Yılmaz Odabaşı kitaplarından Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi kitap alıntıları sizlerle…
Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi Kitap Alıntıları
Yılmaz Odabaşı kitaplarından Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi kitap alıntıları sizlerle
Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi Kitap Alıntıları
Sessizliklerini ulaştırırken denizlere
Sen ne ulaştıracaksın yiğidim
Hayata dair, insanlara dair
Yaklaşan günlere
Çığlık çığlığa kıvranıyor hayat.
Kuşların bana da konacak.
Kendimi kovalayarak
Bütün sevmeler benden uzak!
Dikiyor gibi görünse de bir düğmeyi bir kumaşa
Her şey.
Birbirimizden daha hızla uzaklaşmak için
Sebep olamaz mı saadetime hicran?
Ne diye taşımalı gurur denen urbayı
Soluğu beterdi sırattan
Söze gelmez, habersiz
Kanayan kurt yarasıdır, derin
Severdin insanlara bakmayı
Kendin bile fark etmeden çözerdin gizlerini
Oysa kimsenin kimseden öğrenecek bir şeyi kalmamıştı.
Koşturmak gibi karanlığın evine
Öldün, yokluğunda
Varlığı bildim
İnsan nasıl alışır içindeki cam kırıklarına?..
Canını sıkan bir sokağı
Boyuyorsun da
Kırmızıya
Bir yaprak düşse dalından
Altında kalıyorsun.
Ömrümüz musallada bu hüznü yener bir gün.
Eziyyeti banadır gözü kanlı gecenin
Ben ölürüm bu dünya cennete döner bir gün.
Ne kadar insanlaşırsak
O kadar arkadaşız.
Bölüşmek bir ölümü dostluğu ve şiiri
Benzemez beyaz evlerden mavi sulara
Aynı pencereden İki yabancı gibi bakmaya.
Kâğıt hışırtısına benzer.
“Seni iyi gördüm,” diyenler.
Bütün isyanları O başlatıyor.
Bul ve yitir kendini.
İnsanlar sabaha karşı ulaşırdı
İnce bir yaradan çıkılan yolculukta
Ölümün o sakin soyulan kabuğunda
Çocukluk dağlarına kuşları konarak.
uçuruma düşen nehir
Daha o anda başkalarıydık.
Günleri
Yaşam süsü verilmiş bir intihar.
İçten değilse, sırsız bir aynadır dostluk.
Birbirine eşittir
Orda zembereksiz bir saat
Kırık bir keman gibidir şiir.
O senin gözlerin en son nefeste
Nasıl bulunur gizli bir liman
İnsan kendinden bunca korkarsa .
Hayatı değiştirmekti.
Biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri.
Hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.
böylesine hazırlıklı değilim daha.
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.
Ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir
Haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın
Yaşamak bir sanrı değilse öcalmak gerektir.
Ne çok yorgun kalbim ne çok.
Kendi ipimi belki kendim çekerim.
Gölgeme dadanmış bir tuhaf güz kedisi.
Her yere peşimden onu da sürüklerim.
hiçbir şey
yalnızca üşüyorum şimdi
toprağa gömülü
ve sen
ilk kazısını yapan
bir arkeolog ürkekliğiyle
ellerinin arasına al beni
tek dileğimdir çünkü benim
sana yakın bir
bir kuş arayan
eskimiş saçak gibiyim sensiz
ya da bütün balinalarının
kıyıya vurup
intihar ettiği
bir deniz
yokluğunda varlığı bildim
insan nasıl alışır içindeki cam kırıklarına baba?
ıssız sokaklar uykularımda
düşümde gözleri oyulmuş ağaçlar
mülteciyim, asiyim, şairim
un sererim ipine komşunun
benimle böyle seviş ey hayat
kendine muhalif dizeyim
artık değil
bir ben gerçeği biliyorum
sonbaharın öldürdüğü ruhum
ve isteyerek atladığım uçurum
hepsi
hepsi benim suçum
bir ölümdür ülkem ( )
bakırcı çarşısının
tere bulanmış şenliği
Nerde şimdi
tencerelerden taşan
tarhana sevinci
ağıtlar yakmayın adıma
ben ölmedim ölmeyeceğim
ne etsem ne eylesem ben ömrümce hederim.
Bu hırgür, bu hercümerç, bu ayarsız hengâme,
gününüz dâim olsun, siz kalın, ben giderim.
ışıksız mekanlara uyanıyorum hep aynı gün aynı saat
dilsiz sağır bir taş parçası bedenim
ama suskunun yasaları işlemiyor içimdeki nehre
çığlığı dindirecek bir sözcük arıyorum
Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok: ve bunlara malettirici biricik güç, inancım yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben.
Durup durup körlerin alfabesine çalışıyorum