İçeriğe geç

Sigmund Freud’un Misyonu Kitap Alıntıları – Erich Fromm

Erich Fromm kitaplarından Sigmund Freud’un Misyonu kitap alıntıları sizlerle…

Sigmund Freud’un Misyonu Kitap Alıntıları

… insan yalnızca kendi ihtiyaçlarının karşılıklı giderilmesi zorunluluğu nedeniyle toplumsal bir varlıktır; yoksa birbirleriyle ilişki kurmaya dönük herhangi bir asli ihtiyaç dolayısıyla insan toplumsal bir varlık olmuş değildir.
Freud, Tanrı’ya inançta, bireyin kendini tamamen koruması altına alan baba figürüne duyduğu saplantılı özlemi görüyordu. Freud’a göre bu saplantı yardım edilme ve kurtarılma isteğinin bir ifadesidir. Halbuki gerçekte insan kendi kendini kurtaramasa bile, hiç değilse çocuksu yanılsamalardan uyanıp kendi gücünü, aklını ve becerilerini kullanarak kendine yardım edebilir.
“Fakat işin en can sıkıcı yanı, birinin himayesi altında olma düşüncesidir ki hemen hemen hiçbir şeye karşı bu kadar düşmanlık beslememiştim.”
Hayatın dinamiği haz almaktan çok acı ve üzüntüden kaçınma yönündedir.
Freud’un nişanlılık dönemi ateşli kur yapma ve kıskanç kandırmacalarla doluyken, evlilik hayatının aşk ve tutkudan önemli ölçüde mahrum olduğu anlaşılıyor. Çoğu evlilikte olduğu gibi, heyecan verici olan fethetmektir; eş bir kez fethedildikten sonra tutkulu aşkın kaynağı zayıflayıveriyor.
Ben geldiğimde, eyvahlar olsun sana prensesim. Seni öpücüklere boğacağım, tombullaşana kadar besleyeceğim seni. Ve eğer bana karşı çıkacak olursan, yeterli beslenemeyen küçük narin bir kızın mı, yoksa kokain almış vahşi dev bir adamın mı daha güçlü olduğunu göreceksin.
Freud’un düşüncesine göre akıl, yaşama anlam vermek, yanılgılardan (ki Freud’a göre dinsel öğretiler bunlardan sadece biriydi) kurtulmak, engelleyici otoritelerden kurtulup kendi otoritemizi kurmak için elimizdeki tek araç ve silahtır.
biz zevk aramaktan çok, acıdan kaçmak için çaba harcıyoruz.
Freud genç yaşta edindiği etkileyici deneyimler sayesinde toplumsal istikrarın en az siyasi istikrar kadar güvenilmez olduğunu , hiçbir geleneğin veya alışılagelmiş yapının güven aşılamadığını veya hak edilmiş bir teminat sunmadığını öğrendi.
Bireyin bilinçdışının anlaşılması, onun içinde yaşadığı toplumun eleştirel tahlilini öngörmekte ve gerektirmektedir.
Akla güvenme cesareti tecrit edilmeyi veya yalnız kalmayı göze almayı gerektirir ve bu tehdit çoğu insan için yaşama karşı tehditten daha katlanılmazdır.
Nitekim Freud’a göre akıl, varoluş meselesini çözmeye yardımcı olabilecek veya en azından insan hayatının doğasında var olan ıstıhrabı dindirebilecek yegane insani yetiydi.
Bir insanın karakterinin gelişimini belirlenen etmenlerin -bünyesiyle ilgili etmenler dışında- anlaşılması için, işe bu insanın annesiyle kurduğu ilişkiden başlamak gerekir.
Pek çok insan potansiyel olarak akla ve gerçeğe yönelik bir tutku besler. Bu potansiyeli hayata geçirmeyi zorlaştıran husus ise cesaret gerektirmesidir ve bu cesaret de insanlarda nadiren görülür. Burada sözünü ettiğimiz, özel türde bir cesarettir. Öncelikli olarak kişinin hayatını, özgürlüğünü veya malını tehlikeye atma cesareti değildir bu. Her ne kadar bu nadir görülen bir cesaret türü olsa da bizim konumuzun kapsamına girmiyor. Akla güvenme cesareti tecrit edilmeyi veya yalnız kalmayı göze almayı gerektirir ve bu tehdit çoğu insan için yaşama karşı tehditten daha katlanılmazdır. Ne var ki gerçeği arayış, doğası gereği, arayan kişiyi tam da bu tecrit olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakır. Gerçek ve akıl, sağduyunun ve kamuoyunun görüşlerinin karşısında yer alır. Çoğunluk işine geldiği gibi her şeyi kılıfına uydurur ve olanlara dair yüzeysel görüşlere sarılır. Aklın işleviyse bu yüzeyin ötesine geçip onun ardında saklı olan öze ulaşmaktır; madde ve insanı harekete geçiren güçleri nesnel olarak, yani arzularımız ve korkularımız tarafından yönlendirmeden zihnimizde canlandırmaktır.

Bu çaba içindeki insanın, gerçeklerden rahatsız olan ve rahatsız edene nefret duyan kişilerin küçümseme ve alaycılığına dayanıp kendi yoluna gidecek cesarete ihtiyacı vardır.

Sonunda dogma, ritüel ve liderin putlaştırılması yaratıcılığın ve kendiliğindenliğin yerini alır.
Fakat işin en can sıkıcı yanı, birinin himayesi altında olma düşüncesidir ki hemen hemen hiçbir şeye karşı bu kadar düşmanlık beslememiştim.
Akla güvenme cesareti tecrit edilmeyi veya yalnız kalmayı göze almayı gerektirir ve bu tehdit çoğu insan için yaşama karşı tehditten daha katlanılmazdır.
Freud’un düşüncesine göre akıl,yaşama anlam vermek,yanılgılardan (ki Freud’a göre dinsel öğretiler bunlardan sadece biriydi) kurtulmak, engelleyici otoritelerden kurtulup kendi otoritemizi kurmak için elimizdeki tek araç veya silahtır.
Acı çekme karşısında, hiçbir zaman aşık olduğumuz zamanki kadar savunmasız değiliz.
Bu noktada Freud çok uzak olmayan bir gelecekte saldırganlığın içselleştirilmesinin ve yeni bir savaşın yol açacağı tahribatın dehşetinin bütün savaşlara son verebileceğinin ütopik bir düşünce olmamasını umduğunu belirtir.
Sevgim, hesabını vermeden, durup dururken vazgeçemeyeceğim, işe yaramaz sayamayacağım değerli bir şeydir benim için. Fedakarlıklara katlanarak yerine getirmeye hazır olmam gereken görevler yükler bana. Birini seveceksem herhangi bir şekilde hak etmesi şarttır bunu. (bu kimsenin gerek bana getirebileceği faydaları gerekse cinsel nesne olarak benim için taşıyacağı muhtemel anlam ve önemi bir yana bırakıyorum).
Kadın ve erkek libidinal ihtiyaçlarını karşılıklı olarak tatmin ederler ve bu da birbirlerine duydukları ilginin temelini oluşturur. Bununla beraber pazardaki alıcı ve satıcı gibi, özünde tecrit edilmiş birer varlık olarak kalırlar; içgüdüsel arzularını tatmin etme ihtiyacıyla birbirlerine yakınlaşmalarına rağmen, temeldeki ayrılıklarını hiçbir zaman aşamazlar.
Freud başkalarının kayıtsız şartsız onayına ve desteğine öyle bağımlıydı ki, sırf bundan dolayı itaatkar oğullarına karşı sevecen bir babayken, onunla tartışma cüretini gösteren oğullarına karşıysa sert ve otoriter bir baba oluveriyordu.
Freud’un şahsında babasına karşı sergilediği çelişik duygusal tavrının en belirgin ifadesi, onun bütün düşünce sisteminin temelini oluşturan kavramlardan birinde görülebilir; bu da Oedipus Kompleksi’dir. Burada oğul, annenin sevgisine rakip olan babadan nefret eder. Ancak anneye bağlılık durumunda olduğu gibi, burada da bu rekabetin cinsel yorumu gerçek ve temel nedenlerin üstünü örtmektedir. Anneden sınırsız sevgi ve hayranlık görme isteği ve ayrıca fetheden kahraman olma arzusu, hem baba hem de kardeşler karşısında üstünlük taslamaya yol açmaktadır.
Bir kişinin baba figürüne, sihirli bir yardımcıya , bir amire vesaire bağımlılığında, açık ve bilinçli bir bağımlılık söz konusudur. Bununla beraber baskın bir kişinin kendisine bağımlı olanlara bağımlı olduğu bilinçdışı bir bağımlılık da vardır. Bu tür bir sembiyotik (ortakyaşar) ilişkide tarafların her ikisi de birbirine bağımlıdır; yalnız birisinin bağımlılığı biliçliyken, diğerininki bilinçdışıdır.
Freud’un insanlara bağlanma eğilimi vardı ama aynı zamanda bu bağımlılığından utanç duyuyor ve nefret ediyordu. Karşı tarafın sevgi ve yardımına kucak açtıktan sonra o kişiyle olan bütün ilişkisini keserek, onu yaşamından çıkararak ve ondan nefret ederek bu bağımlılığından kurtuluyordu.
Ben’in gelişimi, içgüdülerin bilincine varılmasından bunlara hükmetmeye, bunlara boyun eğmekten bunları engellemeye kadar uzanan bir süreçtir. Üstben, Altben’deki içgüdüsel süreçlere karşı bir ölçüde tepki oluşturulması bağlamında, bunun başarılmasında büyük rol oynar. Psikanaliz Altben’in aşamalı bir biçimde fethedilmesine yönelmiş araçtır.
Sevgim, düşünmeden bir kenara atmaya hakkım olmayan, çok değerli bir armağanmış gibi geliyor bana. Ve aynı sevgi, yerine getirmek için özveride bulunmaya hazır olmam gereken belli sorumluluklar yüklemektedir bana. Eğer ben birini seviyorsam, o kişi şu ya da bu şekilde, buna lâyık olmalıdır.
Sonuçta bizlerin uğraşı, zevk yaratmaktan çok, acılardan kaçınmakla ilgilidir.
Kadın ruhunu otuz yıldır araştırıyor olmama rağmen, henüz yanıtını veremediğim, şimdiye kadar da yanıtı bulunamamış o büyük soru şudur: Bir kadın gerçekten ne ister?
Görmedikleri şey, duygulanımların, tıpkı düşünce gibi, hem akla uygun hem de akla aykırı olabileceği ve insanın tam olarak gelişebilmesi için, hem düşünce hem de duygulanımların akla uygun evrilmesinin gerekli olduğuydu. Yine görmedikleri şey, her insanın düşüncesi duygularından koparılırsa, hem düşüncesinin hem de duygularının çarpıtılacağı ve bu ayırma varsayımı üzerine kurulan insan tasvirinin de, aynı şekilde, çarpık olacağıydı.
Freud’un kadınlarla duygusal yakınlaşma bakımından eksikliği, onun kadınları pek az anladığı gerçeğini de önümüze koymaktadır. Nitekim kadınlar hakkındaki kuramları, kadınlara karşı duyduğu korkuyu gizleyebilmek için onlara hükmetme ihtiyacı hisseden erkeğin önyargılarının safdilane mantığa bürünmesidir.
Freud evlenmeden önce tutkulu bir aşk yaşıyordu, çünkü seçtiği kızı fethederek erkekliğini kanıtlamak zorundaydı. Bu fetih evlilikle onaylanınca, işte o andan sonra o meftun olunan sevgili birdenbire ona karşı canlı ve tutkulu bir aşk beslemeden sevgi ve ilgisine güvenebileceği, sevecen bir anneye dönüşüverdi.
Fakat Anneye bağlılık, hatta bunun anne sevgisine tartışmasız güveni ima eden çok tatminkar türü bile mutlak özgüven veren olumlu bir yanla beraber, koşulsuz sevgi ve hayranlığın neşe veren deneyimi yaşanmadığında bağımlılık duygusu ve ruhsal çöküntü yaratan olumsuz bir yan da taşımaktadır. Bu bağımlılık ve güvensizlik Freud’un kişilik yapısının ve nevrozunun temel unsurları olarak görünmektedir.
Psikanaliz, ben’in id’i fethetmeyi sürdürmesini sağlayan bir araçtır.
Göklere hükmedemezsem, cehennemi ayağa kaldırırım.
Dünya onu psikanalize karşı çıkarak verdiği hizmetlerden dolayı doğrusu cömertçe ödüllendirdi.
Biz neden sarhoş oluncaya kadar içmiyoruz? Çünkü çok içmekten dolayı baş ağrısının zararı ve ayıp, sarhoş olmak zevkinden daha önemli bir zevksizlik doğurur.
Biz neden her ay yeniden âşık olmuyoruz? Çünkü her ayrılıkta, yüreğimizden bir parça da birlikte ayrılıp gidiyor.
Biz neden herkesle arkadaş olmuyoruz? Çünkü onun kaybı ve mutsuzluğu da bizi derinden etkileyecektir.
Bunun içindir ki, biz zevk aramaktan çok, acıdan kaçmak için çaba harcıyoruz.
Freud’a göre uygar bir insan için hayatın amacı duygusal ve cinsel dürtüleri bastırmak ve bu fedakârlığın karşılığında uygar bir yaşam sürmekti.
..içimde büyük bir pişmanlık duygusu olsa da bencilce davranıp keyfimce yaşamaya devam edeceğim.
Akla güvenme cesareti tecrit edilmeye veya yalnız kalmayı göze almayı gerektirir ve bu tehdit çoğu insan için yaşama karşı tehditten daha katlanılmazdır.
Aslında unutmak; artık acıyı hissetmemektir.
Çünkü yapılanları zihinsel olarak unutmak fizik kurallarına göre mümkün değildir.
Psikolojik açıdan bir devrimci , otoriteye karşı çelişik duygululuğun üstesinden gelmiş biridir; çünkü o, otoriteye bağlılıktan ve başkalarına tahakküm etme arzusundan kendini arındırmıştır. Başkalarına hükmetme arzusunu yenerek gerçek bağımsızlığa ulaşmıştır.
büyük umutlar, büyük heves ve ardından kopuş.
biz zevk aramaktan çok, acıdan kaçmak için çaba harcıyoruz.
İnsanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir. Bu gerçekleştiğinde artık ne yazık ki çok geçtir. İnsanların tecrübe dediği şey budur. Kalbiyle bağlantısını kesmiş bir insana tecrübeli denir.
Freud isyankardı ama devrimci değildi. İsyankar derken, mevcut otoritelere karşı mücadele eden ama bizzat ( başkalarının kendisine itaat ettiği) bir otorite olmak isteyen ve bizatihi otoriteye bağımlılığını ve saygısını yok etmeyen kişiyi kastediyorum. Onun başkaldırısının başlıca hedefi kendisini onaylamayan otoritelerdir. Kendinin seçtiği, özellikle de onlardan biri haline geldiği otoritelerle dosttur. Psikolojik açıdan bu tür asiler , güç kazanana kadar başkaldıran ama güç sahibi olduklarında da birer tutucu haline gelen radikal siyasetçiler arasında çokça bulunabilir.
Freud şöyle yazıyor: Fakat işin en can sıkıcı yanı, birinin himayesi altında olma düşüncesidir ki hemen hemen hiçbir şeye karşı bu kadar düşmanlık beslememiştim.
Freud’un insanlara bağlanma eğilimi vardı ama aynı zamanda bu bağımlılığından utanç duyuyor ve nefret ediyordu. Karşı tarafın sevgi ve yardımına kucak açtıktan sonra o kişiyle olan bütün ilişkisini keserek, onu yaşamından çıkararak ve ondan nefret ederek bu bağımlılığından kurtuluyordu.
Bir insanı unutabilirsin,
Bir insanın sana neler yaptığını da unutabilirsin,
ama o insanın sana ne hissettirdiğini asla unutamazsın
Deli, uyanıkken rüya gören kimsedir.
İnsanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir. Bu gerçekleştiğinde artık ne yazık ki çok geçtir. İnsanların tecrübe dediği şey budur. Kalbiyle bağlantısını kesmiş bir insana tecrübeli denir.
Hayatın dinamiği haz almaktan çok acı ve üzüntüden kaçınma yönündedir.
Freud için aşkta kesinliğin olmadığını, kesinliğin sadece bilgide olduğunu ve eğer şüphecilikten ve başarısız olma duygusundan kurtulmak istiyorsa, dünyayı düşünsel anlamda fethetmesi gerektiğini söyleyebiliriz.
Freud’un içinde yer etmiş olan en çarpıcı ve muhtemelen en güçlü duygusal kuvvet, onun gerçeğe olan tutkusu ve akla olan ödünsüz inancıydı.
O bilinçdışını iki türe ayırmıştı. Bilinçli olabilecek ama o an için olmayan ( çünkü kişi daima beyninde olup biten her şeyi aynı anda düşündüğü takdirde delirebilirdi.) ön bilinç ya da bilinçöncesi denen şey.
Bastirilmis duygularinizi ozgur birakin ki yasamin guzelligini anlayin
Eğitim, bir çocuğa özel yeteneklerinin farkına varması için yardım etmektir.
Eğitimin zıddı yönlendirmedir.
Hatalı olduğunu anlamak ve özür dilemek sadece beynini kullanabilen insanlara özgüdür. –
Her insan gördüğü rüyanın tabiridir.
Bir insanı kaybetmek istiyorsanız onu çok sevin.
Diyor ve ekliyor;
Sevildiğinden emin olunca insanlar nasılda cüretkâr oluyor.
‘“İnsanların tutkuları karşısında mantıksal tartışmalar yapmanın yararı yoktur.’”

Sigmund Freud

Bu eser, fazlasıyla, yanlış anlaşılmış bir adamın, cüretkar çözümlemesi olarak, gerçek anlamda yeni bir soluk taşıyor
Sadık takipçilerinden daha bağımsız kafaya sahip olanlar için freud, Muhtemelen birlikte yaşanması Hatta sevilmesi zor bir kişiydi, buna rağmen onun yetenekleri dürüstlüğü cesareti ve yaşamın trajik yapısı insanın yüreğinin Sadece saygı ve hayranlıkla değil aynı zamanda Gerçekten büyük bir insan sevgisi için yüklü bir şefkatle dolduruyordu
Sonra paltosunu dramatik bir şekilde fırlatarak şöyle dedi..
Düşmanlarım beni açlıktan ölürken görmek isterler, Sırtımdan paltomu bile çekip alırlar
Bizler gibi varlıkta ve yoklukta kendini birçok şeyden yoksun bırakan insanlar, çabalarımız meyvesini verdiğinde ancak birbirimizin özlemini çekeriz
tüm yoksunluk ve sıkıntılara göğüs gererken Kaderin bir cilvesi sonucu sevdiğimizi kaybedersek yaşayamayız, Tıpkı mitolojideki Asra gibi bizler Sadece bir kez sevebiliriz..
tüm yaşam biçimimiz de acılarla dolu yoksunluklardan koruyacağımızı ve her zaman toplumsal yapının kötülüklerinden kendimizi giderek Yakın durabileceğimizi umarız, yoksun sıradan insan umursamazlığı ve aldırmazlığı olmasa yaşayamazdık . doğanın ve toplumun sunabileceği her dert ve insanların sevdiklerine yönelmişKen Neden Onlar derin bir duyarlılığa sahip olsunlar ki, yaşamlarında onları başka hiçbir zevk hiçbir mutluluk beslemezKen, bir anlık zevk için neden küçümsesinler, yoksullar bizim yaptığımızı yapamayacak kadar güçsüz ve vuruşa açıktırlar..
insanların tüm ciddiyeti bir kenara bırakıp keyiflerine baktıklarını gördüğümde bunun toplumsal düzenimizin kötü koşullara hastalıklar salgınlar insanlar üzerindeki ağır yüklere karşı bu kadar korumasız kalmalarının bir karşı tepkisi olduğunu düşünüyorum..
sıradan insanın bizden oldukça farklı bir ruh hali var bu insanlar da bizden daha fazla birliktelik duygusu Bu insanlar bir yaşam diğerinin devamı olacak şekilde yaşıyorlar Oysa her birimiz için dünya ölümümüzle, yok olup gidiyor!
Sonuçta basit insanlarız, zevk yaratmaktan çok, Acılardan kaçınmakla uğraşırız
Komşunu, kendini sevdiğin gibi sevmelisin!
Üç, dört yada bilemediniz beş yıldan sonra evlilik, cinsel ihtiyaçları tam anlamıyla karşılamamaya, cinsel doyuma engel oluşturan etkenler hastalıklara bile sebep olabilir!
Cinsel heyecan artık benim gibi bir adamın işine yaramaz, yazdığında 41 yaşındaydı
Eşi tüm ölümlüler arasında her zaman birinci sırada yer alırdı
Aşkı bilimin bir nesnesi haline getirmiş, ama kendi yaşamında aşk kupkuru ve kısır kalmıştır!
Peki freud çiçeklerle, aşkla ne yapar?
Onları kurutur koleksiyonuna koyar(aşkın solup gitmesine izin verir)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir