İçeriğe geç

Sonsuza Kadar Kitap Alıntıları – Susanna Tamaro

Susanna Tamaro kitaplarından Sonsuza Kadar kitap alıntıları sizlerle…

Sonsuza Kadar Kitap Alıntıları

Unutma, dedi ben merdivenlerden inerken. Hayat devam ediyor. Bir erkeğin yalnız olması iyi değildir.
Doğa boşluğu sevmez; boşluğu bulduğu anda onu doldurmak için bütün enerjisini ortaya koyar.
Rüzgâr günlerce esince çöpler köşelerde, oyuklarda toplanır; teneke kutular, torbalar, plastik şişeler her esintiyle titrerler, sıçrarlar, birikmeyi sürdürürler ve rüzgâr durunca bile orada kalırlar. İçimde bıraktığın boşluğa da aynı şey oluyordu.
Aşk yoktur. Alışkanlıklar vardır ve alışkanlıklar insanı tutsak eder.
Güzellik de kırılgan bir görüntüden başka bir şey değildi: Onu yok etmek dünyanın en kolay şeyiydi.
Hepimiz, varoluşumuza izin veren bir tanıma sahibiz ve bu tanım öyle bir sal ki, onun sayesinde fırtınalı günlerin çalkantısına dayanabiliyor, onun sayesinde delirme-
den nehrin sonuna kadar varabiliyoruz.
Tanrı yeryüzüne onu besleyen soluğunu verdi.
Onun nefesi her şeye hayat verir.
Olur da o nefesini tutarsa her şey yok olur.
Bu soluk sende, senin sesinde de titreşiyor.
Ve senin soluduğun, Tanrı’nın soluğudur ve
sen bunu bilmiyorsun.
Şiirler günlerimize minik pencereler açar, diye yinelerdin, günlerin kurşuni havası altında bize farklı bir gerçekliğin göz kamaştıran ışıltısını gösterirler. Teslim olmamaya yararlar.

Senin için teslim olmak kısıtlanmak, gerilemek, zamanın sıradanlığına yenilmek, tüketilmiş hareketler, söylenmiş sözler, yapılmış şeyler kafesine tutsak düşmek anlamına geliyordu.

Hepimiz, varoluşumuza izin veren bir tanıma sahibiz ve bu tanım öyle bir sal ki, onun sayesinde fırtınalı günlerin çalkantısına dayanabiliyor, onun sayesinde delirmeden nehrin sonuna kadar varabiliyoruz.
Kimi zaman intihar, güzelliğin ve gerçekliğin doruk noktasında vurulan bir mühürdür.
Ben seni bekliyordum, sen bana yetişiyordun, ben sana ulaşıyordum, sen beni bekliyordun. Sonsuza kadar böyle gideceğimizi sanıyorduk.
Yanına oturmuştum ve, Tanrı kimdir? diye sorduğumda bana şu yanıtı vermişti: Kundağı değiştirilen her bebek Tanrı’dır.
İçimize çöplük muamelesi yaparken, çevremizdeki dünyanın mucizevi bir şekilde bahçeye dönüşmesini bekleyemeyiz.
Yanımda kitaplarım yoktu; yüce düşüncelerim ya da gerçekleştirecek eylemlerim de söz konusu değildi ama o anda içimde var olan tek duygu iyi niyetti. Değişmek istiyordum; acımı ve yıkımımı bambaşka bir şeye dönüştürmeyi arzuluyordum.
İnsan içsel hayatta hep yanı başında ölümle yürür – sevdiğimiz insanların ve ilerleyebilmek için öldürmemiz gereken özelliklerimizin ölümleriyle.
Yalnızlık olmayınca zamanın anlamını kavramak mümkün değil. Ve zamanın anlamını kavrayamayınca, insanın anlamını kavramak da olanaksız oluyor.
İnsanın kendine kavuşması için önce kendini yitirmesi gerekiyor.
Başka hiç kimse saatin durmuş olduğunu fark etmiyor muydu?
Sen vardın ve bu bana yetiyordu ama sen ortadan yok olunca kendimi aynalar evinde yapayalnız buldum – her bir ayna benim farklı bir görüntümü yansıtıyordu ve artık hangisinin gerçek olduğunu bilemeyecek haldeydim.
O dünya, bembeyaz yollarda bisiklete binen o çocuk yok olalı ne çok olmuştu!
İndiğin zaman dip nerededir? Basamaklardan inersin, bunların son olduğunu düşünürsün ama sonra bir bakarsın ki başkaları da varmış – merdiven döne döne, kıvrıla kıvrıla inip duruyormuş.
Ellerinde pek çok insanın sorumluluğunu taşıyorsun, kendi hayatını mahvedebilirsin ama görevin yüzünden başkalarının hayatlarını mahvetmemelisin.
Ama acı çeken o kadar çok insan var ki! Onların çığlıklarına nasıl duyarsız kalabiliyorsunuz?
Ölüm düşüncesinin bu kadar avutucu olduğunu bilmezdim.
iki insanın yan yana yürümesinden daha zor bir şey olmadığını anladım.
Şşşşt, diye fısıldadın belli belirsiz bir sesle. Korkma, bir başka zamanda yeniden birlikte olacağız.
Zihnimde tam bir kitaplık olsun istiyorum, derdin, yoksa dünyanın uyumaktan, yemekten, sevişmekten ve ölmekten ibaret olduğuna inanma tehlikesiyle yüz yüze kalırım.
İyileşme dönemimdeydim, yaralarım yeni yeni kabuk tutuyordu ve en küçük bir darbeyle yeniden kanayabilirlerdi.
Yalnız kalmıştım, dönebileceğim bir mağaram, bir yerim yoktu artık.
Senin içinde buz var; korkarım bu buzu ben bile eritemeyeceğim.
Belli belirsiz bir aydınlık görebilmek için ne çok düştüm, ne çok uçurumlar ne çok derin yarlar aştım.
Şiirler günlerimize minik pencereler açar, diye yinelerdin, günlerin kurşuni havası altında bize farklı bir gerçekliğin göz kamaştıran ışıltısını gösterirler. Teslim olmamaya yararlar.
Her trajedinin üzerine sağanak gibi bir eğer yağmuru yağar ve bu eğer ler trajediyi yaşayan kişinin ömür boyu sırtında taşıyacağı taş yüklü bir çantaya dönüşür.
Neden düzeltilemeyecek bir şey meydana geldiğinde bunun engellenebilmesinin mümkün olduğu düşünülür?
Sonsuza kadar burada kalmayacağız değil mi?
Belki de içimizde hâlâ ilkel bir insan yaşadığını çok sık unutuyoruz; bu insanın hayatta kalma yasaları, insanımsı büyük maymunlarınkinden daha farklı değil.
Aşk yoktur. Alışkanlıklar vardır ve alışkanlıklar insanı tutsak eder.
Kendi dışında olduğunu sandığı şey aslında insanın kendi içindedir.
Kendi dışında olduğunu sandığı şey aslında insanın kendi içindedir.
Ölüm, önüne –bazen– bir paravan konan, utanç verici ve gizlenmesi gereken ya da mutlak yalnızlık içinde yaşanan bir olaya dönüştü; ölümden sonra sadece bir sayıya, ortadan kalkması gereken birine, bir başkasının gelip içinde ölmesi için yeniden yapılan bir yatağa dönüşüyorsun, işte o kadar.
Yürümeye başladığımda inandığım üzere, bu çizgiyi ben mi çiziyordum, yoksa benimle birlikte, benim üzerimde, benim yanımda oyun oynayan biri daha var mıydı?
Babam sık sık, Gören, hiçbir şey görmüyordur, derdi. Küçükken bunun sadece bir tekerleme olduğunu düşünürdüm ama büyüdükçe babamın şaka yapmadığını anladım.
Çocukken çok kolay ağlardım. Mutsuzluktan ya da şımarıklıktan değildi ağlamam. Ağlardım çünkü acıyı görürdüm ve buna bir neden bulamazdım.
— kader senin kaderindi ve onunla hesaplaşacak olan da sendin.
Sen var olmayan biriyle hesaplaşmak zorundaydın, ben de bu hesaplaşmayı abartılı bir mevcudiyetle yapmalıydım.
Birisi yüreğime bir bıçak sokmuş ve en fazla acı veren noktayı bulmak üzere, çevirip duruyordu.
Ben oldum olası bir kent insanıydım, kitapların arasında büyüdüm ve insanları tedavi ettim ama annemin balkonundaki sardunyaları nasıl hayatta tutabileceğimi asla bilemedim.
İncecik cam küreleriz ve minik kıymıklara dönüşmemiz için en küçük fiske yetiyor.
Ölüler yoktur;
Sadece canlı olmanın farklı bir şekli vardır.
“Dışarıda var olan, içimizde var olanın aynasından başka bir şey değildir. İçimize çöplük muamelesi yaparken, çevremizdeki dünyanın mucizevi bir şekilde bahçeye dönüşmesini bekleyemeyiz.”
“Kırılgan! O zamana dek bu sözcüğü,içine kırılacak eşya konan kutuların üzerinde görmüştüm. Benimle cam eşya arasında bir ilinti olabileceğini yani binbir parçaya bölünebileceğimi hayal bile etmemiştim.”
“Kırılganlığımız güce, kader bilgeliğe, trajediler aşka, zifiri karanlık içsel aydınlığa dönüşebilir.”
Bütün öyküler arasında benim en sevdiğim Nuh Peygamber’inkiydi az insan, çok hayvan vardı çünkü ve bu bile mutlu olmak için bir başlangıç sayılabilirdi. Öteki destanlarda insanlar sadece felaketler yaratıyor, acı ve ölüm ekiyorlardı.
Kırılganlığımız güce, kader bilgeliğe, trajediler aşka, zifiri karanlık içsel aydınlığa dönüşebilir.
Bir çimen yaprağı yaratmanın yıldızlar kadar zor olduğuna inanırım,
Karınca da kum tanesi de, çalıkuşunun yumurtası da aynı derecede mükemmeldir.
Ve yeşilbağa da en yüce başyapıtlardan biridir,
Ve tırmanan böğürtlenler cennetin odalarını süsleyebilir,
Ve elimin en ince çizgisi her türlü makineyi küçümseyebilir,
Ve başını eğip geviş getiren inek her türlü heykelden üstündür,
Ve bir fare sayısız inancınızı afallatmaya yetecek bir mucizedir.
Ağla diye seslendi tatlı bir sesle. En azından dene ağlamayı. Ama gözlerim kupkuruydu, bir yangının yaladığı fundalık gibi çıtırdıyordu.
+Tanrı kimdir?
-Kundağı değiştirilen her bebek tanrıdır.
Artık din diye bir şey kalmadı, gerçekten öyle. Dünya altüst oldu. Şimdi babalar, oğullarından özür diliyorlar.
+Zaten şu aralar peygamberlerin pek gözde oldukları söylenemez.
-Peygamberler hiçbir zaman gözde olmamışlardır zaten!
Dışarıda var olan, içimizde var olanın aynasından başka bir şey değildir. İçimizde çöplük muamelesi yaparken, çevremizdeki dünyanın mucizevi bir şekilde bahçeye dönüşmesini bekleyemeyiz.
Sonsuzluk zaman içinde beklenmedik baskınlar yapıyor. Kuralsız, plansız, hesapsız bir şekilde dikiliveriyor karşına. Dikiliyor ve şeylerin içinde gizli ateşi gösteriyor. Neşemizin nedeni ışte bu ateşttir.
İnsan içsel hayatta hep yanı başında ölümle yürür- sevdiğimiz insanların ve ilerleye bilmek için öldürmemiz gereken özelliklerimizin ölümleriyle.
+Tanrı her şeye muktedir değil midir?
-Bizim işbirliğimiz olmadan hayır.
+Ne yapabiliriz peki!
-Onun yanında olmalı, O’na kulak vermeli, onu onarmalıyız. Onu avutmalıyız.
+İyi ama nerede ki bu tanrı?
-Tanrı, girmesine izin verdiğin yerdedir.
Tanrı kimdir ?

Tanrı güneştir.
Tanrı rüzgardır.
Tanrı korkulacak biridir.
Tanrı hiçkimsedir.
Tanrı neşedir.
Tanrı sahip olmak istemediğim efendimdirefendimdir.
Tanrı benim cinselliğimdir.
Tanrı bizi cezalandıracak olandır.
Tanrı mi? Hiç düşünmedim.
Tanrı noel babadır.
Tanrı bizi çağıran sestir.
Tanrı zihinlerimizi hayalidir.
Tanrı kadiri mutlaktır.
Tanrı mi?Hangi Tanrı? Benim,senin, bizim,onların?
Tanrı varoluşumuzım nedenidir.
Tanrı kim midir?Rolünü iyi ezberlememiş bir komedyendir.
Tanrı mı? Enerjidir.
Yüzünü saklayan bir sadisttir.

Şarkı söyleyen sen değilsin, her şeyin içinde var olan Tanrı’nın soluğu. ~
-Sarhoş musun sen ?
-Hayatımda hiç bu kadar ayık olmamıştım.
Narsistik bir deliliğe aptalca tutsak olmuştum.
Her kalp en gizli köşesinde bir bilgelik kırıntısı saklar ~
-İnsan nasıl böyle bilgeleşir ?
-Cehennemin içinden geçerek.
Duaların geceleri daha güçlü bir şekilde hissedildiklerini fark ettim..
-Hayat her daim yeniden başlar.
-Hayır, hayat yeniden başlamayı dener
Başka hiçkimse saatin durmuş olduğunu fark etmiyor muydu?Kolayca ses yükselir olmuştum, çevremdekilerin yetersizliği beni yaralıyordu..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir