Recep İhsan Eliaçık kitaplarından Sosyal İslam kitap alıntıları sizlerle…
Sosyal İslam Kitap Alıntıları
Adalete “iman etmeyenler” zulmün kökünü kazıyamaz, kendileri zalime dönüşür, tiran, tağut ve Firavun olurlar.
Devletin mantığı ‘güç’, dinin mantığı ‘hak’ üzerinden işler.
Dikkat ediniz! Öksüzü korumayanlara, yoksul ile beraber olmayanlara (doyurmaya teşvik etmeyenlere), yedikçe yiyenlere, malı çok sevenlere, yığdıkça daha çık sevenlere “Hayır!” diyerek başladı bu Kitap.
Demek ki din günü bütün yolsuzlukların hesabının sorulacağı gündür. O gün çalınan, çırpılan, zimmete geçirilen, cebe indirilen, eşe dosta peşkeş çekilen her zerrenin hesabı sorulacaktır.
Din günü “yolsuzluklar” ile ilgilidir.
Demek ki din günü ..”eşitlik” ile ilgilidir.
Her kim insanlar üzerinde bilgi, iktidar ve servet tekeli (kenz) oluşturup, bunları halkla paylaşmaz, kendi hegemonyası için kullanmaya kalkarsa zamanın ahbârı ve ruhbanı o olur.
Gelip geçici bir zevklenmeden ibaret dünya malı elimize geçtiğinde şımarmamalı, geçmediğinde kederlenmemeliyiz.
Bir memuriyetin ifası olarak yerine getirilen ritüeller dindarın dinini daraltır. Hz. Süleyman’ın bastonu gibi yapar, yıkılması için bir dokunuş yeter.
Demek ki her namazın aslında namazdan sonra, her haccin aslinda hacdan döndükten sonra, her ramazanın da ramazandan sonra başladığını görmemiz gerekiyor.
İslam’dan da bir örnek verelim. Peygamberimiz namazdan sonra cemaate döner ve bir derdi olan var mı yok mu sorardi. Derdi olan söyler, olan olmayana verir, bölüşülür, paylaşılır, kaynaşılırdı Bu gelenek devam ederek Emeviler dönemine gelindi. İmamlar sünneti sürdürerek cemaate sormaya devam edince şikâyetler yükselmeye başladı. Bundan rahatsız olan Emevi şark kurnazlığı çareyi şöyle buldu. Dediler ki imamın cemaate dönünce zikir yaptırması sünnettir. Peygamberimiz buyurmuştur ki Her namaz dan sonra kim 33 kez Sübhaneallah, 33 kez Elhamdülillah, 33 kez Allahuekber derse
Ve cemaate dönen imam sustu, susuş o susuş, gidin bir camiye hala öyle.
Dinlerini ‘tapınak dini’ ve ‘zengin eğlencesi’ haline getirenler, başta oruç, iftar ve sahur olmak üzere İslam’ın özgün ritüllerini tahrif etmişlerdir. Artık Ramazan bir festival. İftar, zenginlerin davet ve şatafat gösterisi. Sahurun anlamı yok. Ramazan gelince din pazarı açılıyor. Ekranlar ramazan meddahlarından, kissacılardan, hurafecilerden geçilmez oluyor. Allah’ın bizim sırf aç kalmamızı istediğini, ondan ‘hoşnut olduğunu sanıyorlar. Sanki biz aç kaldıkça Allah’in egosu tatmin oluyor ve bundan büyük zevk duyarak Nasil da milyonlarca insan benim için aç kalıyor, en büyük benim! diye gökte tanrılığını kutluyor (!) Sirf bir ay aç kalmada maharet var sanıyorlar.
Kendi ellerimizle yonttuğumuz evlerin mobilyasına, arabaların içimiz
kaportasına ruku ile yaklaşır, onları başköşelere oturturuz. Şehrin tapınaklarına (AVM’ler) mabede gider gibi huşu içinde gideriz. Alışverişte aldıklarımızı eşyada ruh gören ilkel dinler gibi sever, oksarız. Bir tür modern animizmdir bizimki. Dünya malını çok sever, eşyaya tapınırız. Kendi ellerimizle yonttuklarımızdan haz alırız. Haz aldıkça da onun kölesi oluruz. Esaret bile değildir bizimki. Çünkü esaret bedende olur, asıl kölelik ruhtadır.
Ey okuyucu! Eline aldığın bu Kitab’ı ‘ Kerim’ gözle okursan derinliklerime girebilirsin! Aksi halde bardağı dışarıdan yalar ama suyumu içemezsin!
Kendi ellerimizle yonttuklarımıza tapmak ne demektir? Ali Şeriati put u şöyle tarif eder: Allah’a kendi koyduğun (yonttuğun) kurallarla ibadet edersen O’nu kendi putun yaparsın! Demek Allah bizim için put olabilir.
Allah’a nasıl ibadet edileceğinin kurallarını sen kendin koyduğun zaman Allah adında bir puta tapmış olursun. O, Kur’an’daki Allah olmaz.
Çünkü Allah ile diyaloğa girmiyorsun. Kuralları tek yanlı olarak sen koyuyorsun. Allah’i susan Tanrı yapıyorsun. Kuralları sen kendin koyuyorsun (yontuyorsun), sonra dönüp kendi kurallarınla O’na tapınıyorsun, işte bu puttur.
İnsanlar kendi elleriyle yontuklarını (saray, servet, köşk, bahçe, çiftlik, iktidar, güç, otorite vs.) yegâne amaç ve varlık gayesi haline getirince, bunlar üzerinden ve bunlara dayanarak sınıflaşma, tekelleşme, hiyerarşi ve hegemonya üretilmeye başlanınca ve her biri bir temâsil/heykel şeklinde ifade edilmeye başlanınca birer put oluyorlar.
Yani eşyanın, nesnelerin ve metaların kölesi haline geliyorlar. Daha fazla eşya, daha fazla meta, daha fazla tüketim, daha fazla yiyecek, daha fazla giyecek, daha fazla, daha fazla Bu ihtiras bir türlü bitmek bilmiyor. İhtiraslarının peşinden koştukça metalara köle oluyoruz, haberimiz yok.
Bedevi, çölde yaşayan köylü demek değildir. Bedevi, kendi iç dünyasında çöl hayatı yaşayandır.
Çöl, Arabistan’da değil; içimizdedir. Bedevinin içi çöldür, içi
Demek ki Günahın büyüğü küçüğü olmaz” sözü doğru değildir. Suçun ve günahın büyüğü olur ve Kur’an bu anlamda büyükler (kebair) demektedir.
büyük günah (kebaire’l-ism) sahiplenme (mülk) ile ilgilidir.
kişi emeğinden başka bir şeye sahip değildir. Bunu unutup örneğin çit çevirerek, emeği sömürerek vs. Allah’ın mülkünü ve insanların alınterini sahiplenmeye kalkışması büyük günah olmaktadır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Gözler kör olmaz, kalplerdir kör olan.
İlk neye hayır denmişse esas itiraz da onadir ve en önemli sorun olarak da o görülüyordur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Leh-ül mülk. Mülk Allah’ındır. Sadece bu söz kelam ayet her şeyi açıklıyordu.
Çalışanların yarısının asgari ücrete mahkum edilmesine, halkın %62’sinin kirada oturmasına, on üç milyonun yoksulluk sınırının altında olmasına, kırk bir milyonun kredi kartı kölesi haline getirilmesine, %90’ın borçlu dolaşmasına, bankalara her yıl elli beş-altmıs milyar dolar faiz ödenmesine; buna karsın zadegânın sekiz kat büyümesine, yirmi yedi olan dolar milyarderinin otuz dokuza çıkmasına, on iki bin ailenin servetine servet katmasına ekonomi mi diyorsunuz ?
Hz. Ali’nin uygulamasına bakınız:
Bahreynde bir grup (girişimci) Basrada İbn Abbas’a müracaat
ederek şöyle dediler: Bize toprak verin, işletelim. Vali bu isteği
bir mektupla Hz. Ali’ye bildirdi. Hz. Ali cevabi mektubunda Bu
toprak tüm Müslümanlarındır. Oradan elde edilecek menfaatler
konusunda hepiniz eşit haklara sahipsiniz. Eğer hepsi razı olursa,
o araziyi onlara ver. Ben ise sahip olmadığım bir şeyi başkasına
veremem.
Dikkat ediniz! Devletin başındaki halife ne kendini, ne de devleti
toprağın sahibi olarak görmüyor. Yeryüzünde dört mevsim
rızık ve rızık kaynakları (egvât) yarattı, isteyenler için eşitçe takdir
etti (Fussilet; 10) ayetini ete kemiğe büründürüyor.
Eşyaya bağlanan, güveni malda gören özgür olabilir mi?
Hiç şüphesiz insan çok cahil ve zâlimdir.
Ölmeden önce ölünüz! tasavvuf kültüründe çok işlenen bir tabirdir.
İbn Arabî (ö. 1240) Fütûhatü’l-Mekkiyye’de, ölmeden önce ölümü şu şekilde açıklar: Beyaz ölüm açlıkla, kırmızı ölüm nefsin hevâsına muhalefetle, yeşil ölüm yamalı hırka giymekle, siyah ölüm ise halkın eziyetlerine katlanmakla gerçekleştirilir.
Kimimiz kendi ellerimizle yonttuğumuz iktidara, devlete tapar. Öyle ki yönetirken ve emrederken şehvet hazzı tadarız. Yaptığımız devrimler, kurduğumuz düzenler, çıkardığımız kanunlar bize hegemonya hazzı tattırdığı için hem kimseyle paylaşmak istemez hem de sonuçta bunların insan için olduğunu, eskidiğini, zamanla değiştirilmesi gerektiğini söyleyenleri mahkum ederiz, asarız, öldürürüz.
Kur’an bir ülkenin açlık ve şiddetli yoksulluğa düşme sebebini şöyle açıklar: Bir ülke düşünün, halkı güven ve huzur içinde yaşıyor. Bolluk ve refah içinde yüzüyorlar. Derken Allah’ın nimetlerini inkar ediyorlar. Yaptıklarına karşılık Allah da onları açlık ve korkuyla tanıştırıyor. (Nahl; 16/112)
Tanrı’nın; palmiyeyi, muzu, leziz kulkas köklerini, ormanın bütün kuşlarını, denizin bütün balıklarını hepimiz sevinelim, mutlu olalım diye verdiğini bilmiyor. Diğerleri açlık ve yokluk çekerken, sadece birkaçımız yararlanalım diye vermediğini bilmiyor. Tanrı birisine fazla vermişse, o kişi meyveler elinde çürümesin diye ondan kardeşine vermelidir. Tanrı bütün insanlara ellerini uzatır. O, birinin diğerinden daha fazla şeye sahip olmasını istemez.
Tanrı’nın hükümranlığının süreceği zamanlarda Bir gün bu dünya artık dünya’ diye anılmayacak. O artık özgürlük diye anılacak. O gün insanları sömürenler ebedi karanlığa mahkûm olacaklar. Ve ağlayarak dişlerini gıcırdatanlar. Ve cennetin melekleri ta yukarılarda her zamankinden daha mavi ve daha parlak olan özgürlük yıldızına bakarak keyif içinde şarkı söyleyecekler. Çünkü orada barışın ve adaletin hükümranlığı sürecek. Çünkü orası ebedi ‘cennet’ olacak ve artık ölüm olmayacak
Demekki açlar ve yoksullar yeryüzünde Allah’ın yüzüdür.
Dindarı, dini ‘religion’ (Tapınak dini, ölüler dini, ruh dini, hayata indirgenmemiş din) olarak anladığı için iktidara geldiğinde namazı, orucu, hacı, kurbanı, başörtüsünü devlet eliyle uygulamaya hatta dayatmaya kalkar. İran, Taliban vs. bunun örneğidir.
Laiki de dini ‘religion’ olarak anladığı için iktidarı elinde tuttuğu sürece buna direnir ve devlet din kuralları ile yönetilemez der durur. Ritüelleri ‘din kuralları’ olarak anlar çünkü neredeyse herkes öyle görmektedir.
Oysa devlet söz konusu ise ‘din kuralları’ şunlar olmak icap eder: Hak, adalet, eşitlik, kardeşlik, özgürlük, dürüstlük, yetimi, yoksulu, işçiyi, emekçiyi, ‘alttakini’ korumak, mazlumun yanında olmak, zayıfı güçlüye ezdirmemek, faiz, emek sömürüsü, kamu imtiyazı gibi yollardan ‘kenz’ ve ‘temerküze’ (Mülk biriktirmeye ve mülkü tekelleştirmeye) izin vermemek, ülke kaynaklarını zenginler arasında dönüp dolanan bir tahakküm(baskı) aracı olmaktan çıkarmak, hakça dağıtmak, eşitçe bölüştürmek, ‘ortak iyiyi’ iktidar yapmak Velhasıl adam gibi bir ‘adalet devleti’ haline gelecek ilke, değer ve kurallar bütünü
Ali Şeriati put’u şöyle tarif eder: Allah’a kendi koyduğun (yonttuğun) kurallarla ibadet edersen, O’nu kendi putun yaparsın!
Bizim hakkımız olan şey sadece emeğimizdir (Necm;39). Kendi bedenimizin bile sahibi değiliz. Çünkü kendimizi yaratmak için hiçbir emek sarfetmiş değiliz. Ancak emek/alın teri (sa’y/kesb) dökerek elde ettiğimiz şey bizimdir.
Bu Kitap(Kuran), Üsttekilerin elinden çekip alınarak, tekrar ilk ortaya çıktığında olduğu gibi “alttakilerin sesi, soluğu ve çığlığı olarak yeniden okunmadıkça tuzu kuruların elinde dolanıp duran bir “ayin ritüeli” ve “tapınak kitabı” olmaya devam edecektir.
Rahiplik, zamanla profesyonel din adamları sınıfı manasında din istismarının adı olmuştur. Çünkü onlar gücünü sadece din adamı olmaktan ve insanların dinî umutlarını sömürmekten alır olmuşlardır. Yeryüzünde hak ve adaleti hâkim kılma, haksızlıklara karşı mücadele, yardımlaşma ve insanları yoksulluktan, mağduriyetten, mahrumiyetten ve zulümden kurtarma gibi asıl işleri bırakmışlar “ruhları kurtarmayı amaç edinmişlerdir. Böylece insanların ruhlarına nüfuz etmişler ve bu nüfuzu, krallara peşkeş çekmede kullanmışlardır. Böylece din, kitlelerin afyonu haline gelmiştir. Halkın bağrından çıkan (ümmi) nebi ise, Bizde ruhbânlık yoktur, cihat vardır, demişti.
Krala itaatin, Tanrı’nın emri olduğunu söyleyen ruhban, tahrifatın en büyüğünü yapmış, en büyük şirki işlemiş demektir.
Ben beyazım o zenci Ben Batılıyım o Doğulu Ben erkeğim o kadın.. Ben bilgiliyim o cahil Ben zenginim o yoksul Ben Türk’üm o Kürt Ben askerim o sivil Ben Sünniyim o Alevi vb. tüm durumlardan eşitsizlik çıkaran kıyaslamalar; büyüklük taslamaktan, kibirden, kendini üstün görmekten ve eşitsizliğe ve sınıf ayrımına dayanan bir zihinsel algıdan türemiştir ve Allah tarafından lanetlenmiştir.
Çalışanların yarısının asgari ücrete mahkum edilmesine, halkın %62’sinin kirada oturmasına, on üç milyonun yoksulluk sınırının altında olmasına, kırk bir milyonun kredi kartı kölesi haline getirilmesine, %90’ın borçlu dolaşmasına, bankalara her yıl elli beş-altmıs milyar dolar faiz ödenmesine; buna karsın zadegânın sekiz kat büyümesine, yirmi yedi olan dolar milyarderinin otuz dokuza çıkmasına, on iki bin ailenin servetine servet katmasına ekonomi mi diyorsunuz ?
Kur’an’da çok eşliliğin emredilmediğini, tavsiye de edilmediğini ve hatta ruhsat da verilmediğini söyledim, söylüyorum!
Yeryüzünde bir milyar aç varken, orucu zenginlerin iftar gösterişine çevirenler ibadet yapmış olmazlar.
Kim birisinin önünde sırf zengin olduğu için eğilirse dininin yarısı gider.
Beyhakî
İnsan için emeğinden başka hakkı yoktur !
Necm 39
Bugün Türkiye’de Diyanet’in temsil ettiği din bir Türk ‘religionu’dur. Dirilerle ilgili değil; ölülerle ilgilidir.
Yeri tapınak, kandil geceleri ve mezarlardır. Hayatın atardamarlarından akmaz. Mülkiyetle, kapitalizmle, bankalarla, faizle, sömürüyle, emperyalizmle ilgilenmez. Derdi doğrudan doğruya açlar ve yoksullar değil, açın ve yoksulun çiğnediği sakızın orucu bozup bozmayacağı, sahura saat kaçta kalkacağı vs ile ilgilidir.
Artık Ramazan bir festival
Iftar, zenginlerin davet ve şatafat gösterisi
Sahurun anlamı yok!
Ramazan gelince ‘din pazarı’ açılıyor. Ekranlar Ramazan meddahlarından, kıssacilardan, hurafecilerden geçilmez oluyor.
Çocukluğumdan beri cumaları hiç kaçırmam.
Dedem de namaz kılardı
Zekatımı hiç aksatmam, kırkta bir mutlaka veririm.
Cevremde hayırsever zengin olarak bilinirim.
Iyi de nasıl zengin oldun ?
Ihtiyacindan fazla mal sende ne geziyor ?
Yirmi yılda katlar, yatlar almışsın, araziler kapatmışsın, apartmanlar dikmişsin, hesabına hazineler yığmışsın, yanında çalıştırdığın işçiler hâlâ kirada?
Git, onları ver.
Onlar sana ”emek hırsızlığı ” yaptığın için geçti.
Kazandığından sana bir ”pay ” vardır, hakkin sadece odur.
Aksi halde deve iğne deliğinden geçerse sen de ”Göklerin Egemenliği ”ne (cennete) girersin, dedenin namazıyla veya ”elinin kiri ” kırkta birle övünerek değil!
Öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan tanıklık yapmayacaksın, annene babana saygılı olacak ve komşunu da kendin gibi seveceksin
Matta 18
Ey, televizyonda bir saat tadil-i erkân (abdest ve namazın kuralları) anlatıp mazmaza (suyu ağızda çalkalama), istinşak (burna su verme) anlatılarıyla, aynlar ğaynlar patlatanlar: Vay o namaz kılanların haline! ayetine nasıl muhatap olmayacağımızı anlatırken tek kelime ”yetimi koruma ” ve ”yoksulu doyurmaya teşvik ”ten bahsetmeksizin dilimizin yanını azı dişlerimize bastırıp yayarak nasıl ”azîîîm ” çıkaracağımızı kameranın zoomlamasıyla ağzını aça aça göstererek Mâun suresi tefsiri yaptığını sananlar..
Bu Kitap (Kur’an) ”Üsttekilerin ” elinden çekip alınarak, tekrar ilk ortaya çıktığında olduğu gibi ”alttakilerin ” sesi, soluğu ve çığlığı olarak yeniden okunmadıkça tuzu kuruların elinde dolanıp duran bir ”ayın ritüeli ” ve ”tapınak kitabi ” olmaya devam edecektir.
Yolsuzluk yapanların vay haline !
Onlar alacaklarının son kuruşuna kadar peşine düşerler. Ama iş vereceklerine gelince kıyısından kenarından nasıl çarpıp çırpacaklarını hesaplarlar. Onlar diriltileceklerini sanmıyorlar mı ? O büyük günde
Insanlar o gün Alemlerin Rabbi için ayağa kalkacak. Hayır! Yoldan çıkanların sicili tutuldu. Bilir misin sicil ne demek ? Orada her şey madde madde yazılmıştır. O gün yalan diyetlerin vay haline ! Onlar din gününe yalan diyenlerdir.
Mutaffifin 1-11
Sonra siz , ey sapkın inkârcılar! Mutlaka zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı onunla doyuracaksınız . Üstüne de kaynar su içeceksiniz. Doymak bilmez susuz develer gibi içeceksiniz. Işte bu din gününde onların ziyafetidir.
Vakıa 51-56
Sanki bin yıl yaşayacakmış gibisiniz.
Neye hayır (La) diyemiyorsanız o sizin ilâhınızdır.
Kur’an-ı Kerim Bu şu demek: Ey okuyucu! Eline aldığın bu Kitab-ı Kerim’i gözle okursan derinliklerime girebilirsin! Aksi halde bardağı dışardan yalar ama suyumu içemezsin!
Daha fazla eşya, daha fazla meta, daha fazla tüketim, daha fazla yiyecek, daha fazla giyecek, daha fazla, daha fazla Bu ihtiras bir türlü bitmek bilmiyor. İhtiraslarının peşinden koştukça metalara köle oluyoruz, haberimiz yok.
Kimmiş bedevi anladınız mı?
Bedevi, çölde yaşayan köylü demek değildir.
Bedevi, kendi iç dünyasında çöl hayatı yaşayandır.
Servet ile gözü kararan, para ile merhametsizleşen, içine düştüğü bu mal ve meta vahasından ötekini göremeyen; açın iniltisini, öksüzün ağlamasını, yoksulun çığlığını duymayan herkes çölde yaşayan bir Bedevidir
Çöl, Arabistan’da değil; içimizdedir.
Bedevinin içi çöldür, içi
Bizim hakkımız olan şey sadece emeğimizdir. (Necm; 39). Kendi bedenimizin bile sahibi değiliz. Çünkü kendimizi yaratmak için hiçbir emek sarfetmiş değiliz. Ancak emek/alınteri (sa’y/kesb) dökerek elde ettiğimiz şey bizimdir.
Gözler kör olmaz, kalplerdir kör olan.
HAYIR! Ne zaman ki can boğaza dayanır
Doktor yok mu? diye bağrışılır
Ayrılık vaktinin geldiği anlaşılır
El ayak birbirine dolanır
İşte o zaman kişi Rabb’ine gittiğini anlar.
Gel gör ki ne söze inandı, ne yöneldi.
Bilakis yalan dedi, sırt çevirdi.
Hep kibirlendi; tarafı etrafı kendine yeter sandı.
Yazıklar olsun böylesine, yazıklar olsun!
(Kıyamet; 26-35)
Güç bir kişide veya grupta kenze ( birikmeye ) ve temerküze ( merkezileşmeye ) başladı mı, Firavunluk iklimine girilmiş demektir.
Hem Allah’a inanacaksınız hem de Allah’ın sayılan mülkleri zimmetinize geçirip başkasını bundan mahrum edeceksiniz ha? Bu ilahlaşmak ve mülküne ortak olmaya kalkmaktır.
Demek ki mesele Allah’a inanmak, salât etmek, oruç tutmak, tavaf etmek, Kabe’nin örtüsünü değiştirmek değildi. Bunların hepsini müşrikler de yapıyordu
Neye hayır (La) diyemiyorsanız o sizin ilahınızdır.
Kimmiş Bedevi anladınız mı?
Bedevi,çölde yaşayan köylü demek değildir.
Bedevi,kendi iç dünyasında çöl hayatı yaşayandır.
Servet ile gözü kararan,para ile merhametsizleşen,içine düştüğü bu mal ve meta vahasından ötekini görmeyen;açın iniltisini,öksüzün ağlamasını,yoksulun çığlığını duyamayan herkes çölde yaşayan bir Bedevidir.
Çöl Arabistan’da değil,içimizdedir.
Bedevinin içi çöldür,içi.
Yok edeceğiz insanın insana kulluğunu.
Her şeyden önce kendimize yabancılaşmayacağız.
Hep insan,sadece insan,insanoğlu insan kalacağız.
Onlar gücünü sadece din adamı olmaktan ve insanların dini umutlarını sömürmekten alır olmuşlardır. Yeryüzünde hak ve adaleti hakim kılma, haksızlıklara karşı mücadele, yardımlaşma ve insanları yoksulluktan, mağduriyetten, mahrumiyetten ve zulümden kurtarma gibi asıl işleri bırakmışlar ruhları kurtarmayı amaç edinmişlerdir. Böylece insanların ruhuna nüfuz etmişler ve bu nüfuzu, krallara peşkeş çekmede kullanmışlardır. Böylece din, kitlelerin afyonu haline gelmiştir. Halkın bağrından çıkan(ummi) beni ise, Bizde ruhbanlık yoktur, cihat vardır. demişti.
Kur’an’a hangi gözle bakacağının kuralını sen kendin koyduğun zaman onu da put yapmış olursun. Peki, bizim değil; onun bakmamızı istediği yerin ne olduğunu nerden bileceğiz?
Ben bunun daha kapaktaki isimde verildiğini düşünüyorum: Kur’an-ı Kerim!
Şu halde Kur’an’a, kerim gözle bakmayan tüm okumalar, onu put haline getirebilir.
Kendine bir bakış/ölçü/göz belirlersin (yontarsın). Örneğin, Kur’an’da bilim ararsın, şifre kovalarsın, ezberden başka bir şeyi ile ilgilenmezsin, şifa niyetine okuyup üfürme aracı yaparsın vs.
Bunlar Kuran’ı kerim gözle okumalar olmayıp, Kur’an’ı okuyanın putu haline getirebilir.
Daha fazla eşya, daha fazla meta, daha fazla tüketim, daha fazla yiyecek, daha fazla giyecek, daha fazla, daha fazla
Bu ihtiras bitmek bilmiyor. Ihtiraslarının peşinden koştukça metalara köle oluyorlar haberleri yok.
Demek ki din/ticaret/siyaset döngüsünün; haram yiyicilik/kara para/rüşvet ve yalan/dolan/entrika üzerinden dönen bir çark olduğu anlaşılıyor
Bilakis yeryüzündeki tüm sahiplenmelerin kaldırılması, evrensel adalet ve barış yurdunun (cennet) kurulması için yeryüzünün, insanların tümüne ait kılınması gerekirdi
Dilleri, dinleri, ırkları, renkleri ve bölgelerinin ne olduğu önemli değildir. Tamamı sömürücü olup alttakilerin kanını emerek yaşarlar..
Yok edeceğiz insanın insana kulluğunu.
Herşeyden önce kendimize yabancılaşmayacağız.
Hep insan, sadece insan, insanoğlu insan kalacağız.
Insan olmanın ve özgürlüğün ne demek olduğunu ancak o zaman anlarız.
Yani yeryüzünde mutlak egemenlik altına girilecek hegemonya, otorite yoktur. Totem, put, heykel, kabile, sınıf, ulus, sınır, otorite, gelenek, tapınak, din adamları, heva ve heves, servet ve iktidar güçleri tartışılamaz ve sorgulanamaz değildir..
Para, altın ve gümüş tanrısı (Mamon) yeryüzü egemenliğini ilan etmişse
Totemi para, tabusu mülkiyet olan kapitalizm, dünya dini hâline gelmişse
Para büyücüleri (bankalar) efendi, halk köle sürüsü haline gelmişse
Sorarım size “zamanın sözü” nedir?
Birileri bilgiyi, iktidarı ve serveti (mülkü) ele geçirip halk üzerinde bunlardan kaynaklanan bir tahakküm ve hegemonya kurmaya çalışıyorsa bunlara “La” (HAYIR) diyeceksiniz..