İçeriğe geç

Şiddetsiz İletişim Kitap Alıntıları – Marshall B. Rosenberg

Marshall B. Rosenberg kitaplarından Şiddetsiz İletişim kitap alıntıları sizlerle…

Şiddetsiz İletişim Kitap Alıntıları

Hepimiz, söylediklerimizin insanlara külfet olmasını değil, onlara değer katmasını isteriz.
İçinizdeki sesi ne kadar sadakatle dinlerseniz, dışarıda olup bitenleri o kadar iyi duyarsınız.
Evet sözcükler gönlümüzden geçen gerçekleri aktarmada yetersiz araçlar olabilirlerdi;ama öğrendiğim bir şey vardı:yapmaya değer her şey ,kusurlu yapmaya da değer!
Doğru ile yanlışın ötesinde bir yer var Orada buluşalım..
Bir gün sessizce oturuyor ve annesiz bir çocuk gibi hissediyordum,öyleydim de;işte o anda içime doğdu:O her şeyin bir parçası olduğum hissi,en ufak bir ayrılıktan ari.Biliyordum;bir ağacı kessem kolum kanardı.
Hayatımızdaki insanlar, başkalarının ricalarını yerine getirmedikleri için ne kadar suçlanmış, cezalandırılmış veya suçluluk duymaya zorlanmışlarsa, bu yük ü bundan sonraki tüm ilişkilerine taşıma ve her ricayı talep olarak algılama olasılıkları o kadar yüksektir.
En derin korkumuz yetersiz oluşumuz değildir.En derin korkumuz ölçülemeyecek derecede güçlü oluşumuzdur.
Bizi korkutan şey karanlığımız değil,ışığımızdır. Sen tanrının bir çocuğusun.Küçük veya önemsiz görünmenin dünyaya bir faydası olmaz.
Diğer insanlar senin yanında kendilerini güvensiz hissetmesinler diye kendini küçültmenin ya da saklamanın aydınlanmayla bir alakası yok.
Biz içimizdeki tanrının ihtişamını açığa çıkarmak için dünyaya geldik. Bu ihtişam sadece birkaçımızın değil hepimizin içindedir.
Ve biz kendi ışığımızın parlamasına izin verdikçe ister istemez diğer insanların da aynı şeyi yapmalarına izin veririz.
Biz korkumuzdan özgürleştikçe mevcudiyetimiz başkalarını da özgürleştirir.
Şiddetsiz iletişim bize başkalarında veya kendimizde neyin yanlış olduğuna odaklanmak yerine ne şekilde gerçekten ne istediğinizi odaklanabileceğimizi göstererek daha huzurlu bir ruh hali için gereken araçları ve anlayışı sunar.
Duygularımızın ve ihtiyaçlarımızın farkında olduğumuzda, biz insanlar artık iyi köleler ve emir kulları olamayız.
Dünya, biz ona ne anlam yüklediysek odur. Eğer bugün dünya acımasızsa, onu kendi davranışlarımızla acımasız yaptık.
En derin korkumuz yetersiz oluşumuz değildir. En derin kor­kumuz ölçülemeyecek derecede güçlü oluşumuzdur. Bizi korkutan şey karanlığımız değil, ışığımızdır. Sen Tanrı’nın bir çocuğusun. Küçük veya önemsiz görünmenin dünyaya bir faydası olmaz. Diğer insanlar senin yanında kendilerini güvensiz hisset­mesinler diye kendini küçültmenin ya da saklamanın aydınlan­mayla bir alakası yoktur. Biz içimizdeki Tanrı’nın ihtişamını açığa çıkarmak için dün­yaya geldik. Bu ihtişam, sadece birkaçımızın değil, hepimizin içindedir. Ve biz kendi ışığımızın parlamasına izin verdikçe, ister iste­mez diğer insanların da aynı şeyi yapmalarına izin veririz. Biz korkumuzdan özgürleştikçe, mevcudiyetimiz başkaları­nı da özgürleştirir.
Şükretmeyi daha yakından tanıdıkça, hınç, depresyon ve umutsuzluğun gittikçe daha az kurbanı olursun. Şükretmek, egonun -sahip olma ve kontrol etme arzusunun sert kabuğunu yavaş yavaş eritecek bir iksir gibidir. Şükür duygusu gerçek tinsel simya oluşturur. Bizi cömert varlıklara dönüştürür, yüreğimizi açar ve ruhumuzu enginleştirir.
Sam Keen, filozof
Eleştiri ve teşhisler çatışmaların barışçıl çözümüne ket vurur.
Hatalı olduklarını düşündüklerinde insanlar sizin acınızı duyamazlar..
Dikkatimizi diğer insanların duygu ve ihtiyaçlarına odakladığımızda,ortak insanlığımızı yaşarız..
Eğer kendini daha iyi hissetmek istiyorsan, senin hayatını güzelleştirmek için insanların ne yapmalarını istediğine netlik getirmende yarar var.
Depresyon iyi olmanın ödülüdür.
Benim teorime göre istediklerimizi elde edemediğimiz zaman depresyona gireriz.
İstediklerimizi elde edemiyoruz çünkü bize istediklerimizi elde etmek öğretilmedi.
Doğru ile yanlışın ötesinde bir yer var .Orda buluşalım
Dünyada görmeyi arzu ettiğimiz değişimin kendisi olmazsak değişim hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir.
İnsanlar ne kadar sık talep duyarlarsa bizimle birlikte olmaktan o kadar az hoşlanacaklardir.
Diğer kişinin yargısını kabul etmeyi seçtiğimizde özsaygımızı kaybetme pahasına kendimizi suçlarız.
Dans edebiliyorsan asla yürüme !
Psikanalist Rollo May’in önerdiği gibi, Olgun insan tıpkı bir senfoninin farklı bölümlerindeki gibi, güçlü ve tutkulu deneyimlerden ince ve hassas olanlara kadar farklı duygu nüanslarını yakalama becerisini geliştirebilir. Ancak çoğumuz için duygularımız May’in de belirttiği üzere, Bir borazanın notaları kadar sınırlıdır.
Şiddet, acımıza başkalarının neden olduğuna, bu nedenle de cezayı hak ettiklerine inanmaktan kaynaklanır.
İhtiyaçlarımızın farkına vardığımızda, öfke, yerini hayata hizmet eden duygulara bırakır.
Nasıl davrandığımız, düşündüğümüz ve hissettiğimizden sorumlu olduğumuzun bilincinde değilsek tehlike yaratırız.
Yapmaya değer herhangi bir şey, kusurlu yapmaya da değer!
Hep bir şeyleri iyileştirme arayışı içindeyken bir mola verip yolunda giden şeyleri nadiren kutladığımın farkına vardım.
…birçok anne babanın fiziksel cezanın toplumsal sonuçları konusundaki endişelerini paylaşıyorum: Ebeveyn olarak güç kullanmaya karar verdiğimizde çocukların istediğimizi yapmalarını sağlayıp bu savaşı kazanabiliriz. Fakat böylece farklılıklarla başa çıkmak için şiddetin bir yol olarak kullanılmasını destekleyen sosyal normu da yeniden üretmiş olmaz mıyız?
Ebeveyn olarak güç kullanmaya karar verdiğimizde çocukların istediğimizi yapmalarını sağlayıp bu savaşı kazanabiliriz. Fakat böylece farklılıklarla başa çıkmak için şiddetin bir yol olarak kullanılmasını destekleyen sosyal normu da yeniden üretmiş olmaz mıyız?
Gayriresmi arabuluculuk, davet almadan yaptığımız arabuluculuğu ifade etmenin nazik bir yoludur. Dosdoğru söylemek gerekirse böyle durumlarda yaptığımız şey başkalarının işine burnumuzu sokmaktır.
Ben kolay kolay korkmam. Cesur olduğumdan değil; karşımdakinin de insan olduğunu ve bir insanın yaptıklarını anlayabilmek için elimden geldiğince gayret etmem gerektiğini bildiğimden.
Yaşamımda istediğim şey, şefkat Kendimle başkaları arasında, karşılıklı olarak gönülden vermeye dayalı bir akış
Başkalarıyla ilgili yargı,eleştiri,teşhis ve yorumlarımız kendi ihtiyaçlarımızın ve değerlerimizin hayata yabancılaşmış ifadeleridir.
Eleştiri ve teşhisler çatışmaların barışçıl çözümüne ket vurur.
Ne düşündüklerini duymadığımda, insanlarla birlikte olmaktan daha çok keyif aldığımı öğrenmiştim.
İnsanlar ne kadar çok suçlama ve yargılama duyarlarsa o kadar savunmacı ve saldırgan olurlar; gelecekte de bizim ihtiyaçlarımıza o kadar az ilgi gösterirler.
Başkaları hakkındaki yargılarımız, kendini gerçekleştiren kehanetler gibidir.
Her türlü öfkenin temelinde karşılanmamış bir ihtiyaç yatar. Bu nedenle, öfkeyi bizi uyandıracak bir çalar saat olarak kullanabiliriz. Saat çaldığında karşılanmayan bir ihtiyacımız olduğunu ve halihazırdaki düşünme biçimimizin bu ihtiyacı karşılamaya pek de hizmet etmediğini görebilirsek, öfke çok değerli bir araç olabilir.
Başkalarını yargıladığımızda şiddete katkıda bulunuruz.
Duygularımızın nedeni diğer kişinin davranışı değil, kendi ihtiyacımızdır.
İç dünyamızda kendimize şiddetli davranıyorsak, başkalarına gerçek anlamda şefkatli olmamız zordur. Şiddetsiz İletişim’in belki de en önemli uygulama alanı kendine şefkat duymayı geliştirmektir.
Dünyada görmeyi istediğimiz değişimin kendisi olalım.
Mahatma Gandhi
Dinleyenler için cansız olan bir sohbet, konuşanlar için de aynı derecede cansız oluyor. Dinleyeni sıkan, anlatanı da sıkar.
En yakınlarımızla empati kurmak en zoru olabilir.
“İçinizdeki sesi ne kadar iyi dinlerseniz dışarıda olup bitenleri o kadar iyi duyarsınız.”
Yazar ve mitoloji uzmanı Joseph Campbell’ın önerdiği gibi, mutluluk için “Hakkımda ne düşünürler?” sorusu bir kenara koyulmalıdır.
İnsanların senin hakkındaki düşüncelerine odaklanmak yerine, neye ihtiyaç duyduklarını duyabilirsen onları çok daha az tehditkar bulacaksın.
içinizdeki sesi ne kadar iyi dinlerseniz,dışarıda olup bitenleri o kadar iyi duyarsınız.
Acımızı bütün çıplaklığıyla, suçlamadan dile getirebildiğimizde, kendileri sıkıntıda olan insanların bile bazen ihtiyaçlarımızı duyabildiklerini görüyorum.
Utanç, kendinden nefret etmenin bir biçimidir.
Çoğu kez, insanlar bir durumda ne istemediklerini bildikleri halde, ne istediklerini tanımlamakta zorlanırlar.
Bütün benzer­liklerine rağmen hayatın her durumunun, tıpkı yeni doğmuş ço­cuk gibi, daha önce var olmamış ve bir daha asla var olmayacak yeni bir yüzü vardır. Sizden, önceden hazırlayamayacağınız bir tepki bekler. Geçmişe dair hiçbir şeyi istemez. Sadece mevcut olmanızı, sorumluluk almanızı, kısacası sizi ister.
Depresyon iyi olmanın ödülüdür
Nasıl davrandığımız, düşündüğümüz ve hissettiğimizden sorumlu olduğumuzun bilincinde değilsek tehlike yaratırız.
Başkalarının yaptıkları duygularımızın uyaranı olabilir sebebi değil
Farklı ülkelerin edebiyat eserlerinden örnek bazı parçalar alarak bu eserlerde insanları sınıflandıran ve yargılayan sözcüklerin ne ka­ dar sık kullanıldığını incelemiş. Araştırma, bu tür sözcüklerin kul­lanım sıklığı ile şiddet olayları arasında yakın bir ilişki olduğunu gösteriyor.
Aradığınızı bulmayı umut edebileceğiniz yerleri bilincinizin ışığıyla aydınlatın
Bilgi kesinlikle önemlidir. Ancak bütün bilgiler her zaman sınırlıdır. Önemli olan öğrenmek çünkü öğren­mek sonsuzdur, bilgi sınırlıdır,
Bir sokak lambasının altında, elleri ve dizleri üzerine çökmüş şekilde yerde bir şeyler arayan adamla ilgili bir hikaye vardır: Oradan geçen bir polis, adama ne yaptığını sorar. Hafif sarhoş görünen adam, Arabamın anahtarlarını arıyorum. der. Polis de Onu burada mı düşürdün? diye sorar. Adam Hayır, der, Ara sokakta düşürdüm. Adam polisin şaşkın bir ifadeyle ona baktığını fark edince hemen ekler ama burası daha aydınlık.

Kültürel şartlanmanın beni istediğim şeyleri bulamayacağım yerlere yönelttiğini anladım.

Dünyada görmeyi arzu ettiğimiz değişimin kendisi olmazsak değişim hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir.
Tavsiyede bulunmadan ya da teselli etmeden önce sorun: Bunu istiyorlar mı?
“Yapmaya değer herhangi bir şey, kusurlu yapmaya da değer!”
En derin korkumuz yetersiz oluşumuz değildir. En derin korkumuz ölçülemeyecek derecede güçlü oluşumuzdur.
Bizi korkutan şey karanlığımız değil, ışığımızdır. Sen tanrının bir çocuğusun. Küçük veya önemsiz görünmenin dünyaya bir faydası olmaz.
Diğer insanlar senin yanında kendini güvensiz hissetmesinler diye kendini küçültmenin ya da saklamanın aydınlanma ile bir alakası yoktur.
Biz içimizdeki tanrının ihtişamını açığa çıkarmak için dünyaya geldik. Bu ihtişam sadece birkaçımızın değil, hepimizin içindedir.
Ve biz kendi ışığımızın parlamasına izin verdikçe, ister istemez diğer insanların da aynı şeyi yapmalarına izin veririz.
Biz korkumuzdan özgürleştikçe, mevcudiyetimiz başkalarını da özgürleştirir.
Her türlü öfkenin temelinde karşılanmamış bir ihtiyaç yatar. Bu nedenle öfkeyi bizi uyandıracak bir çalar saat olarak kullanabiliriz. Saat çaldığında karşılanmayan bir ihtiyacımız olduğunu ve halihazırdaki düşünme biçimimizin bu ihtiyacı karşılamaya pek de hizmet etmediğini görebilirsek öfke çok değerli bir araç olabilir.
“Yaptığınız her seçimde, seçiminizin hangi ihtiyaca hizmet ettiğinin bilincinde olun.”
“Tavsiyede bulunmadan ya da teselli etmeden önce sorun: Bunu istiyorlar mı?”
“İç veya dış baskılar yüzünden değerlerimize uygun hareket edenlerin iyi niyeti gittikçe azalır; biz de er ya da geç bunun sonuçlarını görürüz.”
Yaşamımızda neler kaçırdığımızı ve kendi ruhumuzun çağrılarına ne kadar az kulak verdiğimizi fark ettiğimizde öfkelenebiliriz.
İnsanları asıl rahatsız eden olaylar değil, onlara bakış açılarıdır.
Kendimizle bağlantıda olmak yerine “dışa odaklı” olmak yönünde eğitiliyoruz. Hep “zihnimizde” kalmayı ve “ Başkaları neyi söylememi ve neyi yapmamı doğru bulur?” diye kafa yormayı öğreniyoruz.
…kimsenin bana bir kez bile ne hissettiğimi sorduğunu hatırlamıyorum. Duygulara hiç önem verilmiyordu. Değerli olan, makam ve otorite sahibi kişilerin tanımladığı “doğru düşünme biçimi”ydi.
Başkaları hakkındaki analizler aslında kendi ihtiyaçlarımızın ve değerlerimizin birer ifadesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir