İçeriğe geç

Şiirler IV – Zamana Adanmış Sözler Kitap Alıntıları – Sezai Karakoç

Sezai Karakoç kitaplarından Şiirler IV – Zamana Adanmış Sözler kitap alıntıları sizlerle…

Şiirler IV – Zamana Adanmış Sözler Kitap Alıntıları

&“&”

Ay kalktı sen yayıldın ortalığa
Resmini çizdim durdum kutlu sayfalarına çağın
İsmini fısıldadım yeryüzüne gökyüzüne durmadan
Sonra birden bir sükûnet indi üstüme
Sen geldin gözlerimin önüne yüzünde bir gülümseme
Çevrende çocuklar mutluluklar gül demetlerinden bir küme
Gönlüme salkım salkım düşlerini bırakan
Bir rüzgar çarptı yüzüme bahar diye bağırarak
Bir köleyi özgürlüklere çeker gibi
Beni sana çağırarak
Aydınlığını gördüm kuşatmış yine
Müthiş bir ışık gibi gönül evimi
Artık yolun uğramaz bilirim toprağıma
Ömrüm yanıp yıkılmış harap ölüm sayfası
Güleryüzlü yılanlar ve akrepler ülkesinde
Sen güller ve inciler gibi aynı kaldın yine de
Kuşların uçuştuğu gözlerin gökten derin
Zehre batan ruhumu ışığınla aydınlat
Kala kala ağlamak armağan sana şimdi
Baharı seller götürdü boğuldu yaz
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim .
Güleryüzlü yılanlar ve akrepler ülkesinde
Sen güller ve inciler gibi aynı kaldın yine de
Yine de suç benimdir onların değil benim
Karanlıkları delen bir ışık olamadım
Aşk cellâdından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leylâ dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome’nin
Belkıs’ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikârsın bellisin
Annemin bana öğrettiği ilk kelime
Allah,şahdamarımdan yakın bana benim içimde
Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki
Fakat değişmeyecek ruhum
Bu ülkede ilham yağmur ve rüzgarlara bakar
Donmuş ruh ancak baharla kanatlarını açar
Dillerinde ipekten yumuşak
Kılıçtan keskin ayetler
Yırtılsın inkârın zarı
Reddin seddi yıkılsın
İnancın fecri doğsun
Ağsın sabah yıldızı gibi ufkumuza
Batı ve Doğu bütün anlamıyla
Geçmiş ve gelecek bütün anlamıyla Açılsın önümüze bir kitap gibi
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır…
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır…
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yâr vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır…
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim…
Gelin gülle başlayalım atalara uyarak
Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine…
Işık tut Rabbim!
Kur’an’ın aydınlığını yay gönlümüze
Bu ülkü bir kılıç gibi keskindir
Uzar, uzar kalbimizin içinden
Kalbinizin içine kadar
Sizi öldürmek için değil
Sizi diriltmek için…
Halkım yalnız iki duyguyu tanıdı
Ya birini yaşadı ya öbürünü yaşadı
Fetih veya bozgun;
İşte sırrı ulusumun:
Ya fethin zafer anıtıdır o
Ya da yıkılmış atlar, ölüm çığlıkları
Yanmışsam küllerimden yapılan bir hisar vardır.
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Yenilgi Yenilgi Büyüyen Bir Zafer Vardır.
Göz seni görmeli ağız seni söylemeli
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki
Fakat değişmeyecek ruhum
Annemin bana öğrettiği ilk kelime
Allah bana şahdamarımdan yakın bana benim içimde…
Saçlarını güneş destelemiş,
Yıllarca peşinde koştu onun.
Kavuşamadı ama ona.
Ölüm, nerede ölüm ki?
Sakın kader deme
kaderin üstünde bir kader vardır.
Ne yapsalar boş
göklerden gelen bir karar vardır.
Gün batsa ne olur
geceyi onaran bir mimar vardır…
Çağrılmadan gelen pişmanlıksın artık..
Aklım yeni bir akıldır yeni çiceklerden,
Mantığım yeni bir mantığın üstünde yeni..
İçimde Nuh’un en yeni tufanı..
Dünya’ya ayak basıyorum yeniden..
.
.
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Delilik gömleği üstümde lime lime
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Kurumuş üzüme de razıydık çürüttün..
Taşları sorguya çekmek
Uymuyor yakışmıyor dostuna
Yazlar ki gelip geçiyor üstümüzden bir yarasa soluğu gibi
Ey gelecek zaman ne kadar yakınsın artık
Çağrılmadan gelen pişmanlıksın artık
Bu yaştan sonra saç bile ağaran bir kederdir
Gönül güneşini kaybetmiş batan bir ülkedir
Bir ev ki yalnızlık olmuş konuk etmiş beni
Ismarlamış çiçeklere önüme ardıma bakma görevini
Ağır dağlardan ağır çöktü omzuma
Zalim anıların azap sesleri
Ben en ölüden ölü, senden ayrı kaldım ya
Çaresiz derde şifa olan elini uzat
Yağsın gönlünün nuru bu karanlık çatıya
Zehre batan ruhumu ışığınla aydınlat
İnsanlar izleseler güneş gibi gölgeni
Kavuşurlar ilahî diriliş bestesine
İstersen bin parçaya böl de gözlerden kaybet
Yine bulur izini tozunu sessiz göçler
Ellerin yaz demekti
Gözlerin yeşerirdi kalbimin baharında
Kutup soğuğu gelip dolandı çevremde
Ekvator sıcaklarında yandı yüreğim.
Gözlerin Lâle Devri’nden bir pencere
Ve bir cami üstünde hutbe
Bir gül bulutu gibi yükselir
Güneş düşer
Bir kasaba üstünde
Şeftali çiçeklerinin üstüne
Kötülüğü görmeyen gözlerin mucizesi
Meleklere define olağanüstü kalbin
Paçavrayı ipeğe çevirmesini bilir
Bakırı altın yapar ölüleri diriltir
Gelin gülle başlayalım şiire atalara uyarak
Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine
Dünya bir istiridye Dönüşelim bir inci tanesine Dünya bir ağaç Bir özlem duvarı Bülbül sesine
Tatlı doğu rüzgârı beni sana ittikçe
Zehirden kılıcını savurdu bana batı
Ben akşamın ufkunda döne döne battıkça
Seni kuşattı durdu firavun saltanatı
Ah çılgınım seni ilk gördüğüm gündenberi
Ah delilik gömleği üstümde lime lime
Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken
Söyleyemediğim ateşten kelimeleri.
Aşk artık eski ağaçlar arasında
İncir zeytin nar arasında
Evi boğan ipek böceği kurdelasında
Kadın saçları dinleniyor ve çocuk tünekleri
Dün bir gül düştü bir taraçadan
Bahar gelmiş dedim başımı kaldırmadan
Andım o gençlik günlerini güneş kızıl bir duman
Sense yüzünden göğsünden ellerinden gül akan
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli.
Aklım yeni bir akıldır çiçeklerden
Mantığım mantığın üstünde yeni
İçimde Nuh’un en yeni tufanı
Dünyaya ayak basıyorum yeniden
Kala kala ağlamak armağan sana şimdi
Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki
Fakat değişmeyecek ruhum
Kala kala ağlamak armağan sana şimdi
gözlerin
lale devrinden bir pencere
ellerin
bakiden nefiden şeyh galibden
kucağıma dökülen
altın leylak
“Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgelendi yansıyıp duran bengisu pınarında”
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir