İçeriğe geç

Sevme Sanatı ve Erich Froom Kitap Alıntıları – Murat Ukray

Murat Ukray kitaplarından Sevme Sanatı ve Erich Froom kitap alıntıları sizlerle…

Sevme Sanatı ve Erich Froom Kitap Alıntıları

İnsanları da kitlelerin telkinleri yönlendiriyor; bu insanların tek amacı daha çok üretip daha çok tüketmektir. Bütün etkinlikler bu ekonomik araçlara tabidir; araçlar amaç olmuştur; insan iyi beslenen, iyi giyinen bir otomattır
Bugünki sistem içinde sevmeyi başarabilen insanlar, ne olursa olsun azınlıktadır
Sevmek, kendimizi hiçbir güvence olmaksızın başkasına adamamız, sevgimizin sevdiğimiz kişide sevgi uyandırmasını umarak kendimizi bütünüyle ona vermek demektir. Sevgi bir inanma işidir, inancı az olanın sevgiside azdır.
Yiyip için ya da üreyip çoğalan bir makine!!!
Seçim özgürlüğü kisvesi altında sunulan standart bir yaşam var
Sibernetik çağda birey gitgide yönetilmeye açık hale gelmektedir. Onun çalışması tüketimi ve boş zamanı reklamlar, ideolojiler Tarafından yönetilmektedir. Birey, toplumsal süreçteki etkin, sorumlu rolünü yitirmektedir;
bütünüyle ‘uyarlanmış’ hale gelmekte ve genel düzene uymayan herhangi bir davranış, hareket, düşünce ya da duygunun çıkarlarını fena halde zedeleyeceğini öğrenmektedir; gerçekte o, kendisinden nasıl olması bekleniyorsa öyledir
Unutmayın ki, hazineniz nerede ise, kalbiniz de orada olacaktır
Her toplum kendi beklentileri doğrultusunda insan yetiştirir.
Aşık olmak anormalliğin sınırındadır, insanın gerçekleri görmesini engeller, zorlayıcıdır ve çocukluktaki sevgi nesnelerinin başka şeylere aktarılmasıdır.
İnsan, fincanla atılan zar gibi salt bir nesneymişçesine yaşayamaz.
İnsan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir.
“Bir kadın bize çiçekleri sevdiğini söylese ama onları sulamasa , çiçekleri sevdiğine inanmayız .Sevgi , sevdiğimiz şeyin yaşaması , gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir. Bu etkin ilginin bulunmadığı yerde sevgi olmaz.”
İnsanların mutsuz oldukları bir toplumda yaşıyoruz.
İnsan kendisini öylesine güçlü görüyordu ki, artık içinde doğayı yapı yaşı olarak kullanarak, ikinci bir dünya yaratmak umudunu taşıyordu.
İnsan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olmayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir.
Gelişmemiş sevgi şu ilkeyi benimser: Sevildiğim için seviyorum , olgun sevgi ise şu ilkeye izler: Sevdiğim için seviliyorum , olgunlaşmamış sevgi şunu der: Seni, sana ihtiyacım olduğu için seviyorum , olgun sevgi Seni sevdiğim için sana ihtiyacım var , der.
İnsan kendini öylesine güçlü görüyordu ki, artık içinde doğayı yapı taşı olarak kullanarak, ikinci bir dünya yaratmak umudunu taşıyordu.
İnsanların mutsuz oldukları bir toplumda yaşıyoruz. Yalnız, çeşitli korkular altında acı çeken, ruhen dengesiz, yıkık ve bağımlı olan bu insanlar, önce bütün çabalarıyla kendilerine boş zaman yaratmaya çalışırlar, sonra da bu zamanı öldürebildikleri ya da geçirebildikleri oranda sevinç duyarlar. Ne acı bir çelişki!
Sadece uyku, onaylanan bir eylemsizlik durumudur; uyanıkken tembelliğin yaşamımızda yeri olmamalıdır.
Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye Sahip olmak demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama bu maddesel sahip oluşların sonu yoktur. İnsan hiç bir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir. Bu nedenle sahip olmak tutkusundaki insanlar hep kendilerinden fazla şeye sahip olanları kıskanacak, az şeye sahip olanlardan ise, kendi mallarına göz dikecekleri telaşı ile korkacaklardır.
Tek bir annenin çocukları olduklarından, toprak ananın çocukları olduklarından bütün insanlar eşittir.
Artik kadin ve erkek karşit gruplar olarak eşit değil birbirinin aynı olmaya başlamıştır. Günümüz toplumu bireysel olmayan eşitlik idealini önermektedir. Çünkü zahmetsizce sorun çıkarmadan çalışan, seri halde üretim yaparken tamamen birbirine benzeyen insan atomlarına ihtiyaç duymaktadır. Bu insanların aynı emirleri yerine getirip yine de kendi gönüllerine göre davranmaları istenir. Günümüz seri üretimi nasil ürünlerin standartlaşmasini zorunlu kiliyorsa , toplumsal süreçte insanların tek tip olmasını ister ve bu standartlaşmaya da eşitlik adı verilir.
Sevgi ve nefret karşıt dürtüler değildir. İkisi de insanın hayvan doğasını aşabilme çabasından kaynaklanır. Hayvan ne sevebilir ne de nefret edebilir. Oysa insan hem sevebilir hem de nefret edebilir.
İnsanın çelişkisi; hem doğanın bir parçası olması hem de ondan kopuk olması; hem insan hem de hayvan olmasından kaynaklanır. Hayvan olarak doyurulması gereken fizyolojik özellikleri vardır. İnsan olarak akıl yürütebilir, benliğinin bilincindedir.
Fromm’a göre insan, kendisini doğal ve toplumsal dünyaya sıkıca bağlayan, ona güven ve ait olma duygusu veren bağlardan ayrılmadıkça özgür değildir ve bireyleşme süreci, bireyin özgürlüğünü aramasıyla başlamaktadır.
Sevgi bir etkinliktir , pasif bir duygu değildir. Sevgi , insanın kendi içinde geliştirdiği bir şeydir , bir şeye sürüklenmesi değil.Sevginin etkin özelliği en genel biçimde şöyle tanımlanabilir : Sevgi ilk önce vermektir , almak değil.
Olgun sevgi insanın kendi bütünlüğünü ve bireyselliğini koruduğu bir birleşmedir. Sevgi insanda aktif bir güçtür.
Hiçbir şey bilmeyen hiçbir şeyi sevmez. Hiçbir şey yapamayan, hiçbir şey anlamaz. Hiçbir şey anlamayan, değersizdir. Oysa anlayan kişi aynı zamanda sever, farkına varır, görür. Bir şeyin aslında, ne kadar bilgi varsa daha fazla sevgi vardır. Tüm yemişlerin böğürtlenlerle aynı zamanda olgunlaştığını düşleyen kişi üzümlere ilişkin birşey bilmiyor demektir.

PARACELSUS

Çoğu kez aşk olarak belirtilen şey,sevme beceriksizliğini ve sevememeyi gizlemek için kullanılan maskeden başka bir şey değildir.
Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması ve gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir. Bu etkin ilginin bulunmadığı yerde sevgi de yoktur.
Ama sevmek sadece vermek değildir. Sevginin etkin özelliği her türlü sevgide görülen belli temel öğelerde kendini gösterir. Bu temel öğeler: Özen, sorumluluk duygusu, saygı ve bilgidir.
Sevgi bir etkinliktir, pasif bir duygu değildir. Sevgi, insanın kendi içinde geliştirdiği bir şeydir, bir şeye sürüklenmesi değil. Sevginin etkin özelliği en genel biçimde şöyle tanımlanabilir: Sevgi ilk önce vermektir, almak değil.
Bu hoşgörü,karanlıkta bir fili tanımlamaları istenen üç adamın öyküsüyle çok iyi anlatılmıştır.Filin hortumuna dokunan biri “Bu hayvan bir su hortumuna benziyor,”demiş;kulağına dokunan diğeri ise “Bu hayvan bir yelpazeyi andırıyor,”demiş,filin tek bacağına dokunansa,onu bir sütuna benzetmiştir.
Tanrı’nın ne olmadığı konusunda ne kadar çok bilgi sahibi olursam,Tanrı hakkında o kadar çok şey bilirim.(Maimonides’in olumsuz özelliklerini yorumlayışı.)
Bencil insanların başkalarını sevemedikleri doğrudur,ama onlar kendilerini de sevemezler.
Bal,yaşamın tatlılığının yaşama sevincinin,yaşamanın verdiği mutluluğun simgesidir.İnsanların çoğu “süt” verebilecek durumdadır,ama sadece pek azı bal katabilir buna.Bal verebilmek için annenin sadece ‘“iyi bir anne ‘olmakla kalmaması,mutlu bir insan da olması gerekir.-bunu çok az kişi başarabilir-
Gelişmemiş sevgi şu ilkeyi benimser:”Sevildiğim için seviyorum”,olgun sevgi ise şu ilkeyi izler:”Sevdiğim için seviliyorum”,olgunlaşmamış sevgi şunu der:”Seni,sana ihtiyacım olduğu için seviyorum”,olgun sevgi “Seni sevdiğim için sana ihtiyacım var “,der.
Sevgiyi, olgun bir insanın varoluş sorununa verdiği yanıt olarak mı, yoksa ortak yaşam denilebilecek olgunlaşmamış sevgi biçimleri olarak mı anlıyoruz?
İnsan ayrı olmanın, sürüden sadece birkaç adım uzağında bulunmanın korkusunu, ancak toplumla birleşme gereksiniminin ne denli güçlü olduğunu kavradığında anlar.
Günümüzde eşitlik ‘bir olmak‘ değil’aynı olmak’anlamına geliyor
Özgürlüğü, istediğini yapmak olarak değil, insana kendisi olabilmek şansının verilmesi olarak anlamak gerek.Özgürlük, sınırsız ihtirasların bir demeti biçiminde ele alınmamalıdır. Onun daha çok, gelişim ve çöküş, yaşam ve ölüm gibi ayrı kutupların ince bir sanatla dengelenmesi sonucunda oluşan bir yapı olduğunu fark etmek.
İnsanlar ne yaptıklarını değil daha çok ne olduklarını düşünmelidirler.
Çünkü Sevgi sahip olunabilecek bir nesne, bir mülkiyet haline gelmiştir. İki tarafta sevgiye değer olmaya sevgiyi canlandırmaya çaba göstermemeye başlayınca, her şey can sıkıcı olur ve güzellikler yitirilir. Hayal kırıklığına uğrayan eşler çaresizdirler. Kendilerine başlangıçta bir hatamı yapmıştık?Yoksa karşımızdakini tanıyamamış mıydık? Veya ben mi değiştim?gibi sorular soran eşler genellikle karşı tarafı suçlu bulup kendilerini aldatılmış hissederler anlayamadıkları şey artık ilk zamanlardaki gibi birbirlerini seven insanlar olmadıklarıdır.
Önce şu soruları soralım: İnsan inançsız yaşayabilir mi?Bizler önce kendimize sonra çevremizdekilere ve giderek birlikte yaşadığımız her insana inanmaya mecbur değil miyiz? Yaşamın kurallarına inanmadan var olabilir miyiz?Cevapların ‘evet’olması halinde ortaya çıkan şey inancı olmayan bir insanın umutsuz yalnız ve korku dolu olacağıdır.
Mala,mülke,şöhrete,bilgiye sahip olmak demek,onları ele geçirmek,kendine mal etmek,onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir.Olmak ise ‘sahip olmak’ın karşıtıdır.Olmak her şeyi kendi bütünlülüğü,canlılığı ve yaşamı gelişimi içinde sevmek demektir.
Gelişmemiş sevgi şu ilkeyi benimser, “Sevildiğim için seviyorum”, olgun sevgi ise şu ilkeyi izler: “Sevdiğim için seviliyorum”, olgunlaşmamış sevgi şunu der: “Seni, sana ihtiyacım olduğu için seviyorum”, olgun sevgi: “Seni sevdiğim için sana ihtiyacım var” der.
Tanrı sevgisi ne Tanrı hakkında en akılcı bilgiye sahip olmak ne de Tanrı’yı sevdiğini düşünmektir; Tanrı sevgisi, Tanrı’yla bütünleşmeyi yaşamaktır.
Dinin son amacı doğru inanç değil doğru davranıştır.
Anne sevgisi koşullar ileri sürmez, tümüyle koruyucu ve sarmalayıcıdır. Koşul ileri sürmediğinden, kontrol edilemez, kazanılamaz. Ona sahip olmak mutluluktur; yokluğu ise insanda kaybolmuşluk ve ümitsizlik doğurur.
Bilimsel çevrelerin çoğunda kabul görmemiş olsa da Bachofen ile Morgan’ın on dokuzuncu yüzyılın ortalarında yaptıkları önemli ve büyük buluşlar, en azından birçok kültürde ataerkil bir dinsel evreden önce anaerkil bir evrenin bulunduğu konusunda kuşkuya yer bırakmıyor. Anaerkil evrede en üstün varlık annedir. Tanrıça odur; ailenin ve toplumun en yetkin kişisidir.
Bencil insanların başkalarını sevemedikleri doğrudur ama onlar kendilerini de sevemezler.
Sevgi başka birisinin bizde uyandırdığı bir “duygu” değil, aksine sevilen insanın gelişmesi ve mutluluğu için harcanan etkin bir çabadır. Bu çaba, kendimizi sevebilme yeteneğimize bağlıdır.
Eğer sevgi sadece bir duygu olsaydı, birbirini ölünceye kadar söz vermek gerekmezdi. Duygular gelip geçicidir. Eğer muhakeme ve karar verme gücüm devrede değilse, ben sevgimin ölünceye dek süreceğini nasıl iddia edebilirim?
Simone Weil, bir erkeğin karısına söylediği “seni seviyorum” itirafı ile ilgili olarak konuşurken, bunu oldukça güzel ifade ediyor ve şöyle diyor; “Aynı sözler söyleniş tarzına göre hiçbir şey ifade etmeyebilir veya olağanüstü olabilirler. Bu sözlerin söyleniş biçimi, istemin etkide bulunamadığı, söyleyenin içinden gelen derinliğe bağlıdır. Neredeyse olağanüstü bir uyumla bu sözler, onları duyanın içinde de aynı derinliğe ulaşır. Böylece eğer duyan kişinin sezgi gücü varsa, sözlerin taşıdığı değeri anlayacaktır.”
Baba sevgisi koşula bağlıdır; genel kuralı da, “Seni seviyorum çünkü beklentilerimi yerine getiriyorsun, görevini yapıyorsun, bana benziyorsun”dur.
Başka bir insana saygı duyabilmem için, kendi bağımsızlığıma ulaşmış olmam gerektiği çok açık. Eğer koltuk değneği olmadan ayakta durup yürüyebiliyorsam, bunun için başkasını kullanmama gerek yoktur. Saygının ön şartı özgürlüktür. Eski bir Fransız şarkısında şöyle denir: I’amour est I’enfant de la liberte. Sevgi özgürlüğün çocuğudur, hiçbir zaman baskının değil.
İlgi ve özenin dışında sevgi için başka bir şey daha gereklidir; bu da sorumluluk duygusudur. Günümüzde sorumluluk, genelde bir “görev”, yani bize dışarıdan yüklenmiş bir şey olarak algılanır. Oysa sorumluluk gerçek anlamıyla insanın kendi isteğine bağlı olarak gelişen bir duygudur, başka birisinin ifade edilen ya da edilmeyen gereksinimlerine verdiğimiz yanıttır. Birisi için “sorumluluk” duymak demek, “yanıt verme” yetisine sahip ve bu duruma hazır olmaktır.
İnsanlık sevgisiz bir gün bile yaşayamaz.
Sevgi bir etkinliktir, pasif bir duygu değildir. Sevgi, insanın kendi içinde geliştirdiği bir şeydir, bir şeye sürüklenmesi değil. Sevginin etkin özelliği en genel biçimde şöyle tanımlanabilir: Sevgi ilk önce vermektir, almak değil.
Sevgide iki ayrı varlığın bir olması, yine de iki ayrı varlık olarak kalabilmeleri karşıtlığı vardır.
Sevgi kuramlarının tümü, insan kuramı ile, insanın varoluş kuramı ile başlamalıdır.
“Önemli olan sözler değil davranışlardır. Sevdiğini söyleyen birisi yerine, sevgisini gösteren birisine inanın.” Bu böyledir. Birisine seviyorum demek ve bunu hissettirebilmek çok ayrı şeyler. Tam da bu yüzden davranışa yansımayan hiçbir şey gerçek değildir.
Yalnız geçmişte vardır kesinlik, gelecekteki tek kesin şeyse ölümdür.
Başka birisine kendime yetemediğim için bağlanıyorsam karşımdaki kadın ya da erkek benim için bir cankurtaran olabilir belki ama aramızdaki bağ sevgi bağı olamaz. Çelişik gibi görünse de yalnız kalabilme yeteneği sevebilme yeteneğinin tek koşuludur.
“Önemli olan sözler değil, davranışlardır.
Sevdiğini söyleyen biri yerine
Sevgisini gösteren birine inanın ”

*Erich Fromm

Toplumumuz müdürler bürokrasisi ve profesyonel politikacılar tarafından yönetilmektedir; insanları da kitlenin telkinleri yönlendiriyor; bu insanların tek amacı daha çok üretip daha çok tüketmektir. Bütün etkinlikler bu ekonomik amaçlara tabidir; araçlar amaç olmuştur; insan iyi beslenen, iyi giyinen bir otomattır.
Sevmek, kendimizi hiçbir güvence olmaksızın başkasına adamamız, sevgimizin sevdiğimiz kişide sevgi uyandırmasını umarak kendimizi bütünüyle ona vermek demektir. Sevgi bir inanma işidir, inancı az olanın sevgisi de azdır.
Çelişik gibi algılansa da, yalnız kalabilme yeteneği sevebilme yeteneğimin tek koşuludur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir