İçeriğe geç

Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi Kitap Alıntıları – Yılmaz Odabaşı

Yılmaz Odabaşı kitaplarından Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi kitap alıntıları sizlerle…

Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi Kitap Alıntıları

Yılmaz Odabaşı kitaplarından Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi kitap alıntıları sizlerle

Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi Kitap Alıntıları

Sesleri uçurumlarda kalan sular bile
Sessizliklerini ulaştırırken denizlere
Sen ne ulaştıracaksın yiğidim
Hayata dair, insanlara dair
Yaklaşan günlere
Ellerimle dokunduğum her yerde
Çığlık çığlığa kıvranıyor hayat.
Biliyorum elbet bir gün
Kuşların bana da konacak.
Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.
Kaçtım,
Kendimi kovalayarak
Bütün sevmeler benden uzak!
Bir mekik gibi gide gele, beni sana, seni bana.
Dikiyor gibi görünse de bir düğmeyi bir kumaşa
Her şey.
Birbirimizden daha hızla uzaklaşmak için
Mutlu aile fotografları kadar hüzünlüyüm seninle.
Yoksa biz mi yanlış yorumladık kendimizi?
Merhem olamaz mı acaba sesime kelimeler
Sebep olamaz mı saadetime hicran?
Çoğu kez kaybetmek iyidir kazanmaktan
Ne diye taşımalı gurur denen urbayı
Sürgün oldum kalbime.
Önce kendinin ellerinden tut!..
Ölümün kolları karlı
Soluğu beterdi sırattan
Söze gelmez, habersiz
Kanayan kurt yarasıdır, derin
Kimi ölümler bizim de intiharımızdır.
İnanmak ve anlamak İçin eğitilmiştin
Severdin insanlara bakmayı
Kendin bile fark etmeden çözerdin gizlerini
Oysa kimsenin kimseden öğrenecek bir şeyi kalmamıştı.
Söküp nallarını atların
Koşturmak gibi karanlığın evine
Öldün, yokluğunda
Varlığı bildim
İnsan nasıl alışır içindeki cam kırıklarına?..
Çal beni kendinden. Ve kaçır beni seyrine ayna olan, sahte gündüz törenlerinden: Felç et belleğindeki belleği!
Tuhaf bir adamsın vesselam
Canını sıkan bir sokağı
Boyuyorsun da
Kırmızıya
Bir yaprak düşse dalından
Altında kalıyorsun.
Bende bulduğun benim de aradığımdı.
Yanlış veda, düşüncenin cebine sığmıyor.
Koy kıblene kalbini secde vur tabut üzre
Ömrümüz musallada bu hüznü yener bir gün.

Eziyyeti banadır gözü kanlı gecenin
Ben ölürüm bu dünya cennete döner bir gün.

Yakınlığımız insanlığımızdan geliyor
Ne kadar insanlaşırsak
O kadar arkadaşız.
Harflerin gülüştüğünü senin adında gördüm!
Yeri gelince ölümler de paylaşılır
Bölüşmek bir ölümü dostluğu ve şiiri
Benzemez beyaz evlerden mavi sulara
Aynı pencereden İki yabancı gibi bakmaya.
Bir çığlık kadar sessizlik de anımsanır.
Bulaştıkça arındığım cehennem.
İçimde kırılıp kalır ağlayan sesin.
Böyle gecelerde yağmurun sesi
Kâğıt hışırtısına benzer.
Gözlerimizdeki hüzne “dinginlik” adını verir
“Seni iyi gördüm,” diyenler.
Susuyorum. Ölülerim uyuyor kalbimde.
Hayatın ölümden başka adı var mı?
Bir umut ancak, bir başka umutla yok edilebilir
Büyük aşklar hep gecikmeli gelir.
İnsan beyninin kırbaçlarına karşı
Bütün isyanları O başlatıyor.
O çiçeklenen boşluğunda benliğinin
Bul ve yitir kendini.
Senin sustuğun sonsuzluğa bir zaman
İnsanlar sabaha karşı ulaşırdı
İnce bir yaradan çıkılan yolculukta
Ölümün o sakin soyulan kabuğunda
Çocukluk dağlarına kuşları konarak.
Tanımlamak gerekirse bir imgeyle seni
uçuruma düşen nehir
Ne zaman birbirimizi görsek,
Daha o anda başkalarıydık.
Sesinin sabahında okunmamış kitaplar

Günleri
Yaşam süsü verilmiş bir intihar.

Bir kül yığınıdır içten değilse söz
İçten değilse, sırsız bir aynadır dostluk.
Kimi zaman yaşayıp yaşamamak
Birbirine eşittir
Orda zembereksiz bir saat
Kırık bir keman gibidir şiir.
İnsana bir sonsuz ömür yaşatır
O senin gözlerin en son nefeste
Gezdim rüyanı!
Çömlekçi söyle bana
Nasıl bulunur gizli bir liman
İnsan kendinden bunca korkarsa .
Bu kez düş sizi bırakıyordu
Aramızdaki nehir sesimizi gömdü hep
Önemli olan hayatı yorumlamak değildi
Hayatı değiştirmekti.
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
Biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri.
Unutulmaya geldim işte onarılmaya değil.
Ölüler beni ölüme yakıştıramaz
İnsanlar
Hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.
Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor,
böylesine hazırlıklı değilim daha.
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.
Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın
Ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir
Haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın
Yaşamak bir sanrı değilse öcalmak gerektir.
Bir saat: akrebi umuda, yelkovanı hüzne ayarlı
Kalbim
Ne çok yorgun kalbim ne çok.
Kadınlar, ki yoklukları farkedillr olsa olsa
Yankısını dağın yuttuğu suskunluğumsun.
Ben ki çağ dışı bir uyumsuzluk delisi.
Kendi ipimi belki kendim çekerim.
Gölgeme dadanmış bir tuhaf güz kedisi.
Her yere peşimden onu da sürüklerim.
hiçbir şey
hiçbir şey
yalnızca üşüyorum şimdi
Bir hitit çanağıyım
toprağa gömülü
ve sen
ilk kazısını yapan
bir arkeolog ürkekliğiyle
ellerinin arasına al beni

tek dileğimdir çünkü benim
sana yakın bir

Kanadının altına sığınacak
bir kuş arayan
eskimiş saçak gibiyim sensiz
ya da bütün balinalarının
kıyıya vurup
intihar ettiği
bir deniz
gecikmiş sözlerin ağırlığı heybemde

yokluğunda varlığı bildim
insan nasıl alışır içindeki cam kırıklarına baba?

kısacık ömrümde kaç intihar
ıssız sokaklar uykularımda
düşümde gözleri oyulmuş ağaçlar
mülteciyim, asiyim, şairim
un sererim ipine komşunun

benimle böyle seviş ey hayat
kendine muhalif dizeyim

en sevdiğim mevsimdi sonbahar
artık değil

bir ben gerçeği biliyorum
sonbaharın öldürdüğü ruhum
ve isteyerek atladığım uçurum
hepsi
hepsi benim suçum

Yalnızca türküleri sevilen
bir ölümdür ülkem ( )
Nerde şimdi
bakırcı çarşısının
tere bulanmış şenliği

Nerde şimdi
tencerelerden taşan
tarhana sevinci

ilkyaz çiçeğine gebeyim
ağıtlar yakmayın adıma
ben ölmedim ölmeyeceğim
Sağırlar çarşısında ayna sattım körlere,
ne etsem ne eylesem ben ömrümce hederim.

Bu hırgür, bu hercümerç, bu ayarsız hengâme,
gününüz dâim olsun, siz kalın, ben giderim.

bütün sevilmemiş kadınlar gibi
ışıksız mekanlara uyanıyorum hep aynı gün aynı saat
dilsiz sağır bir taş parçası bedenim
ama suskunun yasaları işlemiyor içimdeki nehre
Yaşamak güçlü olmak değildir her zaman.
yıllardır sesimde deliren
çığlığı dindirecek bir sözcük arıyorum
Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum. Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi: yoğunluğundan bana düşen payını benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor.

Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok: ve bunlara malettirici biricik güç, inancım yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben.

Nereye gideyim, Türkiye’yim, önüm karanlık
Durup durup körlerin alfabesine çalışıyorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir