André Bazin kitaplarından Sinema Nedir? kitap alıntıları sizlerle…
Sinema Nedir? Kitap Alıntıları
Her sanatta ve her sanatın gelişiminin her evresinde özel değer ölçütleri vardır.
Psikanalistlerin açıklamalarına göre bizim rüyalarımız, görüntülerin serbest akışlarının çok zıddıdır.
Sevginin politiği ve etiği en kötü inançları tarafından sorgulanmaktadır.
Acı her insanın bilincinde gizlenmiş ortak duygudur.
Karşıt değerlerin diyalektik sentezi, sanatsal düzenin ve gerçekliğin biçimsiz düzensizliğinin, onun özgünlüğünü ortaya çıkarır nitelikte olması durumunu gösterir.
Sinema tarihinde ilk kez olarak İtalyan sineması izleyici beklentilerini bir kenara koyma cesaretini göstermiştir.
Dış çekimlerde oluşturulan kurgu filmin belli bir denge noktası üzerinde yapılanmasını sağlar.
Bir olayın sinematografik tanıklığı, ancak olayın meydana gelme anında yakalanan film görüntüleri ile gerçekleştirilebilir.
Charlie Chaplin her türlü macerada boy göstermiş olan mitsel bir figürdür. İnsanların çoğu onun bir insan olarak ‘Easy Street’ (Şarlo Polis) ve ‘The Pilgrim’ (Şarlo Hacı) filminden önce ve sonra var olduğunu düşünür.
Sinema tarihi içinde, 1928’den önce ve sonra kesintiye uğramamış bir süreklilik vardır. Bu, dışavurumculuk ile gerçeklik aradındaki ilişkilerin öyküsüdür. Ses, bir süre için dışavurumculuğu parçalamış ve gerçekliğin gelişiminin sürmesini kolaylaştırmıştır.
Sinema yapımcısı görsellik ile aktaramadığı olguları diyaloglar şeklinde verme yoluna gitmelidir. Bu diyaloglar romandan aynen alınabileceği gibi bazı değişikliklere uğrayarak da ekrana aktarılabilmektedir.
Film, tiyatro ürününe paradoksal gereklilikler getiremez ya da en azından getirmemesi gerekir.
Gerçek dramatik durumlar, gerçek teknikler, sinema içinde, hayatta kalması için gerekli sosyolojik besleme sayesinde daha iyi olarak tekrar yaratılmıştır.
İnsanlar göz ardı edilmez psikolojik unsurlar ile birlikte tarihsel ve sosyal olguları da filmin içinde görmek istemektedirler.
Filmleştirilmis tiyatro varlığın ontolojik kategorisi üzerinde değil, onun psikolojisi üzerinde ele alınmalıdır.
Uzay, bizim için bir cam parçası gibi saydamdır ve bize oluşum nedenlerini göz ardı etmeden doğanın işlemlerini sunar.
Filmleştirilmiş tiyatronun yaşadığı en büyük problem, klasiklerin hareketi sahneden ekrana aktarmada çeşitli handikaplara sahip olmasından kaynaklanmaktadır
Sinema bazen dış doğanın kurgulanması aracılığı ile oluşturulur. Bunun mükemmel bir örneği ‘Les Parents Terribles’ filmidir.
Kamera gözüne göre dramatik etki ve oluşumlarının hiçbir sınırı yoktur. Dram kameradan bağımsız olarak zaman ve uzam içinde gerçekleşir.
Kamera, yönetmenin direktiflerine uygun olarak bir teleskoo ve mikroskop işlevi görür.
Var olma durumunu kendimize esas alarak tiyatrounun ve sinemanın temelde bir çatısma içinde olduğunu söylemek yanlıştır.
Sinema ve romanda bir kendi kendine tatmin olma olgusu söz konusudur.
Sinemanın, tiyatrodan türetilen bir sanat dalı olduğu düşünülürse en iyi filmlerde bile eksik kalan bir şeylerin var olduğunu söylemek mümkün olabilir.
Artık varlık ile yokluk kavramları arasında bir orta sahne mevcut değildir. Bu durum sinemanın etkinliğinin ontolojik seviyesini gösterir.
Sinemada tanıma işlemi görüntü ile, radyoda ses ile gerçekleşir.
Varlık kapsamı fotoğrafın ortaya çıkışından itibaren sorun olarak daha ciddi bir şekilde ele alınmaya başlanmış ve sinemanın gelişimi sonrasında önemini arttırmıştır.
Öte yandan sinema, her gerçekçiliğin her biçimini birbiriyle uyumlu hale getirir.
Genel olarak insanlar sinema hakkında fazla düşünmezler. Onlara göre, sinema tiyatrodan daha fazla savurgan olmak zorundadır.
Tiyatro ile sinema arasında geçmişten elde edilen bazı verilerin toplanması sonucunda bir bağ oluşturularak filmleştirilmiş tiyatro olgusuna erişilmiştir.
Meksika’da kendi kendini yeniden üretebilen bir çeşit kertenkele vardır. Bilimadamları ona çeşitli hormonlar enjekte ederek onun olgunluğa ulaşmasını sağlamaktadırlar. Benzer olarak hayvanların evrimi bize sinemanın geçirdiği ve geçirmekte olduğu evreler hakkında temel bilgiler verebilmektedir.
Sinema, zaman ve uzam olarak sınırlanan tiyatroya karşı bazı avantajlara sahiptir. Sinema yeni bir dramatik doğrular topluluğu oluşturma olanağını iyi bir şekilde kullanarak olgunluğa ulaşma yolunda önemli mesafeler katetmektedir.
Filmleştirilmiş tiyatrolar ses ile başlamaz.
Filmleştirilmiş tiyatronun başarısı, edebiyatın amacına hizmet şeklinde roman uyarlamalarını oluşturduğu tiyatroya yardımcı olacaktır.
Büyük yönetmenler, biçimin yeni yaratıcılarının ilkleridir; onlara anlatım sanatçıları diyebilirsiniz. Onlar sanat, sanar içindir teorisinden destek bulmuşlardır.
Bir yazar hem madde, hem de biçim olarak kendini yarım asırdan fazla bir süre tekrar edebilmektedir.
Bize geleneksel olarak, gerçek sinema örneği olarak sunulan başyapıtlar, muhtemelen taklit edilemez niteliği taşımaktadır. Sovyet sineması, bize Potemkin’i verirken Hollywood Sunrise , Hellelujah , It Happened One Night ve hatta Stagecoach filmlerini üretmiştir.
Lauthtréamont ve Van Gogh yaratıcı ürünlerini çağdaşlarının kendilerini yanlış anladığı veya önemsemediği bir ortam içinde meydana getirmişlerdir. Oysa sinema, seyirciye göbek bağı ile bağlıdır.
Eğer tarihsel bağlılığı şöyle bir gözden geçirirsek teorideki son itirazın tam evrim içinde sanatın bir unsuru olarak düşünülmesinde geçerli olduğu görülür.
Sinemayı roman uyarlamalarından kurtarmak icin Pure Cinema (Saf Sinema) kuramı ortaya atılmıştır.
Çalışmanın edebi kalitesi ne kadar önemli ve belirgin ise uyarlama dengesini o derecede bozar.
Romanların karakterleri ekrana göre çok karmaşık psikolojik yapıya sahip insanlardır.
Sinema bir sanar biçiminden çok, sosyolojik ve endüstriyel bir olgudur.
Sinemanın, roman üzerinde görülen açık etkisi zihinlerde yanlış anlamalara sebep olabilmektedir.
Klasik analiz romanın veya tiyatronun psikolojisine uygun görüntülerle ekrana aktarılabilir.
Tiyatrodaki bazı dramatik sahnelerin başarılı bir film parçası olmasının altında yatan gerçek neden, o bölümlerin romandan tiyatroya çok iyi aktarılabilmesinde yatmaktadır.
Sinemanın geçmişine şöyle bir göz attığımızda karşımıza çıkan en ilgi çekici şey, onun edebiyat ve tiyatro dallarının mirasçısı olduğudur.
Sinema miti, fotoğrafla birlikte mekanik sanatların ortaya çıkışı olarak yüzyılımıza damgasını vurmuştur.
Sinemada rengin hâlâ ortaya çıkmamasının nedeni üç renkli oluşumların ilerlemesinin çok yavaş olmasından kaynaklanıyordu.
1877 ce 1880 yıllarınsa Muybridge, hemen hemen tek başına oluşturdugu büyük ve karmaşık bir aletle bir atın devingenliğini kaydederek ilk sinematografik çalışmayı gerçekleştirmiş oldu. Bunu başarabilmek için cam tabakanın yüzeyine nemli kolodyum maddesi koymuştu.
Sinema idealistik bir fenomendir.
Her görüntü, nesne gibi görünür ve tersi olarak her nesne bir görüntü gibidir. Bu yüzden fotoğraf gerçeküstü yaratıcılığın ana malzemesinden biri olmuştur. Sürrealist resimlere titizlikle bakıldığında ayrıntılarda görsel bir yanılmanın olduğu görülmektedir.
Fotoğraf yaratıcı gücün baskın olduğu bir sanattır.
Fotoğrafın estetik kalitesi gerçekliğin çıplak gücünü göstermektedir.
Çözüm başarı sonucunda değil, başarmanın yolunda bulunur.
Doğru gerçekçilik dünyanın somut bir şekilde ifade edilmesi, sahte gerçekçilik ise sadece göz aldanmasıdır.
Andre Malrauz sinemayı plastik gerçekliğin ileri evrimi olarak tanımlamıştır. Başlangıç noktası olarak da Barok resmini ve rönesans dönemini almıştır.
Sanat dışavurumcu damarlarda olduğu kadar, düşünceye dalmış ve mistik damarlar boyunca da ilerlemektedir.
çok katı bir şekilde oluşturulmuş olan mitolojiden kaçış yolu yoktur.
Adaleti sağlayan kişilerin de, en az suçlular kadar cesaretli olmaları gerekmektedir.
Onaltıncı yüzyıl sonlarının büyük sanatçıları, her şeyden önce ressamlar ve mimarlardı. Zira, resim ve mimarlık o dönemin sanat dallarıydı. Ancak bu belirli bir sanat dalına hizmet etmenin değil, sanatçı olmanın en iyi yoluydu.
eserden sözde kusurlu yerleri çıkarmayı düşünmektense, olumlu önyargıyla yaklaşarak bunları henüz sırrını çözemediğimiz değerler olarak ele almak daha iyi olur.
Bu hem korkunç, hem de harika bir rüyadan uyanmaya benziyordu
biz kötülüğün bir insanın kalbinde değil, dünyanın kendi içinde var olduğunu düşünürüz.
Her şeyi sevmeye hazırdır, fakat dünya her zaman kendisine karşılık vermez.
doğal montajın, en azından psikolojik olarak, kesin bir şey olmadığına işaret edelim. İnsanlar onun basit şeklini ilk kez Lumiere’nin’ filminin ilk gösteriminde Ciotat istasyonuna giren trenin kendilerine doğru geldiğini sanarak yerlerinden kalkıp, kaçışmaya başladıklarında görme olanağı bulmuşlardır. Sinemaya gitme alışkanlığını kazanan insanlar, daha sonra gerçek sahneler ile montajla yaratılmış olanlar arasındaki farkı anlayacak yeteneği kazanmışlardır.
Film yapımcısı artık ressamın ya da oyunun yazarının rakibi değildir. O sonunda romancıya eşit bir duruma gelmiştir.
Artık filmin ne anlatmak istediği düşüncesi, yerini bunu nasıl anlattığı sorusuna bırakmaktadır.
Eğer sinema bir sanat ise, o sanat üzerindeki tüm sınırlamaları ile yaratılmış bir sanattır. Sanat, aslında geçiş için bir yol işlevi görmektedir. Bu, özgürlüğe doğru giden bir yoldur. Bunu yalnızca sinema gerçekleştirebilir. Onun birinci unsuru ise yaşamın kendisidir!
Her şey, içinde bulunan İyilik nedeniyle vardır. Her şeyin ilk nedeni İyiliktir
Her ne kadar, bazı çevreler onun düşüncelerine karşı savaş açmış görünüyorsa da, kurduğu mantığın sağlamlığı hemen hemen herkes tarafından kabul edilmektedir.
Tüm dünyada sinema bir kaçış yolu olmaktan çıkarak bize hayatın gerçeklerini sunabilecek bir araç olma yolunda ilerlemiştir. Artık gördüğümüz ekran, yaşamın bunalımlarından bir süre için uzaklaşmayı değil, bize o yaşama karşı daha hazırlıklı olma yöntemini öğreten bir konuma girme amacındadır. Onun görevi insanları düşünmekten uzaklaştırmak yerine, onlara felsefe yapmasını öğretmektir. Sinemanın bunu yapabilecek kapasitesi vardır. Bu gerçeği bize Andre Bazin öğretmiştir.
Birçok insan Bazin’in sessiz sinemanın sona ermesiyle onun artık sanat olmaktan çıktığı görüşünü paylaştığını düşünür. Oysa durum böyle değildir. Ona göre ses sinemayı yıkmamış, aksine onun vasiyetini tamamlamıştır.