İçeriğe geç

Şimdi Şehir İçin Kalp Zamanı Kitap Alıntıları – Kemal Sayar

Kemal Sayar kitaplarından Şimdi Şehir İçin Kalp Zamanı kitap alıntıları sizlerle…

Şimdi Şehir İçin Kalp Zamanı Kitap Alıntıları

Insanın iyiliğe inanmadığı, kötülüğün kol gezdiği bir çağda saatlerimizi inadına kalbin zamanına ayarlayalım.
Her arayan bulamaz, bulanlar yalnızca arayanlardır.
Hüzün bize, ötekinin acısını ve varoluşa gizlenmiş o büyük acı ve endişeyi yakından görme fırsatı verir.
Bize bu dünyada kendi benliklerimizi aşan, çok daha önemli meselelerin olduğunu fısıldar.
Merhamet kaybettiğimizi bulma yolunda bir düşünce egzersizi.
Hüznü yaşamadan mutluluğu yaşayamazsınız. Hayatta her şey zıddıyla kaimdir. Hüznün denizinde kulaç atmazsanız, mutlulugun denizine de varamazsınız .
Her acı kendisini işitecek bir kulak arar.
Dünya macerasında hepimiz yaralı varlıklarız.
Diğer insanlarla hemdert olmayı bilmiyor, ötelerin sesini işitmiyorsak yeryüzündeki varlığımızın bir kıymeti yoktur.
Kadın üzerinden büyük bir savaş yürüyor. Kadınları güzel ve narin oldukları zaman sevileceklerini fısıldayan bir suflör var.
Dünya kolektif bir deliliğin akıl tutulmasında yaşarken kendinden başkasına zararı olmayan bir “delilik” bana bir tür protesto gibi geliyor. “Sizin yalancı normalliğinize kanmıyorum” der gibi.
Çağımız insanı binbir suratlı, ruhunun yaralarını maskelerle örteceğini sanıyor.
Hayret bir var olma tarzıdır, bir duruş, bir hissetme biçimidir. İnsan varlığın çağıltısı karşısında büyülenerek hayretle bakar. Bir karıncaya, bir ağaca, bir insana hayretle bakabildiğimiz zaman hiçbirini incitmek istemeyiz
Her şeyin bir zamanı var, kalbin de. Yağmurların, güneşin, rüzgârın bir zamanı var. Kalbin zamanı var. İçten bir şekilde konuşmanın, ötekini can kulağıyla dinle beni bir zamanı var.
İnsan mutsuzluğunu sadece ilaçlarla tedavi etme imkânı yoktur, insanlar aslında en çok anlaşılmayı ister.
Merhamet , incinmemek ve incitmemektir…
Yaşantılarmızdan bir şeyler öğrenmeyi unuttuk.
Kötülüğü çoğaltıyoruz, kötülüğü çok konuşuyoruz, olumsuz olanla zlhnimizi çok meşgul ediyor, kirletiyoruz. Olumluya odaklanalım, doğru olana odaklanalım, biz eğrilere numune olalım, yapabildiğimizce kendi kusurlarımızı düzeltelim ve insanlığa güzel bir iz bırakarak, güzel bir ışık bırakarak geçip gidelim.
Çünkü ruhsal ıstırap gerçektir ve can yakar. Çünkü kadim zamanlardan beri bir insanı yürekten dinleyen bir kişi, anlatanın acısını hafifletir. Her acı kendisini işitecek bir kulak arar.
Hayat problem değil, problem çözme yeridir. Hayat bize her zaman şan, şöhret, başarı vaat etmez. Bazen deneyimin kendisi en büyük başarıdır.
Merhamet , incinmemek ve incitmemektir…
Acıyı yaşamadan gelen mutluluk insana çok derin bir tatmin hissi sağlamaz ve çok kalıcı da olmaz. Istırabın faydaları var. Istırap eğer bir şeyler öğretiyorsa, geçmişte yapmış olduğumuz yanlışlara karşı bizi oradan büyüterek çıkartıyorsa o üretken bir ıstıraptır ve bize çok şey kazandırır. Acısıyla yüzleşen insanlar hayatta fark yaratır.
Umut bizi yenilgilere karşı mukabil kılar. Umutla her seferinde yeniden başlarız.
İnsan mutsuzluğunu sadece ilaçlarla tedavi etme imkânı yoktur, insanlar aslında en çok anlaşılmayı ister.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hayat bir problem çözme sürecidir. Bazen yaşadığımız zorluklar bizi daha sonrakilere karşı daha akıllı kılar, böylece daha kolay çözüm yolları bulabiliriz.
“İnanamıyorum !Benden önce milyonlarca insan yaşadı,benden sonra da milyonlarca insan yaşayacak.Ben evrende silinip geçen bir izim !”
Pascal
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Size derdini anlatan insan, size o kadar çok şeyler öğretir ki…Öğretir gider.Bazen şifa olur gider.Sizin gizli bir derdinizi çözer, içinizden hiç açılmamış bir kilit vardır,bir sözüyle onu çözer,sizi rahatlatır,gider.O farkında bile değildir.
Olgun aşk “Karşımdakinin zaafını,eksikliğini kusurunu gördüğüm halde tahammül duygumla onunla beraber olmaya devam ediyorum,onunla birlikte yaşama iradesini göstermeye devam ediyorum.Aslında bunu yaparken kendi kusurlarımı,zaaflarımı saklama ihtiyacı duymuyorum.”
Yani herkes kusurlarıyla ortada ve herkes ötekini kusurlarıyla benimsiyor ve yeri geldiğinde de tahammül etmeyi,sabretmeyi başarabiliyor.
Öfke mi?Geldi mi eğer, şöyle bir dışarı çıkıp dolaşın.Güzel zamanları,güzel anları hayal edin.Dilinizin ucunu ısırın da ağzınızdan kötü bir söz çıkmasın.Dil yarasını tamir zordur.Serinleyin,öfkenizi de serinletin.İyice gevşediğinizde derdinizin ne olduğunu,sizi neyin öfkelendirdiğini ,karşınızdakini suçlamadan anlatın.
“Sen şöyle yaptın,”yerine , “Ben böyle hissettim,”deyin.
Suyun susamış bir çift dudağı aradığı gibi, söz de acısını dindireceği bir yara arıyor. Çünkü yaralarımız kadar varız, yaralarımız bizi sahici kılıyor, insanın tümden uyuştuğu ve fıtrata yabancılaştığı anestezi çağı nda ruhumuzun sızladığı kadar varız.
Çağımız insanı binbir suratlı; ruhunun yaralarını maskelerle örteceğini sanıyor.
“Aldığımız, kullandığımız ürünler ve giydiğimiz kıyafetler ne kadar pahalıysa biz de o kadar değerliyiz ve bu yüzden de o kadar mutlu olmalıyız!” düşüncesi vurgulanıyor.
Kalple düşünmek, insan ilişkilerinde homo homini lupus yani insan, insanın kurdudur paradigmasından, insan, insanın yurdudur paradigmasına geçmek demektir.
Her acı kendisini işitecek bir kulak arar.
İnsan mutsuzluğunu sadece ilaçlarla tedavi etme imkânı yoktur, insanlar aslında en çok anlaşılmayı ister.
Yabancılaşma modern şehirlerin en büyük problemlerinden bir tanesi. Kendine yabancılaşma, insana yabancılaşma, tabiata ve nihayetinde Allah’a yabancılaşma. Yabancılaşan insan yalnızlaşıyor, tek kalıyor ve sosyal bağları giderek aşınıyor.
Çağımız insanı binbir suratlı; ruhunun yaralarını maskelerle örteceğini sanıyor.
..sadece hüznü vardır kalbi olanın.
Ruhlar hep mi bu kadar kirliydi yoksa sosyal medya aracılığıyla mı her şey ortaya döküldü ?
İngiliz yazar Graham Greene, “Yazar dişleriyle o masaya tutunur,intihar etmemek için !”
Ruhumuz her zaman bağ arar,ilişki arar,insan arar,hikayemizi anlatabileceğimiz birisini arar.
İnsanın bu hayatta niçin yaşadığına dair bir anlam duygusu olmalı.Gayesiz ve anlamsız insan her türlü kötülüğü işleyebilecek bir insandır.
insanlar aslında en çok anlaşılmayı ister.
Değiştirebileceği şeyler için çabalayıp değiştiremeyeceği şeyleri kabullenmesi de bir erdemdir.
Yeryüzünde tanrılığa soyunmak mutsuzluğun en kötüsüdür.
Metropollerde çok fazla sıkışma görüyoruz.Desmond Morris,şehirler için “insanat bahçesi” tanımını kullanmıştı.
Metropollerde çok fazla sıkışma görüyoruz.Desmond Morris,şehirler için “insanat bahçesi” tanımını kullanmıştı.
Bizi birbirimize bağlayan birtakım görünmez bağlar gerekli.
Her şeyin bir zamanı var, kalbin de.
Kurban olmamak için zalim olmayı şeçiyor insanlar. En ufak fırsatta dişini geçirebildiğine efendilik taslayabiliyorlar. Şişmiş egolar her yerde karşımıza çıkıyor.
Biri bizi duysun istiyoruz. Sesimizi duysun, beni işitsin ki dünyadaki varlığım onaylansın. Birisi bana boşa yaşamadığımı hissettirsin .
Hüner fark edebilmekte. Görebilmekte. Hissedebilmekte. Kandil ışık vermek için değil, geceye şahitlik etmek için yanar. diyor şair Robert Bly.
Bağırmanız lazım kendinize, kendi sesimizi duymak için.
İnsanlar bazen bizleri gönüllerinde bir yerlere koyuyorlar, kendi görmek istedikleri kişi haline getiriyorlar ama kusurlu varlıklarız, eksik varlıklarız. İnsanın eksiğini kusurunu bilmesi de iyi bir şeydir. Kendi kusurlarıyla uğraşan insanlar, etrafta kusur aramaktan vazgeçer.
İnsanlar aslında zor zamanlarda, afet zamanlarında, bunu nasıl atlattıklarıyla insan oluyorlar. Yani vicdanımız kadar insanız. Yüreğimizin sızladığı kadar insanız. Bir başkasının acısını içimizde taşıyabildiğimiz kadar insanız.
Mükemmeli arayan anne babanın yetiştirdiği çocuk da ister istemez hedefini o kusursuzluğa koyuyor. Ve o çocuğun tatmin duygusunu standardize etmek çok mümkün olmuyor.
İyi bir yemeği nasıl ölçüleri tutturarak yapıyorsanız, iyi bir hayat ancak dengeyi ve ölçüleri ayarlayarak yaşanabilir. Başkaldırmanız gereken yerde başkaldırmazsanız ömür boyu bunun suçluluk ve utançı içinde yaşarsınız. Her şeyi, her koşulda kabullenmek de sadece bir karakteriniz, kendimize özgü bir duruş ve kişiliğiniz olmadığını gösterir. İnsan bir “isyan ahlakı”nı içinde taşımalı ama ne yapıyorsa bunun makul bir sebebi de olmalı.
Maddi haz asla sürekli tatmin vermez.
İnsan ancak manevi hazlarla kendini var kılar. Ancak “Hayır, yeter!” diyerek olgunlaşabilir.
Bizim kanaatkârlığın, yetinmenin, sabretmenin erdemini öğrenmemiz gerekiyor.
Dostoyevski Batı ülkelerini ziyaretten döndüğü zaman herkes merakla Dostoyevski’ye koşar; “Üstad ne gördünüz Batı’da?” diye sorar.
Üstat der ki; “Çok gelişmişler, ileri gitmişler, bazı bakımlardan çok üstünler fakat bizim kadar iyi çay demleyemiyorlar.”
Bu çok mühim çünkü iyi çay demlemek, iyi sohbet etmek demektir.
İyi sohbet etmek, birbirini iyi anlamak demektir. Birbirini iyi anlamak, birbirinin kardeşi, dostu, yareni, yoldaşı olmak demektir.
Sohbet dinlemekle kaim olan bir şeydir, sadece konuşursanız sohbet edemezsiniz, ara sıra susmanız gerekir.
Uzun susuşlar göstermeniz ve karşınızdaki insanı dinleyebilmeniz gerekir.
Biraz siz anlatırsınız, biraz o anlatır ve böylelikle birbirinizin hikâyelerinden bir şeyler öğrenmeye çalışırsınız.
Siz onun hikâyesinden kendi hayatınıza bir derkenar düşersiniz; o sizin hikâyenizden, kıssanızdan bir hisse çıkarır.
Sohbet bu bakımdan çok zenginleştirici bir deneyimdir.
Kalbin kalbe değmesi halidir ve insanı dönüştüren çok büyük bir güçtür.
“İnsanlar psikoterapistlere koşuyorlar çünkü bu dünyada gerçekten işitildiklerini düşündükleri tek yer psikoterapi odası.”
Biz ötekini işitmezsek, kardeşimizi, yoldaşımızı, yarenimizi işitmezsek, dinlemezsek, kim dinle yecek?
Biz birbirimizi ve kâinatı dinlemezsek, kim dinleye cek?
Bakın, sadece insanın birbirinin sesini dinlemesi değil, insanın yağmurun sesini, rüzgârın hışırtısını, kâinattaki börtü böceğin sesini dinlemesi de bir güzelliktir, bir meziyettir.
Öncelikle kendi içimizdeki o küçük faşistle, o küçük diktatörle mücadele etmek zorundayız. Benden farklı saydığım insanı ne kadar anlayabiliyorum, onu ne kadar dinlemeye hazırım? Bu soruya sahici bir cevap vermek zorundayız.
Kendi içimizdeki boşluktan bakabilmek, kendi eksikleri mizi görebilmek demektir. İnsan ancak kendi eksikleriyle yüzleşirse kendisini geliştirip olgunlaştırabilir.
İnsan kazandığı zaman o kadar mutlu olmuyor ama kaybettiği zaman çok mutsuz oluyor.
“İnsanlar bu tamahkârlık yarışının sonunda ele geçirerek değil, ele geçirmeyi reddederek daha iyi insanlar olacaklarını fark edecekler.” Soljenitsin
Kurban olmamak için zalim olmayı seçiyor insanlar.
En ufak fırsatta dişini geçirebildiğine efendilik taslayabiliyor.
Şişmiş egolar her yerde karşımıza çıkıyor.
Kim kendini abartıyorsa o incinmekten korkuyordur.
Kim erkekliğini abartıyorsa onun bu konuda kuşkuları vardır.
Çağımız insanı binbir suratlı, ruhunun yaralarını maskelerle örteceğini sanıyor.
Istırap eğer bir şeyler öğretiyorsa, geçmişte yapmış olduğumuz yanlışlara karşı bizi oradan büyüterek çıkartıyorsa o üretken bir ıstıraptır ve bize çok şey kazandırır.
Başarı dediğimiz şey hep alkış alan şey midir? Harama el uzatmadan, kalp kırmadan, insan incitmeden ömür tamamlayan insanların hayatları büyük bir başarı hikayesi değil mi? Hep yüksek makamların, şişkin ceplerin, şişkin cüzdanların mı başarı öyküsü yazılacak?
Acının bazen içimize nüfuz etmesi gerekir; içimizde beklemesi ve bize öğretmenlik yapması gerekir.
Kâinattaki her şeye nezaketle ve güzellikle davranmaktır, böceklere bile!
İncinmemek ve incitmemektir.
Ne incineceksin başkasının kem sözünden, kem hareketinden ne de inciteceksin öyle bir kemal seviyesine çıkarak.
Merhamet bir başkası için hissetmek, bir başkası için acı duymak, bir başkasının seçimlerine saygı duymak, onun var olma hakkını kabullenmektir.
Günümüz de çocukların en büyük sorunu, anne babalarının onlarla yeterince konuşmaması.
İnsan kendi kabilesinden olmayan kişi için de dertleniyorsa merhamet sahibidir.
Bütün çocukları seviyorsa, kendisine değmeyen insanların acılarıyla da hemdert oluyorsa merhametlidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir