İçeriğe geç

Sexing the Cherry Kitap Alıntıları – Jeanette Winterson

Jeanette Winterson kitaplarından Sexing the Cherry kitap alıntıları sizlerle…

Sexing the Cherry Kitap Alıntıları

Risk olmadan güvence olmaz ve göze aldığın şey neye değer verdiğini açıklar.
Anıtlar da kentler de onları yapan kişiler gibi eriyip gideceklerdi. Hiçbir mezar ya da saray ileriki ışık yıllarından sağlam çıkmayacaktı. Yeniden yazılamayacak hiçbir tarih yoktu, en eski günlerse zaten görülemeyecek kadar uzakta kalmışlardı.
Erkeklerden nefret etmiyorum, biraz daha çaba göstersinler istiyorum. Hepsi kahraman olmak hevesinde, biz ise evde kalıp ev işlerine ve çocukların yetiştirilmesine katkıda bulunsunlar istiyoruz. Ama onların kahramanlık anlayışı buna benzemiyor.
Bu çiçek bozuğu dünyada kendi kaderimi kendim çizebilirdim.
Yola çıktım ve gördüm ki kafanın en basit yolculuğunun bile sonu yok.
Bir an gelecek bileceğiz ki biz bütün karşılaştıklarımızın bir parçasıyız ve bütün karşılaştıklarımız zaten bizim bir parçamızmış.
Kara kirazı vişneye aşılayıp sabırla sonuç beklediğimi gören annem iki şey haykırmıştı bana:”Kendinle beni kıçlarımızdan birbirimize dikerek nasıl bir birleşme sağlayabilirsen,bundan da o kadarını um işte…”Yaptığın o canavarın cinsiyeti ne olacak?”
Yüreğimi açık tuttuğum için çok acı çektim şimdiye dek, artık tatlı dillere, övgülere kolay pabuç bırakmıyorum.
Gelecek artık vahşi bir şey, pusuya yatmış bir hayvan gibi bekliyor bizi.
Her yolculuk kendi çizgileri içinde bir başka yolculuk gizler:sapılmayan dönemeç,unutulan açı.Kayda geçirmek istediğim yolculuklar bunlar işte.Yaptıklarım değil de yapmış olabileceklerim ya da belki başka bir zamanda bir yerde yapmış olduklarım.
Onu aşk konusunda eğitemem, çünkü o konuda tümden tecrübesizim ama aşksızlık konusunda eğitebilirim onu, dünyada yalnızlıktan daha kötü şeyler olduğuna da inandırabilirim.
Belirsizlikten, karmaşadan, her şeyden çok da kendimden kaçıyordum.
Hiç tutar yanı olmayan hayaller nereden gelip yerleşir insanın kafasına?
Aşk dedikleri şey bizi doğruca cennetin kapılarına götüren, aynı anda o kapıların sonsuza dek kapalı olduğunu gösteren zulümmüş meğer.
Her erkek kadınlar konusunda bilinecek her şeyi bildiğini sanır, bu da sizin onlara karşı en büyük gücünüzü oluşturur.
Bu sevmek konusu kafamı kurcalıyor çünkü vaize bakarsanız bizi ancak Tanrı gerçekten sevebilirmiş, gerisi şehvet ve bencillikmiş.
Rüzgardan savrulan ağaçlar gene de güneşe doğru dönerler; o da yaşamını bana doğru döndürse olmaz mıydı?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kafasının içinde yeterli sayıda deniz ve kent varmış.
İnsanların ağzından çıkan sözler yükselerek kentin üstünde kalın bir bulut oluşturuyor, bunların belirli aralıklarla süpürülmesi gerekiyor ki kent aşırı dilden tamamen temizlensin.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kader bir ana bağlıdır ve o an da değiştirilebilir.
İç yaşamımız, bize tek değil çok olduğumuzu, tek varlığımızın aslında el ele tutuşmuş sayısız varlık olduğunu açıklıyor. Aynı kağıttan oyulmuş birbirine bitişik bebekler gibiyiz, ama bitimsisiz. “Ben daha önce burada bulunmuştum,” dediğimizde belki de asıl dediğimiz “ Ben şimdi buradayım”dır, ama başka bir zamanda, başka bir şey yaparak. Çeşitli yaşamlarımız bir garsonun elindeki tabaklar gibi üst üste duruyor olabilir. Görünen yalnızca en üstteki tabaktır ama, ötekiler de oradadır ve bir yanlışlık sonucu onları da fark ederiz.
“Bırak tüm dünya istediği gibi çiftleşsin, yoksa hiç çiftleşmesin.”
“Ama bana hiçbir zaman dokunmadı. Bir oğlan çocuğunu seviyordu. Birbirlerine dolanmış yatarlarken tek bir okla deldim ikisini de.
Bunun şiirsel bir şey olduğunu düşünüyorum hala.”
Onu aşk konusunda eğitemem, çünkü o konuda tümden tecrübesizim ama aşksızlık konusunda eğitebilirim onu, dünyada yalnızlıktan daha kötü şeyler olduğuna da inandırabilirim.
Birbirini seven iki erkek kardeşin tragedyasından söz açtım. Birbirlerine duydukları sevgi doğa dışı sayılabilirdi, çünkü biri öldürüldüğünde öteki öylesine derin bir kedere düşmüştü ki, kardeşinin yaşamının bağışlanması için yakardığında, yılın bir yarısında birinin, öteki yarısında ötekinin yaşaması koşuluna boyun eğmişti, ikisinin hiçbir zaman bir arada yaşayamayacağını kabullenmişti.
Yüreğinizin en derininde yatanı güvenip de erkeklere sakın açıklamayın. Yüreğinizin en derininde yatan onlar ise, bunu kendilerine söylemeyin.
Eski Yunanlılar gizli yaşamları için görünmez mürekkep kullanırlarmış. Sıradan bir mektup yazar, satır aralarına ise süt ile yazılmış başka bir mektup eklerlermiş. Kağıt görünüşte son derece masummuş, sırrı bilen biri üstüne kömür tozu serpinceye kadar. Mektubun ne hakkında olduğunun önemi kalmazmış. Önemli olan farkedilmeden içinden fırlayan hayatmış. Farkedilmeden…
Öz yaşamımın görünmez mürekkeple yazıldığını keşfettim.
Budistlerin dediğine göre Tanrı’yı bulmanın 149 yolu varmış. Ben Tanrı’yı değil, kendimi arıyorum ki bu çok daha karmaşık. Tanrı hakkında pek çok şey yazılıp çizilmiş, ama benim için bir tek satır yazılmamış.
İnsanlar böyledir, susmaktansa akıllarına geleni söylerler.
Risk olmadan güvence olmaz ve göze aldığın şey, neye değer verdiğini açıklar.
Anıtlar da kentler de onları yapan kişiler gibi eriyip gideceklerdi. Hiçbir mezar ya da saray ileriki işık yıllarından sağlam çıkmayacaktı. Yeniden yazılamayacak hiçbir tarih yoktu, en eski günlerse zaten görülemeyecek kadar uzakta kalmışlardı.
Bir gecede 200.000 yıl geçebilir, zaman yalnızca kafamızda ilerleyerek. Mevsimlerin düzenli ilerlemesi, çok sevdiğimiz toprağın her an değişmesi dışarıda sürüp gider, içimizde ise ışık yılları farklı gökyüzleri altında döndürürler bizi.
Ruhum varsa ya da hayaletim, adı her neyse işte, o varsa tekil değil çoğuldur. Boyutları kendi üstüne kapalı değil, uzama açıktır. Geçmişte ve gelecekte pek çok değişen ve çürüyen bedeni mesken tutabilir.
İnsanlar her şeye inanır.
Galiba doğru olandan başka her şeye.
İşin kötü yanı şu: Çoğunluk edilgen ve bananeci oldu mu, benim gibi sıradan kişiler dertlerini anlatabilmek için çok ileri gitmek, hayatlarını kaydırmak, alay konusu olmak zorunda kalıyorlar.
-belki başka birini ararken, hiç beklemediği anda bir bahçede ya da bir dağın tepesinde, yağmur altında kendi kendisiyle karşılaşır insan.
Belki de dünyayı ıska geçtim, benim gördüğüm dünya sahteydi, aslını bulmayayım diye önüme onu sürdüler. Her an anlamı yakalamak üzereymişim gibi geliyor ama yine kaybediyorum.
-belki başka birini ararken, hiç beklemediği anda bir bahçede ya da bir dağın tepesinde, yağmur altında kendi kendisiyle karşılaşır insan.
Hepimiz böyle mi yaşıyoruz? İki yaşam: dışavuran ideal yaşam, bir de imgelemin egemen olduğu, gizlerimizi sakladığımız içsel yaşam.
Gitme, kal, demesini istedim, şimdi de aynı şeyi Fortunata’nın söylemesini istiyorum.
Neden yapmazlar bunu?
Dünyayı görmek için bu adadan ayrılmanıza gerek yokmuş, kafasının içinde yeterli sayıda deniz ve kent varmış.
Okumak bize okumamaktan daha çok zaman kazandırır.
Ölü doğa, dans eden yaşamdır. Işığın dans eden yaşamı
Oysa biz zamanın içinde hareket etmiyoruz, zaman bizim içimizde hareket ediyor.
Zaman hakkında düşünmek ise daha baş döndürücü, hatta uçurumsal.
Zaman hakkında düşünmek, yerküreyi durmadan döndürmek gibi bir şey – tüm yolculukların aynı anda sürdürüldüğünü, bir yerde olmakla başka yerlerin varlığını inkâr edemeyeceğimizi, o yeri görmesek, elle tutamasak (inanmak için kullandığımız öl çütler bunlar ya) bile kabullenmek.
Öyle ama değil. Haritaları katlayın, yerküreyi bir yana bırakın. İlle de harita yapmak isteyen birileri varsa, bırakın yapsınlar, size ne? Siz başka bir resmi çizmeye başlayın. Alt köşede balinalar, üst köşede karabatak kuşları olsun yine. İkisinin arasındaki alanda, başka haritalarda görmediğiniz yerleri, yalnızca size malum olan bağlantıları belirleyin eğer becerebilirseniz. İster yuvarlak olsun ister düz, bu dünyanın keşfedilmiş yerleri çok az.
Şimdilerde, minik böcek gövdelerimizle dünyanın her yanına yayılarak, oraya buraya bayraklar, binalar dikerek, sanki tüm yolculukları tükettik.
Zamanın hiçbir anlamı yok bu yolculukta; uzamın, mekânın anlamı yok. Tüm zamanlarda varolunabilir, her mekânda bulunulabilir. İnsan aklı tek bir günde okyanusları sığ havuzlara dönüştürebilir. Doğduğu topraktan bir adım öteye gitmemiş kimi kişiler tüm dünyayı dolaşmışlardır. Düz çizgi üstünde sürdürülen bir yolculuk değildir bu, bir ileri bir geri gider, takvim tanımaz, gövdenin kırışıklıklarını, buruşukluklarını görmez. Benlik belli bir anda, belli bir mekânda kıstırılamaz; ama kimi kez, bir an ile bir mekânın kesiştiği bir noktada ve yalnızca orada, belki bir an için, benliğin bir kapıdan çıktığı görülebilir. Ve anında yok olur.
Benim kalbim de bu vahşi belde gibi, hiç geleni gideni olmadı, canlı bir varlığı yaşatıp yaşatamayacağını bilmiyorum.
Annem bir matematik denklemi gibi; hep var ve olmadığını kanıtlamak imkansız
Rüzgârdan savrulan ağaçlar yine de güneşe doğru dönerler
İnsan gövdesi kendi kendinden bu kadar çok mu tiksiniyor ki, her ne pahasına olursa olsun kurtulmak istiyor?
Ç0nkü duygusal içeriği olmayan şehvet bir süre sonra insanın içine afakanlar bastırır herhalde.
sevdiğimizin varlığını, çok uzakta değilse bile dokunamayacağımız kadar uzakta, her an hissediyoruz.
Bir kere âşık oldum – aşk dedikleri şey bizi doğruca cennetin kapılarına götüren, aynı anda o kapıların sonsuza dek kapalı oldu ğunu gösteren zulümmüş meğer.
1. Erkekleri memnun etmek kolaydır, ama uzun süre memnun kalmazlar, kendilerini coşturacak yenilikler ararlar.
2. Erkekleri şehvete düşürmek kolaydır ama bu duygularını uzun süre ayakta tutamazlar.
3. Erkekler hep yumuşak kadın ararlar, ama başlarında güçlü bir kadın bulunmadıkça hayatları perişan olur.
4. Erkekler her an bir şeyle meşgul olmalıdırlar yoksa başlarını belaya sokarlar.
5. Erkekler kendilerini ağırlık, kadınları ise hafif görürler. Dolayısıyla, fazla can sıktıklarında boyunlarına bir taş bağlayıp onları suda boğmak kolaydır.
6. Erkekleri kendi aralarında gruplar hâlinde tutmak en iyisidir. Böylece birbirleriyle yarışmaktan ve sarhoşluktan bitkin düşerler. Bunlar olurken kadın kendi yaşamını istediği gibi sürdürebilir.
7. Yüreğinizin en derininde yatanı güvenip de erkeklere sakın açıklamayın. Yüreğinizin en derininde yatan onlar ise bunu kendilerine söylemeyin.
8. Bir erkek sizden para isterse vermeyin.
9. Siz bir erkekten para isterseniz, o da vermezse onun en değerli malını satın ve hemen onu terkedin.
10. Her erkek kadınlar konusunda bilinecek her şeyi bildiğini sanır; bu da sizin onlara karşı en büyük gücünüzü oluşturur.
Bir erkek sorumluluklar yüklenmek zorunda, dedi, “ama bunlar ille de kendi seçtiği şeyler olmuyor çoğu kez.
Çok doğru, dedim. Şeytanın bir kadının omzuna yüklediği yükler ise iki kat daha ağırdır.
O kadının yüzü, göze almaya cesaret edemeyeceğim bir deniz yolculuğuydu.
Her yolculuk kendi çizgileri içinde bir başka yolculuk gizler: sapılmayan dönemeç, unutulan açı.
Jordan küçükken kâğıttan kayıklar yapar, ırmakta yüzdürürdü. Bu yolla rüzgârın bir yelkeni nasıl etkilediğini öğrendi ama aşkın bir yüreği nasıl etkilediğini öğrenemedi. Sabrını aşan tek şey umuduydu.
Eski Yunanlar gizli yaşamları için görünmez mürekkep kullanırlarmış. Sıradan bir mektup yazar, satır aralarına ise süt ile yazılmış başka bir mektup eklerlermiş. Kâğıt görünüşte son derece masummuş; sırrı bilen biri üstüne kömür tozu serpinceye kadar. Mektubun ne hakkında olduğunun önemi kalmazmış. Önemli olan, farkedilmeden içinden fırlayan hayatmış. Farkedilmeden
Kayda geçirmek istediğim yolculuklar bunlar işte. Yaptıklarım değil de yapmış olabileceklerim ya da belki başka bir zamanda başka bir yerde yapmış olduklarım.
Her yolculuk kendi çizgileri içinde bir başka yolculuk gizler: sapılmayan dönemeç, unutulan açı.
İnsanlar her şeye inanır.Galiba doğru olandan başka herşeye ..
Risk olmadan güvence olmaz ve göze aldığın şey, neye değer verdiğini açıklar.
Anıtlar da kentler de onları yapan kişiler gi eriyip gideceklerdi. Hiçbir mezar ya da saray ileriki ışık yıllarından sağlam çıkmayacaktı. Yeniden yazılamayacak hiçbir tarih yoktu, en eski günlerse zaten görülemeyecek kadar uzakta kalmışlardı.
Ben ne istiyordum?
Hayal kurmaya koyulduğumda bir yuva, bir sevgili, birkaç çocuk istiyorum, ama olacak bir şey değil. Kim bir canavarla yaşamak ister? Görünüşüm artık bir canavarı andırmıyor ama içimdekini uzun süre saklayamam. Bir yerden patlar, entarimin dikişlerini attırır, sütçü sulu sulu sırıtıp Nassın şekerim, dediğinde herifin kafasına kap kacak fırlatır. Doğrusunu isterseniz, bu ikiyüzlü, kokmuş dünyaya artık dayanamıyorum. Sabrım kalmadı. İltifat etmek, yalan söylemek, yaltaklanmak ve hatta gülümsemek bile zor geliyor. Neye gülümseyecekmişiz ki?
Hiç çaba göstermiyorsun ki dedi annem. Her şey o kadar kötü değil.
İnsanlar her şeye inanır. Galiba doğru olandan başka her şeye.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir