İçeriğe geç

Sona Ermek Kitap Alıntıları – Selim İleri

Selim İleri kitaplarından Sona Ermek kitap alıntıları sizlerle…

Sona Ermek Kitap Alıntıları

Unutmadığın,unutmak isteyip de unutamadığın o kadar çok şey var ki.
Şimşekler çakıyor; bu kez yaz yağmuru değil, epeydir yaz yağmuru değil.
Bekliyorsun. Neyi beklediğini bilmeyerek bekliyorsun.
Issız akşamlarında beni okumuş olanlara
“Hayat çekip gitti, hiç yaşanmamışçasına, perde ağır ağır iner.”
“Yazar yapayalnızdır.”
Bütün renkli ışıltılar söndü.
Öyle harcadın hayatını.
Yazık etmişsin
“Hayat ağır ağır iner, ayrılışlar, birbirini bir daha göremeyecek oluşlar…”
“Bekledikleri, umdukları mutluluk hiçbir zaman başlamayacaktır.”
Yeryüzü, bir eziyet tarihi..
“Bir kez daha yürekteki sancı. Sayrıl değil, kalbin sapasağlam. O tuhaf melankoli, gönül üzgünlüğü. Gönül üzgünlüğüyle tutuşuyorsun.”
İkiniz de yaşlanmış, bir aşkın sona erişini, hayır, sende hep süren aşkın hüznünü duyumsuyordun.
İnsanların acılarını yazmaya yemin etmıştın, hiçbir acıyı dindiremedin.
Uyumak istiyorsun, bir uyuyabilsen, rüya bıraktığın yerden devam edecek.
Bunca mutsuz son! Bunca mutsuz sondan sonra kendini bile kandıramıyorsun.
Sonu nasıl biter böyle bir romanın?
Gözlüğünü çıkarıyorsun: Yabancının yüzü sislendi.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Kalk ayağa!
O ‘kalk ayağa’ seni hâlâ ayakta tutuyor.
Fotoğrafa bakıyorsun. Fotoğrafları saklamazsın, fotoğraflar amansızdır.
Bunu sakladın
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Sen ölüm!
Seni hiç düşünmeden yaşadık.
Son gözyaşlarınızdır sanmıştınız.
Fena aldandınız. Son gözyaşlarınıza daha vardı.
Âşıktın, onun o sıralarda hiç bilmediği bir aşk.
Karşında oturuyordu.
Geriye dönemezsiniz, bu bitik bir aşktır.
Bir daha yaşanmayacak üçe on kala: Herhalde toprağa veriyorlar şimdi. Cenazeye gitmedin.
Televizyonu açsan , genç ölümler, yirmi üçünde, yirmi sekizinde, yirmi beşinde, senin yurdunda. Daha 1920’de Hayat bu kadar acı mı! diye yazmış güncesinde mektubunda. 2017’de bu son odada televizyonu açmıyorsun, kaçıyorsun..
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Yankı yok.
Oradan oraya sürükleniyorsun.
Yankı yok.
Aynı saplantıya geri dönüyorsun. Atlatmalısın. Atlatamıyorsun: Tek başına yürüyor, bataklığa; henüz altmışına varmamıştı.
O gün de geçip gitti. Amansızdı özlemin; hala duyumsuyorsun.
Yaşam böyle, veda.
O bilmiyor ama, pek çok kez dertleştin.
Kırmızı güller
Susuyorsun.
Ölmese olmaz mıydı; ölüm olmasa.
Yaşlandıkça bizi biz yapanları birer ikişer kaybediyoruz. Şimdiden anı, öteki ölülerin arasında.
Kopuyorsun, kaçmak istediğin gerçekliğe saplanıyorsun
Yok, şimdide yaşıyorum. Geriye kalanı korumaya çalışıyorum sadece..
Boş yere. Mazi de yıkıcıydı, sırtından bıçaklanışlarınla.
Sonra pişmanlıklar, yüzleşmek zorunda olduğun yanlışlar, kimin kalbini kırdın, kaç kişinin, ezip geçerdin. Her biri çıkagelecek, her birini ödeyeceksin..
Yolun sonundasın, her şey eskidi..
Geçip gitmiş zaman insafsızca
Karanlıkta havai fişeksin, yanmanla sönmen göz açıp kapayıncaya.
Öyle harcadın hayatını.
Yazık etmişsin..
Bitmedi, sona ermedi.
Eski bir aşka, tek kişinin duyumsadığı, aktrisin bile bilmediği bir aşka evrilse de, tek başına yaşamış olsan da, sürgit kalp ağrısı.
Meğer film sahneleri de ölürmüş, tiyatro sahneleri,
kitapların ezbere bildiğin sayfaları..
Yazmak zorundasın. Sapasağlamsın, bir şey yok.
İnsanın insana kötülüğünden başka yazacak bir şey yok.
Yolun başıydı; şimdi yolun sonu. Yolun sonu, epeydir öğrendin, yalnızca sancı, umutsuz bekleyiş.
Bekliyorsun
Yaşlanışın ortasında onu tekrar görmek, bu kez kaygılarını anlatabilirsin. Dost olabilirsiniz.
Unutmamışsın, çehresi silinmiş ama söz yankıyor.
Aslında çehresi de silinmemiş, silik yalnızlığı gözünün önünde.
İkinizin birlikte dönebileceğiniz bir ev olmadı. Hayalinde öyle evler kurmuştun, birçok kez.
İkiniz de yaşlanmış, bir aşkın sona erişini
Hayır hayır , sende hep süren aşkın hüznünü duyumsuyordun.
Ne zamandır uçurumdan aşağıya yuvarlanıyor, hayat denen uçurumdan aşağıya..
Kurtarın onu! , Kurtarılacak bir şey kalmamış.
Ölüm her gün, ölümler her an
Yıldızlar..
Ne biliyorsun, belki asırlarca öncesinden ışıkları bize gelen Abdülhak Şinasi’nin yıldızları ?
Hep ezilmişlerden, yenilmişlerden yana olduğunu söylerdin; şimdi yenilmişler arasındasın, yenilgilerden uzak.
Siyaha, iflasa çok yakın.
Artık ne yazsan kül yığını !
Eski romanın günün gerçekliklerini unutturabileceğini sanıyorsun
.Hayat dediğin ne ki Bir aptalın anlattığı masal bu: Kuru gürültüler, deli saçmalıklarıyla dolu
Öleceğim, ölüm bir şey değil,
her şey bitecek!
Kendinden başka gidebileceğin yer yok, iç sesinden, iç dünyandan. Epeydir. Sevdiğin insanları kaybettin, kimileri öldü, çoğu öldü; ötekileri, geriye kalanlarıysa bencilliğinle, hırçınlığınla sen kırdın, nankörce..
Yağmur diyor, yağmur eski bir Türk
filmindeki gibi yağıyor.
Unutmak için yazıyordun, kargacık burgacık elyazınla, unutmak oluşturulur, yazınca geçip gider. Bırakıyorsun, vazgeçiyorsun.

Yalana gerek yok. Çünkü unutmadın.

İnsan gözyaşlarıyla
bakınca her şey titreşir, yıldız çiçekleri, deniz fenerleri, dolmakalemin altın ucu..
Yoksa yalnız mısın sen yine yi
de. Dinleyemedin; dinleyemiyorsun, denedin, hemen vazgeçtin.

Ölüm olmasa..

. . . Anılar manılar da fasafiso . . .
..pişmanlıklar, yüzleşmek zorunda olduğun yanlışlar, kimin kalbini kırdın, kaç kişinin, ezip geçerdin. Her biri çıkagelecek, her birini ödeyeceksin.

Otur, dökümünü çıkar.

Yolun sonundasın. Her şey eskidi.
Sigara kalmamış, paketi buruşturup atıyorsun.

Yerde, halının üstünde, sandık odasındaki buruşturulmuş sigara
paketi sensin.

Yarım içip söndürdüklerinden birini yak.

İnsanın insana kötülüğünden başka yazacak bir şey yok.
Meğer film sahneleri de ölürmüş, tiyatro sahneleri,
kitapların ezbere bildiğin sayfaları..
..yaşamak dediğin
kanlı bir intikam alış.
Yazar yaşlandıkça eseri de yaşlanır, yeni yazdıkları. Her yeni yazdığı daha yaşlı, daha bitkin. Ne kadar çabalarsa çabalasın, gençlikteki üslubunu bir daha yakalayamaz.
Merhametsiz bir şeydir bu.
Yazmak dinmiyor.

Belki de Yazmak bitmiyor du.

Bekliyorsun.

Neyi beklediğini bilmeyerek bekliyorsun. İçeriye geçip yazmayı? Yürek darlığının dinmesini?
Ölümü? Başka bir şiirdeki, başka bir şairin, sevgi günleri ni?

Kendini yeniden var etmeye çalışıyordun; göçebe kaldın.
Hep ezilmişlerden, yenilmişlerden yana olduğunu söylerdin; şimdi yenilmişler arasındasın, yengilerden uzak. Siyaha, iflâsa çok yakın.
“Yolun sonundasın.
Her şey eskidi.”
Virgina Woolf hiçbir zaman Ahmed Haşim diye bir şairi tanımadı, öğrenmedi. Haşim, Virgina Woolf’u okumadı. Şimdi bir aradalar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir