İçeriğe geç

Söz Meclisten İçeri… Kitap Alıntıları – Uğur Mumcu

Uğur Mumcu kitaplarından Söz Meclisten İçeri… kitap alıntıları sizlerle…

Söz Meclisten İçeri… Kitap Alıntıları

Geçmişi yeniden yaşamak istemiyorsak, bu geçmişi, çok iyi tanımak ve değerlendirmek zorundayız.
lt;Manevi şahsiyet gt; devlet ile hükümet, hükümet ile parlamentoların içiçe ve özdeş olduğu lt;tek parti gt; yönetimlerine özgü koruyucu bir kalkandır. Çoğulcu demokrasilerde siyasal kadroları bu tür metafizik kavramlarla korumak artık yersizdir. Parlamenterleri, bakanları, hükümet üyelerini koruyucu ceza yaptırımları var olduğuna göre, ayrıca bir lt;manevi şahsiyet gt; kavramı yaratmanın demokratik eleştiri ortamını kısıtladığı, artık bunca deneyden sonra kabul edilmelidir.
Demokrasiyi savunmak, özetle lt;özgürlüğü savunmak gt; demektir. Toplumun her türlü açık olması, her türlü sorununun açıkça ve özgürce tartışılması demektir. Sosyal sınıf ve tabakaları, siyasal parti, sendika ve dernek olarak örgütlenmeleri demektir. Yöneticilerin, özgürce eleştirilmeleri, iktidar çarkının, bu özgür ortam içinde, genel oyla el değiştirmesi demektir.
Ben diyorum ki, lt; lt;tartışalım gt; gt;, bütün konuları tartışalım. Tartışmaya, bu tartışma uygarca olduğu sürece, hiçbir sınır, hiçbir yasak getirilmemeli; getirilmemeli ki, bu insanlık mirasından, özgürce ve eşitçe yararlanalım!
Yirminci yüzyıl akıl çağıdır. Yirminci yüzyılda her konu, özgürce ve serbestçe tartışılmalıdır. İlk Yunan uygarlığından, İslam kültürüne, İslam kültüründen, Hristiyan uygarlığına, buradan, burjuva devrimlerine, sosyalist kültüre kadar, insanlığın sahip olduğu bütün düşünce mirası , yirminci yüzyılın insanına açık olmalıdır. Özgür insanlık, yüzyılların biriktirdiği bu görkemli mirası, yirminci yüzyılın insanına cömertçe açmalıdır.
Tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır.
Kurtuluş Savaşı’nı kazanan bu meclis üyeleri – birkaç olay dışında – birbirlerine hiç sövmüyorlar , en ağır suçlamalar bile uygarca yapılabiliyordu.
Sövgüde bile zekaları o kullanmayanlar, neye yararlar? Kim bu azınlık? Burjuva desen değil ; burjuvalarda, bir burjuva terbiyesi, bir burjuva ahlaki var. Burjuva kültürü, zekası var; işçi sınıfı desen değil, işçi sınıfında sosyalist kültür var, ahlak var, incelik var.
Bir hükumet düşünün ki, hırsızdır. Soyuyor memleketi. Meb’ussunuz, biliyorsunuz. Gelmişsiniz bu kürsüye, arkadaşlar diyorsunuz, böyle bir hükumet bir saniye başta tutulmamalidir.
«Küfür yerine fikir» diyeceğim ama adamda «fikir» yoksa ne yapsın? «Fikir suçu sanığı» olmaya «aile terbiyesi» izin vermiyor!
Evet ,evet :
—Vermeyince mabut, ne yapsın Mahmut?
1960 sonrası kavgaların birçoğunu gözümle gördüm. Hele bir tanesinde kavga yerine çok yakındım. Şimdi rahmetli olan bir Kars milletvekili ,koridorda, kendisine tabanca çekmeye çalışan bir milletvekilini, bir tokatla yere yıktıktan sonra, milletvekilinin çekmeye fırsat bulamadığı tabancayı «ben onu alırım da sokarım» diyerek elinden alıyor ve bu sözlerini yerine getirmek için tabancanın namlusunu altına aldığı milletvekilinin makat kısmına batırmaya çalışıyordu!
Aklıma geldikçe güldüğüm olaylardan biri de budur.
Anımsadıkça bugün bile güldüğüm bir kavgayı size de anlatayım :
Bir gün, Millet Meclisi’nde dakikalarca süren bir kavga çıkmış, bazı milletvekilleri, kürsünün önünde kapışmışlardı. Kimin, kime vurduğu belli değildi. Kavgaya katılarak hem yasama görevini yerine getirmek, hem de parti dayanışmasını kanıtlamak isteyen bir değerll milletvekili sıraların üstüne çıkıp, «Berlin Panteri Turgay» gibi, kavga eden gruba doğru uçarken «mecburi iniş» yapmak zorunda kalmış ve kavga eden grup yerine sıraların birinin üstüne düşmüştü!
Havada infilak eden bir savaş uçağı gibi, hedefin gerisine düşen bu tombulca milletvekill, oh’layarak, puf’layarak yerinden kalkmış ve kavga yerinden uzaklaşmıştı.
Dost acı söyler: Demokrasiye sahip olmak, en az ,demokrasiye lâyık olmak kadar güç bir iştir!
Bir Siirt milletvekili, önce «ortanın solunda», sonra «ortanın sağında» ,sonra yine «ortanın solunda» ,sonra yine «ortanın ortasında» ve sonra yine «ortanın solunda» bir partiye koşup,gelmiştir.
Diyeceksiniz ki :
—Şeref nerede?
Şeref mi? Şeref yalnızca bir eski futbolcunun adıdır, ne olacak başka!
«Herife şirket kurduruyorlar. Teşvik belgeleri,yağıyor, bir de işyerleri var,işleri buradan takip ediliyor,Allah ne verdiyse..
Sonra da vatan,millet. »
Çok partili hayatımız ,düşünce yasakları ile birlikte bu bayağı sövgülerle «çok sövgülü hayat» oldu ; parlamento duvarları istasyon helâlarına döndü.
Döndü, döndü ama bizler bunlardan bir türlü ders almasını bilemedik !..
Sövgülerdeki terminolojiyi siyasal dönemlere göre değerlendirirseniz, şu sonuç çıkıyor: Zaman ilerledikçe, demokrasi kök saldıkça, uygarlık ilerledikçe, nedense bizlerdeki sövgülerin ağırlığı da artıyor. Çok partili hayat geliştikçe, sövgüler de çoğalıyor. Son dönemin bir özelliği de şu oluyor: «ideolojik» kavramlar, «zoolojik» kavramlarla eşdeğerde kullanılıyor. «Komünistlik, faşistlik, eşşekoğlueşşeklik, hayvanoğlu hayvanlık vs.» gibi. Hukuksal deyiş ile lt;sinkaf», ve bununla beraber alçaltıcı anlamda kullanılan cinsel sözler de siyasal terminolojiye giriyor. Ve böylece siyasal edebiyatımız iyice renkleniyor.
Bu tartışmalar sırasında, yaşını başını almış bir üye, Millet Meclisi başkanına şöyle sesleniyor:
—Kaka yaptın. Dün bir, bugün iki. Haram olsun sana, yazıklar olsun sana.. (M. Meclisi, b: 84, 29.12.1977, o: 1, s: 68)
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
—Şimdi, bir Fransız ihtilâlcisi der ki, biraz yüksekte bulunmanız bir marangoz hatasıdır (M. Meclisi, b: 147, 25.7.1967, o: 1, s: 614)
Aynı yüce çatı altında bir başka gün, bir başka soylu tartışma:
Bir okumuş, öteki okumuşa bağırıyor:
—Kümese kaçarsın ancak, kümese, kümes hayvanı
Üstü kapalı biçimde «tavukluk, horozluk, tavşanlık» ile suçlanan sayın üye yerinden horozlanıyor
—Ne konuşuyorsun oradan hayvan herif, terbiyesizlik etme, biz dinliyoruz burada..
Kümes benzetmesinin sahibi düşüncesinde direniyor:
—Kümese gir, kümese
—Sen gir kümese hayvan herif.. (C. Senatosu, b: 15, 10.1.1978, o: 1, s: 569)
Ve yanıt :
—Hayvanların en namussuzusun
Bir bayan üye, kendisine söz atan bir üyeye yüce çatı altından şöyle karşılık veriyor:
—Sen kendi karına sahip ol..
Üye susmuyor:
—Sen benim karımı ağzına almak için, onun kadar terbiyeli ol. Ben seni başka yerden de tanıyorum.. (M. Meclisi, b: 27, 27.12.1978, o: 1, s: 135)
—100 kilo çamuru versinler, senden daha iyi adam yaparım
Bir başkası bu üyeden kopye çekiyor:
—Senin gibi adamı çamurdan yaparım, pis herif, terbiyesiz herif.. (M. Meclisi, b: 60, 22.2.1979, o: 1, s: 665-66)
Bir Üye:
—Beğendin mi yaptığını orospu çocuğu? Bir başka üye:
—Orospu çocuğu sensin Üyeler arasında «kim dedi orospu çocuğu» sesleri, gürültüler, üyeden açık itiraf:
—Ben dedim, ne olacak?
Yanıt :
—Orospu çocuğu sensin (M. Meclisi, b: 115, 24.2.1978, o: 2, s: 76) Tartışmalar hep bu düzeyde devam ediyor. Kürsüde konuşan bir üyeye aşağıdan yapılan sataşmalar şöyle:
—Yuh aşşağılık herif
—Yuh ulan yuh, satılmış, pezevenk, sahtekar (M. Meclisi, b: 152, 311.5.1978, o: 1, s: 152)
—Sus be eşşekoğlueşşek (aynı oturum, s:154)
Bir üye kürsüde konuşurken kendisine ayrılan süreyi dolduruyor, bunun üzerine karşıt partiden bir üye «sayın başkan zamanı doldu» diye sesleniyor.
Kürsüdeki üyenin yanıtı şöyle:
—Acıttı mı cicim?. (Millet Meclisi, Tutanak Dergisi, b: 42, 31.1.1979, o: 1, s: 751)
«Acıttı mı cicim» yanıtını veren milletvekiline karşıt partiden seslenişler de ilginç :
—Deliyi kürsüden indirin sayın başkan
—Bunu bara gönderin, meyhaneye gönderin
Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler ;
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus dediler
Künyeni almak için, partiye ettim telefon,
«Bizdeki kayda göre, şimdi o meb’us» dediler.
Millet egemenliği sadece azınlığın çoğunluğun boyunduruğuna girmesi demektir.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Ben diyorum ki, «tartışalım», bütün konuları tartışalım. Tartışmaya, bu tartışma uygarca olduğu sürece, hiçbir sınır, hiçbir yasak, getirilmemeli ; getirilmemeli ki, bu insanlık mirasından, özgürce ve eşitçe yararlanalım.
«Parlamentolar toplumların aynaları» sözü bir bakıma da yanlıştır. Yanlıştır, çünkü, seçim sistemleri ve ülkenin yapısal özellikleri, halkı, parlamento aynasında olduğu gibi yansıtmaz. Bu aynada, çoğu kez birbirlerine benzer görüntüler, başka başka «makyajlarla» yansıtılır. Örneğin bir seçim sistemin den bir başka seçim sistemine göre bu «ayna» birbirlerinden farklı, değişik görüntüleri verir.
Küfür yerine fikir diyeceğim ama adamda fikir yoksa ne yapsın? Fikir suçu sanığı olmaya aile terbiyesi izin vermiyor!
Evet, evet:
– Vermeyince mabut, ne yapsın Mahmut?
Küfür özgürlüğünün başladığı yerde de fikir özgürlüğü son bulur.
Demokrasiden yana olmak, özgürlükten yana olmak demektir. Özgürlükten yana olmak da her türlü düşüncenin konuşulmasına izin vermek, bu yolda çabalamak demektir.
Beyaz ayı Lenin ne demek? Lenin esmer sarışın değil, sonra iriyarı değil, kısa boylu ne anlamı var beyaz ayı Lenin demenin?.. Sonra efendim, Marks, sakallı olmayıp da köse olsaydı, diyalektik materyalizm başka türlü mü olurdu? Mao’nun piçleri ne demekti? Uzun yürüyüşte Mao’nun bir çapkınlığı mı olmuştu? Yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın derken çiçeklerden birini alıp, koklamış mıydı? Vallahi bilemiyorduk. (TBMM’de Beyaz ayı Lenin , Sakallı Marks ve Mao’nun piçleri sözleri üzerine.)
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Karga sözcüğüne yalnızca -şa ekleyin ne olur? Kargaşa! Kargaşa’nın frenkçesi nedir? Anarşi! Demek ki, kargalarla anarşi arasında en azından etimolojik bir ilgi bulunmaktadır
Sövgü konusunda gün geçtikçe gelişiyoruz. Aman nazar değmesin!
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Sövgü konusunda, gerek sövgünün çeşitliliği, gerekse özel ağırlığı açısından, çok partili hayatın içinde zamanla aşamalar kaydedilmiştir.
Ne kadar övünsek azdır!
Vallahi bu senin kanın bozuk sataşması üzerine bu kadar tartışmanın bir anlamı var mıydı, bilemiyorum. Kanı bozuktur suçlaması ile karşılaşan üye, kalkar kan grubunu açıklar, tartışma da böyle kapanırdı, ne var sinirlenecek?
Zaman ilerledikçe, demokrasi kök saldıkça, uygarlık ilerledikçe, nedense bizlerdeki sövgülerin ağırlığı da artıyor. Çok partili hayat geliştikçe, sövgüler de çoğalıyor.
Sayın üye söverken, görüldüğü üzere önce laiklik ilkesine aykırı davranıyor; işe Allah belânı versin diye Allah’ı karıştırıyor. Bir de ideolojik renk buluyor: Yeşil
– Yeşil komünist
Böylece komünistler, kızıl ve yeşil olmak üzere ikiye ayrılıyorlar. Ya komünistliğin, başka renkleri de varsa? Örneğin sarı komünist, kahverengi komünist, vişne çürüğü komünist, çağla yeşili komünist, eflâtun komünist, siyah komünist, beyaz komünist oluyorsa, işin içinden çıkmak zorlaşacak
Şimdi, bir Fransız ihtilâlcisi der ki, biraz yüksekte bulunmanız bir marangoz hatasıdır
Peki, bir hükümet, bir siyasal partiyi nasıl olurdu da Oynaş a benzetmekteydi?
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Bir üye:
– Beğendin mi yaptığını o ç ?
Bir başka üye:
– O ç . sensin
Üyeler arasında kim dedi o ç sesleri, gürültüler, üyeden açık itiraf:
– Ben dedim ne olacak.
Görülüyor ki, geçmiş dönemlerde, tek partili dönemlerde bile parlamento ve yoz meb’us kavramı toplumsal eleştiriye, yergiye konu olmuştur. Hemen kabul etmek gerekir ki, bu kadar acımasızca alaya alınan meb’us hiçbir zaman karşıt parti üyesine puşt dememiş, hasiktir ulan orospu çocuğu diye bağırmamış, teres dememiş, pezevenk dememiş, meb’us pazarlarında açık artırmaya çıkmamıştır!
Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler,
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus dediler
Künyeni almak için, partiye ettim telefon,
Bizdeki kayda göre, şimdi o meb’us dediler.

Neyzen Tevfik

Parlamento içinde boy veren ayrık otları, dün eleştirilmez, manevi şahsiyet adıyla bilinen ceza yaptırımı var! Bugün eleştirilmez, aman zamanı mıdır? diye düşünülür. Peki bunlar, ne zaman ve nasıl eleştirilecek?
Çok partili yaşama adımımızı atarken, demokrasiyi oluşturan bu süreci göz ardı ettik ve siyaset sahnesini, burjuvazinin siyasal kadroları ile emekçi sınıf ve tabakaların temsilcilerinden yoksun bıraktık. Bu iki ana sınıfın kurmadığı, geliştirmediği, sahip çıkmadığı demokrasi, birbirlerine benzer partilerin kör dövüşü ile yozlaştıkça, yozlaştı ve böylece bunalımdan, bunalıma sürüklendi.
İşçi sınıfı bilincinden yoksun lümpen proleterya gibi, burjuvazinin sınıf bilinci ve düzeyi dışında burjuva lümpenleri de bulunmaktadır.
Demokrasiyi savunmak, özetle özgürlüğü savunmak demektir. Toplumun her türlü düşünceye açık olması, her türlü sorunun açıkça ve özgürce tartışılması demektir. Sosyal sınıf ve tabakaların, siyasal parti, sendika ve dernek olarak örgütlenmeleri demektir. Yöneticilerin, özgürce eleştirilmeleri, iktidar çarkının, bu özgür ortam içinde, genel oyla el değiştirmesi demektir.
Bu insanların tutum ve davranışları, hukukta artık metafizik diyebileceğimiz genel kavramların dokunulmazlık alanlarına sokulursa, hiçbir siyasal gerçek olduğu gibi tartışılamaz.
Bir seçim sisteminden bir başka seçim sistemine değişik sonuçlar veren oylama biçimi bir milli irade midir, yoksa yalnızca seçim sistemlerine göre belirlenmiş yöntemlerle elde edilen çoğunluk iradesi mi?
Paslı aynalar, çirkin yüzleri daha da çirkinleştirir.
Parlamentonun milletin aynası olması, toplumdaki bütün sınıf ve tabakaların bu aynaya özgürce bakabilmelerine bağlı değil midir?
Unutmayalım, bu aynaları yapanlar da, bu aynalara bakanlar da bizleriz.
Çok partili hayatımız, düşünce yasakları ile birlikte bu bayağı sövgülerle lt;çok sövgülü hayat gt;oldu; parlamento duvarları istasyon helalarına döndü.
Döndü, döndü ama bizler bunlardan bir türlü ders almayı bilemedik!..
Acıdır arkadaşlar, hırsızlıkla iktidarda kalmak için millet iradesi ile oynamak itiyadından hükümet ve partisi ne zaman vazgeçecektir?
Kime sorduysam seni, doğru cevap vermediler ;
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus.. dediler..
Künyeni almak için, partiye ettim telefon
Bizdeki kayda göre, şimdi o meb’us dediler.
Şu sövgülü tutanaklardan, şu tutanakları utandıran söz lerden kısa bir özet yapsak, elimize şöyle bir sövgü demeti geçer:
-Yuh, puşt, çüşş, hoşt, acıttı mı cicim, acıttı mı? Eşşekoğlueşşek, köpekoğluköpek, sahtekaroğlusahtekar, pezevenk, teres, it, o çocuğu, avradını s , has o.. çocuğu, haysiyetsiz, namussuz, şerefsiz, katil, hırsız, ahtapot, hayvan, ağzına s , bir bok yiyemezsin, utanmaz herif, sapık, pasif yönden sapık, terbiyesiz, serseri herif, rezil herif, kelek, zırlama kabak
Ben diyorum ki, tartışalım, bütün konuları tartışalım. Tartışmaya, bu tartışma uygarca olduğu sürece, hiçbir sınır, hiçbir yasak getirilmemesi ;getirilmemeli ki, bu insanlık mirasından, özgürce ve eşitçe yararlanalım!
Tarihin belliği, kimimizin vicdanından daha güçlü , unutmuyor, unutturmuyor.
Bügün, zulmün siz mağduru olmasanız bile bu zulmün zihniyeti devam ederse yarın sıra size gelir.
Demokrasiye sahip olmak, en az, demokrasiye lâyık olmak kadar güç bir iştir!
Bir de sövgü yerine tarımsal terminolojiyi seçenler var.
Ahlaksız herif, yazık sana, yazık gibi dalaşmalar sırasında, bir zamanlar Tarım Bakanlığı yapmış bulunan bir üyeye başka bir üye sesleniyor:
-Otur yerine Meksika buğdayı.
Tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır.
İngiliz parlamentosunda bir üye:
— Bu parlamentonun yarısı namussuzdur.
Bu söz üzerine ortalık karışıyor, üye sözünü geri alıyor:
— Parlamentonun yarısı namussuz değildir.
Lady Astor, kürsüde konuşan Churchill’e kızmış, söz atıyor:
-Eğer kocam olsaydınız, kahvenize zehir katardım.
Churchill’den korkunç bir zeka gösterisi ile yanıt hemen geliyor:
-Madam, kocanız olsaydım, bu zehri hemen içerdim.
Demokrasiye sahip olmak, en az, demokrasiye layık olmak kadar güç bir iştir!
Çok partili hayata adımımızı attığımızda Başbakan Recep Paker’in, Adnan Menderes ve arkadaşları için kullandığı psikopat sözünün yarattığı tepkiden sonra 1970’li, 80’li yıllardaki o çocuğu lu, sinkaf lı, pezevenk li, acıttı mı cicim li, başını mı tuttun lu, eşşekoğlu eşşek li, köpekoğlu köpek li sövgülere kadar uzanan gelişme çizgisi hiç de azgelişmiş değildir.
Sövgü konusunda gün geçtikçe gelişiyoruz. Aman nazar değmesin!
Bir karşılaştırma olsun diye önce ilk Büyük Millet Meclisi’nin en duyarlı tartışmalarını kapsayan tutanaklarını okudum. TBMM’nin yeni yayınlanan bu gizli tutanaklar ı, İlk Meclis’teki en sert tartışmaların karşılıklı saygı içinde geçtiğini gösteriyor. Kurtuluş Savaşı’nı kazanan bu meclis üyeleri -birkaç olay dışında- birbirlerine hiç sövmüyorlar, en ağır suçlamalar bile uygarca yapılabiliyor.
Bir de sövgü yerine tarımsal terminolojiyi seçenler var.
Ahlaksız herif, yazık sana, yazık gibi dalaşmalar sırasında, bir zamanlar Tarım Bakanlığı yapmış bulunan bir üyeye başka bir üye sesleniyor:
-Otur yerine Meksika buğdayı.
Bir başka gün köpek konusunda ilginç tartışmalar yaşanmıştı. Özetleyelim:
Bir üye kürsüde konuşan milletvekiline sataşıyor:
-Sen kendi suratına bak, köpeğe benziyorsun, köpek
Kürsüdeki yanıt veriyor:
-İade ediyorum o köpek lafını. Baktığım zaman benziyorsunuz, isminizi bilmiyorum.
Bir üye kürsüde milliyetçilik diye söze başlıyor, aşağıdan bir ses:
-Irkçılık, davarizm, ırkçılık İnsanlarda ırk olmaz, atlarda olur.
Ve aynı gün, aynı konuda Yüce Senato şöyle savunuluyor:
-Burası zooloji enstitüsü değil.
Soyadı Bozkurt olan bir üye sataşma üzerine şunları söyleyip, meydan okuyor:
-Benim soyadım Bozkurt, öyle bir kişi, iki kişi üstüme gelmesin, en az kırk kişinin gelmesi lazım
Yalan söylüyorsun diyen üyeye bir başka üye sesleniyor:
-100 kilo çamuru versinler, senden daha iyi adam yaparım.
Çirkinliğin kendisi, çirkinliğin sahiplerinden, bir ölçüde, daha önemlidir.
Neyzen Tevfik, demokrasi anlayışını bakın nasıl alaya alıyor:
Kim demiş bizde demokrat irade yoktur,
Ne demek, olmazsa elbet dışarıdan alırız.
Sırr edip karne usulüyle o gümrük malını
Kara borsaya verir, biz bize kalırız
Neyzen, yoz mebus tipini şu acımasız dizelerle dile getirmektedir:

Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler;
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus.. dediler.
Künyeni almak için, partiye ettim telefon,
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir