İçeriğe geç

Siyasi İdealler Kitap Alıntıları – Bertrand Russell

Bertrand Russell kitaplarından Siyasi İdealler kitap alıntıları sizlerle…

Siyasi İdealler Kitap Alıntıları

eğitim insan zihnini aptallaştırmamalıdır
dünya için umut ve yaşam sadece sevgide bulunması gereken öğeler olacaktır
her yaşam bir parça toplum bir parça da özel girişim tarafından yönetilir
.
Geleneksellik içgüdüsü, belirsizlik korkusu ve kazanılmış menfaatler, hepsi yeni bir fikrin kabul edilmesine engel olur.

.

.
Çaba ve değişim olmadan insan hayatı iyi kalamaz.

Bu arzu etmemiz gereken bitmiş bir Ütopya değil, hayal gücünün ve umudun canlı ve aktif olduğu bir dünya.

.

Fakat yarının muzafferlerinin ertesi günün zalimleri olmasını istemiyorsak, daha büyük ve yapıcı bir politika ideale ihtiyacımız var. Bir reform hareketinin ilham kaynağı ve sonucu gereksiz kısıtlamalar bir düzenlemeler değil, özgürlük ve yüce gönüllü bir ruh olmalıdır.
yetki sahibi tüm alelade insanlar kendilerine tabi olanların tek tip olmasını isterler. Böylece davranışların önceden rahatlıkla kestirebilir ve usturuplu olmasını hedeflerler. Sonuç olarak, yapabildikleri ölçüde insiyatifi ve bireyselliği bastırırlar; başaramadıkların da ise onlarla cebelleşirler.
Kapitalist bir toplumda yasaların dayattığı tarafgir kısıtlamalar yüzünden özgürlük, kurnaz olanları zengin, dürüst olanları ise yoksul hale getirir.
Miras yoluyla büyük servetlere konanların, yaşamlarını kazanmak için çalışmak zorunda olanlardan daha iyisini hak ettiğini iddia etmek tümüyle saçmalıktır.
Mülkiyetçilik -sahip olma ve koruma tutkusu- savaşın nihai sebebidir ve politik dünyanın muzdarip olduğu tüm kötülüklerin temelidir.
Tamamlanmış bir ütopyayı değil, hayal gücü ve umudun canlı ve etkin olduğu bir dünyayı arzu etmeliyiz.
Onur, güç ve saygı bilgeliğin değil zenginliğin hizmetinde; hukuk ise varsıl olanların olmayanlara yönelik adaletsizliğini kendisinde cisimleştiriyor ve onu kutsuyor.
Kötü bir öğretmen kendi görüşünü dayatmayı ve şüpheli bir soruya tam olarak aynı kesin yanıtı verecek öğrenciler yetiştirmeyi hedefler.
”Yaşama ve dünyaya dair umut, ancak sevginin esin verdiği edimlerde bulunabilir. ”
İnsanların birbirlerine karşı hislerinde nefret, güvensizlik ve korku hakim olduğu sürece, zorbalık ve kaba kuvvetin hâkimiyetinden kurtulmayı umut edemeyiz.
Bazı insanlar başkalarına şiddet uygulamak istediği sürece tam bir özgürlük mümkün olamaz..!!!!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Çocukların başkalarının duygu ve düşüncelerini edilgen şekilde kabul etmek yerine kendileri için düşünmeleri ve duyumsamalarını sağlamak istiyorsak, eğitime yön veren zihniyetin tamamen değişmesi gerekiyor.
”Çaba ve değişim olmadan insan yaşamı iyi kalamaz. ”
”Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki her şey rekabete dayalı; ”
Bir insan başka bir insanı seviyor diye onu ölüme gönderebilirsiniz, fakat o insanı mutlu kılan sevgiyi alamazsınız.
Bir insanın çok iyi niyetli olması, başkalarının payına daha az iyi niyet düşeceği anlamına gelmez
her bir insan için farklı bir ideal vardır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kötü bir öğretmen kendi görüşünü dayatmayı ve şüpheli bir soruya tam olarak aynı kesin yanıtı verecek öğrenciler yetiştirmeyi hedefler.
Yeryüzünün madenleri, ormanları ve buğday tarlaları o kadar büyük bir hızla sömürülüyor ki çok uzak olmayan bir gelecekte geriye pek bir şey kalmayacak.
Devrimci eylem gereksiz olabilir fakat devrimci düşünce ve bu düşüncenin sonucu olarak rasyonel ve yapıcı umut vazgeçilmezdir.
Dünya, çoğu insanın önlendiğini görmekten mutlu olacağı önlenebilir kötülüklerle dolu.
Ne kadar yaratıcı yaşarsak başkalarına güç kullanarak müdahale etme arzularımız o ölçüde yok olur.
Çoğumuz hırsızlıktan kaçınırız bunun sebebi hırsızlığın yasa dışı olması değil çalma yönelik bir istek duymamamızdır. İnsanlar mülkiyetçi değil yaratıcı dürtülerini öne çıkararak yaşamayı öğrendiği ölçüde başkalarına engel olma ve özgürlüklerini şiddet kullanarak müdahale etme istekleri azalır. Bireyleri veya kuruluşlara ihtilafı sürükleyen çıkar çatışmalarının çoğu tamamen hayalidir. İnsanlar herkesin paylaşabileceği malları daha çok amaç edildiğinde ve çatışmanın kaynağı olan özel mülklerin peşinden daha az koştuğunda bu çıkar çatışmalarının hayali olduğu görülecektir.
Bir yönetim yoksa güç kullanımı hangi koşullarda meşru olurdu?
Özgürlüğün gerektirdiği şey öz denetimdir başkalarının müdahale etme hakkı değil. Mümkün olan en geniş özgürlük anarşi ile sağlanmaz. Özgürlüğü yönetimle uzlaştırmak çetin bir sorundur ancak her politik teorinin bu sorunla yüzleşmesi gerekir.
Yönetimin özü, gücü elinde tutanların arzuladığı belirli hedeflerin gerçekleşmesi için hukuka uygun şekilde güç kullanımıdır.
En iyi kurumlar daha iyilerine ulaşmak için ilerlemeyi en fazla teşvik edenlerdir.
Çarkı döndüren gücün bir parçası değil mekanizmanın pasif bir parçası durumundalar. Politik demokrasiye rağmen bir kapitalist ile yaşamını çalışarak kazanmak zorunda olan biri arasında kendi kendini yönetme gücü açısından hala olağandışı bir dengesizlik var.
Macerayı ve umudu teşvik edebilecekleri gibi ürkekliği ve güvenlik peşinde koşmayı da özendirebilirler. İnsanların zihinlerini müthiş imkanlara açabilecekleri gibi kasvetli felaket ihtimallerinden başka her şeye kapatabilirler de. Bir insanın mutluluğunu dünyanın sahip olduğu birikime kattıklarına da bağlı kılabilirler, başkalarının paylaşmayacağı şahsi mallardan hangilerinin kendisi için elde edilebildiğini de. Modern kapitalizm herkese bu seçeneklerden yanlış olanı dayatır.
Kurumlar ve özellikle ekonomik sistemler, erkek ve kadınların kişiliklerinin şekillenmesinde derinden etkilidir.
Yapabildikleri ölçüde insiyatifi ve bireyselliği bastırırlar; başaramadıklarında ise onlarla cebelleşirler.
Yaşam ve dünya için umut, ancak sevgiyle yapılan işlerdedir.
Nefret, korku ve kuşku insanların birbirlerine olan duygularına egemen olmayı sürdürdükçe, şiddetin ve zorbalığın baskısından kaçmayı umut edemeyiz.
Kendi uluslarının istenci bir başka ulusunki ile çatışınca, on yurttaştan dokuzu kendi ulusunun haklı olduğuna inanır.
Belirli bir konuda haklı olmasa bile, kendi ulusunun idealleri diğer uluslarınkinden o kadar üstün, o kadar soyludur ki, kendi gücünün artması bütün insanlığın yararına olacaktır. Bütün uluslar bu ilkeye inandıklarından, zaferden umutlu oldukları her çatışmada zaferin kendilerinin olduğunda üsteleyeceklerdir. Bu huy süregeldikçe, uluslararası işbirliği sönük kalmaya mahkûmdur.
Sınırsız özgürlük, mülkiyette ve zor kullanılmanın söz konusu olduğu her şeyde anarşi ve adaletsizlik doğurur. Öldürme özgürlüğü, soyma özgürlüğü, hak yeme özgürlüğü artık kişilerin elinde değildir. Bunlar artık büyük devletlerin elindedir; yurtseverlik adına bu devletler tarafından kullanılmaktadır.
Çocukların eğitim görmesinde ısrar eden devlet haklıdır. Ama bu eğitimi birörnek bir plan çerçevesinde zorlamakta haklı değildir.
İnançların tam olarak gerçek olduğu bilinmiyorsa, tehlikeli sonuçlar doğuracak hareketlere gidecek kadar geleneksel inançlara güvenme!
Çin’de, Khai Muh bölgesinde en büyük oğlu öldürmek ve canlı canlı yemek bir gelenekti. İngiliz Kolombiya’sında ilk çocuk güneşe kurban edilirdi. Florida Kızılderilileri, ilk doğan çocuklarını reislerine kurban ederlerdi.
Toplum, yasalar olmadan var olmadığı gibi, yenilikçi kişilerin girişimciliğinden başka bir yolla da ilerleyemez. Buna karşın yasalar yenilik getirenlere karşı her zaman düşman, yenilikçiler de hemen her zaman bir dereceye kadar anarşisttirler. Akıllarını barbarlığa dönüş korkusu kaplamış kişiler yasaların önemini belirtecekler, uygarlık yolunda bir ilerleme umuduyla canlananlar ise kişisel girişimin gerektiği bilincinde olacaklardır.
Karşılaşılacak güçlükler ne olursa olsun, her durumda özgürlüğün önemine inanmaktayım.
Çoğunluğun zorbalığı çok gerçek bir tehlikedir. Çoğunluğun genel olarak haklı olduğunu düşünmek yanlıştır.
Yetkiye sahip olmak, yetki sevgisini doğurur. Yetkinin tek kanıtı, başkalarının yapmak istedikleri şeyleri engellemek olduğundan, bu çok tehlikeli bir dürtüdür. Demokrasinin temel kuramı, tek bir insanın elinde toplanan yetkinin yarattığı kötülüklerin yok edilmesi için, yetkinin bütün halka yayılmasıdır. Ama demokrasideki bu yayılma ancak seçmenlerin ortadaki sorunlara ilgi göstermesi çapında etkilidir.
Azınlıklar da yaşamalı ve düşüncelerini bağımsızca geliştirebilmelidir. Bu sağlanmazsa, baskı ve konformizm güdüsü bütün insanları bir hamur gibi yoğuracak ve genel yaşamdaki ilerlemeyi olanaksız kılacaktır.
Zamanımızda insanların çoğunluğunun yaşamlarından bütün girişimciliği ve özgürlüğü çekip alan işverenin işçiye yol verme hakkı oldukça, işverenin zorbalığı kaçınılmaz bir durumdur. Bu hakkın, insanların çalışmaya itilmeleri için gerekli olduğu söylenir. Oysa insanlar uygarlaştıkça, umutla beslenen özendirmenin, korkuyla beslenenin yerine geçmesi arzulanan bir şey olmaktadır.
Tekellerin tröst, kartel ve işveren sendikaları biçimindeki çağdaş gelişmeleri, kapitalistin toplum üzerine mali bağımlılık yükleme gücünü son derece artırmıştır. Bu eğilim, kendi kendine yok olmayacaktır. Bu ancak, kapitalist rejimden kar etmeyenlerin yapacakları belirli bir hareket sonunda yok olabilir.
İktisadi bir düzenin kendisine amaç olarak alacağı dört hedef belirleyebiliriz: Birincisi, malların en çok miktarda üretilmesi ve teknik ilerlemenin kolaylaştırılması; ikincisi, dağıtım adaletinin sağlanması; üçüncüsü, yoksulluğa karşı güvencenin sağlanması; dördüncüsü de yaratıcı güdüleri özgürlüğe kavuşturup mülkiyet güdülerinin azaltılmasıdır.
Açgözlülük eğilimini sıfıra indirecek kuruluşlar yaratılabilir. Ancak bu, bütün ekonomik düzenimizin yeniden ve bütünüyle kurulmasına bağlıdır. Kapitalizm ve onun ücret düzeni ortadan kaldırılmalıdır. Bunlar dünyanın canlılığını yiyip bitiren ikiz canavarlardır.
Siyasal alanda olsun, ekonomik alanda olsun, iktidarın resmi kişilerin ve sanayi önderlerinin elinde toplanması yerine yayılması, zorbalık arzusunun doğurduğu emretme huylarını elde etme fırsatlarını azaltır.
İyi siyasal kurumlar, zor kullanma ve egemenlik güdüsünü iki yoldan zayıflatırlar: Birincisi, yaratıcı güdülerin fırsatlarını çoğaltarak ve bu güdüleri güçlendirecek eğitimi biçimleyerek; ikincisi de, mülkiyet güdülerinin kaynaklarını azaltarak.
Demokrasi, hükümetlerin özgürlüğe müdahalesini mümkün olduğu kadar azaltan bir yoldur. Toplum, her ikisinin de dediğinin olmayacağı iki gruba ayrılmışsa, demokrasi, kuramsal bakımdan bunların çoğunlukta olanının istediğinin olmasını öngörür. Ama beraberinde büyük bir halk katılımını da getirmiyorsa, demokrasi hiç de yeterli bir yol değildir.
günümüzde, büyük makine-tipli örgütlerin baskıcılığı, kişiliği ve düşünce özgürlüğünü öldürmekte, insanları gittikçe daha tek tip, birörnek olmaya zorlamaktadır.
Kurumların ve özellikle ekonomik düzenlerin, erkek olsun, kadın olsun, insanların karakterlerini oluşturmada büyük etkileri vardır. Serüven ve umut ya da çekingenlik ve güvenlik aranmasını özendirebilirler. İnsan zihnini büyük olanaklara açabildikleri gibi, onu, karanlık talihsizlik tehlikesi dışında her şeye karşı kapatabilirler. İnsanın mutluluğunu gerek dünyanın genel mülkiyetine yaptıkları katkıya, gerekse de başkalarıyla paylaşmadan yalnızca kendisinin sahip olacağı özel malları elde etmeye dayandırabilirler. Çağımızın kapitalizmi, bu iki şıktaki yanlış tercihleri, cesaretli ya da çok talihli olmayan insanların tümüne birden zorlamaktadır.
İnsan, kendi elinde olduğu sürece, eğer
hayatında şu üç şeye sahipse en iyi olanaklarını gerçekleştirebilecektir: Mülkiyetten çok daha yaratıcı olan güdüler, başkalarına duyulan saygı ve kendi içindeki temel güdüye gösterilen saygı.
Bir ressam ya da düşünürü öldürebilirsiniz, ancak onun sanatını ya da düşüncesini elde edemezsiniz. Hemcinsini sevdiği için bir insanı ölüme mahkûm edebilirsiniz. Ama bu yolla, onu mutluluğa kavuşturan sevgiyi elde edemezsiniz. Bu gibi durumlarda zorbalık güçsüz kalır. İşte bunun için de, zorbalığa inanan insanlar, düşünceleri ve tutkuları maddi mallarla dolu insanlardır.
Ne yiyeceğiz, ne içeceğiz ya da ne giyeceğiz diye düşünme!
Kötü bir öğretmen, kendi düşüncesini zorla kabul ettirmeyi ve kesin olmayan bir konuda, hepsinin aynı kesin yanıtı vereceği öğrencilerinin olmasını ister.
Siyasal idealler, kişisel yaşam idealleri üzerine kurulmalıdır. Siyasetin amacı kişilerin yaşamlarını olabildiğince iyiye götürmek olmalıdır. Politikacıların, dünyayı oluşturan çeşitli erkek, kadın ve çocuklar dışında ve üstünde düşünmeleri gereken başka hiçbir şey yoktur.
Çocukların eğitim görmesinde ısrar eden devlet haklıdır. Ama bu eğitimi birörnek bir plan çerçevesinde zorlamışsa haklı değildir. Devletin görevi herhangi bir eğitim biçiminin gerektiği konusunda başlamalı ve bitmelidir.
Din, devletin karışmaması gereken bir konu olarak tanınmaktadır. Bir insanın dini yasalara saygı gösterdiği sürece kamuoyunu ilgilendirmez. Yasalarda çeşitli dinlerden olanların saygı gösterebilecekleri gibi yapılmalıdır.
Her yeni kuşak güçlüğün geçmiş kuşağa ait bir şey olduğunu düşünür, ama her kuşak geçmiş yeniliklere ancak katlanır. Kendi gününde ki yenilikler sanki katlanma ilkesi diye birşey hiç olmamış gibi (önceki cümleyi kastediyor), yine aynı güçlüklere sürüklenir.
Yasalar yenilik getirenlere her zaman düşman, yenilikçilerde hemen her zaman bir dereceye kadar anarşisttirler.
Tek gerçek demokratik düzen demiryollarının iç yönetimini, demiryollarında çalışanların eline bırakacak düzendir.
Şimdiki düzen üretim alanında israfçı, dağıtım alanında ise adaletsizdir.
Düşün zamanına ayıracak boş zamana sahip insanların olabilmesi için, azınlığın keyfine feda edilecek başka kişilerin bulunması gerekmektedir. Ancak makine çağının ilerlemesiyle böyle bir düzene gerek kalmamıştır.
Bir insan belirli bir hizmet karşılığı olarak yada işinin gereklilikleri dışında bir nedenle hak ettiği paydan çoğunu alıyorsa orada ekonomik adaletsizlik var demektir.
Adam Smith’in laissez faire (bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler) ilkesi güçlüye zayıfı ezmesi için özgürlük tanımaktadır. ( bu özgürlük değil)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir