İçeriğe geç

Soruşturma Kitap Alıntıları – Ergun Göze

Ergun Göze kitaplarından Soruşturma kitap alıntıları sizlerle…

Soruşturma Kitap Alıntıları

Lisan bir bakıma insanın en büyük zaferi, bir diğer bakımdan da en büyük esaretidir Lisan yoksa harp de yoktur Harp çıkarmak için önce kelimeler arasında ihtilaflar çıkarmak lazımdır.
L’EXPRESSE: Memleketinize dönelim. Nasıl oluyor da sizin memleketiniz Şili diğer Latin Amerika memleketlerinden daha canlı bir demokratik ananeye sahip oluyor?
NERUDA: Bizi yüz elli sene idare etmiş bulunan bir oligarşik sınıfaborçluyuz bunu. Bu sınıf her şeyden önce kültürlü idi. Dünya cereyanlarını ve felsefesini takip ediyordu. Yirminci asrın bütün eğilimlerinden haberdardı. Çok kültürlü olduktan maada bu sınıf iktidar olmak için kanun yolunu seçmişti.
L’EXPRESSE: Fakat daima da politikaya karışmış bulunuyorsunuz. NERUDA: Politikaya karıştırılıyorum.
L’EXPRESSE: Fakat bir başka deyişle politika sizin şiirinizin bir başka yüzü değil midir?
NERUDA: Şiirimde politikayı düşündüğüm doğrudur. Amma şiirimin temeli politika değildir. Nedir temel? Temel, varlığının her anında hissetiğini yazmaktır. Bir şiir sistemine, bir şiir teşkilâtına inanmıyorum. Daha ileri gideceğim. Ekollere de inanmıyorum. Ne .sembolizme, ne realizme, ne de sürrealizme. Ben eserler, üzerine konmuş etiketlerden mutlak manasında kendisini kurtarmış bir insanım. Ben eserleri seviyorum etiketleri değil. Ve bizim küçük hikâyemizde de böyle bir etiket var.
Gerçekten ben şiirime, büyük bir ormanın kenarındaki küçücük bir köyde çalışmalıyım. Koestler ise bir şehir tipidir, metropol adamıdır, fikirler ve ihtilâflar insanıdır. Ben ise aşkı tercih etmişimdir. Aşk üzerine tam on kitap yazmış bulunuyorum. Politika başkalarının hastalığıdır benim değil
şiirimin temeli politika değildir. Nedir temel? Temel, varlığının her anında hissetiğini yazmaktır. Bir şiir sistemine, bir şiir teşkilâtına inanmıyorum. Daha ileri gideceğim. Ekollere de inanmıyorum. Ne .sembolizme, ne realizme, ne de sürrealizme. Ben eserler, üzerine konmuş etiketlerden mutlak manasında kendisini kurtarmış bir insanım.
L’EXPRESSE: Stalin’in hatalarının Kruşçev tarafından açıklanması sizde bir tesir uyandırmadı mı?

NERUDA: Büyük bir şok tesiri yarattı. Bilhassa bir çok defalar Rusya ‘ya gitmiş olduğum halde bütün bunların benden gizli kalmış oolası beni dehşete düşürdü. Fakat her şeye rağmen Rusya böylece de büyük bir cesaret göstermiş başka devletlerin sakladığı kötülükleri açıklamıştır.

L’EXPRESSE: Bu, Rusya bazıları için bir ideal teşkil ettiği içilip tenkitlerden uzak kalmalıdır demek olmuyor mu? Fakat bazı hataları ispat etmek cürümleri göstermek gerekmez mi? Meselâ geriye bir dönüş yaparak sizin kabiliyetlerinizi şu veya bu kararı vermek üzere Sovyetlerin emrine vermediğiniz için teessüfleriniz ah şöyle yapılsaydı böyle olsaydı dediğiniz olmadı mı?

NERUDA: Bu abes olur. Ben 1923 Şubatının bir gününde yağmur yağdığını düşünsem, siz de aksine kani olsanız, ben size ne söyleyebilirim? Benim size bütün söyleyebileceğim o gün yağmur yağdığına inandığım olacaktır. Her şey değişebilir amma İspanyol Cumhuriyeti bizim için ne ise o olmaya, devam eder. Bu öyle bir devirdi ki bizi bizimle beraber hayatımızda sevk ediyordu. Zaten bir siyaset filozofu değilim ki bu tarzda düşüneyim. Size sadece Rusya hakkında düşündüklerimi naklettim. Münakaşa edilebilir. Bu tabiîdir. Fransa için de İngiltere için de münakaşa edilmesi ne kadar tabii ise.

L’EXPRESSE: Sovyet komünistliğine oldum olası bağlılığınız sizin markanız olarak görülmüştür. Sizin için söylenen bu sözler doğru mudur?

NERUDA: Siz Fransız ihtilâlinin diğer memleketlerdeki tesirlerini, sizin cumhuriyetçi fikirlerinizin bizim hürriyet mücadelemizde ve İspanyol İmparatorluğu ile olan mücadelemizdeki mahiyetini ve yerini anlamışsanız, yine anlayacaksınız ki, Fransa’ya karşı girişilen her tecavüz bir yeni dünyaya ve bu yeni dünyayı kuran yeni cumhuriyetçi fikirlere karşı imiş gibi reaksiyon doğuracaktır. . . Rusya ile ilgimi tesis eden şey de benim için bunun tam benzeridir. Tabiî bu bir düz hat değil de, bir devrin ihtilâlci şuurunun çizmiş bulunduğu bir ‘düşünce oluşumudur, Rusya bu düşünceye göre, sosyalist ihtilâli gerçekleştirmiş ilk devlettir. Daha tamamlayamadığı bazı şeyler olabilir. Fakat aynen Fransa misâlinde olduğu gibi bütün hatalara rağmen, Rusya’da, yepyeni bir siyaset devrim dünyaya açmış bulunmaktadır. Ben dolayısıyla dünyanın en büyük ihtilâlini yapmış bulunan bu memlekete sadık kalmışımdır. Onun varlığına bağlıyım, zira ayrılıktan hoşlanma kaprisine kapılmama müsaâde etmiyorum: Benim için asıl olan Rusya’nm varlığıdır.

L: Komünist partisine me zaman girdiniz?

Neruda: Ben ispanya’da, iç-harp esnasında, Şili konsolosu olarak bulunurken komünist oldum. Bu benim geçirdiğim politik hayatın en büyük kısmıdır. Başka memleketlerin bir çok yazarlarmm olduğu gibi. ispanya harbi dediğimiz faşizme karşı o muazzam direniş hepimizi hayran bırakmıştı. Sonradan bu tecrübe benim için fazladan bazı şeyler daha. getirdi. Harpten önce ben bir kaç tanesi hariç sanatkârların sadece cumhuriyetçi olanlarını -yani solcu- tanımıştım. Cumhuriyet ise benim için kültürün, edebiyatın ve ispanyol sanatının rönesansı demekti. Frederico Garcia Lorca bu şiir neslinin temsilcisi idi. Asırlardan beri en şaşaası olmak şartıyla. Onun vücudunun imha edilmiş olması benim için bir dram olmuştur. Böylece hayatımın bir bölümü Madrid’te nihayete ermiştir.

L: Demek zamanla geliştiniz. Nasıl komünist oldunuz?

Neruda: Biliyorsunuz bizim Şili’de korkunç bir deve benzeyen bir sendikal teşkilâtçımız vardır. Bana Halk Birliği’nin zaferinin kime ait olduğunu sorarsanız size bu adamm ismini veririm: Luis Emilio Recabarren. 1912’de Sosyalist İşçi Partisi’ni kuran odur. Yedi sene sonra bu parti komünist partisi haline gelmiştir. Bu adam kırka yakın sendika kurmuştur. Sonra ilk işçi merkezini, nihayet bir işçi basını da teşkil etti. On beş yirmi gazete ile. îşçi sendikalarına paralarına hâkim olmayı o öğretti. Kısacası, Recabarren Şili işçi hareketinin öncüsüdür. Onun bu sahadaki rolü kesindir ve benim neslimin insanları üzerindeki tesiri büyüktür. Latin Amerika’nın şurasına burasına diktatörler yerleşirken, bu adam Şili sendikalarını farklı bir şekilde ayakta tutmasını bilmiştir. Muhakkak ki biz entelektüeller ve yazarlar da bu yolu takip edecektik. Tabiatıyla da böyle oldu.

Ben en çok İslam’a yakın hissetmekteyim kendimi.
L: Doğu dinleri sizi hiç cezbetmedi mi?

Neruda: Agnostiktim. Daha o zamandan, egzotizm, karanlık bir felsefe, ilahiyat ve daha başka şeylerle karmakarışık hale gelmiş dinî hareketlerden nefret ediyordum. Doğu dinlerini, gerçekten firar etmek için bir vasıta olarak görüyordum. Bu düşüncelerle dolu, fiilen de doğuya gidince şu kanaate vardım ki Hindistan ve bütün Budist ülkeler korkunç bir şekilde ahîret fikrine angaje olmuşlardır. Budistler için en önemli olan husus budur. Bir gün Rangoon korkunç bir tropik yağmurla yıkanıyordu ve tapınağın önünde milyonla insan vardı. Hepsi çamur ve balçık içinde kalmışlardı içerde aynı dinin mensubu olan rahipler vardı, fakat dışardaki dindaşlarını içeri alıp, yağmurdan çamurdan şimşekten korumaya yanaşmıyorlardı. Bu bana tahammül edilmez bir haksızlık olarak göründü. Ne korkunç bir adaletsizlik dedim, içimden bu durumu protesto ettim. Fakat hissettim ki bir Hristiyan gibi, bir Hristiyan olabilirim. Zira Hristiyanlıkta bir dereceye kadar eşitlik vardır. Sonra keşfettim ki Budizm, idealine ulaşmamıştır, ideali, cemiyeti reforme etmekti, yapamamıştır. Buda düşüncede bir büyük reformcu idi ve bu düşüncesinin
kuvvetini, bütün dünyayı değiştirecek şekilde kullanmasını bilememiştir. Ve çok tabiî bir şekilde bana ayan oldu ki ben en çok İslam’a yakın hissetmekteyim kendimi.

Egzotizm, karanlık bir felsefe, ilahiyat ve daha başka şeylerle karmakarışık hale gelmiş dinî hareketlerden nefret ediyordum.
L: Doğu sizi cezbetmiş miydi?

Neruda: En az neslimin yazarları kadar. Fakat oraya varınca o zamana kadar hiç işitilmemiş şeyler gördüm: Bu memleket kadınlar tarafından yönetiliyordu. Kadınlar fevkalâde zariftiler. San veya mavi sariler giyiyor, beya^ çiçekler takıyor ve Kastro’nunki kadar kocaman sigaralar içiyorlardı. Bakanlıklar, belediye meclisleri, mağazalar hep kadınlar tarafından idare ediliyordu. Sonradan öğrendiğime göre, Birman medeniyetinde kadının yeri o kadar ehemmiyetli idi ki İngilizler, ingiliz kadımna vermeden ve İngiliz kadınından önce Birmanyalı kadınlara rey hakkı tanımak zorunda kalmışlardı. Çok garip bir memleketti bu. Rongoon’un ortasında altı yaldızlı kocaman bir Pagoda hatırlıyorum. Bu Pagoda da zümrüt ve cevahir dolu bir nevi vazo ve o vazo’nun içinde de Buda’mn üç tel saçı olduğu söyleniyordu. Günün muayyen bir saatinde, portakal renkli korkunç bir ırmak şehre yayılırdı. Bu rahiplerin yemeklerini dilenme saatiydi. Zira Buda, maddî şeylere malik olmayı yasaklamıştı. hı Asya^nm geri kalan yerlerini de gördünllz mü? N: Kalküta’ya, Madras’a, Kolombo’ya gittim ve Hindiçini’ye bir seyahat yaptım ki üzerimde derin tesirler bırakmıştır. Saygon’a kadar yarım adayı otobüslerle geçiyordum. Otobüsler ise sık sık pan yapıyorlardı.’ Bir gece, çok tehlikeli bulduğum dört beş kişi ile beraber bir otobüste gidiyorduk. Hiç birinin lisanından tek kelime bilmiyordum. Birden bire ormanın göbeğinde durduk. Bütün yolcular bana bir baktılar ve sonra otobüsü terk ettiler. Kendi kendime dedim ki, eğer dışarıya çıkarsam bunlar beni boğazlarlar. Aramızda hiç bir diyalog kurmak da mümkün değildi zira, onlar ne İngilizce ve ne Fransızca biliyorlardı, ne de ben onların lisanından tek kelime. Ben otobüsün içinde, otobüs ormanın içinde, orman yalmzhğm içinde tam manasıyla çevrili idik ki birden ışıklar gördüm ve tambur sesleri işittim. Bu anda birisi, arkasında diğerleriyle beraber bana yaklaştı ve İngilizce olarak izah etti ki: ”otobüs bozulmuştur ve diğer yolcular benim garip olduğumu ve sıkıldığımı hissederek yakm bir köye gitmiş ve beni eğlendirmek için müzisyenler getirtmişlerdir. Ben, onlar beni boğazlayacak diye korkarken, onlar bana en güzel yaşayışı getirmişlerdi Müzik ve Dans .

L: Şair bir gün Konsolos oldu, nasıl? Anlatır mısınız?

Neruda Şilililer büyük denizci ve gezgincilerdir. Bizde herkes başka yerlere gitmek ister. Siz birisine bir kaç satır yazsanız size hemen şöyle sözler yazarlar: ‘Takat hâlâ burada ne yapıyorsunuz siz? ”. Sanki burası dünyanın en beter yeridir. Bu sual bana da o kadar çok tekrar edildi ki nihayet ben de, buradan gitmenin en güzel şekli olan şeyi yani yaptığımı seçtim. Param yoktu. Amma, kulağıma bir sır olarak Konsolos olabileceğimi fısıldamışlardı. Fakat bunun nasıl olacağım bilemiyordum. Fakat Konsolos olabileceğime inanıyordum, bu inançla bana böyle bir zife vermeleri için. Dış İşleri Bakanlığı’nm yolunu tuttum. Bana çok tuhaf bir tarzda baktılar ve geri döndüm. Bir gün bana birisi dedi ki: Sen konsolos olmak mı istiyorsun bu senin için çok kolay, beni takip et . Der demez de yaptı. Bakanın odasında bir harita vardı. Tam bana teklif edilen yerin üzerinde de bir delik. O kadar şerefyab olmuştum ki, bu deliliğin isabet ettiği yerde ne vardır onu bile soramadım. Sonra bana nereye konsolos olduğumu sordukları zaman Deiige diyordum. Haritadaki delik Birmanya’da Rangoon üzerine isabet etmişti.

L: Şilililer şiire bu kadar düşkün müdürler?

Neruda: Bir sürü şair vardı ki mısralarını ezbere okuyabilirlerdi. Şilililer şiire daima meyyal olmuşlardır. Bu belki memleketin hem denizle çevrili, hem volkanik oluşu sebebiyle tecrit edilmiş bulunmasından ileri gelen bir husustu. Üniversite hayatımın bütünü, Şili’de şiir okuyarak dolaşmakla geçmiştir. Hissediyorum ki halkı cezb eden şey sadece şiirdir. Ben ekonomi ve politikadan da konuşabilirdim ama onlar sadece şiirden heyecan duyuyorlardı.

Şilililer şiire daima meyyal olmuşlardır.
L: Peki ama Pablo Neruda ismini seçişinizin sebebi nedir?

Neruda: Büyük bir Çek şair ve yazan Erwin Kisch de sizin gibiydi. O da hayatının bir kaç senesini bana zulüm yapmakla ve bu sualin cevabını aramakla geçirdi. Ona Madrit’de, Prag’da, Meksika’da nerede rastladıysam bana haydi artık işin doğrusunu, hikâyenin sonunu söyle, ben artık ihtiyarladım ve ömrümün bir çok senesini sana zulüm yapmakla geçirmiş oldum, söyle de kurtul deyip durdu. Halbuki bu hikâyenin bir tek gerçeği vardı, hiç bir gerçeği olmayışı. Gerçeği babamın keşfetmesinden korktuğum bir gün (çünkü bu bir felâket olurdu) sayfalarını kanştırdığım bir dergide Jean Neruda ismine rastladım. Şiirlerimden birisini bir müsabakaya göndermek zorunda olduğum bir gündü. Hemence Neruda soy adım kabullendim ve ilk isim olarak da Pablo ismini seçtim. Bunun bir kaç yıl süreceğini sanıyordum.

L’EXPRESSE Stalin’in hatalarının Kruşçev tarafından açıklanması sizde bir tesir uyandırmadı mı?
NERUDA Büyük bir şok tesiri yarattı. Bilhassa birçok defalar Rusya ‘ya gitmiş olduğum halde bütün bunların benden gizli kalmış olması beni dehşete düşürdü. Fakat her şeye rağmen Rusya böylece de büyük bir cesaret göstermiş başka devletlerin sakladığı kötülükleri açıklamıştır.
L’EXPRESSE: Bu, Rusya bazıları için bir ideal teşkil ettiği için tenkitlerden
uzak kalmalıdır demek olmuyor mu? Fakat bazı hataları ispat etmek
cürümleri göstermek gerekmez mi? Meselâ geriye bir dönüş yaparak sizin kabiliyetlerinizi şu veya bu kararı vertmek üzere Sovyetlerin emrine vermediğiniz için teessüfleriniz ah şöyle yapsaydım böyle olsaydı dediğiniz olmadı mı?
NERUDA Bu abes olur. Ben 1923 Şubatı’nın bir gününde yağmur yağdığını
düşünsem, siz de aksine kani olsanız, ben size ne söyleyebilirim? Benim size bütün söyleyebileceğim o gün yağmur yağdığına inandığım olacaktır. Her şey değişebilir amma İspanyol Cumhuriyeti bizim için ne ise o olmaya, devam eder. Bu öyle bir devirdi ki bizi bizimle beraber hayatımızda sevk ediyordu. Zaten bir siyaset filozofu değilim ki bu tarzda düşüneyim. Size sadece Rusya hakkında düşündüklerimi naklettim. Münakaşa edilebilir. Bu tabiîdir. Fransa için de İngiltere için de münakaşa edilmesi ne kadar tabiî ise.
L’EXPRESSE: Niçin Meksika’yı birden bire terk ettiniz?
NERUDA: Konsolosluktan bıkmıştım. Bu ebedî olarak yabancı memleketlerde
yaşamaktı. Nihayet bir gün çekip gittim.
L’EXPRESSE: Sovyet komünistliğine oldum olası bağlılığınız sizin markanız olarak görülmüştür. Sizin için söylenen bu sözler doğru mudur?
NERUDA Siz Fransız ihtilâlinin diğer memleketlerdeki tesirlerini, sizin
cumhuriyetçi fikirlerinizin bizim hürriyet mücadelemizde ve İspanyol
İmparatorluğu ile olan mücadelemizdeki mahiyetini ve yerini anlamışsanız
yine anlayacaksınız ki, Fransa’ya karşı girişilen her tecavüz bir yeni dünyaya ve bu yeni dünyayı kuran yeni cumhuriyetçi fikirlere karşı imiş gibi reaksiyon doğuracaktır… “Rusya ile ilgimi tesis eden şey de benim için bunun tam benzeridir. Tabiî bu bir düz hat değil de, bir devrin ihtilâlci şuurunun çizmiş
bulunduğu bir düşünce oluşumudur, Rusya bu düşünceye göre, sosyalist
ihtilâli gerçekleştirmiş ilk devlettir. Daha tamamlayamadığı bazı
şeyler olabilir. Fakat aynen Fransa misalinde olduğu gibi bütün hatalarına
rağmen, Rusya’da, yepyeni bir siyaset devrim dünyaya açmış bulunmaktadır.
Ben dolayısıyla dünyanın en büyük ihtilâlini yapmış bulunan bu memlekete sadık kalmışımdır. Onun varlığına bağlıyım, zira ayrılıktan hoşlanma kaprisine kapılmama müsaade etmiyorum: Benim için asıl olan Rusya’nın varlığıdır…
L’EXPRESSE: İspanya’dan sonra Meksika’ya konsolos olarak gitmiştiniz.
Sizin siyasî sükut-u hayalleriniz orada başladı değil mi? Troçki’nin öldürülmesi
ile?
NERUDA: Avrupa’da edebî veya siyasî sebeplerle olsun, Troçki’nin ölümü
ile benim aramda bir bağ kurulmak istenmiştir. Hâlbuki ben bu adamı
ne uzaktan ne yakından görmüştüm. Ne sağken gördüm ne de
ölüsünü. Bana çok değişik gelen bir şeyi, buna rağmen size anlatabilirim.
Meksika’ya Konsolosluk vazifemin basma gelmiştim. Meksika’nın
Şili elçisi Octavio Reyes Espindola ziyaretime gelmişti. Sanıyorum ki hâlâ
hayattadır ve senatördür. Bana Meksika Cumhurbaşkanı, General Manuel
Avila Camacho tarafından gizli bir vazife ile geldiğini açıkladı. Benden
istediği en kısa zamanda, ressam David Alfan Squeiros için Şili’ye
bir vize temin etmemdi. İtiraf etmeliyim ki bu teklif beni şaşırtmıştı, ben
Siqueiros’u hapiste sanıyordum. Zira o, Troçki’nin evini mitralyözle delik
deşik etmekle suçlandırılıyordu. Elçi Reyes Espindola’ya dedim ki:
O hapiste olduğuna göre nasıl onun için vize istemektesiniz.
Elçi’nin cevabı şu- oldu:
– Şimdi değil, biz onu kurtardığımız zaman.
– Ziyaretini iade etmeye geleceğimi söyledim. Ertesi günü, hapishane
müdürü yüzbaşı Perez Rulfo’nun bürosunda buluştuk. Yüzbaşı bizi
çok iyi karşılamış, Siqueiros’u çağırmıştı. Daha önce hiç görmemiş
bulunduğum bu adamla beraber kalkıp, şehrin gazinolarından birisine –
içmeye gittik. Hiç bir şey isteyecek veya soracak durumda değildim.
Zira Meksika Cumhurbaşkanının bir talebi söz konusu idi. Buna rağmen
Siqueiros’a vize verebilmek için kendisinden Şili’de bazı şeyler yapmasını
talep ettim. Böylece Siqueiros, Şili’de hayatının en büyük duvar freskini
yapmak zorunda kaldı. Şillan şehrindedir bu fresk. Şimdiye kadar’
tek kelime söylemediğim bu kötü macera hakkında son sözüm budur.
L’EXPRESSE: Komünist partisine ne zaman girdiniz?
NERUDA Ben İspanya’da, iç-harp esnasında, Şili konsolosu olarak bulunurken
komünist oldum. Bu benim geçirdiğim politik hayatın en büyük
kısmıdır. Başka memleketlerin birçok yazarlarının olduğu gibi. İspanya harbi dediğimiz faşizme karşı o muazzam direniş hepimizi hayran bırakmıştı. Sonradan bu tecrübe benim için fazladan bazı şeyler daha getirdi. Harpten önce ben bir kaç tanesi hariç sanatkârların sadece cumhuriyetçi olanlarını -yani solcu- tanımıştım. Cumhuriyet ise benim için kültürün, edebiyatın ve İspanyol sanatının Rönesans’ı demekti. Frederico Garcia Lorca bu şiir neslinin temsilcisi idi. Asırlardan beri en şaşaalısı olmak şartıyla. Onun vücudunun imha edilmiş olması benim için bir dram olmuştur. Böylece hayatımın bir bölümü Madrid’de nihayete ermiştir.
L’EXPRESSE Bu şairleri iyi tanımış mı idiniz?
NERUDA-Evet, her gün toplandığımız kahvede hepsini görüyordum. Bilhassa
Garcia Lorca’yı. O zaman daha çok Tiyatro devri idi, tiyatro revaçtaydı. Provalara gidiyor, piyeslere hep beraberce dekor arıyorduk.
L’EXPRESSE: Demek zamanla geliştiniz. Nasıl komünist oldunuz?
NERUDA: Biliyorsunuz bizim Şili’de korkunç bir deve benzer bir sendikal
teşkilatçımız vardır. Bana Halk Birliği’nin zaferinin kime ait olduğunu
sorarsanız size bu adamın ismini veririm: Luis Emilio Recabarren.
1912’de Sosyalist İşçi Partisi’ni kuran odur. Yedi sene sonra bu parti komünist
partisi haline gelmiştir. Bu adam kırka yakın sendika kurmuştur. Sonra ilk işçi merkezini, nihayet bir işçi basını da teşkil etti. On beş yirmi gazete ile işçi sendikalarına paralarına hâkim olmayı o öğretti. Kısacası, Recabarren Şili işçi hareketinin öncüsüdür. Onun bu sahadaki rolü kesindir ve benim neslimin insanları üzerindeki tesiri büyüktür. Latin Amerika’nın şurasına burasına diktatörler yerleşirken, bu adam Şili sendikalarını farklı bir şekilde ayakta tutmasını bilmiştir. Muhakkak ki biz entelektüeller ve yazarlar da bu yolu takip edecektik. Tabiatıyla da böyle oldu.
L’EXPRESSE: Doğu’dan politik fikirler edindiniz mi?
NERUDA Evet, ihtilâlci Hintli talebeler arasına karıştım onları dinledim.
Çünkü onlar da benim gibi Batı’ya kıskanç dolu idiler. O devirde sadece
anti kolonyalist idiler, sömürgecilik düşmanı.
L’EXPRESSE: Ya siz?
NERUDA Ben mi, ben Santiago Üniversitesi’nde iken vaktimin bir kısmim
Fransız anarşistlerini tercüme etmekle geçirmişimdir. O Fransız
Anarşistleri ki onları siz Fransızlar bile tanımazsınız sanırım fakat Şili işçi-
snıfı onların tesiri altında idi. Sacco ve Vanzetti devri idi. Ben ise on
altı yaşında idim ve Üniversite dergilerinde siyasî makaleler yazıyordum.
Çok garip bir şekilde. Bir gün tamamen mermer ve bembeyaz
bir camiye girdim. Hiç bir eşya, hiç bir resim, hiç bir heykel yoktu.
Dışarısı korkunç sıcaktı. Çok yorulmuştum. Âdet olduğu üzere çoraplarımı
da çıkarmıştım. Camide kimsecikler yoktu. Amma az sonra sesler
duydum, çıkarken kızgın halli Müslümanlar gördüm, bana dediler ki:
– Burada ne yapıyorsunuz?
– Siz Müslüman mısınız?
– Hayır değilim.
– Hristiyan mısınız?
– Belki.
– Peki, camide ne arıyorsunuz?
– Çok yorulmuştum oturmak istedim.
– Peki, ne yapmak istediniz orada?
– Belki düşünmek, tefekkür etmek
Aralarında bir müddet konuştuktan sonra bana dediler ki:
– Hakkınız var. Burası Allah(C.C.nin evidir ve düşünmek içindir.
Siz buraya yine gelebilirsiniz. Bu söz beni çok heyecanlandırdı Çünkü doğma sızbir tefekkür anlayışıydı bu.
L’EXPRESSE Rangoon’da çok çalıştınız mı?
NERUDA Hayır. Bütün işim Şili’den gelen ticaret eşyasını deklare etmekten
ibaretti. Bunun için de evrakları imzalamak gerekti. Her dört ayda
bir, bir çay yüklü vapur vardı. Sonra petrol mahsulleri Konsolosluğa
bir iş gelmesi için dört ay beklemek zorunda idim. Zaman geldi ki hiç
bir işim kalmadı. Kimse ne Şili’ye gitmek arzusu gösteriyordu, ne de kimse
Şili’den buraya gelmek arzusu.
L’EXPRESSE Asya’nın geri kalan yerlerini de gördünüz mü?
NERUDA Kalküta’ya, Madras’a, Kolombo’ya gittim ve Hindiçini’ye bir
seyahat yaptım ki üzerimde derin tesirler bırakmıştır. Saygon’a kadar
yarım adayı otobüslerle geçiyordum. Otobüsler ise sık sık pan yapıyorlardı.’
Bir gece, çok tehlikeli bulduğum dört beş kişi ile beraber bir
otobüste gidiyorduk. Hiç birinin lisanından tek kelime bilmiyordum. Birden
bire ormanın göbeğinde durduk. Bütün yolcular bana bir baktılar
ve sonra otobüsü terk ettiler. Kendi kendime dedim ki, eğer dışarıya
çıkarsam bunlar beni boğazlarlar. Aramızda hiç bir diyalog kurmak da
mümkün değildi zira, onlar ne İngilizce ve ne Fransızca biliyorlardı, ne
de ben onların lisanından tek kelime. Ben otobüsün içinde, otobüs ormanın içinde, orman yalnızlığın içinde tam manasıyla çevrili idik ki birden ışıklar gördüm ve tambur sesleri işittim. Bu anda birisi, arkasında diğerleriyle beraber bana yaklaştı ve İngilizce olarak izah etti ki: ”otobüs bozulmuştur ve diğer yolcular benim garip olduğumu ve sıkıldığımı hissederek yakın bir köye gitmiş ve beni eğlendirmek için müzisyenler getirtmişlerdir. Ben, onlar beni boğazlayacak diye korkarken, onlar bana en güzel yaşayışı getirmişlerdi
Müzik ve Dans .
L’EXPRESSE Doğu sizi cezbetmiş miydi?
NERUDA En az neslimin yazarları kadar. Fakat oraya varınca o zamana kadar hiç işitilmemiş şeyler gördüm: Bu memleket kadınlar tarafından
yönetiliyordu. Kadınlar fevkalâde zariftiler. Sarı veya mavi sariler giyiyor,
beyaz çiçekler takıyor ve Kastro’nunki kadar kocaman sigaralar içiyorlardı.
Bakanlıklar, belediye meclisleri, mağazalar hep kadınlar
tarafından idare ediliyordu. Sonradan öğrendiğime göre, Birman medeniyetinde
kadının yeri o kadar ehemmiyetli idi ki İngilizler, İngiliz kadınına
vermeden ve İngiliz kadınından önce Birmanyalı kadınlara rey hakkı
tanımak zorunda kalmışlardı. Çok garip bir memleketti bu. Rongoon’un ortasında altı yaldızlı kocaman bir Pagoda hatırlıyorum. Bu Pagoda da zümrüt ve cevahir dolu bir nevi vazo ve o vazonun içinde de Buda’nın üç tel saçı olduğu söyleniyordu. Günün muayyen bir saatinde, portakal renkli korkunç bir
ırmak şehre yayılırdı. Bu rahiplerin yemeklerini dilenme saatiydi. Zira
Buda, maddî şeylere malik olmayı yasaklamıştı.
Bizim belki Heidegger’den maada, ve daha uygun bir teklifimiz
vardır. Amerikalı Zencinin kendisine zorla kabul ettirilmiş ve kendisine
hiç bir faydası olmamış, derisinin rengini olsun değiştirmemiş, L’EXPRESSE ristiyanlıktan
yakınmasını okurken bunu bir daha anladım.
28. 8. 1972 Moda
ERCUN GÖZE
Bu dünya soruşturmasına bizim de katılmamız ve hükümleri değerlendirmemiz
lâzımdır. Düşünen genç beyinleri bilhassa memleket evlâtlarının dünya meselelerine aşina kılmak için bu derleme-tercümeyi yaptım.
Büyük bir ibretle okunacak bahisler arasında bir sağcı bir solcu bir ortacı Profesörün Üniversite meselesi karşısında verdikleri cevaplar var. Büyük bir ıstırapla okuyacaklarınız arasında da Amerika’daki zenci felâketi
Heidegger, büyük bir felâketten kurtulmak için elimizde tek bir çare sanat bulunmaktadır, diyor
Üniversite daha senelerce önce Üniversite olmak haysiyetini
kaybetmiş bir yüksek mektep haline gelmişti diyen Heidegger kendisi
için de diyor ki: Altmış senedir felsefenin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum
Marksistlerin zaman zaman dayandıkları bu büyük filozof demektedir ki:
Tarih Marksistlerin anladığı manada bir zaruret taşımaz,
Teknik nötr bir şey değildir.
Nitekim tekniğin, gerek modern, gerek modernleşmemiş cemiyetleri
nasıl altüst ettiğini görüyoruz.
İlim için söyledikleri ne kadar ibret vericidir:
İlim düşünmez, düşünmediği müddetçe ilim ilerler ve kendisine
yeni araştırma sahaları bulur.
İlmin düşünmeden kendisine bulduğu yeni araştırma sahalarının
insanlığı ne hale getirdiği ortada.
‘İnsanın bu gün tekniğin imalâtından başı dönmüş bulunmaktadır.
Fakat onun en isabetli teşhislerinden birisi Freudisme içindir:
Felsefe içinde yeri yok Çünkü insanı biyolojiye bağlar.
Lisan bir bakıma insanın en büyük zaferi, bir diğer bakımdan da en büyük esaretidir Lisan yoksa harp de yoktur Harp çıkarmak için önce kelimeler arasında ihtilâflar çıkarmak lâzımdır. Ayrıca, sayfalar ilerledikçe, görüyoruz ki batılının komünist olmasının sebebi, hem çok değişik ve hem daha çok mazeret havasında. Eğer, aldatmaca yapmıyorsa. Bakınız Aragon, ”memleketimden, harbi başka ülkelere götürdüğü için nefret ediyordum ” diyor. Aragon ve onun gibi birçoklarının komünist olmalarının sebebi Fransa’nın Afrika’daki emperyalizmidir. Aragon Rif kahramanı Abdülkerim’in yanında yer almıştır ve ”Yaşasın Abdülkerim ” diye bağırmıştır. Amma ne var ki, ikinci memleketi olarak benimsediği Rusya’nın, başka memleketlere harp taşıması karşısında, o kadar hassas değildir. Solculuk psikolojisi için enteresan bir nokta…
Bir sol münevverin şahsiyetinin kaç kutbu var? Onu bilmem, fakat bütün bu zıtlıkları içinde batılı solcuların bir seviyeleri olduğu muhakkak. Hele, bir de solculuktan kurtulmuş olurlarsa. İşte Koestler, bu eski solcudan şu cümleleri alıyorum: Ölüm fikri sadece insan cinsine has bir şeydir. İnsan hiç bir zaman ferdî menfaat için harp etmez.
Bir Pablo NERUDA ‘yı düşününüz ki; camiden çıkarken kendisini sorguya çeken Müslümanlara camiye düşünmek için girdiğini söylemiş ve onlardan hakkınız var burası Allah (C.C.) evidir ve düşünmek içindir. Siz oraya yine gelebilirsiniz cevabını alınca: ”Bu söz beni korkunç heyecanlandırdı Çünkü dogma sız bir tefekkür anlayışıydı bu. Doğuda bütün seneler boyunca bana en çok tesir eden hatıram budur Bu serin ve aydınlık cami bir büyük, bir mavi havuz -susuz bir piscine- gibi içimi huzurla, sükûnla doldurdu demektedir. Düşününüz ki aynı NERUDA , Stalin devrindeki rezaletleri bilmesine ve şok geçirmesine rağmen, yine de ”benim için asıl olan Rusya’dır diyecek kadar da ideolojik olarak tabiiyet değiştirmiş bulunmaktadır.
L’EXPRESSE Doğu sizi cezbetmiş miydi?
NERUDA En az neslimin yazarları kadar. Fakat oraya varınca o zamana kadar hiç işitilmemiş şeyler gördüm: Bu memleket kadınlar tarafından yönetiliyordu. Kadınlar fevkalâde zariftiler. Sarı veya mavi sariler giyiyor, beyaz çiçekler takıyor ve Kastro’nunki kadar kocaman sigaralar içiyorlardı.
Bakanlıklar, belediye meclisleri, mağazalar hep kadınlar
tarafından idare ediliyordu. Sonradan öğrendiğime göre, Birman medeniyetinde kadının yeri o kadar ehemmiyetli idi ki İngilizler, İngiliz kadınına vermeden ve İngiliz kadınından önce Birmanyalı kadınlara rey hakkı tanımak zorunda kalmışlardı. Çok garip bir memleketti bu. Rongoon’un ortasında altı yaldızlı kocaman bir Pagoda hatırlıyorum. Bu Pagoda da zümrüt ve cevahir dolu bir nevi vazo ve o vazonun içinde de Buda’nın üç tel saçı olduğu söyleniyordu. Günün muayyen bir saatinde, portakal renkli korkunç bir ırmak şehre yayılırdı. Bu rahiplerin yemeklerini dilenme saatiydi. Zira Buda, maddî şeylere malik olmayı yasaklamıştı.
L’EXPRESSE: Çok uzak değil mi?
NERUDA: Oraya gitmek için Paris’ten geçtim. 1927 idi, yani Monparnesse’m
mutlak hâkimiyet devri. Şafağa kadar süren, dört veya beş gece
geçirdim. Bir çok insanlarla tanıştım. Bilhassa Arjantinliler’le. Tango’nun
moda olduğu devir idi. Sonra bir üçüncü mevki biletle gemiye bindim
ve Singapur’a vardım. Rangoon çok yakındır, sanıyordum. Devam etmek
için de param yoktu. Şili’nin Singapur Konsolosundan biletimi almak için
yardımını rica ettim. Reddetti. Bunun üzerine onu, Singapur’da Şili hakkında
bir konferans vermekle tehdit ettim. O kadar kıskandı ki, hemen biletimi aldı, yola koyuldum.
L’EXPRESSE: Şair bir gün Konsolos oldu, nasıl? Anlatır mısmız?
NERUDA: Şilililer büyük denizci ve gezgincilerdir. Bizde herkes başka yerlere gitmek ister. Siz birisine bir kaç satır yazsanız size hemen şöyle sözler yazarlar: ‘fakat hâlâ burada ne yapıyorsunuz siz? ”. Sanki burası dünyanın en beter yeridir. Bu sual bana da o kadar çok tekrar edildi ki nihayet ben de, buradan gitmenin en güzel şekli olan şeyi yani yaptığımı seçtim. Param yoktu. Amma, kulağıma bir sır olarak Konsolos olabileceğimi fısıldamışlardı. Fakat bunun nasıl olacağım bilemiyordum. Fakat Konsolos olabileceğime inanıyordum, bu inançla bana böyle bir
vazife vermeleri için dışişleri Bakanlığı’nın yolunu tuttum. Bana çok tuhaf bir tarzda baktılar ve geri döndüm. Bir gün bana birisi dedi ki: Sen konsolos olmak mı istiyorsun bu senin için çok kolay, beni takip et . Der demez de yaptı. Bakanın odasında bir harita vardı. Tam bana teklif edilen yerin üzerinde de bir delik. O kadar şerefyab olmuştum ki, bu deliliğin isabet ettiği yerde ne vardır onu bile soramadım. Sonra bana nereye konsolos olduğumu sordukları zaman Deliğe diyordum. Haritadaki
delik Birmanya’da Rangoon üzerine isabet etmişti.
L’EXPRESSE: Şilililer şiire bu kadar düşkün müdürler?
NERUDA: Bir sürü şair vardı ki mısralarını ezbere okuyabilirlerdi. Şilililer şiire daima meyyal olmuşlardır. Bu belki memleketin hem denizle çevrili, hem volkanik oluşu sebebiyle tecrit edilmiş bulunmasından ileri gelen bir husustu. Üniversite hayatımın bütünü, Şili’de şiir okuyarak dolaşmakla geçmiştir. Hissediyorum ki halkı cezbeden şey sadece şiirdir. Ben ekonomi ve politikadan da konuşabilirdim ama onlar sadece şiirden heyecan duyuyorlardı.
L’EXPRESSE: Ne tahsili yaptınız?
NERUDA: İlk elde Mimarî ve Fransızca. Fransızcayı okuyabilmek için. Fakat çalışmalarımı sürdüremedim. Zira Üniversite’deki politika hayatı, bir taraftan da edebî hayat beni istilâ etmişti. Benim gibi bir taşralı için, Baudelaire’den bahseden ve başka Fransız şairlerini tanıyan kimselere rastlamak ne büyük bir cazibeydi? Gecelerimizi; keşiflerimizi birbirimize
aktarmakla geçiriyorduk. O devirde on dokuz yaşındaydım.
L’EXPRESSE: Peki ama Pablo NERUDA ismini seçişinizin sebebi nedir?
NERUDA: Büyük bir Çek şair ve yazan Erwin Kisch de sizin gibiydi. O da hayatının bir kaç senesini bana zulüm yapmakla ve bu sualin cevabını aramakla geçirdi. Ona Madrid’de, Prag’da, Meksika’da nerede rastladıysam bana haydi artık işin doğrusunu, hikâyenin sonunu söyle, ben artık ihtiyarladım ve ömrümün bir çok senesini sana zulüm yapmakla geçirmiş
oldum, söyle de kurtul deyip durdu. Halbuki bu hikâyenin bir
tek gerçeği vardı, hiç bir gerçeği olmayışı. Gerçeği babamın keşfetmesinden korktuğum bir gün (çünkü bu bir felâket olurdu) sayfalarını karıştırdığım bir dergide Jean NERUDA ismine rastladım. Şiirlerimden birisini bir müsabakaya göndermek zorunda olduğum bir gündü. Hemence NERUDA
soyadını kabullendim ve ilk isim olarak da Pablo ismini seçtim.
Bunun bir kaç yıl süreceğini sanıyordum
L’EXPRESSE: Siz gerçekten ‘ ‘Richardo Eliecer Neftali Reyes Y Bosoalto ” diye mi çağrılırdınız? Öyleyse isminizi niçin değiştirdiniz?

NERUDA: ismimi, daha 14 yaşımdayken, Santiago’ya gitmeden değiştirdim. Sebebi de babamdır. Çok mükemmel bir insandı, ama genellikle şairlere ve özellikle bana karşı idi. İşi, benim kitaplarımı ve defterlerimi yakmaya kadar götürmüştü. O’nun için ancak doktor, mühendis ve mimar olunabilirdi, zira bunlara ihtiyaç vardı. Köy aslından gelmiş bütün orta sınıf fertleri gibi istiyordu ki çocuğu yetişsin ve sosyeteye yükselsin. Bu yükselmenin de tek bir yolu vardı, Üniversite ve bir serbest
meslek.

L’EXPRESSE: İlk şiir kitabınızı ne vakit yayınladınız?
NERUDA: İki sene sonra. Kolay olmadı bu. Ailem para verdi, arkadaşlarım yardım etti ve nihayet ben saatimi sattım. Fakat son anda matbaacı bana kitabımdan bir tane olsun vermek istemedi. Çünkü ona hâlâ borcum vardı. Bu korkunç bir şeydi. Deli gibi sağa sola koştum ve gerekli parayı temin ettim. Sonunda bir naşir buldum. Şiirlerimi neşretmeye o devam etti.
L’EXPRESSE -16 yaşınız arasında edebî çalışmalarınız oldu mu?
NERUDA: Fransız şiirini okudum. Daha üniversiteye girmeden Sully
Prudhome’u, Verlaine’i tanıyordum. O devirde bir Fransız Şiiri ansiklopedisi
vardı ki pek nefisti. Bu antolojiye malik olmak ve elde taşımak
çok yaygın bir şeydi. Ben fakir olduğum için bana verilen antolojiyi kopya
etmiştim.
L’EXPRESSE: Şiirlerinizden birisini ilk olarak ne zaman umuma okudunuz.
NERUDA 16 yaşındaydım. Santiago Üniversitesi’nde idim. Bir karnaval,
ilkbahar festivali gibi bir şeydi ve bir şair tarafından açılması gerekiyordu.
Bu sebeple en güzel şiiri seçmek için bütün Şili’de bir müsabaka
açılmış bulunuyordu. Ben bir şiir gönderdim. Diğer binlercesi arasından
birinci seçildi. 1920lerde idi. Kendimi çok yalnız çok terk edilmiş
hissediyordum. O kadar heyecanlanmıştım ki şiirimi kendim okuyamadım.
Bir başkası benim yerime şiirimi okudu.
L’EXPRESSE İlk mısralarınıızı ne zaman yazdınız?
NERUDA Zannederim yedi veya sekiz yaşındaydım. Annem ve babam çok meşgul bir günlerinde idiler. Kendilerine ilk mısralarımı gösterdiğim zaman bana bunu nereden kopya ettin dediler. Şiiri anneme ithaf etmiştim.
L’EXPRESSE: Anneniz de size iştirak eder miydi?
NERUDA: Annemi kaybettiğim zaman iki aylıkmışım. Babam yeniden evlenmişti.
İşte bu ikinci kadındır ki benim gerçek annem olmuştur. O’na
şiirlerimden bir çoğunu ithaf etmişimdir ve o gerçekten fevkalâde bir
insandı.
L’EXPRESSE Siz niçin çocukluğunuzu Temuco’da geçirdiniz. Babanız orada ne yapıyordu ki?
NERUDA: O hayatının sonuna doğru tren şefi olmuştu. Ama yolcu treninde değil Balast taşıyan trenlerde. Balastlar durmadan yağmur yağdığı için tahta traverslerin arasında seyahat ediliyordu. Bu tren babamın evi gibiydi. Uyumak için bir vagonu vardı. Ve ben zaman zaman onunla bir kaç gün geçirmek için yanında olurdum. Bir çok günler dilencilerle beraber seyahat eder ve tabiatı keşfederdik. Çiçekler, dağlar, ırmaklar cidden
güzeldi
İspanyollar, buraya ”altın, yine altın, daha altın diyerek
geliyorlardı. Mapuçi İmparatorluğunun vatandaşları ise
İspanyolların boğazından sıvı hale getirilmiş altın akıtıyor ve eh şimdi kâfi derecede altına malik oldunuz ” diyorlardı.
L’EXPRESSE: Buna rağmen sizin şiiriniz nasıl oldu da onların varlığıyla
damgalanıp ünlendi?
NERUDA: Ben, şair tarafımın vicdanı olan şu tarih duygusuna sahibim.
Bu Temuco topraklarıdır ki üzerinde o çok büyük Auracanie savaşı cereyan
etmiştir, İspanyollar, buraya ”altın, yine altın, daha altın diyerek
geliyorlardı. Mapuçi İmparatorluğu’nun vatandaşları ise
İspanyolların boğazından sıvı hale getirilmiş altın akıtıyor ve eh şimdi
kâfi derecede altına malik oldunuz ” diyorlardı.
L’EXPRESSE: Ya Mapuçiler, yerliler?
NERUDA: Kendi hallerinde mükemmelen yaşıyorlardı. Geçen yüz yılın
sonlarında Temuco’dan çıkarılmış bulundukları için, civarda yaşıyorlardı.
Şurada bir saman kulübe, bir kaç kilometre ötede bir başka saman kulübe.
Köye, mahsûllerini satmaya gelirlerdi. Akşam olunca erkekler atlarının üzerinde, kadınlar yürüyerek kırlardaki kulübelerine dönerlerdi.
L’EXPRESSE: Onlarla tanıştınız mı?
NERUDA: Birden bire mümkün değildi bu. Biz onların lisanını bilmiyorduk.
Ancak birkaç kelime. Onlar ise, İspanyolca konuşmazlardı. Bu gün
bile İspanyolcayı çok kötü konuşurlar.
L’EXPRESSE: Şairsiniz, siyaset adamısınız, elçisiniz. Bize söyler misiniz, siz asıl nesiniz? Kimsiniz? Nereden geliyor, nereye gidiyorsunuz?
NERUDA : Yüz yılın başlarında, Şili ortalarında doğdum. Fakat daha yeni doğmuş bir bebekken, ebeveynim beni memleketin güney ucuna Temuco’ya götürmüşler. O devirde Temuco bir küçük köy idi. Yeni yeni ilk binalar inşa ediliyordu, yeni yeni gelenler arasında arazi mümkün mertebe paylaşılmaya çalışılıyordu. Etraf tamamen kır ve içinde Mapuçiler’in yaşadığı ormanlarla çevrili idi. İşte benim bu peyzajım, şiirimin de temeli olmuştur.
Bu dünya soruşturmasına bizim de katılmamız ve hükümleri değerlendirmemiz
lâzımdır. Düşünen genç beyinleri bilhassa memleket evlâtlarının dünya meselelerine aşina kılmak için bu derleme-tercümeyi yaptım.
Heidegger, büyük bir felâketten kurtulmak için elimizde tek bir çare sanat bulunmaktadır, diyor.
Üniversite daha senelerce önce Üniversite olmak haysiyetini
kaybetmiş bir yüksek mektep haline gelmişti diyen Heidegger kendisi
için de diyor ki: Altmış senedir felsefenin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.
‘İnsanın bu gün tekniğin imalâtından başı dönmüş bulunmaktadır.
Fakat onun en isabetli teşhislerinden birisi Freudisme içindir:
Felsefe içinde yeri yok Çünkü insanı biyolojiye bağlar.
Heidegger yine de kimse ile mukayese edilmemeli.
Onun hareket noktası iki bin beş yüz senelik olduğunu söylediği
şu sualde düğümlü:
Var, niçin var, yok, niçin yoktur?
Heidegger politikadan hatta umumî hayattan
çekilmiştir. Bayan Miller ise politika ve ihtilâl şehvetiyle dolup taşmaktadır.
Onun sözlerini, komünist Profesör Judith Miller’inkilerle
karşılaştırırsak araya korkunç bir manzara çıkar. Martin Heidegger âlim bir Judith Milleredir, Judith Miller de çok cahil bir Martin Heidegger
Martin Heidegger, bu yaşlı koca filozof felsefe daima beyhude olmuştur derken yaşlanan kendisi değil sanki felsefedir. Ve öyledir.
Kim ki çırılçıplak yazmıştır, yarasını beresini, kudretini ve zaafını göstermiştir.
Genç sersemler yaşları ilerleyince budala birer ihtiyar olurlar”
Aragon Rif kahramanı Abdülkerim’in yanında yer almıştır ve ”Yaşasın Abdülkerim ” diye bağırmıştır
Eğer, aldatmaca yapmıyorsa. Bakınız Aragon, ”memleketimden, harbi başka ülkelere götürdüğü için nefret ediyordum ” diyor. Aragon ve onun gibi birçoklarının komünist olmalarının sebebi Fransa’nın Afrika’daki emperyalizmidir. Aragon Rif kahramanı Abdülkerim’in yanında yer almıştır ve ”Yaşasın Abdülkerim ” diye bağırmıştır. Amma ne var ki, ikinci memleketi olarak benimsediği Rusya’nın, başka memleketlere harp taşıması karşısında, o kadar hassas değildir. Solculuk psikolojisi için enteresan bir nokta…
Bir Pablo NERUDA ‘yı düşününüz ki; camiden çıkarken kendisini sorguya çeken Müslümanlara camiye düşünmek için girdiğini söylemiş ve onlardan hakkınız var burası Allah (C.C.) evidir ve düşünmek içindir. Siz oraya yine gelebilirsiniz cevabını alınca: ”Bu söz beni korkunç heyecanlandırdı Çünkü dogma sız bir tefekkür anlayışıydı bu. Doğuda bütün seneler boyunca bana en çok tesir eden hatıram budur Bu serin ve aydınlık cami bir büyük, bir mavi havuz -susuz bir piscine- gibi içimi huzurla, sükûnla doldurdu demektedir. Düşününüz ki aynı NERUDA , Stalin devrindeki rezaletleri bilmesine ve şok geçirmesine rağmen, yine de ”benim için asıl olan Rusya’dır diyecek kadar da ideolojik olarak tabiiyet değiştirmiş bulunmaktadır.
Bir bardağa dolmaz gülüm, aşk içki değil,
Rüya mı dedin? Belki odur, belki değil,
Sevmek ve sevilmek ne ilahi ihsan
Lakin tenimiz, ruhumuzun dengi değil.
En korkunç sağır, işitmek istemeyendir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir