İçeriğe geç

Şiirler Kitap Alıntıları – Yannis Ritsos

Yannis Ritsos kitaplarından Şiirler kitap alıntıları sizlerle…

Şiirler Kitap Alıntıları

&“&”

Yalın şeylerin arkasına gizleniyorum beni bulasın diye;
beni bulamazsın, eşyayı bulacaksın,
elimin dokunduğu şeylere dokunacaksın,
parmak izlerimiz karışacak birbirine.

Ağustos mehtabı ışıyor mutfakta
kalaylanmış bir tencere gibi ( sana bu söylediklerim yüzünden
öyle görünüyor),
boş evi ve evin diz çökmüş sessizliğini aydınlatıyor –
sessizlik hep öyle diz çökmüş gibi kalıyor.

Her sözcük bir geçittir
bir buluşmaya, çoğu zaman vazgeçilen,
işte o zaman doğrudur o sözcük: buluşmakta direttiği zaman.

Yannis Ritsos

Bu ev, tüm ölülerine karşın, ölmek niyetinde değil
Direniyor ölüleriyle birlikte yaşamakta
ölüleriyle besleniyor
kendi ölümün gerçekliğiyle besleniyor
köhne yataklara, köhne raflara diziyor ölüleri.
Biliyorum, biliyorum, herkes tek başınadır aşkta
şan-şöhrette de ve ölümde de tek başınadır.
Hangi yoldan varılır yaşama?
Nereden? Söyleyin -uzak mı?
-İlerleyin
Uzak, uzak, uzak-
Yılın içinde geziyor bir taş gemiyle o
ışık kör, her ruhun ucunda ölüm diyor
Sessizliği nasıl söylemeli ve neden? diyor.
O ise gecenin içinde koşmakta -peşi sıra
havlayan it gibi kendi gölgesi….
Gecenin içinde ağırdır bulutlar
ıssız bir iskelede yığılmış
geminin ıslak ipleri gibi. Nerede gemiler?
Ya insanlar nerede? Neredeler?
Hangi çevrende biter bu çelişkin?
Hangi bahçede dinlenmekte bu dinginlik?
-hayır, yıldızların öldürülmüş cesetlerinde taht kuran değil-
Elimizde ölülerimizin temelleri var
ve yeni yüreklerimizin
Bir iki
Bir iki
Ölümse bir yapraktan başka bir şey değildir
yükselen bir yaprağı beslemek için düşen!
Tüm pencereler dikkat kesilmiş yüreğinin saatine
hangi saati beklerler? Hangi saniyeyi?
Hangi gizli süreyi beklerler?
Uçsuz bucaksız mezarlık ve sessizlik. Neden? Anımsayın
-Öteye, öteye- Nereye, öteye? Kalın duvarlardan öteye
ne var karanlığın?
Mezarlıktan öteye?
-Deniz var!
acele sözler, yaşamın kısa özeti, en önemli noktalar yalnız
bir sigara paketine yazılmış, ya da şu kadarcık bir kağıda
ölümün üstünde bir büyük köprü gibi bir küçük kağıt!
&”Yarın&” demeyen ölümün yanında
acı, sakatlanmış yılların binlerce değneği arasında
sen &”yarın&” deyip rahat ve güvenli oturuyorsun.
Ölümü beklemiş insanların çocuksu çiziklerinde
bir yürek, bir yay, zamanı gerçekten yaran bir yelkenli
bizim bitireceğimiz tamamlanmamış dizelerde
bitmeyelim diye bitirilmiş dizelerde
Bir ırmak akıyor ucundan serçe parmağımın
Gök yedi kez mavi. Bu arılık
ilk doğrudur yine, son dileğim benim.
&”Değişmez olan&” diyor,
fısıltıyla ama, birini avutmak istercesine, artık ölmüş birini.
Ay çıkınca, büyür evdeki gölgeler,
görünmez eller açar perdeleri,
piyanonun tozlarına unutulmuş sözcükler yazar
solgun bir parmak – duymak istemem onları.
Ne olur sus.
Dostuz biz. Yaslan omzuma. Bak –
dirseklerini dürtüyor ağaçlar, gözleriyle uzakları
gösteriyorlar –
bir bulut el arabasını sürüyor çiçek dolu
soluk soluğa güvercin varmak üzere bize.
Her şeyimizi aldılar elimizden. Ne bekliyoruz?
Ülkenin belkemiği gıcırdıyor bugünün ağırlığı
altında.
….Gözlerini
kilitliyor insanlar
haykırışlarını kilitliyor.
O, aşınmış tırnaklarıyla bir yıldız iskeletini
çıkartıyor gömülü olduğu yerden.

Ah, parçalanan kuşağımız, öylesine dilsiz, çökmüş ve
kızgın
Güneşi boğazlayan kimdir bilmez misiniz?

Tüm pencereler dikkat kesilmiş yüreğinin saatine
hangi saati beklerler? hangi saniyeyi? hangi gizli süreyi beklerler?

Varacağız şarkımıza….

Çevrede her bakışta dikenli tel örgü
yüreğimizin çevresinde dikenli tel örgü
umudun çevresinde dikenli tel örgü….
Tarlaların üzerinde gölgelerimizin kalacağını biliyoruz

İçimize doğru gülümsüyoruz. Ama gizliyoruz şimdilik.
Yasa dışı gülümseyiş – güneş nasıl yasa dışı olduysa
gerçek de yasa dışı. Gizliyoruz bu gülümseyişi
sevgilinin resmini nasıl gizliyorsak cebimizde
yüreğimizin iki yaprağı arasında nasıl gizliyorsak özgürlük düşüncesini.
Buralarda hepimiz için tek bir gökyüzü ve ortak
bir gülümseyiş var.
Bizi öldürebilirler yarın. Ama alamazlar bizden
ne bu gülümseyişi, ne de gökyüzünü bizden alırlar.
Çok uzaktı geldiğimiz yol. Kardeşim, çok uzak.
Ağırdı, çok ağırdı bileklerde kelepçeler. Akşamları
sallayıp başını vakit geçti" deyince küçük lamba
dünyanın tarihini okuyorduk belirsiz isimlerde
mapusane duvarlarına tırnakla kazınmış tarihlerde
ölümü beklemiş insanların çiziklerinde-
bir yürek, bir yay, zamanı gerçekten yaran bir
yelkenli-
bizim bitireceğimiz tamamlanmamış dizelerde
bitmeyelim diye bitirilmiş dizelerde.
Duvarlardaki bu lekeler belki de kandır
-günümüzde her kırmızı kandır-
karşı duvara yansıyan akşam güneşidir belki de.

Kırık camlardan ıslak sokağa taşıyor şarkı.

Rüzgar
işlemiyor içine saatlerin.
Ve bir gün
eğer beceriksizce gelirse size dizelerimiz, bir şunu hatırlayın:
gardiyanların burunları dibinde yazıldılar ve
böğrümüzde süngü uçları.

şu insafsız ışıkta -gizli bir hasret bastırır içimizi

Kağıtlarımız, kitaplarımız ateşe verildi
ve çöplüklere atıldı yurdumuzun onuru.
1948 yılında siyasal düşünceleri yüzünden tutuklandı, 1952 yılına kadar, Lemnos, Makronissos ve Ayios İstrais adalarında sürgün olarak kaldı. Bu yıllarda yazdığı şiirleri toprağa gömüyor, gün doğsun diye yazıyorum" diyordu.
… Nazım’dan çevirdiğim şiirler altı-yedi baskı yaptı. Prag karşılaşmamızı hiç unutmam onunla. Radyoda karşılıklı konuşma yapmamızı istediler. O, İlkin Ritsos’a sorun soruyu," dedi, "hem yaşı benden küçük, hem şiiri benden büyük." Onun bu alçakgönüllü davranışı büyüledi beni, hayranlığım daha da arttı. O sırada ününün doruklarındaydı bense onun kadar tanınmış bir ozan değildim. Hayatımda gördüğüm en yüce gönüllü, alçak gönüllü kıskançlık nedir bilmeyen biriydi.
Kırk sekiz yaşımda telif ücretimle yaşayabilmek olanağı çıkınca, bir çekingenlik duydum. Acaba çalışma odama çekilip dünya ile ilişkim kesilince esin kaynağım kuruyacak mıydı? Kuşkularımın boşuna olduğunu anladım bir süre sonra. Tam aksine çalışma odam bütün evreni kapsadı, esin kaynağım derinleşti ve çoğaldı, çünkü artık bütün zamanım şiire aitti.
Makronissos’ta işkence sırasında en çok korktuğum şey kör olmaktı. Bütün korkuları yenmiştim, ama bu korku hala içimdeydi. Bir gün kafama vurdular, gözlerim görmez oldu bir süre; o zaman, körlüğe de dayanabileceğimi anladım. Gördüğüm şeyleri tekrar düşünmeme engel olamazlardı ve ömrümün sonuna kadar yetecek şeyleri görmüştüm. O zaman körlük korkusunu da yendim.
Cinsellik de insanın ayrılmaz bir parçasıdır, öyleyse ozanın ve şiirin de ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak insan gövdesi öylesine derinlikleri, öylesine yücelikleri olan bir evrendir ki insan ancak yaşlanarak keşfedebilir bunları. Derinin gözeneklerini, tek bir kumral kılı, hasta yüreği. Çünkü insan o zaman, sadece güncel gözüyle değil, bütün geçmişin birikimi gözüyle, binlerce gözle görebilir.
Sevda ve aşk yalın ve çıplaktır, saydamdır; baktığınızda kendinizi değil sevdiğinizi gösteren büyük, gizemli bir aynadır. Seviyorsanız, elinizi korlaşmış demir ocağına sokun, göreceksiniz (yemin ederim ki) yanmayacaktır.
Aziz Yanni, Agios Yannis yakmadı bizi, aydınlattı."

İoanna Kuçuradi

&”Barış;
Herkesin kardeşim demesidir birbirine,
yarın yeni bir dünya kuracağız demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte!..&”
Karanlıkta gülümsedi bir adam,
belki çünkü karanlığı görmüştü,
belki çünkü karanlıkta görmüştü.
La liberté est toujours premiére"
"Her zaman, en başta özgürlük."
En büyük yük sırtımızda taşıyıp da başkalarına veremediğimiz ışıktır.
Nice nice kara sayılar var, yadsımalar,
çıkarmalar, bölmeler var,
ve aşağıda şiirin köşesinin altında güncel mavi.”
Yalın şeylerin arkasına gizleniyorum
beni bulasın diye;

beni bulamazsan, eşyayı bulacaksın,
elimin dokunduğu şeylere dokunacaksın,
parmak izlerimiz karışacak birbirine.

Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum.
Ölüler yeniden doğmayı bekliyorlar.
Sessizce bir türkü söylüyoruz,
İçimizde bir yaraya bakarak.
Burada, karmakarışık odamda,
toz tutmuş kitaplarla
ölü ve dalgın bakışlar,
bu duraksayan gölgeler arasında,
bir ışık sızıntısı;
o gece durup
çırılçıplak soyunduğun yerde.
Bazan bir rastlantı ya da önemsiz bir sözcük umulmadık bir anlam kazandırır şiire.
Eğer şiir bağışlanma değilse, diyor kendi kendine
"o zaman başka hiçbir şeyden medet ummamalı.
Bu pencere yalnız.
Bu yıldız yalnız,
masada unutulmuş bir cıgara gibi –
tüten, mavi mavi tüten, tek başına.

Ben de yalnızım, diyor adam.
Cıgaramı yakıyorum, içiyorum.
Cıgara içip düşünüyorum. Yalnız değilim.

O gece yanına varılmaz o kadın öpmüyor kimseyi
onu öpecek kimse çıkmaz korkusuyla tek başına.
Geride kaldı geçirdiğimiz gece, zevkleri
ve o zevklerin korkusu. O bitmek umudu olmayan
hüzün de geride kaldı.
ve belki bir gün buluşacağız başka yönlerden gelip.
Her sözcük bir geçittir
bir buluşmaya, çoğu zaman vazgeçilen,
işte o zaman doğrudur o sözcük: buluşmakta direttiği
zaman.
Akşam bir cıgara sarar gibi sarıyor ruhunu parmaklarıyla.
Sana hayatı anlatıyor yaraya saplanan her bıçak.
Ve sana anlatmak için dünyanın güzelliğini
şfalı bir ot yeşeriyor tırnağının kirinde.
Hangi yola sapacaksın şimdi?
Ölüleri gömecek yer kalmamış artık.
Acının durup saçını öreceği yer kalmamış.
Gel kadınım, tuza bulanmış kirpiklerin,
yılların çilesiyle tunçlaşmış elin
ve yoksulların yakasını bırakmayan kederinle.
Sevgi, yolunu bekliyor fundalıkta.
Martı, mağarasına asıyor senin kararmış, azizleşmiş
suretini
ve savgıyla ayaklarını öpüyor küskün deniz kirpisi.
Ölüm geri çeviriyor beni.
Hayat istemiyor.
Ben şimdi nereye gidebilirim ki?
Biliyorum, çok geç. Bırak geleyim.
Yalnızdım nice yıllar, geceler, günler, mor öğleler boyunca,
boyun eğmeyendim, tek başımaydım, lekesizdim,
evlilik yatağımda bile lekesiz ve yalnız,
Tanrı’nın dizlerinde görkemli dizeler yazarken,
öyle dizeler ki, kuşkun olmasın, kusursuz bir mermere kazılı kalacaklar
benden sonra, senden sonra, çok daha sonraya
Yetmez bu da!
Bırak ben de geleyim seninle.
Bazen rastgele, önemsiz mi önemsiz bir sözcük
umulmadık bir anlam katar şiire,
örneğin kocaman boş bir küp gibi
kaç zamandır kimsenin uğramadığı
terk edilmiş bir bodrumda; –
karanlık ağzında bir örümcek dolaşmaktadır, anlamsız,
(senin için anlamsız, ama onun için değildir belki.)
Bir yıldızı koklayarak uyuya kalmış o kadın.
Adamsa uyanık yatıyor koklayarak aynı yıldızı.
Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.

Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak bir testi gibi
ter damlalarıyla alnında…
barış budur işte.

Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman,
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek kanlarının,
barış budur işte.

Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencerden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye.

Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, &‘ışık! ışık! &‘ diye fısıldarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.
Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından
cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi gibi;
barış budur işte.

Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardısıra.
Ve sonunda hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağındaki acıları kovmak için
ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.

Barış ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizelerinde şafağın.
Herkesin &‘kardeşim’ demesidir birbirine, &‘yarın yeni bir dünya kuracağız’ demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.

Ölüm çok az yer tuttuğu gün yüreklerde,
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların,
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın…
barış budur işte.

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.

Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış.
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren barıştır işte.

Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
Tüm evren,
taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir