Alain de Botton kitaplarından Seyahat Sanatı kitap alıntıları sizlerle…
Seyahat Sanatı Kitap Alıntıları
&“&”
Şu anda bulunmadığım bir yerde bulunursam daha iyi olacağım yanılsamasını yaşamışımdır hep; bu hareket etme tutkusunu sonsuza dek ruhumda taşıyacağım."
Yaşam bir hastanedir, hastalar sürekli yattıkları yeri değiştirme saplantısı içindedir. Bir hasta, kalorilerin yanında acı çekerse cam kenarına geçince her şeyin daha iyi olacağını düşünür."
Hayal gücü, dışarıda yaşayacağımız deneyimlerin alelade gerçekliğinden iyidir. Hayal gücü, gerçek deneyimlerin yerini almaya yeter de artar bile." Gerçek deneyimlerin dünyasında, onca yol kat edip de görmeye gittiğimiz şeyler her gün gördüğümüz şeylerin bir uzantısıdır zaten. Gerçek deneyimlerin dünyasında endişelerle dolu bir gelecek, içinde olduğumuz anı gölgeler. Estetik öğelerden alacağımız haz, zihnimizi bulandıran fiziksel ve psikolojik taleplerin insafına kalmıştır.
İnsan her sabah koskoca bir kurbağayı çiğ çiğ yutmalı, böylece günün geri kalanında daha iğrenç bir şey yaşamayacağından emin olmalıdır"
İnsanların dünya üzerinde görülmesi gereken her şeyi görmeleri mümkün değildir; daha fazla şey görebilmek için yavaş yürümeleri gerekir, hızlı yürümek onlara hiçbir şey kazandırmaz. Asıl değerli olan düşüncedir, bakıştır, hız değil. Hızla yol almak merminin hedefe ulaşmasını kolaylaştırırmaz; gerçek bir insan olmak isteyenler yavaş gitmekten zarar gelmeyeceğini bilmelidir, çünkü insanın zaferi gitmekte değil var olmaktadır.
Yüce yerlerde vakit geçirmek; aklımızın sınırlarını zorlayan, yaşamımıza girip sinirlerimizi bozan ve önünde sonunda bizi toza dönüştürecek olan büyük olayları daha huzurlu biri sükunetle kabul etmemize yardımcı olur.
Ralph Waldo Emerson
Doğanın yerine getirdiği en soylu görev, Tanrı’nın suretini yansıtmaktır
Doğanın yerine getirdiği en soylu görev, Tanrı’nın suretini yansıtmaktır
Thomas Gray
Öyle mi manzaralarla karşılaşırız ki onca savın iflah edemediği bir ateisti bile inanca sürükler, onun yüreğinde korkuyla karışık bir hayranlık uyandırır
Öyle mi manzaralarla karşılaşırız ki onca savın iflah edemediği bir ateisti bile inanca sürükler, onun yüreğinde korkuyla karışık bir hayranlık uyandırır
Bizden güçlü olan her şeyden illa ki nefret edeceğiz diye bir kural yoktur; irademize meydan okuyan şeyler öfke ve nefret uyandırabildiği gibi saygı ve dehşet de uyandırabilir. Karşımıza çıkan engelin hangi duyguyu uyandıracağı, söz konusu engelin meydan okuma tarzının soylu mu yoksa yaygaracı ve küstah mı göründüğüne göre değişir. Kapı görevlisinin küstahça karşı çıkışını aşağılarız ama zirvesi sisle kaplı dağa saygı duyarız. Güçlü ama vasat şeyler karşısında aşağılandığımızı hissederiz; öte yandan güçlü ve soylu şeylere korkuyla karışık bir hayranlıkla bakarız. Burke’ün hayvan benzetmesine geri dönecek ve bu benzetmeyi bir adım daha ileriye götürecek olursak, boğa bizde yücelik" hissi uyandırır ama piranha uyandırmaz. Bu, her iki hayvanın bizde hangi duyguları harekete geçirdiği ile ilgili bir meseledir: piranhanın gücünü kötü ve yırtıcı, boğanın kini ise dürüst ve doğrudan bize yönelik olmayan bir güç olarak algılarız.
Öküz, koskocaman güçlü bir yaratıktır; ama eninde sonunda masumdur, insana hizmet eder, çok tehlikeli olduğu söylenemez. Bu yüzden öküz bir büyüklük simgesi olarak bir canlanmaz zihnimizde. Boğa da güçlü bir hayvandır; fakat onun gücü bambaşkadır, genelde yıkıcı bir güçtür… Bu yüzden boğa büyüktür, yücelik ile ilgili tasvirlerde veya bir kişiyi göklere çıkaran kıyaslamalarda boğa imgesine sık sık yer verilir
Seyahat etmenin tehlikelerinden biri, gezip gördüğümüz yerlere yanlış zamanda gitmemizdir. Bir yere dair algılama ve kavrama yetimiz o an için gerekli güce henüz ulaşmadıysa, seyahat sırasında edindiğimiz bilgiler, zinciri olmayan boncuklar misali uçup giden gereksiz bilgiler olup çıkar.
Belirsiz ve büyük soruların oluşturduğu halka, küçük ve uzmanlık alanı daralmış sorular doğurmaya başlar.
İnsanın mutsuzluğunun tek nedeni, odasında sessizce oturmayı becerememesidir.
Seyahat, yarım yamalak ve tutarsız bir coğrafi mantığa uyum sağlamak zorunda kalan merakımızı yerle bir eder. Üniversitede aldığımız bir dersin yıllık programında yer alan kitapların, konularına göre değil de boyutlarına göre sınıflandırılmış olması kadar tutarsız bir mantıktır bu.
Öğrendiğim hiçbir şey başkalarının ilgisi tarafından onaylanmayacak, yaptığım keşifleri onaylayan tek şey kendi bireysel tatminim olacaktı.
Adaya gelmekle kendimden uzaklaşmış olmamış, adaya kendimi de taşımıştım.
Yaşamda beklentilerimizin dışında ne kadar çok şeyle karşılaştığımızı unutmaya eğimliyizdir.
Bir binanın modern görünmesi, güzel görünmesinden çok daha önemliymiş gibiydi, bu anlayışın bedeli rezil görünümlü bronz ön cepheler bile olsa modernizm adına güzellikten ödün verilebiliyordu ( modernizm, hasreti çekilen ve bundan önceki durağan dönemlerin acısını çıkarmak için aşırı dozda alınması ihtiyaç duyulan bir yiyecek gibiydi)
Aşk, kendimizde olmayan bazı özelliklerin peşinde koşmaksa bir gün başka bir ülkeden birine aşık olmak, kendi kültürümüzde olmayan bazı değerlere yaklaşmak için duyulan bir arzu’dan kaynaklanır
Şu düzen amma budalaca birşey!
Yabancı bir yer istememizin nedeni, o yerin bize yeni ve farklı bir şey sunmasıdır.
Otellerdeki not defterleri hiç beklenmeyecek kadar içten ve sırları açığa çıkaran düşüncelere tanıklık eder bazen.
Akıl ne zaman zorlu bir düşünceye çarpsa ve o düşünceden uzaklaşmaya kalksa, pencereden dışarı çıkabilme şansı bilincin akışını yeniden canlandırır. Bu esnada gözler bir nesneye kilitlenir, birkaç saniye o nesneyi takip eder, ta ki bilinç hiçbir baskı olmaksızın yeni bir düşünce doğurana kadar. Sürekli düşünü kurduğumuz, saatlerce süren bu tren yolculuğunun sonunda kendimize döndüğümüzü, bizim için önemli olan duygu ve düşüncelerle tekrar temasa geçtiğimizi hissederiz
Ulaşım araçları arasında düşüncenin gelişimine en çok yardım eden araç tren olsa gerek. Trenden görünen manzara gemideki veya uçaktaki manzaralar gibi tekdüze bir biçimde akıp gitmez; trenin hareketi bizi çileden çıkarmayacak kadar hızlı ve yanından geçtiğimiz nesneleri ayırt edebileceğimiz kadar yavaştır. Trenler bize özel ve kişisel alanlardan kısa kesitler sunar. Bir an için mutfağı’ndaki rafa uzanıp fincan alan kadını görürüz, bir sonraki an evinin önündeki avluda uyuklayan adama tanık oluruz veya parkta ona atılan topu yakalayan çocuğa takılır gözümüz.
Müzik ve manzara, aklın sürekli iş gören, telaşlanan ve her şeyde kusur bulan kısmını bir süreliğine oyalar. Müzik ve manzara olmasa, aklın bahsettiğimiz kısmı bilincimiz de beliren herhangi bir güçlük karşısında kendini kapatır; anılardan, özlemlerden, içe dönük ve özgün düşüncelerden kaçar, bunların yerine idari olan ve kişisel olmayan düşünceleri tercih eder.
Akıl, düşünmenin en gerekli olduğu zamanlarda düşünceden kaçmaya meyleder.
Kendimi yalnız hissediyordum fakat bu kez hoşa giden, hatta haz veren bir yalnızlıktı bu. Çünkü kahkahanın ve dostluğun ardına sığındığım ve ruh halimle etrafındakilerin ruh hali arasındaki zıtlıktan dolayı içten içe acı çektiğim zamanların aksine, bu anda, herkes yabancıydı, her şey yalnızdı; mekanın mimarisi ve ışıklandırması, iletişim kurmanın zorluğunun ve aşk için duyulan buruk hasretin farkına varmış, tadını çıkarıyordu sanki
Kendi evimizde ve mutfağımızdayken hor göreceğimiz, tatsız ve bayağı diye nitelendirebileceğimiz yemekler, uçakta bulutlarla başbaşa yendiğinde müthiş bir tat ve çekicilik kazanır
Yaşamımızda çok az an vardır ki bir uçağın havalanışı kadar yürek ferahlatıcı olsun.
Baudelaire’in de dediği gibi:nereye olursa olsun! Nereye olursa olsun!" İster Trieste, ister Zürih, ister Paris
Havaalanındaki her bir öge insanı yolculuğa çağırır; ama en can alıcı olanı, bu çağrı’nın söze döküldüğü, terminalin tavanından sarkıtılan, uçuş saatlerini, kalkış ve varış mekanlarını gösteren televizyon ekranlarıdır.
Ne zaman güzel bir yerin fotoğrafını görsek (bu ihtişamlı güzelliğin illaki mutluluğa da beraberinde getireceği yanılsaması da düşerek) göz ardı ettiğimiz bir gerçekliktir bu: estetik ve madde sen nesneler sayesinde mutlu olabilme yetimiz, öncelikle duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarımızı; Sevgi, anlayış, kendini ifade etme ve saygı gibi ihtiyaçlarımızı tatmin etmemize bağlıydı. Yaşadığımız ilişki kendini birdenbire anlayışsızlığa ve küskünlüğe teslim ediyorsa eğer, görkemli tropikal bahçelerin ya da tahtadan şirin mi şirin sahil kulübelerinin tadını çıkarmamız(çıkarabilmemiz) mümkün değildir
Mutluluk, beklentilerimizdeki gibi kesintisiz ve uzun süren bir memnuniyet duygusu değildir. Aksine, aklın ve bilincinde işin içinde olduğu, kısacık ve tesadüfi bir olgudur; kısa bir süre için dünyayı çok net algılarız; geçmişin ve geleceğin olumlu düşünceleri bir araya gelir ve endişeler ortadan kaybolur. Fakat bu durumun 10 dakikadan daha uzun sürdüğü pek nadirdir
Evde Barbados’un fotoğraflarına uzun uzun bakarken, bakma işlevini yerine getiren gözlerimin bir bedene ve bir akla bağlı olduğunu, nereye gidersem gideyim onların da benimle beraber seyahat edeceğini gözardı etmiştim. Oysa gözler, görmeyi amaçladığı yere vardığında beden ve akıl yeniden varlığını hatırlıyor, söz konusu yerden alınacak hazzı azaltıyordu
Londra’ya gitmeyi hayal eder, bu seyahatten çok şey bekler fakat umduğunu bulamaz; bunun üzerine bir yere varmadan önce hayal ettiklerimiz ile oraya ulaşınca karşılaşabileceklerimiz arasındaki farkı anlatan aşırı kötümser bir analizle döner seyahatinden
İnsan kimi zaman planlarını (hatta bazen bütün yaşamını)çok basit ve üzerine hiç düşünülmemiş bir mutluluk imgesinden etkilenerek değiştirebiliyor.
İnsan her sabah koskoca bir kurbağayı çiğ çiğ yutmalı, böylece günün geri kalanında daha iğrenç bir şey yaşamayacağından
emin olmalıdır
emin olmalıdır
Yolculuklar düşüncelere gebedir. Hareket eden bir uçak, gemi ya da tren kadar bizi kendimizle konuşmaya sevk eden pek az yer vardır. Önümüzdeki manzarayla aklımızda gelip giden düşünceler arasında garip bir bağıntı vardır: geniş düşünceler geniş manzaralara yeni düşünceler yeni mekanlara ihtiyaç duyar."
“Siz uykuların en derinini uyuyorken birinin sizi kolunuzdan tutup bir Beethoven senfonisinin tam ortasına atması gibi bir şeydi bu; her bir ayrıntı sizi yakanızdan tutup bir daha bırakmıyor, adeta sizi çimdikliyordu; sizi ayrıntılara yoğunlaşmaya çabaladıkça bütünün güzelliğini kaçırıyordunuz.”
“Öğrendiğim hiçbir şey başkalarının ilgisi tarafından onaylanmayacak, yaptığım keşifleri onaylayan tek şey kendi bireysel tatminim olacaktı.
Keşiflerim yalnızca bana hayat verecekti.”
Keşiflerim yalnızca bana hayat verecekti.”
Düşünüyorum da…. ne kadar küçük bir alan kaplıyorum… hakkında hiçbir şey bilmediğim ve benim hakkımda hiçbir şey bilmeyen uzayın sonsuzluğu ve sınırsızlığında kaybolup gitmişim. Bir korku sarıyor beni, orada değil de burada olduğumu görmek beni şaşırtıyor: orada değil de burada olmam için, o zamanda değil de şimdide yaşıyor olmam için hiçbir neden yok. Kim koydu beni buraya?"
“Ey vapur, beni de götür yanında! Ey gemi, çal beni buradan! Uzaklara, çok uzaklara götür! Burada çamura dönüyor bütün gözyaşları!”
“İnsan kimi zaman planlarını (hatta bazen bütün yaşamını) çok basit ve üzerinde hiç düşünülmemiş bir mutluluk imgesinden etkilenerek değiştirebiliyor.”
Başkaları, bizim nasıl biri olduğumuz konusunda dar bir bakış açısına sahipti ve belki de bu yüzden bazı yönlerimiz bir türlü açığa çıkmıyordu
Yeni bir yere girdiğimizde dikkatimizi birçok öğeye yöneltiriz; bu öğeler, biz o yerin işlevini kafamızda belirledikten sonra azalmaya başlar
Ruskin şunu fark etmişti: Bir yerin güzelliği ile bizi büyülemesini sağlayan özellikler renklerin birbirine uyması, manzaranın bütününün simetrik ve orantılı olması gibi estetik ölçüler değildi. Bizi asıl büyüleyen, manzaranın psikolojik olarak bize hitap eden bir değer taşıması, yani psikolojimize uyuyor olmasıydı
Tutku, anlama ihtiyacı doğurur
Ey vapur, beni de götür yanında! Ey gemi, çal beni buradan! Uzaklara, çok uzaklara götür! Burada çamura dönüyor bütün gözyaşları!
Şimdi, şunu aklınızdan çıkarmayın, buradaki amacım size resim yapmayı değil, görmeyi öğretmekti. İki adamın Clare Çarşısı’na girdiğini ve çarşıyı baştan sona gezdiklerini düşünün. Dışarı çıktıklarında adamlardan birinin iç dünyasında hiç bir değişiklik olmamıştır. Öteki ise yürürken bir kadının sepetinden sarkan ve kadınla birlikte salınan maydanoz tutamını fark etmiştir, gün içinde çalışırken bu ve buna benzer güzellik imgelerini içinde taşıyacak, onları harmanlayacaktır. Ben sizin de bunun gibi şeyleri fark edebilmenizi istiyorum."
Oysa gözler, görmeyi amaçladığı yere vardığında beden ve akıl yeniden varlığını hatırlatıyor, sözkonusu yerden alınacak hazzı azaltıyordu
Saatte yüz kilometre katederek yer değiştirmek, gücümüzü, mutluluğumuzu ve bilgimizi bir nebze bile artırmayacaktır. İnsanların dünya üzerinde görülmesi gereken her şeyi görmeleri mümkün değildir; daha fazla şey görebilmek için yavaş yürümeleri gerekir, hızlı yürümek onlara bir şey kazandırmaz. Asıl değerli olan düşüncedir, bakıştır, hız değil. …"
Gün ortasında, güneş en tepedeyken bile harıl harıl çalışıyorum ve bundan bir ağustosböceği gibi zevk alıyorum. Tanrım, keşke bu diyarlara otuz beş yaşımda değil de yirmi beş yaşımdayken gelmiş olsaydım!"
Kimliklerimiz, büyük ya da küçük ölçüde, eriyebilen ve içine aktığı kalıba göre değişebilen bir özelliğe sahiptir; ruh halimiz, kiminle (ya da bazen neyle) birlikte olduğumuza göre dönüşür ve değişir.
Saatte yüz kilometre katederek yer değiştirmek, gücümüzü, mutluluğumuzu, ve bilgimizi bir nebze bile artırmayacaktır. İnsanların dünya üzerinde görülmesi gereken her şeyi görmeleri mümkün değildir; daha fazla şey görebilmek için yavaş yürümeleri gerekir."
Şu anda bulunmadığım bir yerde bulunursam daha iyi olacağım yanılsamasını yaşamışımdır hep; bu hareket etme tutkusunu sonsuza dek ruhumda taşıyacağım.
Şu anda bulunmadığım bir yerde bulunursam daha iyi olacağım yanılsamasını yaşamışımdır hep; bu hareket etme tutkusunu sonsuza dek ruhumda taşıyacağım.
Yolculuklar düşüncelere gebedir. Hareket eden bir uçak, gemi ya da tren kadar bizi kendimizle konuşmaya sevk eden pek az yer vardır. Önümüzdeki manzarayla aklımızda gelip giden düşünceler arasında garip bir bağlantı vardır: Geniş düşünceler geniş manzaralara, yeni düşünceler yeni mekanlara ihtiyaç duyar.
Seyahatlerimizden aldığımız haz, belki de gittiğimiz yerle değil, giderkenki ruh halimizle ilgilidir.
Ruskin insanların ayrıntıları fark etmeyişlerinden yakınırdı. Ona göre modern turistler aceleyle geziyor ve gerçekte hiçbir şey görmüyorlardı, özellikle trenle bir haftada Avrupa’yı dolaşıp Avrupa gördüm" diye böbürlenen turistlere çok kızıyordu.
Sevdiğim yer neresiyse ülkem orasıdır; bana hayaller kurduran, bana kendimi iyi hissettiren yerdir.
Yabancı bir yeri sevmemizin nedeni o yerin bize yeni ve farklı bir şey sunmasıdır.
Kişisel yaşamımızda da bizi harekete geçirenler böyle küçük ayrıntılardır.
Yaşamım… rüyalarımda bu kadar güzel, şiirsel, uçsuz bucaksız ve aşkla dolu olan yaşamım, herkesinkinden farksız bir yaşam olup çıkacak. Tekdüzelikle, akıl ve mantık çerçevesinde, budalaca geçirilecek yıllar…
Kendimizle yüzleştiğimiz yerin evimiz olması şart değildir. Aksine evdeki eşyalar değişimin önüne geçer çünkü eşyanın kendisi zaten değişmemektedir. Ev içindeki dekor yüzünden günlük yaşamdaki benliğimize (belki de bizim aslımızı yansıtmayan kimliğe) zincirlenir kalırız.
İnsan kimi zaman planlarını (hatta bazen bütün yaşamını) çok basit ve üzerinde hiç düşünülmemiş bir mutluluk imgesinden etkilenerek değiştirebiliyor, tropikal rüzgarda zerafetle salınan bir palmiye ağacının fotoğrafı onu kolayca harekete geçirebiliyor, anlık bir kararla mahvına yol açacak kadar pahalı bir seyahate çıkmaya sevk edebiliyordu.
İnsan, koltuğunda oturarak da seyahat edebiliyorsa eğer, hareket etmenin ne anlamı var?
Hissettiğim en ufacık bir hüzün, mutluluğun ve anlayışın erişilmez olduğuna dair içimde uyanan en ufacık bir şüphe bile, bu ıslak koyu kırmızı tuğla binaların ortasında ve şehir ışıklarının turuncuya boyadığı bu basık gökyüzünün altında kolayca cesaret buluyor, bütün hüzünlere ve içimi kemiren kocaman şüphelere dönüşüyordu.
“İnsanın mutsuzluğunun tek nedeni, odasında sessizce oturmayı becerememesidir.”
Pascal, Düşünceler, 136
Pascal, Düşünceler, 136
“Yıldızlar ve dalgalar
gördük; kumullar gördük; önümüze her yerde Umulmadık belalar çıktı, hiçten kavgalar
Ve sıkıldık buradaki gibi birçok günlerde.”
gördük; kumullar gördük; önümüze her yerde Umulmadık belalar çıktı, hiçten kavgalar
Ve sıkıldık buradaki gibi birçok günlerde.”
Estetik ve maddesel nesneler sayesinde mutlu olabilme yetimiz, öncelikle duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarımızı; sevgi, anlayış, kendini ifade etme ve saygı gibi ihtiyaçlarımızı tatmin etmemize bağlıydı. Yaşadığımız ilişki kendini birdenbire anlayışsızlığa ve küskünlüğe teslim ediyorsa eğer, görkemli tropikal bahçelerin ya da tahtadan şirin mi şirin sahil kulübelerinin tadını çıkarmamız (çıkarabilmemiz) mümkün değildi.
Seyahate gideceğimiz yerleri resimlerle ya da sözlerle tasvir ederken kendimizi kolayca unutur, o tasvirin dışında tutarız.
Sex – Bu sözcükten kaçın. Bunun yerine yakınlaşma" demek daha uygun düşer.
İnsanlar bitkibilim, astronomi ve karşılaştırmalı anatomi gibi çok çeşitli alanlarda aynı anda ilgilenmekle eleştiriyorlar beni. Bir insan etrafındaki her şeyi öğrenmek ve kucaklamak gibi bir arzu taşıyorsa, kim bu arzunun önüne geçebilir?"
Alexander von Humboldt
Alexander von Humboldt
Seyahat etmenin tehlikelerinden biri, gezip gördüğümüz yerlere yanlış zamanda gitmemizdir. Bir yere dair algılama ve kavrama yetimiz o an için gerekli güce henüz ulaşamadıysa, seyahat sırasında edindiğimiz bilgiler, zinciri olmayan boncuklar misali uçup giden gereksiz bilgiler olup çıkar.