İçeriğe geç

Sonsuz Hayat Seni Bekliyor Kitap Alıntıları – Ömer Sevinçgül

Ömer Sevinçgül kitaplarından Sonsuz Hayat Seni Bekliyor kitap alıntıları sizlerle…

Sonsuz Hayat Seni Bekliyor Kitap Alıntıları

Bilmek ama yapamamak İşte bütün mesele!
Olmak ya da olmamak gibi bir şey
“Bir testiyi seviyorsan kırılabilecek bir nesneyi sevdiğini bil demiş Epiktetos.
Mesela ölüm… Bir yok oluş mu yoksa daha güzel bir dünyaya gitmenin aracı mıdır ölüm?
Her gün yarım milyona yakın insan ölüyor. Her saniyede binlerce insan can veriyor. Bunların her biri dünyanın başka bir yerinde. Bütün canları Azrail (a.s) alıyorsa hepsine nasıl yetişiyor ?
Bir filmi hatırladım bunları düşünürken. İlgimi çeken bir replik vardı. Diyordu ki adam:
Büyük bir sorunumuz var bizim. Hepimiz cennete gitmek istiyoruz ama hiçbirimiz ölmek istemiyoruz!
Kendin için istemediğini kardeşin için de isteme ki ergin insan olasın.
Büyük bir sorunumuz var bizim. Hepimiz cennete gitmek istiyoruz, ama hiçbirimiz ölmek istemiyoruz!
Kapılarını, pencerelerini tamamen açma. Meçhulün cazibesi vardır. Esrar perdesi mıknatıs tesiri yapar.
Elinde olanın tümünü birden verme. Bekle, susasın, acıksın, istesin. Doyurursan istek biter, kıs biraz.
Talip olma, matlup ol.
İnsanlar gölgeye benzer, gidersen ardından gelir, izlersen kaçar.
İhsanın fazlası zehir etkisi yapar. Muhatabı minnet altında bırakır, senden kopartır. Muhatabına değer verebilirsin ama belli etmemelisin. Taşıyamaz, nazlanır, seni kendisine müptela sanır.
Burada kim ne ekerse orada onun meyvesini derecektir. Zira dünya bir tarladır. Mahşer ise bir harmandır. Cennet ve cehennem ise birer mahzendir
Hiç yoktan bir âlem yaratan, fiilleriyle sınırsız gücünü gösteren Allah, bir başka âlemi daha niçin yaratamasın!
Bazı gecelerde dışarıya çıkıyor, karanlıklara sarınıp hayran gözlerle gökyüzüne bakıyorsan, kâinattan gelen sesleri dinleyip var olan her şeyin bir işaret olduğunu seziyorsan, deruni âlemimdeki dalgalanmaları sezebilirsin
içim beyhude geçen ömür günlerinin, gidip de gelmeyen fırsatların hüsranıyla yanıyor.
Bazı gecelerde dışarıya çıkıyor, karanlıklara sarınıp hayran gözlerle gökyüzüne bakıyorsan, kâinattan gelen sesleri dinleyip var olan her şeyin bir işaret olduğunu seziyorsan, deruni âlemimdeki dalgalanmaları sezebilirsin.
Dayanak noktam kalbin derinliklerindeymiş, geç de olsa fark ettim.
Hakikatin kökünü arıyor, kazıp duruyorum. Ruhani lezzetler oradaymış, bunu sezdim.
Eskiden kendimi bilgin sanırdım, şimdi cahil biliyorum. Mana dünyasının genişliğini sezince aczimi anladım.
İnsanlık itibariyle, başkalarının acılarına duyarsız kalamazsın.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir kuşun uçmak için yükselişi değil, bir taşın düşmek için yükselişine benziyor şöhretleri. Başında bir olmayan sıfırlara benziyor dünyevi başarıları.
İşte sonbahar! Yılın ihtiyarlık mevsimi. Dünyanın saçları dökülüyor. Ayrılığın soğuk yelleri esmeye başladı bile.
Emeller uzun, ömür kısa. Beklentiler büyük, dünya küçük. Arzular geniş, yeryüzü dar
İnsan duygularıyla hisseder, aklıyla anlar, kalbiyle inanır.
İnsan, kalbinde taşıyor cennetini de, cehennemini de! İkiside tercihlerimizin ve yapıp ettiklerimizin meyvesi.
İnanmak bu kadar mı zor!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ben tanrıtanımazları, dinsizleri, imansızları anlamakta güçlük çekiyorum. İman edince kaybı ne olacak ki? Gerçek meydanda. Keşke bir kez daha düşünseler!
Faraza, cennetteki şarap sarhoş edici türden bile olsa dünyadaki şarabı helal kılmaz ki. Çünkü ahiret ödül yeri, dünya imtihan alanıdır.
Hakikat usandırmaz. Tekrarı güzeldir, kalbe lezzet verir.
Şimdi ki cennet ebedi cennetin tohumudur.
Sözün kısası, ölen insanların sayısı ne kadar çok olursa olsun, bunlar hangi yolla ölürlerse ölsünler, tümünün diriltilmesi birinin diriltilmesi gibidir.
Güneş, ha bir taşı aydınlatmış, ha bir dağı, birincisi kolay da ikincisi zor diyebilir miyiz?
Kainat fabrikasını hikmetlerle yaratıp çalıştıran Allah, en son, en olgun ürünü olan insanı asla zayi etmez, yok etmez. Bizi bir daha dirilmemek üzere yok edip de şu alemde görünen hikmetlerini hiçe indirmez.
Ölümden sonra diriliş olmazsa şu görünen hikmetler tersine döner. Eğer yok edecek idiyse niçin en mükemmel şekilde yarattı? Neden şu kainat fabrikasını insan için çalıştırdı?
Davaların ertelenmesi büyüklükleri nedeniyledir. Çünkü büyük suçların mahkemeleri de büyük olur. Küfür, isyan, zulüm gibi eylemler dehşetli birer suçtur. Cezasız bırakılmayacak kadar büyük!
Bir küçük ölümdür uyku. Sabah olunca adeta diriliyorsun. Yani her sabah bir haşir yaşıyorsun!
Burada kim ne ekerse orada onun meyvesini derecektir. Zira dünya bir tarladır. Mahşer ise bir harmandır. Cennet ve cehennem ise birer mahzendir.
Bu durumda iki ihtimal var: Ya bütün varlıklar seni tanıyor, senin ihtiyaçlarını biliyor, sana acıdıkları için yardımına koşuyorlar. Ya da seni bilen, seven, gözeten, merhametiyle bütün varlıkları emrine veren bir Rabbin var.
Senin yaşayabilmen için Güneş parlıyor, rüzgarlar esiyor, bulutlar su taşıyor, yağmurlar yağıyor, mevsimler değişiyor, toprak bitkilere annelik yapıyor.
Bizim için “sıradan” gerçekler, bebek için “inanılmaz”dır. Bizim “doğum” diye isimlendirdiğimiz olay onun için “ölüm”dür. Çünkü küçük dünyasından ayrılacak. Bu ayrılık onu boş yere korkutur.
Bilgisizliğimiz özrümüzdür ama mazeretimiz olamaz. Her anlayamadığımızı inkâr edersek inanacak ne kalır?
Bakmayı bilen göz, görür. Düşünmenin yollarını bulan akıl, anlar.
Kişi kendi zamanının da mahkûmudur.
Hiç yoktan bir âlem yaratan, fiilleriyle sınırsız gücünü gösteren Allah, bir başka âlemi daha niçin yaratamasın!
Evrendeki hayat, tüm hayatlardan oluşan büyük bir hayattır. Tıpkı canlı hücrelerden oluşan bir vücut gibi.
Şimdi ağaca bak Bir çekirdekten yaratılıyor, fidan oluyor, dal budak salıyor, meyvesini veriyor, sonra da ölüyor. Bu evren de bir ağaç. O da yıkılacak, ölecek, başka bir âlemi netice verecek. Tıpkı meyvenin içindeki çekirdeğin başka bir ağacı sonuç vermesi gibi.
İnsan halifedir. Öbür varlıklar üzerinde yetki sahibidir. Herşey ona hizmet ediyor. Büyük emanet onun omzuna yüklenmiş. Düşünmek, inanmak, tüm varlıklar adına kulluk etmek onun görevi.
İçimizden iyilik içeren sesler de gelir, kötülük içeren sesler de. İki şık vardır önümüzde. İrade sahibiyiz. İyi sese kulak verip sevap kazanmamız da mümkün, kötü sese kulak uyup günaha dalmamız da.
Türlü türlüdür insanlar. Kimi nurdur aydınlatır. Kimi havadır, ferahlatır. Kimi sudur, serinletir. Kimi gıdadır, besler. Kimi ilaçtır, bazen gerekir. Kimi mikroptur, hasta eder. Kimi zehirdir, öldürür.
Bir kelebek olup kara kışta kalsaydın anlardın ölüm ne büyük bir nimetmiş
Öyle ya, ölçülere mahkum akıllar, ölçülemeyeni nasıl anlar
İnsan kendini kolay aldatır.
Hem ruhu, hem de bedeniyle, aynı anda birçok yerde bulunabilen bir kısım ermişler de vardır ki, bunlara “abdal” namı verilir.
İnsan kendi aynasına yansıyan görüntülerin etkisi altındadır.
Dünyada kaldığı sürece bedene bağlı olan ruh, ölüm sebebiyle bir derece serbest kalır. Bedendeyken görmek için göze, işitmek için kulağa, düşünmek için beyne muhtaçken, artık bu aletlerin varlığına gerek duymadan görür, işitir, düşünür, bilir.
Ciğer parçalayıcı iniltilerle karışık ağıtlar yakan sessiz bir ses duyuyorum.
Tam bir tercih sayılabilir mi bu? Seçmek zorunda olduğumu görüyor, başka türlü seçimlerin olası sonuçlarını kestiriyor, en az zararlı olana evet diyorum her defasında.
Çünkü insana en çok kitap yakışıyor, ve mürekkebin kurduğu yerde kan akıyor!
Her nefeste hem yaşıyor, hem ölüyorum.
Hayat ölüme gebe, ölüm hayata
Ölüm çıkış kapısı, ölüm giriş kapısı
İnsan, duygularıyla hisseder, aklıyla anlar, kalbiyle inanır..
Bir filmi hatırladım bunları düşünürken. İlgimi çeken bir replik vardı. Diyordu ki adam:
Büyük bir sorunumuz var bizim. Hepimiz cennete gitmek istiyoruz ama hiçbirimiz ölmek istemiyoruz!
Emeller uzun, ömür kısa. Beklentiler büyük, dünya küçük. Arzular geniş, yeryüzü dar
Yüz yüze, göz göze gelmeyen, ruhlarıyla tanışan, konuşan, tartışan iki sanal karakteriz biz
Bin ben vardır bende, toplamı ben
Ne kalır geriye?
Hüzün,hasret
Dayanak noktam kalbin derinliklerindeymiş, geç de olsa fark ettim.
Her gece yeni bir dünya kuruyorum.
Her insan az çok sever ama Mecnun gibisi azdır.
Güzel bak, güzel gör!
Her şey yalnız, benim gibi.
Yüz yüze, göz göze gelmeyen, ruhlarıyla tanışan, konuşan, tartışan iki sanal karakteriz biz
Keşke her şey güzel olsaydı! Kötülük hiç olmasaydı!Şeytan geberseydi Yaşamak ne güzel olurdu o zaman!Bunca kötülük, bunca çirkinlik niye var ki sanki!
Bir hanım gelmişti bizim eve.Uzak komşulardan Sohbet sırasında ‘Kaderi güzel olsun,kendi güzel olmuş kaç para’ gibi bir laf etti.İlginç geldi bana,daha önce işitmemiştim.
Tüm varlıklar bir amaca hizmet ediyorlarsa, bu gerçek, elbette bilen, isteyen bir yaratıcıyı gösterir. Çünkü ilimsiz madde, iradesiz cisim, bilinçsiz doğa bilemezler erek ne, amaç ne.
Sevgi, yaşarsa var olur, hayat bulur. Büyürse, tutkuya dönüşürse ‘aşk’ olur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir