İçeriğe geç

Sonsuz Gül Kitap Alıntıları – Jorge Luis Borges

Jorge Luis Borges kitaplarından Sonsuz Gül kitap alıntıları sizlerle…

Sonsuz Gül Kitap Alıntıları

Bilmek istiyorum geçmişim kimin .
Gelip geçenlerden hangisinin?
Belki de insanın yazgısı,
Kısa süren sevinçler ve uzayıp giden acılar,
Bir gün kavuşacağım özgürlüğüme.
Hiç kimse değilim ben. Kimseye kılıç çekmedim
savaşta. Yankıyım, unutuşum, hiçliğim ben.
Ne arar insan tavanarasında Dağınıklığı artıracak bir
şeyden başka?
Bugünün deyişiyle, sırası gelince ben de ölümsüz sözler söyleyeceğim..
Tek yıldız kalmayacak gecede.
Gece kalmayacak.
Ben ölürken dayanılmaz evren de
tüm varlığıyla ölecek benimle,
Sileceğim piramitleri, madalyaları,
Kıtaları ve yüzleri.
Sileceğim geçmişin birikimini.
Toz edeceğim tarihi, tozu toz.
Son günbatımını seyrediyorum şimdi.
Son kuşu dinliyorum.
Kimseye hiçbir şey bırakmıyorum.
Ben, benim suskun dostlarım, salt unutuştan
başka bir öç ya da bağışlanma olmadığını
bilen kişiyim.
Ben körüm, bir şey de bilmiyorum.
..
Sen
müziksin, ırmaklar, gökler, saraylar, meleklersin,
Ey sınırsız, gizdeş sonsuz gül, sonunda
Tanrının benim ölü gözlerime göstereceği..
Neden boy verir benden bedenim dinlenirken
Ve gönlüm kalmışken yapayalnız, şu ahmak gül?
Artık var olmayanlarım ben. Yararsızca
Akşamleyin yitip giden bu insanlarım ben..
Belki de insanın yazgısı,
Kısa süren sevinçler ve uzayıp giden acılar..
Sen ki tek bir adamken çoğulsun hem de.
Çok da şaşırmayın
Bu yazgıya.
Sizinki de aynı benimki de
Yalnızca çok değişik halleri var
kılık değiştiriyor hiç durmadan.
Adı bir an
nefret oluyor,
bir an sevda,
bir an alın yazısı..
Zamana direnebilenler yalnızca
Zaman içinde yer almayanlardır.
Hedef unutmaktır.
Daha önceden varmıştım.
Hiç kimse değilim ben.
Kimseye kılıç çekmedim
savaşta.
Yankıyım, unutuşum, hiçliğim ben.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Belki de hiç duymadım seni, oysa
hayatım hayatına bağlı, ayrılmazcasına
Senin simgen gezgin bir ruhtu
Bir bilmeceler kitabında.
Aklımın almayacağı parçalar kaldı bende..
Karanlık
gören göz ister,
sesin ve sessizliğin
kulakları gereksindiği gibi
ve ayna, biçimler ister
kendini mesken tutan.
Kimbilir ne çeşit yaşamlar geçip gitmiş olmalı
Yankıyım, unutuşum, hiçliğim ben.
Herkesin payına düşen yolculuk önceden belirlenmiştir.
Daha değersiz olmamaya çalışacağım
Bugünün deyişiyle,
sırası gelince ben de
ölümsüz sözler söyleyeceğim
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Ya bunların hepsi olacağım ya da hiçbiri.
Sileceğim geçmişin birikimini.
Toz edeceğim tarihi, tozu toz.
Son günbatımını seyrediyorum şimdi.
Son kuşu dinliyorum.
Kimseye hiçbir şey bırakmıyorum
Ben körüm, bir şey de bilmiyorum. Ama gidilecek daha çok yol olduğunu ve her şeyin eşyanın sonsuzluğu olduğunu görüyorum. Sen müziksin, ırmaklar, gökler, saraylar, meleklersin,
Ey sınırsız, gizdeş sonsuz gül, sonunda
Tanrının benim ölü gözlerime göstereceği.
Birazı belleğin, birazı unutuşun ürünü olan
Ağırlıksız yaratık, tek boyutunu gösterip gitti.
Bu tuhaf dünyayı yöneten cinler ve tinler
Düşlememe izin verir seni ama efendin olamam;
Belki de geleceğin derinliklerinde bir oyukta
Karşılaşırız yine, düşlerin ak geyiği.
Ben de zaten bir düşüm, gelip geçici, çayırların
Ve aklığının düşünden bir iki gün daha süren.
Düşler var düşün ardında. Her gece
Yitip gitmek isterim karanlık sularda
Üstümden gündüzü yıkayan, ama bu katıksız
Sular altında, bize en sonuncu Hiçliği sunan
Edepsiz harikanın nabzı atıyor bu hüzünlü saatte.
Bambaşka yüzümü yansıtan ayna olabilir.
Bir dolambacın gitgide büyüyen tutukevi olabilir.
Bir bahçe olabilir. Hep bu karabasandır.
Dehşeti başka dünyalardan. Adı konulmayan bir şey
Bana ulaşır söylencelerin ve sislerin dününden;
Tiksinilen imge retinaya yapışır kalır
Lekeler uykusuzluğu tıpkı gölgeyi alçalttığı gibi.
Neden boy verir benden bedenim dinlenirken
Ve gönlüm kalmışken yapayalnız, şu ahmak gül?
Belleğin, öylesi bir unutuştur ki
Akılda kalan biçimdir, anlam değil,
Ancak bir tek başlıklar yansır ona.
Uyumsuzluk pusudadır. Her atılan adım
Düşüş olabilir. Ağır kanlı tutsağıyım
Ben uyku sersemi bir zamanın,
Ne gün doğumu belli ne gün batımı.
Sürgit bir gece. Başkaları yok. Dizelerle
İşleyip yoğurmalıyım yavan evrenimi.
Ay sakin ve aydınlık olduğunu bilmezden gelir
Üstelik ne de ay olduğunu bilir;
Ne de kum kumluğunu. Tek bir şey bile yoktur biçiminin benzersizliğini bilen.
Fildişinden taşlar öylesine yabancıdır
Soyut satranç oyununa tıpkı kendilerini
Süren el gibi. Belki de insanın yazgısı,
Kısa süren sevinçler ve uzayıp giden acılar,
Aracıdır Ötekinin. Görmezden geliriz;
Ona Tanrı adını vermenin hiç yararı yok bize.
Boşunadır üstelik korku, kuşku
Ve başlattığımız kısacık yakarı.
Hangi yay fırlatmış olmalı bir ok
Olan beni? Hangi doruk acaba hedefi?
Kimse açıp kapayamayacaktır kapıları
Hepsinin başını çeken Çift Çehreliyi
Saygıyla anmadan. Kuşatırım çevrenini
Belirsiz denizlerle belirgin karaların,
İki ayrı yüzüm seçebilir geçmişi
Ve geleceği. İkisini de görürüm ve eşdeğerlidir
Demirler, uyumsuzluklar ve kötülükler,
Silebilecekken hepsini Biri, silmemiş
Silmeyecek. İki elim eksik kalmış
Ve kıpırtısızım, taştan. Diretemezdim
Kursam bile kafamda çekişmeli bir
Gelecek ve bugün uzaklarda kalmış geçmişi.
Yıkıntımı görüyorum: altımdaki kırık sütunu Ve artık hiç görülmeyecek olan yüzlerimi.
Çok da şaşırmayın Bu yazgıya. Sizinki de aynı benimki de, yalnızca bizim jaguarın çok değişik halleri var kılık değiştiriyor hiç durmadan. Adı bir an nefret oluyor, bir an sevda, bir an alın yazısı
Ben kardeşinin imgesini ya da gövdesini (ikisi de aynı şey) sessizliğin ya da kadehinin aynasında izleyen o boşyüce gözlemciden daha az boşyüce olmadığını bilen biriyim.
Ben, benim suskun dostlarım, salt unutuştan başka bir öç ya da bağışlanma olmadığını bilen kişiyim.
Bir tanrı bu garip Çözümü sunmuş her türlü insan kinine.
Bunca gezip dolaşmama karşın, tekil, çoğul,
Yorucu, garip, kendimin ve başkasının
Zamanının labirentini bir türlü çözemedim.
Hiç kimse değilim ben. Kimseye kılıç çekmedim savaşta. Yankıyım, unutuşum, hiçliğim ben.
Tek yıldız kalmayacak gecede.
Gece kalmayacak.
Ben ölürken dayanılmaz evren de tüm varlığıyla ölecek benimle, Sileceğim piramitleri, madalyaları, Kıtaları ve yüzleri.
Sileceğim geçmişin birikimini.
Toz edeceğim tarihi, tozu toz.
Son günbatımını seyrediyorum şimdi.
Son kuşu dinliyorum.
Kimseye hiçbir şey bırakmıyorum.
Sonra bakıyorum, izgesini yansıtan aynası
Bellek olan insanca zamanı yok sayıyor.
Ne zaman umurunda onun ne de geçmişten
Bugüne akan yaşamı, öylesi değişken ve boş.
Zaman dışı, sayıya vurulmayan, sıfır,
En sonuncu bizon bu ve ilki
Gökyüzü boşa değişir durur. Herkesin Payına düşen yolculuk önceden belirlenmiştir.
Ne arar insan tavanarasında
Dağınıklığı artıracak bir şeyden başka?
Bugünün deyişiyle, sırası gelince ben de ölümsüz sözler söyleyeceğim;
daha değersiz olmamaya çalışacağım
Ne karanlık ne kaos. Karanlık gören göz ister, sesin ve sessizliğin kulakları gereksindiği gibi ve ayna, biçimler ister kendini mesken tutan.
Ne uzam ne de zaman. Hatta ne de Kafasında kuran b.ir tanrısal güç, Zamanın ilk gecesinden önceki sessizlii, Sonsuzlaşacak olan o ilk geceden.
Karanlık Herakleitos’un koca ırmağı Gizemli yatağında dur durak bilmeden Akar gider geçmişten geleceğe, Akar gider bir unutuştan ötekine.
Hâlâ acı çeken bir şey. Yakaran bir şey.
Sonra gelir dünya tarihi. Şimdi.
Ben körüm, bir şey de bilmiyorum. Ama
gidilecek daha çok yol olduğunu ve her şeyin
eşyanın sonsuzluğu olduğunu görüyorum.
Belki de insanın yazgısı,
Kısa süren sevinçler ve uzayıp giden acılar,
Aracıdır Ötekinin. Görmezden geliriz;
Ona Tanrı adını vermenin hiç yararı yok bize.
Eylemlerimiz yazgımızın akışında gidiyor,
Bitmek tükenmek nedir bilmiyor.
Kiralımı öldürdüm ben, Shakespeare Tragedyasını tezgahlayabilsin diye.
Başlangıçtaki çölde oldu.
İki kol koca bir kayayı fırlattı.
Bir çığlık bile duyulmadı. Kan döküldü.
Şimdi aklıma gelmiyor, Habil miydi, Kabil mi?
Hedef unutmaktır.
Daha önceden varmıştım.
Ben, benim suskun dostlarım, salt unutuştan
başka bir öç ya da bağışlanma olmadığını
bilen kişiyim. Bir tanrı bu garip
Çözümü sunmuş her türlü insan kinine.
Ben ölürken dayanılmaz evren de
tüm varlığıyla ölecek benimle,
Sileceğim piramitleri, madalyaları,
Kıtaları ve yüzleri.
Sileceğim geçmişin birikimini.
Toz edeceğim tarihi, tozu toz.
Son günbatımını seyrediyorum şimdi.
Son kuşu dinliyorum.
Kimseye hiçbir şey bırakmıyorum.
Gökyüzü boşa değişir durur. Herkesin
Payına düşen yolculuk önceden belirlenmiştir.
Bir kılıcın, önce altına, sonra külrengine,
Sonra da hiçliğe dönüşerek batan
Yapayalnız bir güneşin de anısıyım ben.
Limanda yavaş yavaş yaklaşan gemileri Seyreden biriyim.
Bilinmez bunlardan hiçbiri
Ay sakin ve aydınlık olduğunu bilmezden gelir Üstelik ne de ay olduğunu bilir;
Ne de kum kumluğunu. Tek bir şey
bile yoktur biçiminin benzersizliğini bilen. Fildişinden taşlar öylesine yabancıdır
Soyut satranç oyununa tıpkı kendilerini Süren el gibi. Belki de insanın yazgısı,
Kısa süren sevinçler ve uzayıp giden acılar, Aracıdır Ötekinin. Görmezden geliriz;
Ona Tanrı adını vermenin hiç yararı yok bize. Boşunadır üstelik korku, kuşku
Ve başlattığımız kısacık yakarı.
Hangi yay fırlatmış olmalı bir ok
Olan beni? Hangi doruk acaba hedefi?
Yıkıntımı görüyorum
Zamana direnebilenler yalnızca
Zaman içinde yer almayanlardır.
Hedef unutmaktır.
Daha önceden varmıştım.
Göçüp gitmiş ölüleri kıskanan da ben.
Kitaplarım (benim varlığımdan habersiz)
Şu yüzüm gibi tıpkı, benden bir parça,
sırası gelince ben de ölümsüz sözler söyleyeceğim;
“Kitaplarım
Şu yüzüm gibi tıpkı, benden bir parça!”
“Yapayalnız bir güneşin anısıyım ben.”
Susanna Bombal’a

Hicret’in ardında beş yüz yıl.
İran kendi minarelerinden
çöl mızraklarının saldırısını seyretti,
Nişapurlu Attar da bir güle baktı
sessiz sözcükler söyleyerek
dua eden biri değil de, düşünen biri gibi:
“Kırılgan küren elimde. Ve zaman
büküyor ikimizi de, biz farkında olmadan,
bu akşam saatinde, unutulmuş bir bahçede.
Senin tüy gibi gövden havada nem içinde.
Kokunun yoğun ve sürekli yayılışı
yaşlı ve yıpranan yüzüme yükseliyor.
Ama ben seni bir düşün katmanları arasında
ya da bu bahçede bir sabah görmüş olan o çocuktan
çok daha uzun bir zamandan beri tanıyorum.
Güneşin beyazlığı senin olabilir,
ayın yaldızı ya da zafer kazanmış kılıçtaki
kurumuş kırmızı kan lekesi de.
Ben körüm, bir şey de bilmiyorum. Ama
gidilecek daha çok yol olduğunu ve her şeyin
eşyanın sonsuzluğu olduğunu görüyorum. Sen
müziksin, ırmaklar, gökler, saraylar, meleklersin,
Ey sınırsız, gizdeş sonsuz gül, sonunda
Tanrının benim ölü gözlerime göstereceği.

“Hedef unutmaktır.
Daha önce varmıştım.”
Ve zaman büküyor ikimizi de, biz farkında olmadan
Ölülerin sesleri Sonsuza dek konuşacak benimle.
Ölecek olsan, öteki olarak yineleneceksin
Ve sonra da öteki, öteki, öteki, öteki
Kitaplarım (benim varlığımdan habersiz)
Şu yüzüm gibi tıpkı, benden bir parça..
Yalvardım adlarını bilmediğim tanrılarıma, günlerime bir şey ya da birini göndersinler diye.
Kısa süren sevinçler ve uzayıp giden acılar…
Yıkıntımı görüyorum: altımdaki kırık sütunu Ve artık hiç görülmeyecek olan yüzlerimi.
Değişkenlerden oluşmuşsun sen de!
Dünlerden ve yarınlardan. İken ve önceden
“Kırılgan küren elimde.
Ve zaman büküyor ikimizi de, biz farkında olmadan,
Bu akşam saatinde, unutulmuş bir bahçede.
Senin tüy gibi gövden havada nem içinde.
Kokunun yoğun ve sürekli yayılışı
yaşlı ve yıpranan yüzüme yükseliyor.
Ama ben seni bir düşün katmanları arasında
ya da bu bahçede bir sabah görmüş olan o çocuktan çok daha uzun bir zamandan beri tanıyorum.
Güneşin beyazlığı senin olabilir,
ayın yaldızı ya da zafer kazanmış kılıçtaki
kurumuş kırmızı kan lekesi de.
Ben körüm, bir şey de bilmiyorum.
Ama gidilecek daha çok yol olduğunu ve her şeyin
eşyanın sonsuzluğu olduğunu görüyorum.
Sen müziksin, ırmaklar, gökler, saraylar, meleklersin,
Ey sınırsız, gizdeş sonsuz gül, sonunda
Tanrının benim ölü gözlerime göstereceği.”
“Kitaplarım (benim varlığımdan habersiz)
Şu yüzüm gibi tıpkı, benden bir parça,
Şakaklarına kır düşmüş, gözü dumanlı
Boşuna arayıp durduğum camda aynada
Ve avucumu çukurlaştırıp sıvazladığım.
Haksız da sayılmam düşünürken acıyla
Beni dile getiren en can alıcı
Sözcüklerin bu sayfalarda oluşunu,
Benim yazdıklarımda olmak yerine.
Böylesi daha iyi. Ölülerin sesleri
Sonsuza dek konuşacak benimle.”
“Kimbilir ne çeşit yaşamlar geçip gitmiş olmalı
Bu acınası ve ufacık ölümle birlikte,
Yazgının ya belleğe göndereceği ya da
Unutulmaya bırakacağı kaç yaşam kimbilir!
Ben öldüğümde bir geçmiş de ölecek birlikte;
Bu çiçekle ölüp gitti onu yok sayan sularda,
yıldızların aydınlattığı bir gelecek.
Onun gibi ben de ölüyorum sonsuz sayıda
Sonla yazgımın bana bırakmadığı;
Gölgem hep yürekli olmuş bir vatanın
yıpranmış söylencelerinin peşine düşüyor.
Ufak tefek bir mermer koruyor anısını;
Üstümüzde bir yerde büyümekte gaddar tarih.”
“Bilmek istiyorum geçmişim kimin.
Gelip geçenlerden hangisinin?”
“Tek yıldız kalmayacak gecede.
Gece kalmayacak.
Ben ölürken dayanılmaz evren de
tüm varlığıyla ölecek benimle,
Sileceğim piramitleri, madalyaları,
Kıtaları ve yüzleri.
Sileceğim geçmişin birikimini.
Toz edeceğim tarihi, tozu toz.
Son günbatımını seyrediyorum şimdi.
Son kuşu dinliyorum.
Kimseye hiçbir şey bırakmıyorum.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir