Anton Çehov kitaplarından Sıradışı Bir Adam kitap alıntıları sizlerle…
Sıradışı Bir Adam Kitap Alıntıları
Onun düşüncesine göre halk, büyük amaçlar taşımadan yaşıyordu; gününü gün etmeye bakan bu insanlar yaşamlarına renk katmak için zorbalığa başvuruyor, anlamsız şeylerle uğraşıp duruyorlardı.
Akıl, insanlarla hayvanları birbirinden ayırır, insanoğlunun tanrısallığını yansıtır, hatta bir dereceye kadar hepimizin aradığı ölümsüzlüğün yerini tutar. Bundan çıkardığım sonuca göre akıl, yaşamdan zevk almak için elimizdeki biricik kaynaktır.
Yaşamın anlamını kavramak en büyük zevk sayılmalıdır, sonsuz yaşam insanlara sayısız, bitmez tükenmez bilinçlenme olanakları sunar.
Anladık, hastayız. Ama yüzlerce akıl hastası dışarıda ellerini kollarını sallayarak geziyor da kimse sesini çıkarmıyor. Bilgisizliğiniz yüzünden hastaları sağlamlardan ayırt etmeyi beceremiyorsanız bizim suçumuz ne ? Cahilsiniz diye ben ve şu zavallılar niçin sizlerin şamar oğlanı olalım ? Gerek siz, gerek sağlık memuru, gerekse hastane yöneticisi öteki deyyuslar, ahlak bakımından biz hastalardan kat kat aşağısınız. Bu duruma göre buraya neden bizi değil de sizleri kapatmadılar ? Mantık bunun neresinde ?
Öyledir, insan her şeyi bilemez. Beynimiz kocamandır ama içine her şeyi sığdıramazsın. Bir de çalıştığın asıl konu felsefe olunca.
Durmadan okuduğum için kafamın içi boşalıyor, sanki kafamda düşünceler yerine gölgeler dolaşıyor.
Onlar geceleri konuşmaz, mışıl mışıl uyurlar. Bizler, bizim kuşağımız ise uyuyamıyor, acı çekiyor, durmadan konuşuyor, haklı olup olmadığımızı tartışıyoruz.
Yaptığım işi belki kendi varlığımdan daha çok seviyorum. Sabahtan gece yarılarına kadar çalışıp her işi kendi elimle bitiriyorum. Aşılamak, budamak, fidan dikmek hepsi bu ellerin emeği. Birisi bana yardım etmeye kalktığında kıskançlıktan çatlıyorum. Bu sevgi, bu el emeği, bu gören gözler, anlayan bakışlar sayesinde ağaçlar güzel güzel serpilip gelişiyor. Böyle olunca da bir arkadaşın evine bir saatliğine bile konuk gitsem aklım burada kalıyor.
insanoğlunun daha üstününü tadamayacağı iki çeşit mutluluk vardır: biri, yaşamın özünü kavramaya çalışarak özgür ve derin düşünmek, ikincisi de dünyanın hırgürünü boş vererek yaşamak.
Hüküm giyen birine ne yüzden hüküm giydiğini sormak nasıl zorsa, varlıklı insanlara da niye bu kadar zengin olduklarını, paralarını neden böylesine yanlış kullandıklarını, eğer zenginlik onları mutsuz ediyorsa bunu niçin terk etmediklerini sormak o derece zor gelir.
Kim bilir belki öbür dünyada yüzümüz biraz güler. Bir yolunu bulup öbür dünyadan sık sık bu dünyaya geleceğim. Hortladığımı görünce bu namussuzların ödü patlasın, korkudan saçları bembeyaz olsun.!
Dışarıda güzel bir hava var, bahar geldi, bülbüller ötüyor ama siz karanlıkta oturmuş, kara kara düşünüyorsunuz.
Birçokları gibi sıradan bir insanım, böyle yaşamak sıkıyor beni.
Lanet olası yaşam!
En acı yanı da çekilen ıstıraplar karşılığında insana bir ödül verilmemesi! Müzikli oyunlarda olduğu gibi, her şey görkemli bir gösteriyle değil, basit bir ölümle bitiveriyor.
En acı yanı da çekilen ıstıraplar karşılığında insana bir ödül verilmemesi! Müzikli oyunlarda olduğu gibi, her şey görkemli bir gösteriyle değil, basit bir ölümle bitiveriyor.
Bu karmaşaya bakıp gürültülerin her çeşidini dinlerken kimsenin kimseyi anlamadığı, herkesin bir şeyler aradığı, fakat aradığını bulamadığı gibi bir düşünce yerleşiyordu insanın beynine..
İnsanlar birbirine karşı konuşur ama birbirini pek dinlemezler. Kişiler ilişki kurmanın, bağlanmanın özlemini çeker ama çoğu kez yalıtılmış ve bir başına bulurlar kendilerini.
Halüsinasyon görüyorsam bunun kime ne zararı vardı, soruyorum size, kime ne kötülüğüm dokundu ?
Bilim insanları, dahilik ile delilik arasındaki sınırın çok ince olduğunu söylerler. Aziz dostum, yalnızca sıradan insanlarla sürü halinde yaşayanlar sağlıklı ve normaldir.
Benim hastalığımın nedeni koskoca yirmi yıl süresince kasabada konuşacak yalnızca tek bir aklı başında adam bulabilmemdir. Ne yazık ki, o da deli!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hapishane, tımarhane gibi yerler var olduğuna göre, içinde kalacak birilerinin bulunması gerek. İçerde siz olmasanız ben olacağım, ben olmasam bir üçüncüyü buralara tıkacaklar.
Yeryüzündeki güzel şeylerin hepsinin kaynağında birtakım pislikler yatmıyor muydu ?
Lânet olası yaşam! diye homurdandı. En acı yanı da; çekilen ıstıraplar karşılığında insana bir ödül verilmemesi, müzikli oyunlarda olduğu gibi herşey görkemli bir gösteriyle değil, basit bir ölümle bitiveriyor!
Yaşamınız ne kadar tantanalı geçerse geçsin, sonunuz gene de tahta bir sandığa çivilenip karanlık çukura atılmak olacak.
Bizim dünyamızda pek çok karanlık bir olgu var; yaşadığımız günlük olaylarda açıklanması zor çelişkilere rahatlıyoruz.
İnsanların alçaklıkları yüzünden çektiği bunca ıstıraptan sonra tek dileği vardı şimdi: Yalnız başına bir hücreye kapatılmak! Yoksa kendisine bunu da mı çok görüyorlardı ?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bana kendi inançlarınızı zorla aşılayamazsınız.
Huzur, dinginlik her şeyden önce insanın içinde olmalı.
Yaşam savaşı ve kuşkularla hırpalanmış iç dünyasını ayna gibi yansıtan, sürekli solgun, mutsuz bir yüzdür bu.
İki çeşit mutluluk vardır: biri yaşamın özünü kavramaya çalışarak özgür ve derin düşünmek, ikincisi de dünyanın hırgürüne boş vererek yaşamak. İnsan demir parmaklıklar arkasında bile mutlu olabilir. Fıçısında yaşayan Diogenes’i gözünüzün önüne getirin Dünyanın en güçlü hükümdarlarıdan daha mutluydu.
Ah, dostum, bilseniz, şu çevremdeki saçmalıklar, akıldan yoksunluk, yeteneksizlik, ahmaklık beni nasıl canımdan bezdirdi.
Yeni bir yaşamın ışıkları parlayacak, gerçekler, doğrular kötülüğü yenecek, bir gün bizim sokağa da bayram gelecek.
Geniş kitleler mala, mülke, yaşamın, nimetlerine karşı ilgisizlik; ıstıraba, ölüme karşı da küçümseme duymayı öğreten bir düşünce akımını benimseyemez. Neden derseniz, zenginlikten, refahtan nasibini almamış bir çoğunluk, ıstırabı küçümserse sürdürdüğü yaşamı küçümsemiş olur. Çünkü onlar için yaşamak; açlığa, soğuğa katlanmak, sürekli aşağılanmak, türlü kayıp ve eksikliği sineye çekmek, ölüm karşısında Hamlet gibi titremektir. Yaşamları boyunca böyledir bu. Çektikleri acıya zorlanarak katlanır, ondan nefret eder ama küçümseyerek sözünü etmezler.
İnsan hangi durumda bulunursa bulunsun kendisiyle barışık olmalıdır.
İnanmak güzel şey. İnançlı bir insanı tuğlaları söküp bir duvarın içine gömseler gene aynı neşe içinde kendi şarkısını söyleyecektir.
aşk üstüne adlı öyküde anlatıcı, aşkın doğası üstüne düşünürken ideal bir aşk olup olmadığını sorgularken, bir duruma uyan, bir sürü başka duruma uymaz, sonucuna varır. bana kalırsa en iyisi, her durumu, genelleştirmeden, ayrı ayrı yorumlamaktır. doktorların dediği gibi, her vakayı kendi başına ele almamız gerekir.
insanlar birbirlerine karşı konuşur ama birbirlerini pek dinlemezler. kişiler ilişki kurmanın, bağlanmanın özlemini çeker ama çoğu kez yalıtılmış ve bir başına bulurlar kendilerini. iyi niyetle kalkıştıkları davranışlar, çoğu zaman, kırıcı sonuçlar verir.
En önemlisi insanın vicdanının temiz olmasıydı.
Kahpe dünyanın, peşini bırakmayan zulmünden, kötülüğünden kaçıyordu.
İnsanoğlunu tanrısal denecek ölçüde yüce bir akılla yoktan var edip mucizeye dönüştürmek, sonra da yerkabuğuyla birlikte soğumaya bırakıp güneşin çevresinde döndürmek hak mıdır ?
İzin verirseniz belki pek isabetli olmayan bir karşılaşma yapacağım: Kitaplar nota okumaya, sohbetler ise şarkı dinlemeye benzer.
Görevleri gereği başkalarının acılarıyla ilgilenmek zorunda olan doktor, polis, yargıç gibi kimseler zamanla buna öyle alışıp kanıksar ki; en iç parçalayıcı olaylarda, karşısındakine resmi bir ilgiden başka his duymaz olurlar.
Ne tuhaftır ki zekası hiçbir zaman, her biri özgürlüğünü kısıtlayacak ya da onurunun ayaklar altına alınmasına yol açacak bu nedenleri uydurduğu vakitlerdeki kadar yaratıcı ve kıvrak olmamıştı.
Kitaba saldırarak yutarcasına değil, sindire sindire, hoşuna giden ya da kavrayamadığı bölümlerin üzerinde dura dura okurdu.
Bir kez yanlış hüküm verildi mi, artık her şey bitmiştir; ondan sonra demiryolundan iki yüz kilometre uzaktaki, sokakları çamurdan geçilmez kasaba bozuntusunda adalet aramak, hakkını savunmak için çırpın dur!
Ne acıklı bir durum! İnsan ancak bir yakınını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında anlıyor onu ne kadar sevdiğini!
Biz insanların anlayıp başkalarına anlatmayı daha uzun süre sonra öğreneceğimiz; sanırım yalnızca müziğin yansıtma gücü bulabileceği, insan kederinin güzelliğiydi bu; hissedilmesi oldukça güç, incenin incesi bir güzellik!
Sizin bu yaptığınız düpedüz bencillik. İnsan bir başkası için de özveride bulunabilmeli.
Tanrım, ne cahil adamlara çattık! Bunların yanında çıldırmak işten bile değil.
Ona göre her şey ya bembeyaz ya da kapkaraydı, ara renkler yoktu. Namuslular ile alçaklar, ortası yoktu bunun.
İşe şeytan karışmasa da geleceğimin pek umut verici olmadığını biliyordum.
Üzüntüsünü unutacaktı. Ama bu haksız, insanlık onuruna yakışmayan kanısı sarsılmayacaktı.
Alçakların karnı tok, sırtı pekti; namuslu insanlar ise yarı aç dolaşıyordu.
Şu anlama geliyor ki, insanları böyle oyuncak yerine koymak rezilliğin ta kendisidir, alçaklıktır!
Aşık olanlar birbirlerini en çok sessiz kaldıklarında anlar.
Ne yana baksanız dibi görünmez, karanlık, soğuk bir çukura benziyordu toprak ana; bu çukur öylesine derindi ki, içinden ne Kirillov çıkabilirdi, ne Abogin, ne de kızılımsı yarımay..
Bütün doğa bezgin, umutsuz bir bekleyiş içindeydi. Toprak, karanlık odasında yalnız başına oturup kötü geçmişini unutmaya çalışan ahlakça düşmüş kadınlar gibi, bahar ve yaz günlerini özlemle anıyor; sanki kaçınılmaz kışın gelişini düşündükçe ürperiyordu.
Mutsuzluk insanları birleştirmez, birbirinden koparır; üzüntülerin benzer olduğu, karşılıklı yakınlaşmanın beklendiği durumlarda bile hallerinden oldukça memnun insanlardan daha fazla haksızlık, kötülük yaparlar.
Mezar başında söylenen sıcak, coşkulu sözler yalnız yabancıları etkiler; bunlar ölenin karısı ile çocuklarına hem soğuk, hem de önemsiz gelir.
Tıp, nikahlı karım benim, edebiyat ise metresim. Birine kızarsam geceyi öbürüyle geçiriyorum. Bu davranışımı belki biraz uygunsuz bulabilirsiniz ama en azından sıkıcı değil.
İnsanlığı, uygarlığı bırakın bir yana, ışe yarar bir iklimimiz bile yok.
Acıları, bir taşı bile merhamete getirebilir.
Bilim insanları, dahilik ile delilik arasındaki sınırın çok ince olduğunu söylerler. Aziz dostum, yalnızca sıradan insanlarla sürü halinde yaşayanlar sağlıklı ve normaldir.
Öyle sanıyorum ki düşünen insanlar her alanda duyarlı, sinirli oluyor. Belki de böylesi kaçınılmaz, diye geçirdi içinden.
Hapishane, tımarhane gibi yerler var olduğuna göre, içinde kalacak birilerinin bulunması gerek.
Ne tuhaftır ki zekası hiçbir zaman, her biri özgürlüğünü kısıtlayacak ya da onurunun ayaklar altına alınmasına yol açacak bu nedenleri uydurduğu vakitlerdeki kadar yaratıcı ve kıvrak olmamıştı.
Mutsuz insanların bencilliğinin her ikisinin de bütün duygularına egemen olduğu anlaşılıyordu.
İki çeşit mutluluk vardır: biri, yaşamın özünü kavramaya çalışarak özgür ve derin düşünmek, ikincisi de dünyanın hırgürüne boş vererek yaşamak. İnsan demir parmaklıklar arkasında bile mutlu olabilir.
Ruhça hasta olduğumu bildiğim sürece kendime nasıl inanırım?
Hüküm giyen birine ne yüzden hüküm giydiğini sormak nasıl zorsa, varlıklı insanlara da niye bu kadar zengin olduklarını, paralarını neden böylesine yanlış kullandıklarını, eğer zenginlik onları mutsuz ediyorsa bunu niçin terk etmediklerini sormak o derece zor gelir
Yalnız insanlar çok okur, buna karşılık az konuşup az dinlerler.
Mutsuz insanlar bencil, kinci, acımasız olur, kolaylıkla haksızlık yapar, birbirlerini anlamayacak kadar ahmaklaşırlar. Mutsuzluk insanları birleştirmez, birbirinden koparır; üzüntülerin benzer olduğu, karşılıklı yakınlaşmanın beklendiği durumlarda bile hallerinden oldukça memnun insanlardan daha fazla haksızlık, kötülük yaparlar.
Ne acıklı bir durum ! İnsan ancak bir yakınını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında anlıyor onu ne kadar sevdiğini!
İnsan, gençken gönlü de gençse mutludur.
Aşık olanlar birbirlerini en çok sessiz kaldıklarında anlar.