İçeriğe geç

Şeyler Kitap Alıntıları – Georges Perec

Georges Perec kitaplarından Şeyler kitap alıntıları sizlerle…

Şeyler Kitap Alıntıları

Herşey onları haksız çıkarıyordu, en başta da yaşamın kendisi.
Bıkkınlık çok güçlü, çevredeki dünya çok talepkârdı.
Kendilerini yitirmek üzereydiler. Ne dönemecini, ne de sonunu bildikleri bir yol boyunca sürükleniyormuş duygusunu duymaya başlamışlardı şimdiden.
Bu bir happy end değildi, beklenmedik bir olay değildi; tam tersine, anıların gölgesinde boğulan, ardında bir boşluk, acı duygusu bırakan, hüzünlü, uzayıp giden bir bitişti.
Otuz yaşındaki insan artık bir yerlere gelmiş olmalıdır, yoksa hiçbir şey değildir. Bir yer edinmediyse, bir kovuk açmadıysa, anahtarları, bürosu, tabelası yoksa hiçbir yere gelmiş sayılmaz.
Yaşamaktan başka bir şey istemeyenler ve en büyük özgürlüğe yaşam adını verenler, salt mutluluk peşinde, arzularını ya da güdülerini doyurma, yeryüzünün sınırsız zenginliklerinden hemen yararlanma peşinde koşanlar her zaman mutsuz olacaktır.
Çok şey vadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı.
Onların dünyasında, elde edilebileceğinden daha çoğunu istemek neredeyse kuraldı. Bu kuralı onlar ilan etmemişlerdi; bu bir uygarlık yasasıydı.
Sonuç kadar araç da gerçeğin bir parçasını oluşturur. Gerçek arayışının kendisinin de gerçek olması gerekir; gerçek araştırma, açık kolları sonuçta birleşen, ortaya serilmiş gerçektir.
Ya sonra? Ne yapmışlardı? Ne olmuştu?
Çok yumuşak bir trajediye benzeyen, dingin bir şey hızı kesilmiş yaşamlarının bağrına
yerleşiyordu. Çok eski bir düşün yıkıntıları, şekilsiz kırıklar arasında yitip gitmişlerdi
Anısız, belleksiz bir dünya. Yine zaman geçti, çöl ıssızlığında, sayılmayan günler, haftalar geçti. Hiçbir istek duymuyorlardı artık. Kayıtsız dünya.
Ne sevinç, ne üzüntü hatta ne de sıkıntı duyuyorlardı, ama hâlâ varolup olmadıklarını, gerçekten varolup olmadıklarını kendilerine sordukları oluyordu; düş kırıklığına uğratıcı bu sorudan, hiçbir özel hoşnutluk çıkaramıyorlardı, [ ]
Yaşamları, hiçbir yerde son bulmayan, gerili bir ip üstündeki bir tür bitmez danstan başka bir şey değildi: sınırsız ve desteksiz çıplak bir arzu, boş bir istekti.
Kaçmaya çalıştılar.
Sayıklamalar içinde uzun zaman yaşanamazdı.
Çok şey vaadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı.
Mutluluğu düşlediklerini sanıyorlardı; hayal güçlerinin serbest olduğunu, muhteşem olduğunu, dalga dalga evrene nüfuz ettiklerini sanıyorlardı. Ama bir bakıyorlardı ki yalnız, hareketsizler, içleri biraz boş.
Yaşamları aşk ve sarhoşluktan oluşuyordu.
Tutkuları sınır tanımıyordu: özgürlükleri
sınırsızdı.
Tatil, yolculuk, daire tasarıları kuruyorlar, sonra da onları büyük bir öfkeyle yıkıyorlardı: en gerçek yaşamları var olmayan, dayanaksız herhangi bir nesne gibi, gerçek yüzüyle ortaya çıkıyormuş gibi geliyordu onlara.
En mutsuz insanların kendileri olmadıklarını
söylüyorlardı. Belki de haklıydılar. Ne ki modern yaşam, başkalarının mutsuzluğunu yok ederken onların mutsuzluklarını göklere çıkarıyordu: ötekiler doğru yoldaydılar. Ötekiler önemsiz insanlardı; dar gelirli, kaçık küçük askerciklerdi.
Çünkü her şey onları haksız çıkarıyordu, en başta da yaşamın kendisi. Yaşamın tadını çıkarmak istiyorlardı ama bu tat dört bir yanlarında mülkiyetle karışıyordu. Bağımsız, neredeyse masum kalmak istiyorlardı ama yıllar yine de akıp gidiyor ve onlara hiçbir kazanç sağlamıyordu.
Yeryüzünün en adi, en berbat durumundaydılar. Gelgelelim, durumun adi ve berbat olduğunu bilmelerinin bir faydası yoktu, öyleydiler işte: Epeydir, çalışmayla özgürlük arasındaki zıtlık artık güçlü bir kavram oluşturmuyor, diyorlardı; ama yine de onları en başta belirleyen buydu.
Aptaldılar —aptal olduklarını, yanıldıklarını, ne olursa olsun ötekilerden, dolu dizgin gidenlerden, tırmananlardan daha haklı olmadıklarını kaç kez yinelemişlerdi kendilerine [ ]
Her şeyin bir anda yerle bir olması için çok büyük bir olay gerekmiyordu: en küçük uyumsuzlukta, basit bir kararsızlık anında, fazlaca kaba bir işaretle mutluluktan paramparça oluyordu: hep neydiyse yine o oluyor, bir çeşit sözleşme, satın alınmış bir şey, zavallı, kırılgan bir nesne, onları şiddetle, varoluşlarındaki, öykülerindeki en belirsiz, en tehlikeli yana gönderen basit bir soluklanma anı olup çıkıyordu.
Özgürlüğe vurgundular. Dünya onlara göreymiş gibi geliyordu; tam susuzluklarının ritmine göre yaşıyorlardı, taşkınlıktan da dindirilecek gibi değildi; coşkuları sınır tanımıyordu artık. Bütün gece boyunca yürüyebilir, koşabilir, şarkı söyleyebilir, dans edebilirlerdi.
Yeni insanlar dı onlar; henüz her yana diş
geçirmemiş genç kadrolar, başarı yolunun
yarısına gelmiş teknokratlardı. Hemen hemen hepsi küçük burjuva kökenliydi ve değerleri —diye düşünüyorlardı— yetmiyordu artık onlara; büyük burjuvaların açıkça görülen konforuna, lüksüne, kusursuzluğuna, kıskançlıkla, umutsuzlukla dikmişlerdi gözlerini.
İnsani olan hiçbir şey onlara yabancı değildi.
Ama yalnızca çığlıklar atıyorlar, hayran kalıyorlardı, zenginlik içinde olmadıklarının en kesin kanıtıydı bu. Gelenekten sözcüğün en hor görülecek anlamıyla belki de yoksundular; gerçeklik, içkin ve örtük gerçek tat dururken, zihinsel bir zevk alıyorlardı.
Geçicilik, statüko, mutlak efendiler olarak hüküm sürüyordu. Mucizeden başka bir şey beklemiyorlardı artık.
Zaman zaman, kitaplarla dolu bu duvarların,
tümüyle eve uydurulmuş, öyle ki sonunda kendi kullanımları için yaratıldıklarına inandıkları bu eşyaların, bu güzel, yalın, tatlı, ışık saçan nesnelerin arasında tüm bir yaşam uyum içinde geçebilirmiş gibi gelecekti onlara. Yine de buraya zincirle bağlı gibi hissetmeyeceklerdi kendilerini; bazı günler serüvene gideceklerdi. Hiçbir tasarı olanaksız gelmeyecekti onlara. Ne hınç, ne acı, ne de çekememezlik duyacaklardı. Çünkü olanakları ve arzuları her zaman, her noktada uyuşacaktı. Bu dengeye mutluluk adını verecekler ve özgürlükleriyle, sağduyularıyla, kültürleriyle, ortak yaşamlarının her anında onu keşfetmesini, korumasını bileceklerdi.
Çok şey vadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı.
” Sayıklamalar içinde uzun zaman yaşanamazdı .Çok şey vadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı . Sabırların sonuna gelmişlerdi .Bir gün ,onlara bir sığınak gerektiğini anladıklarını sandılar ”
” Zenginlik belirtilerine kaptırmışlardı kendilerini ; yaşamdan önce zenginliği seviyorlardı ”
Ama kendilerini garip bir gevşeklikle bıraktıkları bu aşırı büyük düşlerle gerçek eylemlerin boşluğu arasında , somut gereksinimlerle parasal olanaklarını bağdaştıracak hiçbir akılcı tasarı yer almıyordu ”
Kuşkusuz, başka bir konudan, yeni çıkan bir
kitaptan, bir yönetmenden, savaştan ya da başka
şeylerden konuşabilirlerdi; oysa zaman zaman,
gerçek tek sohbetleri paraya, konfora, mutluluğa
ilişkin olanlarmış gibi geliyordu onlara. O zaman
sesler yükseliyor, gerilim daha da artıyordu.
Konuşuyorlardı, bir yandan konuşurken bir
yandan da olanaksız, ulaşılmaz, sefil yanlarını
yeniden hissediyorlardı. Sinirleniyorlardı; çok
fazla konuşma konusu oluyorlardı; birbirleri
tarafından üstü örtülü olarak, tartışma konusu
edildiklerini hissediyorlardı. Tatil, yolculuk,
daire tasarıları kuruyorlar, sonra da onları
büyük bir öfkeyle yıkıyorlardı: en gerçek
yaşamları var olmayan, dayanaksız herhangi bir
nesne gibi, gerçek yüzüyle ortaya çıkıyormuş
gibi geliyordu onlara. O zaman susuyorlardı,
suskunlukları kin dolu oluyordu; yaşama
kızıyorlardı, zaman zaman da birbirlerine kızma
zayıflığını gösteriyorlardı; heder edilmiş
öğrenimlerini, çekicilikten yoksun tatillerini, pek
parlak olmayan yaşamlarını, tıklım tıklım dolu
dairelerini, gerçekleşmesi olanaksız düşlerini
düşünüyorlardı. Birbirlerine bakıyorlar,
birbirlerini çirkin, kılıksız, keyifsiz, asık suratlı
buluyorlardı. Yollarda otomobiller yanı
başlarından ağır ağır akıyordu. Alanlarda, ışıklı
reklâmlar birer birer aydınlanıyordu. Kahvelerinön kısımlarında insanlar mutlu balıkları
andırıyorlardı. Dünyadan nefret ediyorlardı.
Yürüyerek yorgun argın evlerine dönüyorlardı.
Tek sözcük konuşmaksızın yatağa yatıyorlardı
Çalışmayanın yiyecek ekmek bulamayacağı kesin ama çalışan da hayatını yaşayamıyor.
Ne yani – diyecektir çiçeği burnundaki genç adam – şiirleri, gece trenlerini, sıcacık kumları düşleyen ben, çiçekli kırlarda gezeceğim yerde, günlerimi bu camlı bürolar ardında mı geçireceğim, terfi etme umutları mı besleyeceğim, hesaplar mı yapacağım, entrikalar mı çevireceğim, isteklerime gem mi vuracağım?
Yaşamayı bekliyorlardı.
Ama düzensizliğinin bile çok büyük çekiciliği bulunacaktı. Bunu dert etmeyeceklerdi; yaşayacaklardı orda.
Her şeyin bir anda yerle bir olması için çok büyük bir olay gerekmiyordu: En küçük uyumsuzlukta, basit bir kararsızlık anında, fazlaca kaba bir işaretle mutlulukları paramparça oluyordu.
Yaşamaktan başka bir şey istemeyenler ve en büyük özgürlüğe yaşam adını verenler, salt mutluluk peşinde, arzularını ya da güdülerini doyurma, yeryüzünün sınırsız zenginliklerinden hemen yararlanma peşinde koşanlar her zaman mutsuz olacaktır.
Her şey onları haksız çıkarıyordu, en başta da yaşamın kendisi. Yaşamın tadını çıkarmak istiyorlardı ama bu tad dört bir yanlarında mülkiyetle karışıyordu.
Bazı günler daha yaşamaya başlamadıkları izlenimine kapılıyorlardı. Ama sürdürdükleri yaşam giderek geçici, kırılgan gibi geliyordu onlara ve sanki bekleyiş, sıkıntı, darlık onları yıpratmış; doyurulmamış arzular, yarıda kalmış sevinçler, yitirilmiş zaman, her şey doğalmış gibi kendilerini güçsüz hissediyorlardı.
Tükenmiş bir alem, sonu hiçbir yere varmayan sıfırı tüketmiş bir dünyaydı bu.
Günümüzde ve ortamımızda, giderek daha çok sayıda insan ne çok zengin ne de çok yoksul durumda: Zenginlik düşleri görüyorlar ve zenginleşebilirler: İşte mutsuzlukları da bu noktada başlıyor.
Otuz yaşındaki insan artık bir yerlere gelmiş olmalıdır, yoksa hiçbir şey değildir. Bir yer edinmediyse, bir kovuk açmadıysa, anahtarları, bürosu, tabelası yoksa hiçbir yere gelmiş sayılmaz.
Bu dünyanın içinde, ona ait değillerdi ve hiçbir zaman ona ait olmayacaklardı.
Yaşamın tadını çıkarmak istiyorlardı ama bu tad dört bir yanlarında
mülkiyetle karışıyordu. Bağımsız, neredeyse masum kalmak istiyorlardı ama yıllar yine de akıp gidiyor ve onlara hiçbir kazanç sağlamıyordu.
Zevklerinin, isteklerinin daha doğru yansımasını nerede bulabilirlerdi?
Arzularına giderek daha çok egemen oluyorlarmış gibi geliyordu onlara: ne
istediklerini biliyorlardı; düşünceleri duruydu. Mutluluklarının, özgürlüklerinin ne olacağını biliyorlardı.
Bıkkınlık çok güçlü, çevredeki dünya çok talepkârdı.
Tükenmiş bir âlem, sonu hiçbir yere varmayan sıfırı tüketmiş bir dünyaydı bu. Yaşamları zafer değildi, aşınmaydı, bozgundu.
Küçük uysal yaratıklar, onları önemsemeyen bir dünyanın sadık yansımalarıydılar.
Gerçek gidişler uzun zaman önceden hazırlanır.
Onların dünyasında, elde edebileceğinden daha fazlasını istemek neredeyse kuraldı.
Bu bir happy end değildi, beklenmedik bir olay değildi; tam tersine, anıların gölgesinde boğulan, ardında bir boşluk, acı duygusu bırakan, hüzünlü, uzayıp giden bir bitişti.
Yaşamaktan başka bir şey istemeyenler ve en büyük özgürlüğe yaşam adını verenler, salt mutluluk peşinde, arzularını ya da güdülerini doyurma, yeryüzünün sınırsız zenginliklerinden hemen yararlanma peşinde koşanlar her zaman mutsuz olacaktır.
Ne yani -diyecektir çiçeği burnunda genç adam- şiirleri, gece trenlerini, sıcacık kumları düşleyen ben, çiçekli kırlarda gezeceğim yerde, günlerimi bu camlı bürolar ardında mı geçireceğim, terfi etme umutları mı besleyeceğim, hesaplar mı yapacağım, entrikalar mı çevireceğim, isteklerime gem mi vuracağım?
Kendilerini yitirmek üzereydiler. Ne dönemecini, ne de sonunu bildikleri bir yol boyunca sürükleniyormuş duygusunu duymaya başlamışlardı şimdiden.
İnsanlar, kendilerine çok büyük gelen evlerde içlerine kapanıyorlardı.
“İnsanlar, kendilerine çok büyük gelen evlerde içlerine kapanıyorlardı.”
“Gerçek gidişler uzun zaman önceden hazırlanır.”
Gerçek gidişler uzun zaman önceden hazırlanır.
Gerçek gidişler uzun zaman önceden hazırlanır.
Zaman zaman da dayanamiyorlardi artik.Dövüsmek ve yenmek istiyorlardi.Savasim vermek ve mutluluklarini elde etmek istiyorlardi.Ama nasil dövüsmeli?Kime karsi?Neye karsi?Garip ve piriltili bir alemde,ticari uygarligin cafcafli evreninde,bolluk hapishanelerinde,büyüleyici mutluluk tuzaklarinda yasiyorlardi.
Çok şey vaadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı.
Çok şey vadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı.
“Çok şey vaadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı.”
Değişiyorlardı, bir başkası oluyorlardı.
Çok şey vadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı.
Ama nasıl dövüşmeli? Kime karşı? Neye karşı? – Garip ve parıltılı bir alemde, ticari uygarlığın cafcaflı evreninde, bolluk hapishanelerinde, büyüleyici mutluluk tuzaklarında yaşarken…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir