İçeriğe geç

Sivilizasiyaların Toqquşması Kitap Alıntıları – Samuel P. Huntington

Samuel P. Huntington kitaplarından Sivilizasiyaların Toqquşması kitap alıntıları sizlerle…

Sivilizasiyaların Toqquşması Kitap Alıntıları

Gelecekteki çatışmalar iktisat ve ideolojiden ziyade kültürel faktörlerce ateşlenecektir.
Benim faraziyem şudur ki,bu yeni dünyada mücadelenin esas kaynağı öncelikle ideolojik ve ekonomik olmayacak.Beşeriyet arasındaki büyük bölünmeler ve hakim mücadele kaynağı kültürel olacak.
Batı, Myanmar, Peru ve Nijerya’da demokrasinin devrilmesini protesto ediyor fakat Cezayir’dekini etmiyor. Bu çifte standartlar (Batı’yı) yaralıyor. Batı, hesaba gelmez bir zarara uğramıştır. Kapılarının önünde soykırım icra edilirken güçlü Avrupa milletlerinin dramatik pasifliği, Batı’nın yakın geçmişindeki müşfik tarihinin bir mirası olarak kendi etrafında ördüğü moral otoritenin ince peçesini yırtıp atmıştır. Eğer Müslüman silâhının mermileri Sarajevo ve Srebrenica’daki Hristiyan kavimlerin üstünden aşağı yağıyor olmuş olsaydı Batı’nın aynı ölçüde pasif kalmış olacağına çok az insan inanabilir. (Kishore Mahburani)
Medeniyetler, Çin gibi (Lucian Pe’in ifadesiyle, ‘devlet olmak iddiasında bulunan bir medeniyet’) çok büyük sayıda bir insan topluluğunu yahut, meselâ, Karayipler’deki Anglofon unsuru gibi çok az sayıdaki bir insan kümesini de ihata edebilir. Bir medeniyet, Batılı, Latin Amerikan ve Arap medeniyetinde olduğu gibi çeşitli millî devletleri veya Japon medeniyetindeki gibi tek bir millî devleti ihtiva edebilir.
Benim faraziyem şudur ki, bu yeni dünyada mücadelenin esas kaynağı öncelikle ideolojik ve ekonomik olmayacak. Beşeriyet arasındaki büyük bölünmeler ve hâkim mücadele kaynağı kültürel olacak. Milli devletler dünyadaki hâdiselerin yine en güçlü aktörleri olacak fakat global politikanın asıl mücadeleleri farklı medeniyetlere mensup grup ve milletler arasında meydana gelecek. Medeniyetlerin çatışması global politikaya hâkim olacak. Medeniyetler arasındaki fay hatları geleceğin muhabere hatlarını teşkil edecek.
Medeniyetler devletleri kontrol etmezler, devletler medeniyetleri kontrol ederler. Devletler, ihtiyaç duyduklarında, nazarlarını kan bağlarından çevirirler; kardeşliği ve imanı ve akrabalığı öyle yapmak çıkarlarına geldiği zaman, görürler.
Birisi kimlerin insan olduğuna karar verene kadar insanlar kim olduklarına karar veremez.
Dünyada çok fazla sayıda insan, insan haklarından ziyade sporla ilgileniyor.
Huntington’ın söylemeye çalıştığı şey bugün uluslararası ve kültürlerarası karmaşık düzende kendini açığa yavaş yavaş çıkarmakta olan başat olgunun bir uygarlıklar çatışması olduğudur.
kazanamayacaklar, ne bugün ne de yarın. Aşıkların buluştuğu yerde ışıkları söndürebilirler ama ayıșığını köreltemezler.
Faiz Ahmet Faiz/ Pakistan’lı şair
Gerçek düşmanlar olmadan, gerçek dostlar olmaz.
Nereye dönersek dönelim, dünya kendisiyle barışık değil. Bu çatışmalarda medeniyetteki farklılıklar sorumlu değilse ne sorumludur?
Heterojen, çokkültürlü, etnik ve ırksal ayrıma dayalı iç dinamikleriyle ABD, bütünlüğünü koruyabilmek için düşmana diğer ülkelerden daha çok ihtiyaç duyuyor.
Ülkelerin insan haklarına saygı gösterme derecesi, büyük ölçüde, medeniyetler arasındaki bölünmeye tekabül etmektedir ;Batı ve Japonya insan haklarını müspet yönde korumaktadırlar;Latin Amerika, Hindistan ve Afrika’nın bir kısmı bazı insan haklarını koruyorlar ;ve çoğu Müslüman toplumlar insan haklarını en az koruyanlardır.
Ne olmadığımızdan nefret etmediğimiz sürece, ne olduğumuzu sevemeyiz.
Batılılar 16.yüzyılda dünyayı fethe çıkarken bunu altın için olduğu kadar, Tanrı için de istiyorlardı. Reformlar, karşı reformlar, Batı Hıristiyanlığı’nın Katolik ve Protestan olarak bölünmesi, – bunların politik ve entelektüel sonuçları – Batı tarihinin belirli çizgileridir. Bunlar ise Doğu Ortodoksluğu’ nda ve Latin Amerika Hıristiyanlığı’nda bulunmayan şeylerdir.
Aydınlanma fikirleri 17.yüzyılın din savaşlarının hemen ardından Britanya’da ortaya çıktı. Bu fikirler daha sonra bunları ileride tüm Avrupa’ya yayacak Olan 18. yüzyılın başat gücü Fransa’nın entellektüel elitleri tarafından benimsendi. Aydnlanma sonrasi fikirler, 20. yüzyılın ortalarındaki ideolojik savaşlarıın hemen ardından Fransada ortaya çıktı. Bu fikirler daha sonra, bunları Batı medeniyetine yaymaya başlayan 20. yüzyılın sonunun başat gücü ABD’nin entellektüel elitleri tarafından benimsendi.
Yerelleşme yayıldıkça ve Batı kültürü cazibesini yitirdikçe Batı ile batılı olmayanların ilişkilerindeki bu temel sorun batılar arasında da bir uçurum oluşturacaktır. Özellikle de azalan gücüne rağmen Batı kültürünü bir dünya kültürü yapma gayreti içinde olan Amerika ile Batılar arasında.Komünizmin dağılması kendi demokratik liberalizm ideolojinin evrensel olarak geçerli olduğu ve bütün dünyaya yayılacak inancını Batı da yayılması bu ihtilafı kuvvetlendirmiştir.Batı ve özellikle de misyoner bir ulus olan ABD Batı karşıtı toplumların kendilerini demokrasi, serbest pazar ekonomisi ,sınırlı iktidarlar ,din ve dünya işlerinin ayrılması, insan hakları, ferdiyetçilik, kanun hakimiyeti gibi Batı değerleri teslim edeceklerine ve bunun kurumsallaştıracaklarını inanmaktadırlar.Diğer uygarlıktaki azınlıklar bu değerleri benimseyebilir ve kabullenebilirler ama çoğunluklar bunları şüphe ile karşılamaktan karşı çıkmaya kadar varan tavırlar içinde olacaktır. Batı için evrenselleşme diğerleri için emperyalizm olarak alınacaktır.
Dinlerin hepsi insanlara kimlik duygusu vermekte ve yaşamda onlara yol göstermektedir.
Batılı virüs başka bir toplumun bünyesine bir kez yerleşince onu silip çıkarmak zordur. Virüs varlığını sürdürür ama ölümcül değildir; hasta hayatta kalır ama asla eski haline tamamen kavuşamaz.
Bizler kim olduğumuzu bir tek kim olmadığımızı bildiğimizde ve çoğunlukla da kime karşı olduğumuzu bildiğimizde biliriz.
Batılı virüs başka bir toplumun bünyesine bir kez yerleşince onu silip çıkarmak zordur. Virüs varlığını sürdürür ama ölümcül değildir; hasta hayatta kalır ama asla eski haline tamamen kavuşamaz.
Gelecekteki çatışmalar iktisat ve ideolojiden ziyade kültürel faktörlerce ateşlenecektir.
Modern dünyada din, insanları motive eden ve harekete geçiren merkezi bir güçtür, belki de asıl merkezi güçtür. Sovyet komünizmi çöktüğünden, Batı’nın dünyayı bütün zamanlar için kazandığını zannetmek düpedüz kendine haddinden ziyade güvendi.
Krallar arasındaki savaşlar bitti, milletlerarasındaki savaşlar başladı.
Demokratik dövlətlərin ortaq cəhətləri çox olduğundan bir-biriləri ilə münaqişəyə girmirlər.
İnkişaf etmiş dövlətlər öz aralarında iqtisadi müharibələr, inkişaf etməmiş dövlətlər isə qanlı savaşlar aparırlar.
Biz kim olduğumuzu yalnız o zaman anlayırıq ki, kim olmadığımızı dərk edirik. Bu da çox vaxt o zaman baş verir ki, biz kimə qarşı olduğumuzu anlayırıq.
Dünyada çok fazla sayıda insan, insan haklarından ziyade sporla ilgileniyor.
Dinsel gruplar devlet bürokrasilerinin karşılayamadığı sosyal gereksinimleri karşılamaktadır. Bunlar yaşlıların bakımı, ekonomik yoksullukta sosyal destek, ücretsiz okullar vs.
Batı butün ideolojileri üretmiştir( Marksizm, Faşizim, Liberalizm, Anarşizm vs.) Buna karşılık temel bir din üretememiştir. Dünyanın büyük dinlerinin hepsi Batılı olmayan medeniyetlerinin ürünüdür.
Marksizm Avrupa medeniyetinin bir ürünü olmasına rağmen, Avrupa’da ne kök salabilmiş ne de başarıya ulaşabilmiştir.
Kimliklerini arayan, etnik durumlarını yeniden keşfeden halklar için düşmanlar olmazsa olmazdır.
Ne olmadığımızdan nefret etmediğimiz sürece, ne olduğumuzu sevemeyiz.
Gerçek düşmanlar olmadan, gerçek dostlar olmaz.
Vatandaşları olduğumuz devlet, üzerimizde daha katı ve daha zorbaca isteklerde bulunurken, üyeleri olduğumuz medeniyetin hayatımızda daha çok yeri var. Bizim içinde bulunduğumuz medeniyet, başka devletlerin vatandaşlarını da içine almakta. Binüçyüz yaşında olan Batı medeniyeti, bin yaşında olan Ingiltere Krallğı’ndan, Ikiyüzelli yaşında olan Britanya Kralliğı’ ndan, İskoçya’dan, yüzelli yaşında olan Amerika Birleşik Devletlerinden daha yaşlı. Devletler çok az yaşayıp birdenbire ölmeye mahkumlar. Bati medeniyeti, geçmişte Venedik Cumhuriyeti’nin, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun dünya haritasından siliniși gibi Britanya Krallığı ve ABD ‘nin siyasal haritadan silinișinden sonra da hayatta kalabilir. Tarihe, devletten değil de medeniyetten kalkarak bakmanızı istememin nedenlerinden birisi bu. Devletleri medeniyetlerin bağrında yetişip ölen geçici siyasal fenomenler olarak görmenizi istememin de
Arnold Toynbee
Dini çatışmaların kaynağının aslında din olmadığını anlatan güzel bir Kuzey lrlanda fıkrası vardır (ki bu fıkranın  vermek istediği espiri Lübnan’daki iç savaş için de geçerlidir). Fıkranın kahramanı Belfast’ın karanlık sokaklarından birinde yürütmektedir. Aniden ensesine bir silah dayanır. Tabi, cevaplanacak bir de soru beklemektedir kendisini: Katolik misin, Protestan mı? Kahramanımız neye uğradığını şaşırır ve kekeleyerek cevap verir: Ben Ateistim. Olsun der silahlı kişi, bana Katolik ateist mi, Protestan ateist mi olduğunu söyle!
Eski Yunan’da mitoloji, felsefe ve din, öz itibariyle Eski Mısır hiyeroglif metinlerinde ortaya konulmuş fikirlerle devamlılık  ve doğrudan ilişki içindedir. Helen uygarlığı adı verilen şey de zaten, Atina’nın siyasal ve kültürel merkez olarak kendisini kabul ettirdiği çok kısa bir zaman dilimi (M.Ö. 450’den yaklaşık M.O.300’e) dışında, esas olarak Küçük Asya’da (Efes, İzmir ve Antiyokya) ve daha sonra da Konstantinopolis ve Iskenderiye’de (Mısırın kendisinde), yani Doğu ve Afrika etkilerinin sürekli bir biçimde nüfuz ettiği bölgelerde gelişmiş bir uygarıktır.
Müslüman kadınlar hakkındaki cinsiyetçi ve dinsel olarak gördüğüm kısır polemikIere girmek istemiyorum. Ama bu arada kadınları, kendilerini tamamen efendilerinin ihtiyaçlarına adamış, karanlık evlere kapatılmış , ruhları ölmüş nesneler olarak gösteren medya kalıbının tamamen yanlış olduğunu belirtmeyi de gerekli görüyorum.Bu kalıbın kısmen, antik Yunan’dan esinlenen Batı toplumunda kadın düşmanı düşünce fakirliğinden kaynaklandığına inanıyorum.
İslam’da kadınların gücü , Çin’de Konfüçyüs’ün, Yunanistan’da Aristoteles’in veya Hindu ve Hristiyan uygarlıkların sunduklarının çok üstündedir . Müslüman kadınlar , ev içi kararlardan ritüellere kadar aile meselelerinde merkezi bir konuma sahiptirler. Kadınların kötü durumda oldukları ,gerçekte hiç haklarının olmadığı bazı ilkel bölgelerdeyse bu durumun İslam’la değil, Müslümanların erkek egemenliğiyle ilgisi vardır ve acilen düzeltilmesi gerekir./ Ekber S. Ahmed
Aydınlanma fikirleri 17.yüzyılın din savaşlarının hemen ardından Britanya’da ortaya çıktı. Bu fikirler daha sonra bunları ileride tüm Avrupa’ya yayacak Olan 18. yüzyılın başat gücü Fransa’nın entellektüel elitleri tarafından benimsendi. Aydnlanma sonrasi fikirler, 20. yüzyılın ortalarındaki ideolojik savaşlarıın hemen ardından Fransada ortaya çıktı.  Bu fikirler daha sonra, bunları Batı medeniyetine yaymaya başlayan 20. yüzyılın sonunun başat gücü ABD’nin entellektüel elitleri tarafından benimsendi.
Demokrasi ve başarılı ekonomik kalkınma Müslüman toplumlarda çok nadir görülmektedir. Bana öyle geliyor ki; Türkiye bunun başarılabileceğini, Müslüman dünyanın Japonya’si olabileceğini göstemek fırsatına sahiptir. Ayrıca, dünyanın büyük medeniyetlerinin çoğunun bir tane lider veya çekirdek devleti vardır. Rusya, Hindistarn, Çin, Japonya, Amerika Birleşik Devletleri kendi medeniyetlerinin lider devletleridir. Ancak, Islâm Medeniyeti bir çekirdek devletin yokluğunu hissetmektedir. Birkaç devlet, birçok grup etkin bir mevki elde edebilmek için rekabet etmekte, bu da İslam devletleri arasında ve Müslüman toplumlar ile komşuları arasında problemler yaratmaktadir.
Heterojen, çokkültürlü, etnik ve ırksal ayrıma dayalı iç dinamikleriyle ABD, bütünlüğünü koruyabilmek için düşmana diğer ülkelerden daha çok ihtiyaç duyuyor.
( ) tarih, düz bir rotada seyretmez, fakat yenetenekli ve kararlı liderler dümendeyken, daima ileriye doğru hareket eder.
Aşırı muhafazakar Islam, siyasi liderlerin Müslümanlıği uygulamasını, Şeriatın temel kanun olmasını ve ulemanın,  bütün hükumet politikasını birleştirmede ya da en azından
yeniden gözden geçirmede ve onaylamada kesin bir oyu olması gerektiğini talep etmektedir. Yönetimin meşrutiyeti ve politikası dini doktrinden ve dini öğretiden kaynaklandıkça, Islâmcı siyasi fikirler, demokratik politikaların önermelerinden ayrılır ve onlarla çelişir.
Demokratizasyonun ciddi bir engeli de, Asya, Afrika ve Orta Doğu’daki siyasi liderler arasında demokratik değerlere gerçek bağlılığın olmaması, ya da zayıf olmasıdır . İktidarda değillerken demokrasiyi savunmak için iyi bir nedenleri vardır. Demokratik bağlılıkları ancak iktidara geldiklerinde test edilir. Lâtin Amerika’da demokratik rejimler genellikle askeri darbelerle yıkılmıştır. Bu, Asya ve Orta Doğu’da da olmuştur, fakat bu bölgelerde seçimle gelmiş liderlerin kendileri de demokrasinin sona ermesinden sorumlu tutumuşlardır: Kore’de Syngman Rhee ve Park Chung Hee, Türkiye’de Adnan Menderes, Filipinler’de Ferdinand Marcos, Singapur’da Lee Kwan Yew, Hindistan’da Indra Gandhi ve Endonezya’da Sukamo. Seçim sistemiyle iktidarı kazanan bu liderler, daha sonra bu sistemi baltalamaya başlamışlardır. Demokratik değerlere ve uygulamalara çok az bağlılıkları olmuştur.
Eğer Soğuk Savaş olmaz ise Amerikalı olmanın anlamı nedir? Bugün bizim gibi demokrasilere kalan soru, Amerikan demokrasisinin gücü ne ölçüde – ona güç ve hayat veren – bazı dış diğer e dayanmaktadır?
Basit bir aritmetik Batının divaneliğini gosteriyor. Batı 800 milyonluk nüfusa sahiptir. Diğerleri neredeyse 4.7 milyarı teşkil ediyor. Mili arenada hiçbir Batılı toplum, nüfusunun yüzde 15’inin geri kalan yuzde 85’i için kanun yapacağı bir durumu kabul etmez. Fakat Batı’nın dünya ölçeğinde yapmaya gayret ettiği şey budur.
Anahtar huviyetindeki Batılı başkentlerde istikbal hakkında derin bir huzursuzluk duygusu mevcuttur. Batının, geçen dört veya beş asırdan beri sahip olduğu gibi 21. asırda da hâkim bir kuvvet olarak kalacağına duyulan emniyet, Rusya
ve Doğu Avnupa’nın çöküşü(ne mukabil), Doğu Asya’nın yükselişi ve Islam fundamentalizminin doğuşu türünden baskıların , Batı için ciddi tehditler arzedebileceği tarzında bir hiss-i kablel-vukua yol açıyor. Bir kuşatma zihniyeti güçleniyor.
Hiçbir Musluman suvari at sirtinda (Bosnayı)
kurtarmaya gitmeyecek. İranlilar Kutsal Savaş hakkinda soylenmiş olabilirler, fakat Sirp çeteleri işlerine devam ettiler. Sirplarin insafsiz utopyasina mukabele edilecek idiyse, düzen ve merhamet işi Birleşik Devletler tarafindan yerine getirilmek zoundaydi. Balkanlardaki kavganin nerede sona ereceğini önceden bildimek için hiçbir kehanet gücune gerek yoktu. Bosna’nın terki, Dünyanın gidişinin tıpkısıydı. Hiçbir kimse Serebrenica için ömek istemedi. Avrupallar,
alışkanlıkları olduğu üzere, bakışlarını başka tarafa çevirdiler.
( ) Ne de Türkiye yolunu kaybedecek, Avrupa’ya arkasını dönecek ve Orta Asya’nin kavurucu ükelerinde bir emperyal cazibesinin peşinde koşacaktır. Huntington, -Mekke’yi reddeden ve Brüksel tarafından reddedilen- Türklerin pan- Türkist bir rol peşinde Taşkente yönelmelerinin muhtemel olduğunu yazarken bu ülkenin modernlik ve laikliğini hafife almaktadir. O emperyal geçmişe hiçbir yolculuk yoktur. Ataturk o bağlantiyı sert bir şekilde kesti, ülkesini Batı’ya doğru yoneltti, Avrupa medeniyetini benimsedi ve bunu şüphe ve tereddüde kapılmadan yaptı.
Bu deneme, (şu) hipotezleri ileri sürüyor: Medeniyetler arasındaki farklar ciddî ve mühimdir; medeniyet şuuru artıyor; medeniyetler arası mücadele, hâkim global mücadele tarzı olarak ideolojik ve diğer mücadele biçimlerinin yerine geçecek; tarihî olarak Batı medeniyeti içerisinde oynanıp bitmiş bir oyun olan milletlerarası münasebetler artan bir biçimde Batılılaşmışlıktan çıkacak ve Batılı olmayan medeniyetlerin, basit objeleri değil aktörleri olduğu bir oyun haline gelecek; milletlerarası sahada başarılı siyaset, güvenlik ve ekonomi müesseseleri medeniyetler arası olmaktan ziyade, muhtemelen medeniyetler içerisinde gelişecek; farklı medeniyetlere mensup gruplar arasındaki mücadeleler, aynı medeniyete mensup gruplar arasındaki mücadelelerden daha sık, daha kuvvetli ve daha şiddetli olacak; farklı medeniyetlere mensup gruplar arasındaki şiddetli mücadeleler global savaşlara yol açabilecek en muhtemel ve en tehlikeli tahrik kaynağıdır; Dünya siyasetinin hâkim mihveri Batı ile geri kalanlar arasındaki münasebetler olacak, Batılı olmayan bazı bölünük ülkelerdeki elitler memleketlerini Batı’nın bir parçası yapmaya uğraşacaklar fakat bunu başarma konusunda ekseriya büyük manialarla karşılaşacaklar; orta vadeli gelecekte, merkezî bir mücadele mihrakı Batı ve muhtelif İslâmî-Konfüçyen devletler arasında vücut bulacak. Bu, medeniyetler arasındaki çatışmaların arzulanır bir şey olduğunu iltizam etmez. Geleceğin ne tarzda olabileceği hakkında tasvirî hipotezler ileri sürmektir. Mamafih, şayet bunlar makûl hipotezlerse bunlardan Batı politikasına dair çıkarılacak neticeleri gözden geçirmek gerekiyor. Bu neticelerin, kısa vadeli üstünlük ve uzun vadeli uzlaşma arasında (ikiye) ayrılması iyi olur. Açıkça ortadadır ki, kısa vâdede Batının menfaatine olan şey, kendi medeniyeti içinde, bilhassa Avrupai ve Kuzey Amerikan unsurları arasında daha büyük bir birlik ve dayanışmayı ilerletmek; kültürleri Batı’nınkine yakın Doğu Avrupa ve Latin Amerika’yı Batı toplumlarına katmak; Rusya ve Japonya ile işbirliğine dayalı yakın ilişkileri geliştirmek ve sürdürmek; medeniyet arasındaki mahallî mücadeleleri büyük savaşlara dönüştürecek kışkırtmaları önlemek; Konfüçyen ve Islâmî devletlerin askerî  kapasite tenkisatını hafifletmek ve Doğu ile GüneyBatı Asya’daki askeri süperliğini devam ettirmek; Konfüçyen ve Islâmî devletler arasındaki farklılık ve ihtilâfları kullanmak; Batılı değer ve menfaatlere yakınlık duyan diğer medeniyetlerdeki grupları desteklemek; Batılı menfaat ve değerleri yansıtan ve meşrulaştıran milletlerarasi müesseseleri güçlendirmek ve Batılı olmayan devletleri bu müesseselere daha fazla karıştırmaktır.

     

Batinin askeri gucune karşi koymak için îhtiyaç duyulan silah ve silah teknolojilerinin üyeleri tarafından iktisabını ilerletmek üzere tertiplenen Konfüçyen-Islâmi bir askeri bağlantı, bu suretle vücuda gelmektedir. Kalıcı olabilir veya olmayabilir. Ancak, hâlihazırda, Dave McCurdy’nin
dediği gibi, bu (bağlantı), fikri üretenler ve onların taraftarlarınca yürütülen, hainlerin karşılıklı yardım paktıdır.
( ) etnisiteden daha fazla olarak din, insanlar arasında keskin ve dışlayıcı şekilde bir ayrım yapiyor. Bir insan yarı Fransız ve yarı Arap ve aynı anda iki ülkenin vatandaşı bile olabilir. Bundan daha zor olan şey, yarı Katolik ve yarı Müslüman olmaktır.
Medeniyet kimliği, gelecekte gittikçe artan bir şekilde ehemmiyet kazanacak ve dünya büyük ölçüde, belli başlı yedi veya sekiz medeniyet arasındaki etkileşimle şekillenecektir. Bunların içine, Batı, Konfüçyüs, Japon, Islâm, Hint, Slav-Ortodoks, Latin Amerika ve muhtemelen Afrika medeniyetleri giriyor. Geleceğin en mühim mücadeleleri, bu medeniyetlerin birini diğerinden ayıran kültürel fay kırıkları boyunca meydana gelecektir.
“Vahşetin zehrinden içenler”, diye yazıyordu sürgüne gönderilen ve hapsedilen Pakistanlı şair Faiz Ahmet Faiz,”kazanamayacaklar, ne bugün ne de yarın. Aşıkların buluştuğu yerde ışıkları söndürebilirler ama ayışığını köreltemezler.”
Türkiye’de, Avrupa’ya yönelik liderler İslam’a yönelik jest yapmak zorundadırlar.
Huntington’ın söylemeye çalıştığı şey bugün uluslararası ve kültürlerarası karmaşık düzende kendini açığa yavaş yavaş çıkarmakta olan başat olgunun bir uygarlıklar çatışması olduğudur.
Heterojen, çokkültürlü, etnik ve ırksal ayrıma dayalı iç dinamikleriyle ABD, bütünlüğünü koruyabilmek için düşmana diğer ülkelerden daha çok ihtiyaç duyuyor.
Birisi kimlerin insan olduğuna karar verene kadar insanlar kim olduklarına karar veremez.
Medeniyetler devletleri kontrol etmezler, devletler medeniyetleri kontrol ederler. Devletler, ihtiyaç duyduklarında, nazarlarını kan bağlarından çevirirler; kardeşliği ve imanı ve akrabalığı öyle yapmak çıkarlarına geldiği zaman, görürler.
Liderlerinin boş yaygaraları ve alimlerin dar kafalı sızlanmaları, Müslümanları acınacak duruma düşürüyor, düşmanları olan dev kapıdayken kendi aralarında tartışan pigmelere benzemelerine neden oluyor.
Uzak olmayan bir gelecekte, cihanşümûl bir medeniyet olmayacak fakat bunun yerine, her biri başkalarıyla beraber yaşamaya öğrenmek zorunda kalacak farklı medeniyetlerden mürekkep bir dünya olacaktır.
Heterojen çok kültürlü etnik ve ırksal ayrıma dayalı iç dinamikleriyle ABD bütünlüğünü koruyabilmek için düşmana diğer ülkelerden daha çok ihtiyaç duyuyor.Milattan önce 84’te Romalılar Mitridates’i yenip o günkü sınırları ile tüm dünyayı fethettikten sonra Sulla şu soruyu sormuştu Artık yenecek düşman kalmadı peki Cumhuriyetin kaderine ne olacak? Cevap gelmekte gecikmedi ve cumhuriyet birkaç yıl içinde yıkıldı Abd’yi de benzer bir akibet bekliyor.
Modernleşme için batılılaşmak şarttır ve eğer bir ülke model demokratik ve ekonomik refah içinde olmak istiyorsa izlenmesi gereken Batı modelidir. Eğer yanılmıyorsam Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk toplumuna getirdiği muhteşem değişimin altında yatan genel kabul budur.Ve buna uygun olarak Türkiye bir yandan modernleşme ve ekonomik kalkınma gayeleri takip ederken diğer yanda batılılaşmayı da hedefledi.Sonuçlar çok etkileyicidir.Fakat modernleşme ve batılılaşmanın kombinasyonunun bir mecburiyet olmadığını ve kalkınmak isteyen bir toplum için mecburiyet kelimesini uyguladığımız söylemeliyim modernleşme ve ekonomik kalkınma daima toplumun yerli kültürünü reddini ve batı kültürünün alınmasını gerektirmemektedir.Modernleşme tam ve eksiksiz batılılaşmadan da mümkündür.
Amerika nın Politik gücünün yapamadığını Amerika nın dünya egemenliğini ele geçirmesini amerikan medyası sağladı. Pentagon un başaramadığını Hollywood başardı. Bu ikisi arasındaki ilişki abd ekonomisine en büyük ihracat gelirini filmlerin ve savunma araçlarının sağlamasıyla kuruldu. Dünya bu Amerikan pembe dizisinin sonu gelmeyen bölümlerini büyülenmiş gibi izliyor.
Batılı olmayanlar ayrıca Batı ilkeleriyle uygulamaları arasındaki uçurumu gözler önüne sermekte tereddüt etmeyeceklerdir. İkiyüzlülük ve çifte standart evrensellik tasarlayanlar ödülü olacaktır.demokrasi gelişmedir ama İslami fundamantalistleri(köktendinci) iktidara taşırsa gelişme değildir.İran ve Irak söz konusu olunca nükleer Silahsızlanma vaazları verilir ama İsrail olunca bu unutulur.Serbest piyasa gelişme için bir iksirdir ama tarım söz konusu olunca değildir. İnsan hakları Çin söz konusu olunca önemlidir ama Suudi Arabistan olunca hayır.Petrol sahibi Kuveyt saldırıya uğrarsa yoğun bir güç kullanır ama petrolü olmayan Bosna ya yapılan saldırı görmezden gelinir.Batı dışı toplumların batının değer,kurum ve kültürüne adapte olacağı inancı eğer ciddi alınırsa ahlak dışıdır.
Yerelleşme yayıldıkça ve Batı kültürü cazibesini yitirdikçe Batı ile batılı olmayanların ilişkilerindeki bu temel sorun batılar arasında da bir uçurum oluşturacaktır. Özellikle de azalan gücüne rağmen Batı kültürünü bir dünya kültürü yapma gayreti içinde olan Amerika ile Batılar arasında.Komünizmin dağılması kendi demokratik liberalizm ideolojinin evrensel olarak geçerli olduğu ve bütün dünyaya yayılacak inancını Batı da yayılması bu ihtilafı kuvvetlendirmiştir.Batı ve özellikle de misyoner bir ulus olan ABD Batı karşıtı toplumların kendilerini demokrasi, serbest pazar ekonomisi ,sınırlı iktidarlar ,din ve dünya işlerinin ayrılması, insan hakları, ferdiyetçilik, kanun hakimiyeti gibi Batı değerleri teslim edeceklerine ve bunun kurumsallaştıracaklarını inanmaktadırlar.Diğer uygarlıktaki azınlıklar bu değerleri benimseyebilir ve kabullenebilirler ama çoğunluklar bunları şüphe ile karşılamaktan karşı çıkmaya kadar varan tavırlar içinde olacaktır. Batı için evrenselleşme diğerleri için emperyalizm olarak alınacaktır.
Huntington,İslami ve Konfüçyen medeniyetler tarafından yönetilen meydan okumayı tartışıyor.Dünya Ticaret Merkezi nin(New York)bombalanmasından beri Amerikalılar,faziletli bir Hristiyan Medeniyeti üzerinde dolaşan karanlık bir güç olarak algılanan İslam hakkında Avrupaya paranoyayı massetme başlamışlardır.İronik olan şudur ki,Müslümanlara her gün kendi zayıflıkları hatırlatıldıkça Batı giderek artan bir şekilde İslam’dan korkuyor.Ne var ki Müslümanlar ve batı taraftarı güçler arasındaki bütün itilaflarda ister Azeri,Filistinli,Iraklı,İranlı,ister Bosnalı olsunlar Müslümanlar kaybediyor.O kadar çok parçalanmışlıktan sonra İslam dünyası tek bir kuvvet yekvücut olmaktan uzaktır.
İletişim ve nakliye ağlarındaki iyileştirme hususunda ne kadar çok iş yapılırsa o oranda birliktelikler şahsi varlıklarını yaymaya çalışacaktır.O zaman insanlar kendilerini bir ülkenin değil,bir medeniyetin parçası olarak görecektir.Öylesine ki:Hollandalılar,Belçikalılar ve Almanlar arasındaki farklar çok azalmış,Avrupalılar ile diğerleri arasındaki fark bu nisbette çoğalmıştır ve çoğalacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir