İçeriğe geç

Sırça Fanus Kitap Alıntıları – Sylvia Plath

Sylvia Plath kitaplarından Sırça Fanus kitap alıntıları sizlerle…

Sırça Fanus Kitap Alıntıları

&“&”

Nefret ettiğim bir şey daha varsa, o da
insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde
neşeyle hatırınızı sorup «İyiyim» demenizi beklemeleridir.
Sanki asıl öldürmek istediğim şey o derinin
altında ya da başparmağımın altında atan o ince mavi
damarda değil, başka bir yerde, daha derinde, daha gizli ve
ulaşması çok daha güç bir yerdeydi.
Dünya amma da çorbaydı!
…çünkü ağlayacaktım. Neden ağlayacağımı bilmiyordum ama birisi bana bir şey söylerse ya da çok yakından bakarsa gözlerimden yaşların, boğazımdan hıçkırıkların boşanacağını ve bir hafta boyunca ağlayacağımı biliyordum. Gözyaşlarının içimde kabarıp dolu ve dengesiz bir bardağın içindeki su gibi çalkalandığını hissedebiliyordum.
Eğer iki karşıt şeyi aynı anda istemek nevrotiklikse ben tepeden tırnağa nevrotiğim. Hayatımın geri kalan kısmını karşıt şeylerin birinden öbürüne uçmakla geçireceğim.
Bir kadının bir tek temiz yaşantısı olması gerektiği, oysa bir erkeğin biri temiz, öteki kirli iki yaşantısı olabileceği düşüncesi beni çileden çıkarıyordu.
…bir milyon yıllık evrim, diyordu acı acı, ve hala hayvandan farkımız yok.
Eğer birinden hiçbir şey beklemezsen hayal kırıklığına uğramazsın.
«Onu
seviyorsan,» dedim, «bir gün başka birini de seversin.»
Kritik durumlardaki insanları gözlemekten hoşlanırdım. Eğer karşıma bir trafik kazası ya da bir sokak kavgası, ya da bir laboratuvar kavanozunda saklanan bir bebek çıkmışsa, durup öylesine dikkatli bakardım ki, gördüğümü bir daha asla unutmazdım.
Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.
Dünyadaki en güzel şey gölge olmalıydı, gölgenin milyonlarca kıpırdayan şekli ve çıkmaz sokakları.
Her şeyi birden, ilk ve son kez yapıp kurtulmak istiyordum.
Sanki her dakika var olup olmadığından emin olmak ister gibi yürürken parlak vitrinlerdeki görüntüsünü seyrediyordu.
Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür . "
Kötü bir düş.
Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir düştür. Kötü bir düş.
Bir kadının bir tek temiz yaşantısı olması gerektiği, oysa bir erkeğin biri temiz öteki kirli iki yaşantısı olabileceği düşüncesi beni çileden çıkarıyordu."
Eğer birinden hiçbir şey beklemezsen hayal kırıklığına uğramazsın.
Bir kadının bir tek temiz yaşantısı olması gerektiği oysa bir erkeğin biri temiz öteki kirli iki yaşantısı olabileceği düşüncesi beni çileden çıkarıyordu."
Çünkü nerede olursam olayım -bir gemi güvertesinde, Paris’te bir sokak kahvesinde ya da Bangkok’da- hep aynı sırça fanusun altında kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.
Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.
Annemin dediğine göre, insanın kendisi hakkında çok fazla düşünmesinin ilacı, kendinden daha kötü durumda olan birine yardım etmekti.
Durum ne kadar umutsuzsa, seni o kadar uzağa saklamaya çalışırlar.
Çarşafların arasına sokulup uyumaya çalışmayı düşündüm ama bu düşünce de, kirli, karalanmış bir mektubu yeni, temiz bir zarfa tıkıştırmak kadar tatsız geldi bana. Sıcak bir banyo yapmaya karar verdim.
Sessizlik bunaltıyordu beni. Sessizliğin sessizliği değildi bu. Benim kendi sessizliğimdi.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Sessizlik bunaltıyordu beni. Sessizliğin sessizliği değildi bu. Benim kendi sessizliğimdi.
Nefret ettiğim bir şey daha varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup, iyiyim," demenizi beklemeleridir.
Atlamanın sakıncası şuydu ki insan kat sayısını yanlış seçerse yere çarptığında hala yaşıyor olabilirdi.
Ona bedenim hasta olsaydı sorun olmayacağını, kafamın hasta olmasındansa bedenimin hasta olmasını yeğlediğimi söylemek istedim.
Belki de unutkanlık, kar gibi her şeyi örtüp susturmalıydı. Ama onlar artık benim bir parçamdı. Benim manzaramdı.
Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.
&”Tıpkı bir kasırganın merkezindeki sakin bölge gibi durgun ve bomboştum, çevremdeki karmaşanın içinde yuvarlanıp gidiyordum.&”
Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.
Her şeyi birden, ilk ve son kez yapıp kurtulmak istiyordum.
Kafamda akıl namına ne kalmışsa onu kullanarak bedenimi tuzağa düşürmem gerekiyordu, yoksa beni elli yıl boyunca o ahmak kafesinde hiçbir anlamı olmayan bir yaşama mahkûm edecekti.
Ne zaman dikkatimi toplamaya çalışsam, kafam bir patenci gibi kayıp kocaman bir boşlukta dalgın dalgın dönüp duruyordu.
…bir milyon yıllık evrim diyordu, acı acı
ve hala hayvandan farkımız yok.
Bir kadının bir tek temiz yaşantısı olması gerektiği, oysa bir erkeğin biri temiz, öteki kirli iki yaşantısı olabileceği düşüncesi beni çileden çıkarıyordu.
Sanırım iyi bir şiir o insanların yüzünün toplamından çok daha uzun yaşar.
Gökyüzünün doruğunda beyaz, kayıtsız bir güneş parlıyordu. Kendimi bu güneşte, bir melek kadar ince ve uçucu bir hale gelene dek bir bıçak gibi bilemek istedim.
“Nevrotik ha!” Küçümseyici bir kahkaha attım. “Eğer iki karşıt şeyi aynı anda istemek nevrotiklikse ben tepeden tırnağa nevrotiğim. Hayatımın geri kalan kısmını karşıt şeylerin birinden öbürüne uçmakla geçireceğim.”
Sanırım öbür kızların çoğu gibi coşku içinde olmam gerekiyordu ama içimden hiçbir tepki göstermek gelmiyordu. Tıpkı bir kasırganın merkezindeki sakin bölge gibi durgun ve bomboştum, çevremdeki karmaşanın içinde yuvarlanıp gidiyordum.
Beni tanıyan hiç kimsenin gelemeyeceği bir yerde olmak istiyordum.
Tıpkı bir kasırganın merkezindeki sakin bir bölge gibi durgun ve bomboştum, karmaşanın içinde yuvarlanıp gidiyordum.
Belki de unutkanlık, kar gibi her şeyin üstünü örtüp susturmalıydı.
Ama onlar artık benim bir parçamdı. Benim manzaramdı.
Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.
Ona bedenim hasta olsaydı sorun olmayacağını, kafamın hasta olmasındansa bedenimin hasta olmasını yeğlediğimi söylemek istedim, ama öylesine karmaşık ve yorucu geldi ki hiçbir şey söylemedim.
Nerede olursam olayım – bir gemi güvertesinde, Paris’te bir sokak kafesinde ya da Bangkok’ta – hep aynı sırça fanusun içinde kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.
Nefret ettiğim bir şey daha varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup iyiyim" demenizi beklemeleridir.
Durumun ne kadar umutsuzsa, seni o kadar uzağa saklamaya çalışırlar.
Çok iyi biliyordum ki otomobiller gürültü yapıyordu, otomobillerdeki ve yapıların aydınlık pencerelerinin gerisindeki insanlar gürültülü yapıyordu, nehir gürültü yapıyordu ama ben hiçbir şey duyamıyordum. Kent ışıldayarak, göz kırparak, bir afiş gibi asılmış duruyordu penceremde, yine de bana hiçbir yararı dokunmadığına göre, orada olmasa da olurdu.
Sessizlik bunaltıyordu beni. Sessizliğin sessizliği değildi bu. Benim kendi sessizliğimdi.
Bayan Guinea’ya minnettar olmam gerektiğini biliyordum ama hiçbir şey hissedemiyordum. Bayan Guinea bana bir Avrupa ya da dünya turu bileti vermiş olsaydı da fark etmeyecekti. Çünkü nerede olursam olayım -bir gemi güvertesinde, Paris’te bir sokak kafesinde ya da Bangkok’ta- hep aynı sırça fanusun içinde kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.
Çevremdeki siluetler insan değil, insan gibi boyanmış ve yaşama öykünen pozlara sokulmuş vitrin mankenleriydi.
Bir milyon yıllık evrim, diyordu acı acı, ve hâlâ hayvandan farkımız yok.
Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.
Bir milyon yıllık evrim, diyordu acı acı, ve hâlâ hayvandan farkımız yok.
Birinden hiçbir şey beklemeyince asla düşkırıklığına uğramaz insan.
Bir erkeğin egemenliği altında olmanın düşüncesinden bile nefret ediyorum."
Birlikte kusmak kadar insanları birbirine yakınlaştıran bir şey yoktur.
Bu hain kentin seni üzmesine izin verme.
Nefret ettiğim bir şey daha varsa o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatrınızı sorup &‘iyiyim’ demenizi beklemeleridir."
Eğer birinden hiçbir şey beklemezsen hayal kırıklığına uğramazsın.
Çevremdeki siluetler insan değil, insan gibi boyanmış ve yaşama öykünen pozlara sokulmuş vitrin mankenleriydi.
Romalı bir düşünüre nasıl ölmek istediğini sorduklarında damarlarını ılık banyo içinde kesip açacağını söylemişti .
Bunun kolay olacağını sanıyordum , küvete uzanıp bileklerimde çiçeklenen kızıllığın berrak suyun içinde dalga dalga kabarışını izleyerek gelincik rengi köpüklerin altında kayıp uykuya dalacaktım . Ama iş bunu yapmaya gelince , bileğimin derisi gözüme öylesine beyaz ve savunmasız göründü ki bir türlü yapamadım . Sanki asıl öldürmek istediğim şey o derinin altında ya da başparmağımın altında atan o ince mavi damarda değil , başka bir yerde , daha derinde , daha gizli ve ulaşması çok daha güç bir yerdeydi . İki hareket yeterliydi . Bir bilek , sonra öbür bilek . Jileti bir elden ötekine geçirmeyi de sayarsak üç hareket Sonra küvete girip uzanacaktım . Ama aynadaki insan felç olmuş ve hiçbir şey yapamayacak kadar budalaydı .
Eğer birinden hiçbir şey beklemezsen
hayal kırıklığına uğramazsın."
Sanki savaş ya da kıtlık gibi olağanüstü bir durum bizi bir araya getirmiş, kendimize özgü bir dünyayı paylaşmıştık.
Nefret ettiğim bir şey daha varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatrınızı sorup &‘iyiyim’ demenizi beklemeleridir."
Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.
Bir erkeğin egemenliği altında olmanın düşüncesinden bile nefret ediyorum.
Eskiden ne olduğumu ve onların benim ne olmamı istediklerini düşündüklerini seziyor ve yanımdan iyice altüst olmuş durumda ayrıldıklarını biliyordum.
çünkü ona cehenneme inandığımı ve benim gibi ölümden sonra yaşama inanmayanların öldükten sonraki cehennemi kaçıracakları için ölmeden önce cehennemde yaşamak zorunda olduklarını ve kim neye inanıyorsa öldüğü zaman başına onun geleceğini söylemiştim.
Gideceğim," dedim, gittim ve basit bir cenaze töreni boyunca gömülen ben olsaydım nasıl olurdu diye merak ettim.
…Sert toprakta iki metre derinliğinde siyah bir çukur kazılacaktı. Gölgeler birbirine karışacak ve bizim oralara özgü garip, sarımsı toprak, beyazlığın ortasındaki yarayı kapatacaktı. Bir kez daha kar yağdığında da Joan’un mezarının tazeliğini belirten izler tümüyle silinecekti.
Derin bir soluk alıp kalbimin eski söyleyişine kulak verdim.
Varım varım varım varım…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir