İçeriğe geç

Şiirler Kitap Alıntıları – Sappho

Sappho kitaplarından Şiirler kitap alıntıları sizlerle…

Şiirler Kitap Alıntıları

&“&”

Güzel olan güzeldir görüntüsü kaldıkça
ama iyi olan güzel de olacaktır yakında.
N’edeceğimi şaşırdım: İki ruh var sanki içimde.
(İki karış boyumla) değmeye çalışmam göğe.
Dedim ki: “Ey efendi …
hayır … kutlu (tanrıça) adına …
yeryüzünden tad alamıyorum artık,

Neden bilmem, ölme isteği var içimde,
çiğle ıslak, lotus çiçekleriyle donanmış
kıyılarını görmek Akheron’un …

Gel tanrısal çalgı, dile gel, konuş benimle.
Dostça dur (karşımda)
saç dört bir yana gözlerindeki güzelliği
&”Tatlı sesini,
büyüleyici gülümseyişini.
hoplatır evet böylesi yüreğimi
görür görmez yüzünü, çıkmaz olur sesim soluğum.

Dilim tutulur, birden her yanımı
bir alevdir sarar inceden ince
kulaklarım uğuldar, hiçbir şeyi
görmez gözlerim&”

Bana en çok kötülük yapanlar,
Hep iyilik ettiklerim oldu.
Yüreğimin derininde
Biliyorum bunu
.
Baharı geri getiren kırlangıçlar olacak
Denizin uzun mavi çayırları üzerinde,

Ben de denize gidiyorum ve geri dönmeyeceğim.

Bana en çok kötülük yapanlar,
Hep iyilik ettiklerim oldu.
Yüreğimin derininde biliyorum bunu.
Manisa dağı eteklerine sürünür Gediz
Dağda bir kaya çocuklarına ağlamaktadır"
Kızaran elma, en yüksek dalda, yüksek mi yüksek
koparanların gözlerinden mi kaçmış toplarken
değil, besbelli başaramamışlar koparmayı.
Goethe, doğadaki uyuma daha ermemişsin, ama bekle sen de ereceksin" demiyor mu?
Sevgi"yi başaramayan kişi zavallı gelir bana, başka neyi başarırsa başarsın.
Ölünce senden bir anı kalmayacak kimselere
pay alamadın çünkü güllerinden Pieria’nın,
dolanacaksın oradan oraya Hades’in evinde
uçarak görünmez ölüler içre silik mi silik
Sanırım seven bir kişi güzelleşir. Sevgisizlik, kin, nefret filan, hepimiz biliyoruz ki, yüzlerini bile bozuyor insanların.
Başımdan geçen bir olayı aktarmak istiyorum bu sözünüz üzerine. Bir gün bir aşevindeydim. Tam karşımdaki masaya bir çift gelip oturdular. Oğlanın sırtı, kızın yüzü bana dönüktü. İlk oturuşlarında kızı gördüğümde güzel bir kız değil" diye düşündüm. Az sonra, yemekten başımı kaldırıp da, gözüm yine kıza takılınca, öyle güzel geldi ki bana, şaşırdım. Karşısında oturan erkeğine bakıyordu ve ben o sevgi bakışlarını görmüştüm. Öyle güzel duygularla, öylesine içten bakıyordu ki çirkin olamazdı o sıra…
Benim için de, kişinin güzelliği, mutluluğunun yansımasıyla değişiyor.
Bilmem sizde de olur mu? bir insana bakarsınız, önce çirkin gibi gelir; sonra konuşursunuz; konuştukça, tanıdıkça güzelleşir.
Herhalde güzellik de bir yansıma.
İçi çirkin olan bir kişinin, yüzünün güzel olabileceğine inanmıyorum ben.
…………… yalvarırım sana
süt beyaz giysinle görün Gongyla.

Öylesine uçuşuyorlar ki
tutkular çevrende şimdi.

Çünkü güzelim, giysilerin bile
şaşkına çevirir de görenleri

Ne zaman görsem seni karşımda
……… Hermione’yle değil
altın saçlı Helena’yla bir tutmak
gelir içimden

bir tutulabilirse ölümlüler
ölümsüzlerle, o güzelliğini
görünce senin, bil ki uçup gider
bütün dertlerim

Bugün de yaşamakta olduğumuz pek çok değerin kaynakları üzerinde bağnaz davranmamamız, Batı’nın yanlış etkilemelerinden kurtulmamız, varsıllığımızın bilincine varmamız gerekiyor. Ata sporumuz güreşi Hitit kabartmalarında da buluyoruz.
Sazı yalnızca Türklüğe bağlamak da böylesine bir yanlış oluyordu. Oysa gene Hitit kabartmalarında saz var. Çağdan çağa ulaşmışlar; biz de almışız; sürdürmüşüz, bugüne getirmişiz; ne güzel…
Gönül kimi severse güzel odur."
Cengiz Bektaş – İsa’ya dek varır bu işin sonu, öteki yanağını uzatmak konusu… Onun da insanlığı nerelere getirdiğini, insanların bu yoldan nice uyutulduğunu biliyoruz artık.
Azra Erhat – Yunanda ahlak kavramı da bu; kişilik, dostuna dost, düşmanına düşman olabilmekle beliriyor.
Ancak, Sokrates bununla yetinmiyor ve öyle bir oyun kuruyor ki kim dost, kim düşman anlaşılmıyor.
Felsefe düzeyine getirerek çürütmeye çalışıyor bu genel ahlak kavramını. Yunan erdeminde, bir kişinin gücünün, niteliğinin ölçütü, dosta dost, düşmana düşman olabilmek ya… Sokrates, kimin iyi, kimin kötü olduğunun belirsizliği yolundan, şu sonuca varmak istiyor: Ne olursa olsun iyilik etmek gerek. Çünkü, dost, düşman değişebilir.
Cengiz Bektaş – Bu kura konusunu konuşsak azıcık.

Azra Erhat – Bizde yazgı denir, kader" yazılır çünkü bizdeki inanca göre. Oysa "kader", Yunan dünyasında, bir çeşit oyun. Herkes kendi kurasını çeker, böylece yaşantı payını alır. Örneğin Homeros’un anlattığına göre; Zeus’un sarayının girişinde, eşiğinde bir küp var; o küpün içinde iyi ve kötü yazgılar var; her insana o yazgılar içinden bir kura çekiyor, veriyor… Kötüsü çıkan insan, mutsuz oluyor; iyisi çıkan insan mutlu…

güzeller, sizden yana düşüncem hiç
değişmeyecek
Dilim tutulur

Tanrılara eştir o benim için
dizinin dibinde oturan erkek.
duyabilen senin yanı başında
tatlı sesini

büyüleyici gülümseyişini.
Hoplatır evet böylesi yüreğimi
görür görmez yüzünü çıkmaz olur
sesim soluğum,

dilim tutulur, birden her yanımı
bir alevdir sarar inceden ince
kulaklarım uğuldar, hiçbir şeyi
görmez gözlerim

bir ter boşanır üstümden, titrerim
tüm bedenimle ölecekmişcesine
yemyeşil olurum çimenlerden de
yeşil Agallis.

Her şeye katlanabilmeli oysa

Hesiodos şunu da ekliyor: Aphros, köpük demektir. Aphrodite, köpükten doğma, köpükten gelme, köpükten üreme demektir. Bu da çok güzel… İlginçtir, sonraları Yunan yazınında pek yer almamış söylencenin bu yönü, işlenmemiş… Daha sonraları işlenmiş; Botticelli falan işlemiş…
Cengiz Bektaş – Azıcık da Afroditi anlatsanız; kaynağı, yeri yurdu…

Azra Erhat – Doğrusunu istersen kaynağını bilmiyorum. Hesiodos’a bakılırsa, adı üstünde, Afrodit, köpükten doğma. Şöyle anlatır Hesiodos; Uranos’la Gaia -gökle toprak- Kaos’tan hemen sonra birleşirler. Gök iner, toprağı sarar: ilk birleşme, doğasal birleşme olur.
Bundan doğan, azmanlardır; korkunç azmanlar, canavarlar; yüz kollu, yüz elli, elli kafalı yaratıklar, dev yaratıklar, Titanlar. Gök tanrı, Uranos, bu ürettiği yaratıkların korkunçluğu, canavarlığı karşısında ürker ve bunlar doğar doğmaz yeniden toprağın karnına iter onları. Toprak şiştikçe şişer ve doğum sancıları sonsuzluğa dek süre gelir.
Toprak, Gaia, toprak tanrıça, başkaldırır. Son doğan çocuk, o Titanlardan biri, Kronos"tur.
Kronos’a, Toprak Ana bir tırpan verir, çelikten bir tırpan; babasından öç almasını ister.
Onun üzerine, bir gece, gök, toprakla birleşmek üzere indiğinde; Kronos çıkar, gizlendiği yerden tırpanıyla erkekliğini keser Uranos’un… erkeklik kesilince atmıklar (sperm) denize dökülür, köpükler sarar denizi; kanlar da toprağa yayılır… Kısacası atmıklar denize yayılır köpük olur, kanlar da toprağa yayılır, oradan ağaçlar biter. Bu, kandan ağaç doğması imgesi, Pausanias’ın anlattığı Agdistis söylencesinde de var, Adonis’de de var. Neyse, işte o köpük curcunasından, cümbüşünden bir tanrıça doğar, o da Afrodit’tir.

Tahtı renkler saçan ölümsüz Afrodit
Zeus’un oyuncu kızı, ey ece,
üzgüler kaygılarla yüreğimi
ne olur ezme.

Gel gene eskiden olduğu gibi
duyunca uzaklardan yakarmamı
altın evini babanın bırakıp
geldiğin gibi

arabanı hızla sürüp göklerden
yeryüzüne getirirlerdi seni
sık kanatlarını çırpıştırarak
güzel serçeler

konuverirlerdi yere ve sen
ölümsüz yüzünde gülümsemeyle
başıma gelenleri sorardın, neden
çağırdığımı,

deli gönlümün dileğini, sorardın:
Peitho kimi getirsin kollarına,
sana bugün böyle haksızlık eden
kimdir ey Safo;

şimdi kaçsa da tez düşer ardına
armağan almayan gelir sunmaya
istemese de, sevmese de bugün
er geç sevecek."

Gel kurtar ne olursun gene beni
bunca zorlu kaygısından gönlümün
oldur olmasını dilediğini,
katıl savaşıma

Şiirinin üzerinde ozanın konuşması başka şey, başkalarının konuşması başka… Ozan söyleyeceğini şiirle söyler. Şiirle söyleyemeyip de, ardından, ben bunu demek istiyorum gibi bir açıklamaya kalkışması, yaptığı işi becerememiş olduğunu gösterir.
Dikkat edersen ozanlar üzerine konuşmalar olur… Aman ne soyut… Hiçbiri şiirden alınmış bir parça, birkaç dize ile örneklemez. Ölüm duygusu, bilmem ne duyarlığı; ya da, senin şiirin için söylenen yapı sağlamlığı…" Bunlar ne demek? Bunlar örneklerle gösterilmedikçe bir şey demiyor bana. Nerde bu yapı; nasıl görülüyor, nasıl dile geliyor, nerden anlıyor eleştirmen böyle olduğunu?
Ozan ozandır, şiir yazar; şiirini anlatmak, yorumlamak, kendine düşmez derler ama, ben o kanıda değilim. Elbetteki her şiir bir giz taşır: şiir de o gizdir belki… Özle sözcüğün, bir arada kaynaşıp bir bitki vermesi, bir yeni" doğurması mı, ne demeli; öyle bir şey işte…
Çok sevdiğim, öykü yazarı bir arkadaşım, geçenlerde sordu bana böylesi bir soruyu: Sen, devrimci kişiliğinle şiirlerinde bölünmüyor musun; böyle sevgi konularını işlerken, devrim adına zaman yitirmiyor musun? Bu da işin öteki yönü…
Hayır, bence şimdi bir lirik şiir yazayım" ya da "şimdi bir devrimci şiir yazayım" diye oturulmaz ki işin başına… Olur mu böyle şey?
Çağımı, toplumu, kendimi içiçe yaşamaktayım. Yazdıklarım, yaşamımın doğal, içten ürünleri olmalı değil mi? Tek yönlü, kısıtlı, bağnaz yaşamadığıma göre; insanlığımı, bu yaşamımın içinde, her yönüyle, doğallıkla, içtenlikle dile getirmeye çalışmamın ne gibi bir sakıncası olabilir?
Elbette, çoğu tanrılar da kadın. Ama Sokrates’in, Platon’un çevresinde kadın yok. Symposion’da, Şölen’de bir kadın söz konusu, ama o bir bilge kişi. Onun dışında, şölenlerde falan kadınlar oturup konuşmuyorlar erkeklerle. oysa bizim Anadolu’da, İonya’da böyle bir şey var. Herodot söz ediyor bundan. Karya kadınları… Yunanlılar gelip ülkelerini alıp yerleşmişler biliyorsun. Sonra da Karyalı kadınlarla evlenmişler. Fakat Karyalı kadınlar, bir tepki olarak, erkeklerle bir sofraya uzun süre oturmamışlar. Bu ne demek? Demek ki Yunanlıların gelmesinden önce İonya’da ve Karya’da, Ege kıyılarında, kadın erkek ayrımı yoktu, bir sofraya oturuyorlardı ki, sonradan tepki olarak oturmuyorlar.
Oysa Yunanistan’da var bu ayrım.
Bir Sokrates’in, bir Platon’un çevresinde bir kadın düşünülemez.
Belki de bu yüzden, coğrafya yüzünden, o çağların kişilerini, benzerlerini, bugünkü yaşam içinde de bulur gibi oluyorum.
Safo da, hiç kuşkusuz, çağının en büyük ozanlarından… Diyebilirim ki en büyüğü…
Bu büyük olma ne demektir? Toplumsal gerçeğini dile getirebilme demektir. Bu büyük ozanın (elbetteki büyük, herkesi, ta günümüze dek herkesleri geçip gelmiş. Öykünülmüş…
Yunan’da öykünülmüş, Hellenistik denilen çağda, sonra el yazmalarının bir süre yeraltı yaşamının olduğu çağda, Rönesans’ta, bugüne dek…) …
Yüreği toplumuyla, çevresiyle birlikte atan kişi, neden çiçekten, güneşin doğuşundan, sevgisinden de etkilenmesin, onları da dile getirmesin?
Bugün, gerek ekonomik, gerek politik alanda, toplum yaşamında, yeterli bilgilere, bilince ulaşmamış kişinin, adı ozana, yazara çıkmış olsa da, bu çevrenin insanının duygularını yansıtabilmesi söz konusu değil bence. Çevresinde olup bitenlerden bilgisiz, yaşayabilme kavgasının dışındaki kişi, günün yirmi dört saati şiir yazsa ne olur ki?
Hani, Safo, Lesbos, sevicilik sözleri, söylentileri falan var ya… Bunların ne değeri var, ya da yok?.. Bunun üzerinde belki ileride daha da konuşacağız, ama şimdiden söyleyeyim ki:
Bence hiçbir değerleri yok. Çünkü bu kişiyi ozan olarak ele alıyoruz. Ve onun ozan olarak davranışında tam bir açıklık var.
Gerçekten benziyor Safo Karacaoğlan’a biraz…
Sevgilerini açık açık koyuyor ortaya..
Safo, kendi benliğinde yaşadığı duyumları dile getirmek gereksinimini duyan, bunu gerçekleştiren, insan duyumlarını özgürce açığa vurmak yoluna adımını ilk atan kişidir.
Homeros’un kişileri, geleneği eleştirmeden, onun saptadığı kurallara parlak örnek olmayı amaçlarlar. İnsan yaşamına, kendi yaşamlarına büyük değer biçmezler. Oysa bireyci dünya görüşü insan yaşamına önem verir. Kişiliğini, benliğini, kitleden ayrı bir bütün olarak görmek, bireyciliğin ilk ve açık eğilimidir. İşte bu bireycilik, kişilik bilinci, Yunan liriğini doğuruyor, geliştiriyor. Başta da söylediğim gibi, bu liriğin doruğunda da Safo vardır.
Yeni yeni ülkelerde, değişik alışkılar (adet), kendisininkinden değişik düşüncelerle karşılaşan kişinin, görüş açısı genişler. Kendisini başkalarıyla karşılaştırırken kendinin ne olduğunu anlar, eleştiriye başlar.
Eski Yunan için bir tek Yunanca"dan söz edilir ya; oysa "Yunanca" diye bir şey yoktur. İlk çağ metinlerinde, dilinde, çeşitli lehçeler vardır. Önce İon lehçesi, Homeros’la kendini açığa vurmuş ve bugün Batı yazınının en büyük yapıtları sayılan destanları ortaya koymuş. Sonra "Koro" diye bir şey çıkıyor ortaya.
Ozan bir şiir yazıyor ve bu "koro"yla uygulanıyor. Bu koro liriği de Anadolu’da, Ege’de doğmuş ama, daha çok Yunanistan’ın Dor lehçesinin egemen olduğu yörelerde tutunuyor.
Sürüyor, sürüyor…
Çeviri nankör"dür denir. Gerçekten öyledir bana göre de bir bakıma. Ama bir başarıldı mı, doyulmuyor tadına.
Paul Valéry, şiir bir dilden başka bir dile çevrilmeyen şeydir, der; ama kendisi Vergilius’u Fransızcaya çevirmiş. Bizim Cahit Sıtkı, bir şiiri kepaze etmek istiyor musun? Bir başka dile çevir, derdi; ama kendisi Baudelaire’in, Verlaine’in en sevdiği şiirlerini bal gibi çevirdi Türkçe’ye. Baudelaire kendi şiirlerini İngilizce’ye çeviren bir delikanlıya kızmış, ama kendisi Edgar Allan Poe’nun şiir saydığı öykülerini çevirmek için akla karayı seçmiş; üstelik onunkilere benzer öyküler yazıp şiir diye yayınlamış.
Şairlerin bu söz ve iş tutmazlığını hoş görelim: Şiir çevrilmez, derken de haklı, şiir çevirirken de haklıdırlar.
Şiir çevrilmeli mi? Çevrilebilir mi? Çevrilirse nasıl çevrilmeli?
Gördüm ki, tragedya da doğrudan Safo’dan etkilenmiş. Bu benim için yeni bir buluş, yeni bir kavrayış oldu.
Yol güzelse yürüyorum.
Müzik güzelse dinliyor,
Kitap güzelse okuyorum.
Muhabbet sararsa konuşuyor,
Ortam güzelse oturuyorum.
Ne dosta ne hayata küstüm,
Minimalist yanına sarılıp kimselere çarpmadan,
Köşemden yürümeyi seviyorum
Ve sen, Dika, bir taç yerleştir saçlarının üstüne
Yumuşacık elinle ördüğün anason dallarından."
sevda, yoldan çıkardı onu
Ne garip!
En iyi davrandıklarım
bugün en çok incitenler beni
Bu gece

Ay battı, sonra yıldızlar;
gece yarılandı,
zaman geçiyor.

Bense yapayalnızım yatağımda

İşliyor içime acı

damla
damla

De bana,
Yeryüzünde

sevdiğin biri var mı
beni sevdiğin kadar?

Gece demeden, gündüz
demeden

Özlüyorum
yanıyorum

Gözlerin ülkem gibidir. Kokun özgürlük, ellerin direniş, kalbin ise bende ki devrimdir.
Güzel olan güzeldir görüntüsü kaldıkça ama iyi olan güzel de olacaktır yakında.
a

Bir şey söyleyeceğim sana ama utanç engelliyor beni .

b

Yalnız güzel ve iyi isteği olsaydı gönlünde, dilin kötü bir şey söylemeye çalışmasaydı utanç gözlerini örtmezdi böyle, ve açıkça söylerdin düşündüğünü.

Ne garip!
En iyi davrandıklarım
bugün en çok incitenler beni.
denizcilerdir, diyor, yeryüzünde
göze en güzel görünen şey; bense
kişi kimi seviyorsa, diyorum odur
en güzel.
Kim çiçek takınırsa
ona yaklaşır
mutlu Üç Güzel:
unutma, süssüz bir başa
bakmaz kimseler
Geleceğin varsa, şimdi gel, kurtar beni,
Kuşkudan, ne diliyorsa gönlüm yerine getir, sen de katıl benimle savaşa.
Etiketler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir