beni ben yapan şey.
Yaşamıma, tıpkı bitireceğim gibi başladım: kitaplar arasında.
Güzelsin diyorlar bana ve buna inanıyorum. Bir süredir, sağ gözümde beni tek gözlü ve şaşı kılacak bir leke var, ama daha pek bir şey belli değil. Annemin renkli kalemlerle boyadığı yüzlerce fotoğrafım çekilmekte. Bunlardan birinde pembe, sarışın, kıvır kıvır saçlıyım, yanaklarım yuvarlacık, bakışlarımda yerleşik düzene karşı ince bir saygı var; ağız ikiyüzlü bir büyülenme ile şişkin: değerimi biliyorum.
…sevdi mi, kucağına aldı mı beni, bugün böceklerin yiyip bitirdiği ışıklı gözlerini oğluna çevirdi mi, hiç kimsede anısı yok şimdi bunların: yitip gitmiş sevda acıları bunlar. Bir gölge, bir bakış bile değil bu baba: o ve ben, bir süre, aynı toprağa bastık, hepsi bu. Bir ölünün oğlundan çok, mucizenin çocuğu olduğum kanısı verildi bana. Hiç kuşkusuz, buradan geliyor o inanılmaz hafifliğim. Bir baş değilim, olmaya da özenmiyorum.
Ne kaygılarını, ne de umutlarını paylaşıyordum: yabani otlar bile boy atıyordu; demekki kötü olmaktan kurtulmaksızın büyüyebilirdi insan.
Evreni suçlamaktansa kendimi suçlamayı yeğ tuttum hep; saflıktan değil: her şeyin yalnızca kendimden geldiğine inanmak için.
Uykuya dalarken, uykuda ölen insanlar olduğunu hiç düşünmedin mi?
Dişlerini fırçalarken, işte tam, bu son günüm demedin mi hiç?
Çok süratle, hem de çok süratle hareket etmek gerektiğini, çünkü zamanın kalmadığını hiç hissetmedin mi?
Dişlerini fırçalarken, işte tam, bu son günüm demedin mi hiç?
Çok süratle, hem de çok süratle hareket etmek gerektiğini, çünkü zamanın kalmadığını hiç hissetmedin mi?
Yazmak için yazıyordum. Buna pişman değilim: okunmuş olsaydım, hoşa gitmeye uğraşcak, yeniden şaşırtıcı olacaktım .Gizli kalmakla sahici oldum.
Ailem bir süre bu yanılsama içinde tutmuştu beni; özlemle beklenen, büyükbabam için, annem için vazgeçilmez bir Tanrı vergisi olduğum yinelenmişti bana: artık buna inanmıyordum ama, içimde, insanın eğer özellikle bir bekleyişi sona erdirmek için dünyaya gelmediyse, fazladan doğduğu duygusunu saklamıştım. O zamanlar, gururum ve yüzüstü bırakılmışlığım öyleydi ki, ya ölmeyi ya da bütün dünya için gerekli biri olmayı istiyordum.
Kendinizi hoş tutarsanız öbür hoş tutucular da sizi seveceklerdir, zarar verirseniz bir komşunuza öbür komşular gülecektir, ama kendi ruhunuza eziyet ederseniz bütün öbür ruhlar çığlığı basacaktır.
Ve sonunda okuyucu anlamıştır ki, çocukluğumdan ve ondan doğan her şeyden tiksiniyorum: büyükbabamın sesini, beni uykudan sıçratarak uyandıran ve yazı masama koşturan bu sesi, eğer o kendi sesim olmasaydı, eğer sekiz ile on yaşlarım arasında, alçakgönüllüce üstlendiğim o sözümona buyurucu «vesayet»i büyüklenerek üstüme almış olmasaydım, dinlemeyecektim.
..bugün bile, kötümser anlarımda, bu kadar gün ve geceyi harcayışımın, bu kadar kağıdı mürekkeple dolduruşumun, hiç kimsenin beklemediği bu kadar kitabı ortaya sürüşümün, yalnızca büyükbabamın hoşuna gitme umuduyla olup olmadığın ı sorarım kendi kendime.Eğer öyleyse, pek gülünç bir şey bu: elli şu kadar yaşımda, öleli epey zaman geçmiş bir adamın isteklerini yerine getirmek üzere, kendisinin hiç şüphesiz yadsıyacağı bir işe girişmiş oluyorum