İçeriğe geç

Sindrella Kompleksi Kitap Alıntıları – Collette Dowling

Collette Dowling kitaplarından Sindrella Kompleksi kitap alıntıları sizlerle…

Sindrella Kompleksi Kitap Alıntıları

Kadınlar, hüzünlü bir öz-yadsıma oynuyor.
Başarı korkusu daha az başarıya yol açar.
Bağımlılık kendini pekiştirir. Bağımlı kadın sonunda kendini gerçek bir esarette bulur.
Anne olmakla aynı yoldan eş olmayı tercih ederiz.
Rekabetçi ortamda kadının özgüveni azalır.
Kızlarda yaşla birlikte başkalarına yaslanma eğilimleri artar.
Veriler, kadınlarda bağımlılığın yaşla birlikte arttığını göstermektedir.
Okumak fobim kadınların, yaşamlarında ortadan kalkan bir şey gibi algıladıkları “bırakılan” birçok etkinlikten biridir.
beni kurtaracak birisine ihtiyacım var.
Özgürleşmede tek gercek hedefimiz vardır, o da kendimizi içerden özgürleştirmektir.
kadınlar, korkuyu göğüsleyip aşmaya alışık değildir. Bizi korkutan şeylerden kaçınmaya, küçük yaşlardan itibaren, sadece kendimizi rahat ve emniyette hissetmemizi sağlayacak şeyler yapmaya özendirildik. Aslında özgürlük için değil, bunun tam tersi olan bağımlılık için eğitildik.
Özgürlüğün güvenceden daha iyi olduğu söylendi: güvence sakat bırakır.
Sorun şuydu: Dünyada kendime bir yer edinme yeteneğime inanmıyordum.
Fobiler kadının yaşamına, gizli bir veba gibi sızmıştır.
Kendini daha iyi hissetmek isteyen kadın, içinde olup bitenleri görerek işe koyulmalıdır.
Hiçbir şey bizi alıklar gibi davranmaktan alıkoyamaz.
1977 yılında, bütün yaşlı kadınların ortalama geliri haftada 59 dolardır, bu da yaşlı erkeğin ortalama gelirinin neredeyse yarısıdır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Çalışan kadınların sayısındaki artış, önemli ölçüde, bozulan evliliklerin artmasıyla ilgilidir.
Bir de “bir çocuk daha yap” sendromu söz konusudur; bu evde kalmanın toplumca kabul edilen bir yoludur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kadınlar ayrıca iktidardan aktif olarak kaçınmaktadır.
Kadınlar, düşük ücretli kariyer seçmeye devam ediyor.
Aslında IQ’su 170’in üstünde bulunan ve dahi grubuna giren kadınların üçte ikisinin, bir ev kadını veya büro işçisi olarak çalıştığı gözlemlenmiştir.
Kadınlar genel olarak kendi doğal yeteneklerinin çok altında çalışma eğilimi göstermektedir.
Yaşamım genleşmek yerine daralıyordu.
Önümüzde sadece, ormana giden karanlık, dikenli yollar vardı.
Kendimi her zaman bir kavgacı, savaşa çağrıldığı zaman göZünü kırpmadan ileri atılan birisi olarak görmüşümdür.
Öğretmenlerime karşı saygısız, erkeklere karşı alaycıydım.
Artık beyaz atlı prensler yok. Mağara adamı şimdi daha küçük ve daha zayıf. Aslında, çağdaş dünyada yaşamak için gerekenler açısından, erkek gerçekten de bizden daha güçlü, daha zeki veya daha cesur değil.
Kadının kurtarılma arzusunun, kadının ve çocukların vahşilerden korunması için erkeğin fiziksel gücüne ihtiyaç duyduğu mağara günlerine dek götürebilir. Ama bu arzu artık uygun veya yapıcı değildir. Kurtarılmaya ihtiyacımız yok.
Nasıl olur da bağımsızlıktan korkarım?
Belki de en semptomatik olanı, kişinin olaylardaki mizahı görmesini mümkün kılan perspektifi kaybetmemdi.
Angarya işler sonsuz ölçüde emniyetlidir.
Erkeklere bu öz-yeterliliği bahşeden doğa değildir; eğitimdir. Erkekler, doğdukları günden itibaren bağımsızlık için eğitilir.
İlerleme fırsatımız varken neden geri çekilme eğilimi gösteriyoruz? Çünkü kadınlar, korkuyu göğüsleyip aşmaya alışık değildir. Bizi korkutan şeylerden kaçınmaya, küçük yaşlardan itibaren, sadece kendimizi rahat ve emniyette hissetmenizi sağlayacak şeyler yapmaya özendirilirdik. Aslında özgürlük için değil, bunun tam tersi olan bağımlılık için eğitildik.
Burada ne yapıyorum, böylesine yalnız, böylesine bağsız, böylesine havada?
İlerleme fırsatımız varken neden geri çekilme eğilimi gösteriyoruz? Çünkü kadınlar, korkuyu göğüsleyip aşmaya alışık değildir. Bizi korkutan şeylerden kaçınmaya, küçük yaşlardan itibaren, sadece kendimizi rahat ve emniyette hissetmemizi sağlayacak şeyler yapmaya özendirildik. Aslında özgürlük için değil, bunun tam tersi olan bağımlılık için eğitildik.
Kızlar, kendilerini, daha güçlü olan erkeğe yaslanma hakkına sahip, doğallıkla bağımlı cins olarak benimseyecek şekilde yetiştirilmekte ve bu beklentilerin yerine getirileceğine tam bir güvenle evliliği girmektedir.
Toplumun, çocuk büyütme sorumluluğunun tamamını yükleyerek kadını içeri tıktığı bir gerçek.
Hem kültürel hem de kutsal nedenlerden ayağa kalkıp dünyayı göğüslemeye ilişkin kendi kişisel korkularımızla birlikte, bizden gerçekte pek fazla bir şey beklemeyen bir sistemden ötürü kadınlar kendilerini geride tutmaktadır.
Bazen, dışarıdan gelen bir meydan okumayı, bir krizi veya bir trajediyi göğüslemek, içeriden gelen meydan okumayı (riske atılma, gelişme zorunluluğunu) göğüslemekten daha kolaydır.
Özgürleşmede tek gerçek hedefimiz vardır, o da kendimizi içeriden özgürleştirmektir.
Erkeğe bağımlı olacak ve erkeksiz kendimizi çıplak ve korkmuş hissedecek şekilde yetiştirildik. Bize, kadınların tek başına ayakta duramayacağı, çok hassas, çok kırılgan, korunması gereken cins olduğu öğretildi. Şimdi ise bu aydınlanma günlerinde entellektüellerimiz kendi ayaklarımızın üstünde durmamızı söylediği zaman, çözülmemiş coşkusal sorunlar bizi aşağı çekmektedir. Aynı anda hem bağsız, özgür olmayı, hem de yaşamımızı bir başkasının üstlenmesini özlüyoruz..
Yetişme tarzımıza ilişkin her şey, bize, bir başkasının parçası olacağımızı; ölene kadar mutlu evlilikle korunacağımızı, destekleneceğimizi, dibe batmaktan kurtarılacağımızı söyleyip durdu.
Düşüncelerin akışında bir kesinti oluyor ve her zaman yalnız olduğumu kavrıyorum. Kaçınmak için onca çaba harcadığım bu gerçek, uyarıda bulunmaksızın karşıma çıkıyor. Yalnız olmaktan nefret ediyorum. Keseli hayvanlar gibi, bir başkasının derisinin altında yaşamak isterdim. Emniyette olmayı, sıcak, bakılıp gözetiliyor olmayı, havadan, hatta yaşamdan daha çok istiyorum. Beni şaşırtan bu olgu yeni değildi, oradaydı, uzun bir süredir benim bir parçamdı.
Küçük kız a) bağımsızlık yönünde daha az teşvik edildiği, b) ailesinden daha çok koruma gördüğü, c) annesinden ayrı bir kimlik oluşturması yönünde daha az baskı gördüğü ve d) anneyle ayrılma sürecini belirleyen anne-çocuk çatışmasını daha az yaşadığı için, çevresini bağımsızca keşfetmeye daha az yönelir.
İşte Sindirella Kompleksi. Bu, on altı on yedi yaşındaki kızları pençesine alıyor, çoğu durumda üniversiteye gitmelerine engel oluyor ve erken evliliklere zorluyordu. Şimdi ise üniversite mezunu (bir süre hayatın içinde) olan kadınları pençesine alıyordu. Özgürlüğün ilk heyecanı yerini yükselen kaygıya bırakınca, bu kadınlar, eski güvenlik özlemine (kurtarılma arzusuna) yenik düşüyordu.
Kırklı ve ellili yıllarda ailelerin çoğu, kızlarını yetiştirme konusunda başarısızdı, çünkü ne için yetiştirdiklerini bilmiyorlardı. Elbette bağımsızlık için yetiştirmiyorlardı.
Erkeklere bu öz-yeterliliği bahşeden doğa değildir; eğitimdir. Erkekler doğdukları günden itibaren bağımsızlık için eğitilir. Tam tersine kızlara ise bir çıkış yolları olduğu, bir gün, bir şekilde kurtarılacakları öğretilir.
Yetişme tarzımıza ilişkin her şey, bize, bir başkasının parçası olacağımızı; ölene kadar mutlu evlilikle korunacağımızı, destekleneceğimizi, dibe batmaktan kurtarılacağımızı söyleyip durdu.
Erkekler gergicidir. Allah vergisi yeteneklerinin ötesinde ince buz üzerinde kayarak kendi kaygılarını yaratabilirler, ama en azından gölün ortasına ulaşırlar. Kadınlar ise büzgücüdür. Kendi doğal başarı seviyelerinin altını hedefleyerek, kendi olasılıklarının gerisinde kalırlar.
Hiç kimse benden hayatımı kazanmamı beklemedi, şimdi bunu ben ken­dimden nasıl bekleyebilirim?
Erkeklere bu öz-yeterliliği bahşeden doğa değildir; eği­timdir. Erkekler, doğdukları günden itibaren bağımsızlık için eğitilir.
Özgürlüğün güvenceden daha iyi olduğu söylendi: gü­vence sakat bırakır!
Yetişme tarzımıza ilişkin her şey, bize, bir başkasının parçası olacağımızı; ölene kadar mutlu evlilikle korunacağımızı, destekleneceğimizi, dibe batmaktan kurtarılacağımızı söyleyip durdu.
“Bazıları bağımlı olarak, erkeğin kendini patronmuş gibi hissetmesini sağlayarak kontrol eder,” diyor terapist Marcia Perlstein. Bu erkeğin öz-saygı sorunlarının bulunduğu ilişkilerde sıkça görülen bir olgudur. “Dünyada büyük olmanın yolu, birisi için büyük olmaktır,” diye sürdürüyor Perlstein. “Kadın gerektiği kadar küçük gözükerek ve bu dengeyi çok dikkatli bir şekilde kontrol ederek, ikisinin de asalakça bir bağımlılıkla (symbiotically) kaynaşmış ve ‘mutlu’ olduğu bir ilişkiyi sürdürebilir.”
Hem kültürel hem de ruhsal nedenlerden ayağa kalkıp dünyayı göğüslemeye ilişkin kendi kişisel korkularımızla birlikte, bizden gerçekte pek fazla bir şey beklemeyen bir sistemden ötürü kadınlar kendilerini geride tutmaktadır.
“Başkasına” yönelik bu ihtiyaç ve bağımlılık, kadının üretken bir şekilde çalışmasını (özgün, heyecanlı olmasını ve kendini işine vermesini) birçok açıdan engellemektedir. …Her nasılsa, çalışmak zorunda olmak, bir kadın olarak başarısız olduklarının göstergesi olup çıkar.
Kadınlar, tanım(kimlik duygusu) için başkalarına yönelir. Kendilerini, bir başkasının gözünde görme derecesi öyle yüksektir ki, söz konusu başka kişiye bir şey olması(ölmesi veya ayrılması, hayta belirgin bir şekilde değişmesi) halinde, kendilerini artık göremezler. Üç yıllık sevgilisini kaybeden bir kadın( ki milyonlarcasının duygularını dile getirdiğine kuşkum yok), “Sanki varolmamışım gibi bir duygu.” diyor.
Manhattan’da Dr. Symonds, terapi uyguladığı birçok başarılı, üst mevkilere gelmiş kadında, kendini kısıtlama sorununun yaygın olduğunu gözlemiş. Kendi doğal yetenekleri açısından birçok kadın, sakatlanmış, potansiyellerini tam olarak gerçekleştirme yetisinden yoksun gözükmektedir.
Bugün kadınlara kulak verdiğiniz an, “yeni kadının” gerçekte hiç de yeni olmadığını, bir mutan olduğunu keşfedersiniz. Kadın, eski ile yeni olmak üzere iki farklı değer grubu arasında mekik dokuyarak, bir tür Asla-Asla Ülkesinde yaşar.
… ama ayrıca kişisel bilincimin gelişmesinden( kendimi dinlemekten) kaçınmak için insanları kullanıyordum. Sosyal bir kelebektim…
Eğer bir şey öğrendiysem, o da, bu dünyada üzerinde hiçbir kontrol sahibi olmadığımız şeylerin bulunduğudur.
Aynı anda hem bağsız, özgür olmayı, hem de yaşamımızı bir başkasının üstlenmesini özlüyoruz.
“Seviliyor olmak, tıpkı erkeklerde olduğu gibi kadınların da doğal yaşamının bir parçasıdır, ama bu ayrıca kadının zorunluluğu ve mesleği de olur.”
“Toplumdaki yetiştirme tarzı nedeniyle kadınlar, bir daha bağımsızlık geliştirme ihtiyacı duymazlar, ta ki yaşamda baş gösteren bir kriz gönül rahatlıklarını yıkıp, çaresiz ve geri kalmış olmaya nasıl göz yumduklarını gösterene dek.”
Kendimizi becerikli ve bütün hissetmemize engel olan kaygıları aşma sürecine başlayıncaya kadar, yaşamımızda gerçek bir değişme, gerçek bir özgürleşme olmayacaktır.
Sindrella gibi, bugünün kadını da hala dışarıdan bir şeylerin kendi yaşamlarını dönüştürmesini istiyor.
Kendi içine bakan her kadın, kendine bakma, kendini koruma, kendini ortaya koyma konusunda kendini rahat hissetmesi yönünde hiç bir zaman özendirilmediğini bilir. Olsa olsa, içten içe, doğallıkla kendine yeterli gözükmeleri nedeniyle oğlanlara imrenerek, bağımsızlık oyunu oynamıştır.
İlerleme fırsatımız varken neden geri çekilme gösteriyoruz? Çünkü kadınlar, korkuyu göğüsleyip aşmaya alışık değildir.
Özgürlüğün güvenceden daha iyi olduğu söylendi: Güvence sakat bırakır.
Kaçınmak için onca çaba harcadığım bu gerçek, uyarıda bulunmaksızın karşıma çıkıyor. Yalnız olmaktan nefret ediyorum. Keseli hayvanlar gibi, bir başkasının derisinin altında yaşamak isterdim. Emniyette olmayı, sıcak, bakılıp gözetiliyor olmayı, havadan, hatta yaşamdan daha çok istiyordum. Beni şaşırtan bu olgu yeni değildi, oradaydı, uzun bir süredir benim bir parçamdı.
Kız çocukları değil de neden erkek çocukları bağımsız olmayı öğrenerek yetişiyor, neden kendi başlarına denemekten korkmuyor ve neden daha alt bezinden kurtulmadan öz-saygı için kendi kişisel standartlarını belirlemeye başlıyor?
Fobiler, kadının yaşamına, gizli bir veba gibi sızmıştır. Bu, uzun yıllar süren toplumsal koşullandırmayla ortaya çıkmıştır ve bugün çok daha sinsidir, çünkü öylesine baştan aşağı yabancı değerlere gömülmüşüz ki bize ne olduğunun farkın bile varmıyoruz.
Neden? Bu kadınları geride tutan şey nedir?
Korku, diyor Dr. Symonds. Kadınlar, gelişim sürecinde yapısal olan kaygıyı yaşamak istemiyor. Bu, yetişme tarzıyla ilgili bir sorundur. Kız çocuklarına, kendini ortaya koyucu ve bağımsız olmaları değil, gerçekten de geride kalmaları ve bağımlı olmaları öğretilir. Şimdi sinyalin verilmiş olması ve “bağımsız” olmalarına izin verilmesi, kadınları içsel bir kargaşaya sürüklemiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir