İçeriğe geç

Sevgilimsin Kitap Alıntıları – Ataol Behramoğlu

Ataol Behramoğlu kitaplarından Sevgilimsin kitap alıntıları sizlerle…

Sevgilimsin Kitap Alıntıları

Seni seviyorum ve bir şey söylemiş olmuyorum bunu söylemekle
Gözlerimiz birbirine göre
Ellerimiz, dudaklarımız
Ve aşk bize göredir
Sevgilimsin, kim olduğunu düşünmeye vaktin yok, yapacak işleri düşünmekten
Kalabalığın içinde kalabalıktan biri
Gecenin içinde bir yıldız, ❤
Kendi ruhum için, kendi rüzgarım için, kendi kederlerim için
Herkesi bekleyen geceden payıma düşen için
Bir arka odada müzik dinlerken, akşamın ruhunu dinlerken
Gözlerimiz birbirine göre
Ellerimiz, dudaklarımız
Ve aşk bize göredir
Bir gençlik şiiri, bir hüzün şiiri, her şeyi her şeyle ilişkilendiren
Bir göğü anlatan, bir aşkın yitip gitmesini
Her şeyin her şeyle ilişkili olduğunu biliyorum, bir dolabın açık kapısı, koridorda bir arya söyleyen kızım, radyonun cızırdaması, akşamın usulca inişi, bu defter, bugün hasta oluşum
Rüzgarda usulca kıpırdayan ırmaklar, hayatın usulca kıpırdanışı gibi, hayatın usulca kıpırdayan gülü
Bir musluğun açılması, kalemin defter üstünde hareketleri, radyoda okunan ajansın ilerleyişi
Bir kaplumbağanın ya da bir aşkın ilerleyişi, gecenin ya da bir tirenin, rüzgarın ya da yalnızlığın
Bir umudun ilerleyişi, bir düşüncenin, tahta içinde bir kurdun, kumaş içinde bir güvenin, aşkın içinde kuşkunun, çocuğun içinde geleceğin
Ama yıldızların ölü olmadığını biliyorum
Bir arka odada müzik dinlerken, yeniden kendimi ararken
Paristi, gecenin, hüznün Paris’i
Yağmurun ve gençliğin
Teşekkürler, esirgediğin
Ve sunduğun her şey için
Paristi, aşkımın Paris’i
Her gülüş, her söz bir sır küpüydü
Tepeden tırnağa bir kalptim sanki
Özleyişlerle örtülü
Yazılmamış şiirlerimi
Ardımsıra sürüklüyordum
Geçiyor bir kedi sürünerek
Anıtın önündeki çiçeklere
Hoşça kal Puşkin, kardeşim
Götürürüm selamını Orhan Veli’ye
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Bizim Orhan Veli’yi anımsatıyor
İkisi de genç, dokunaklı
Ve yaraları hala kanıyor
Oysa insan olmak
Çoğalabilmektir başkalarıyla
İnsansın, birinin canı yanarken
Senin de canın acıyorsa
İpekten sözler üretiyorum, geleceksen gel
Sözcükler içinde bir sözcük var beni bekleyen
Zamanın hem devindiği hem durduğu bir noktada var olmak
Kederi alt edip sonsuz devinimi yakalamak
Sonsuz ve durağan devinimi, hayat denilen şeyi
Beni Türkçeye gömün
Beni bir yaz gününe
Düşü gerçeğe çeviren
Duygu nereden geliyor
Yanımızdaki gölden mi
Mavi bir tüle bürünen;
( )
Kucaklıyor beni Metin Altıok
Aldırma diyor gülerek

Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak

”Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak ”
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek
Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak
Günümüzde insan olmanın
Çok ağır bedeli var
Ya parçası olacaksın alçaklığın
Ya seni parçalarlar
sevgilimsin, arasına bir kağıt koyup erteliyoruz aşkı
otobüslerde ve trenlerde kaçamak yaşanan
ve bedenlerimiz kana kana kanayamadan yan yana
Paristi, geceydi, gençtim
Koyu, simsiyah akıyordu Seine
Sarhoştum, ıslaktım, esriktim
Aşktan, şiirden, kederden
Gözlerimiz birbirine göre
Ellerimiz, dudaklarımız
Ve aşk bize göredir
Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek

Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak

Yalanla kirli havada
Güçlükle soluk alarak

Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığını bilerek

Korkağı, döneği, suskunu
Görüp de öfkeyle dolarak

Toplanıyor ölü arkadaşlar
Her biri bir yerden gelerek

Kiminin boynunda ilmeği
Kimi kanını silerek

Kucaklıyor beni Metin Altıok
Aldırma diyor gülerek

Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak

Arasına bir kağıt koyup erteliyoruz aşkı
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var
Yaşadın mı , yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek

Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak

Yalanla kirli havada
Güçlükle soluk alarak

Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığı bilerek

Korkağı, döneği, suskunu
Görüp de öfkeyle dolarak

Toplanıyor ölü arkadaşlar
Her biri bir yerden gelerek

Kiminin boynunda ilmeği
Kimi kanını silerek

Kucaklıyor beni Metin Altıok
Aldırma diyor gülerek

Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak

Günümüzde insan olmanın
Çok ağır bedeli var
Ya parçası olacaksın alçaklığın
Ya seni parçalarlar

Oysa insan olmak
Çoğalabilmektir başkalarıyla
İnsansın, birinin canı yanarken
Senin de canın acıyorsa

Bir bombayla canına kıyılan
Çoğalmasını bilen biriydi
Daha az Uğur Mumcu’yduk dün
Daha çok Uğur Mumcu’yuz şimdi

Avrupa Oteli yakınlarında
Delikanlı bir Puşkin
Bakışları bulutlanmamış daha
Alnında gölgesi yok kederin

Beyaz yaşmaklı bir kocakarı
Oturmuş üstünde bir bankın
Yarım metrelik topuklar üstünde
Geçiyor iri kalçalı bir kadın

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Bizim Orhan Veli’yi anımsatıyor
İkisi de genç, dokunaklı
Ve yaraları hâlâ kanıyor

Adı Pişkin Parkı mı bu parkın
İşte sabah güvercinleri
Sırtımda bir tiril gömlek
İlk gençliğimdeki gibi

Yoksul giyimli bir küçük kız
Fotoğraf çektirdi anıtın önünde
-Rusya içlerinden belli ki-
Ve koşup gitti annesine

Kovboy şapkalı bir turist
Yetmiş yaşlarında filan
Puşkin’i görüntüledi
Ciklet çiğniyordu bir yandan

Puşkin elini uzatamadı
Okşayamadı küçük kızı
Israrla baktığım yüzünde
Tek çizgi kıpırdamadı

Küçük kız büyür bir gün
Ve okur Yevgeni Onegin’i
Ama ne Rumeli Hisarı’nı
Duyacak, ne Orhan Veli’yi

Geçiyor bir kedi sürünerek
Anıtın önündeki çiçeklere
Hoşça kal Puşkin, kardeşim
Götürelim selamını Orhan Veli’ye

Haritayı çiziyorum
Geçtiğim yolların
Yitik hüznün
Ve yitik bir gençliğin haritası
Bir aşkın izleri
Yitik ve hiç olmamış
Ve Kıbrıs’ı koyuyorum
Yüreğimin üstüne
Kıpırdıyor orada
Acılı bir kelebek gibi
Ve düşlerimde kıpırdıyor
Yitik yaz geceleri
Dipkarpaz’da
Deniz kırılgan mavi
Usul usul kıpırtılı
Gözalabildiğine uzanıyor

Ilgın
Mersin
Fesleğen kokuları
(Burada feslikan deniyor)

Kıbrıs
Usul boylu suna

Dün Dipkarpaz’a gittik
Lefkoşa-Salamis yolunda
Mesarya ovasını geçerek

Bir yanda Beşparmak dağ dizisi
Bir yanda Troda

Galatya sütbeyaz demek
Bu köyün adı şimdi Mehmetçik
Hiç değilse Sütbeyaz köyü denseydi

Sonra sigara paketlerinden alınmış
Köy adları :
Bafra, Sipahi, Gelincik
Kim koymuş bunları?
Ve camiye dönüştürülmüş kiliseler
İkonaları soruyorum
Tahrip edilmiş
Ya da kim bilir nerdeler

Girne-deniz
Girne-Kyrenia
Girne-Kibele’den ufka bakış
Arkada savaş görmüş dağ
Villalar villalar villalar

Yoksullaşma
Kıbrıslı Türk kimliğinin
yitmekte oluşu
Gece sokaklar ıssız
Herkes kapısını kilitlemiş
Tv izliyor

Girne
Üç bin nüfuslu kıyı kasabası
(Zengin Türklerin rağbet gösterdiği
Ve ‘sonradan görme Kıbrıslıların)
Orduya sadakat namusumuzdur
Bir Türk dünyaya bedeldir

Girne
Usul boylu suna

Beni bir kedere gömün
Beni bir rüyaya gömün
Beni bir unutuşa

Beni bir geceye gömün
Beni bir yıldıza gömün
Beni bir dağ yoluna

Beni bir şiire gömün
Beni bir türküye gömün
Beni bir uçuruma

Askerler askerler askerler
Odamın penceresinden
Görünen iki selvi
Askerler askerler askerler

Askerin durağı Ispartalı Ali
Askeri ve hediyelik eşyalar
Askere yüzde otuz indirim
Pasajda durmaksızın
yayın yapan kaset
Askerler askerler askerler

Odamdan
görünen iki selvi
motor sesleri
Askerler askerler askerler
Lefkoşa’da
Türk kesiminde
Bir otel odasında

Kıbrıs, Venüs’ün ülkesi
Ve odamın penceresinden
Görünen iki selvi

Güneyde
Ruhuma sinen güneşi unutmadım
Ve derin Akdeniz’i

Kıbrıs
Venüs’ün ülkesi
Köpüklerden oluşan dişiliğin

Kıbrıs
Ruhuma işlemişti
1988’de ilk gördüğümde.
Limon, hüzün
Işıksız geceler
Ölümsüzlük ve ölüm
Aşk, boğuntu
Öğle sonralarının derin uykusu
Sonsuz ve tuzlu denizin kıyısında

İsim nedir ki
Bulutlara yazılır geçer

Yüzüm nedir ki
Akar suya çizilir geçer

Ömür nedir ki
Kurulur bozulur geçer

Sevda nedir ki
Dokunursun süzülür geçer

Şiir nedir ki
Sezilir geçer

İnsan nedir ki
Bir şeylere sevinir üzülür geçer

Paristi, geceydi, gençtim
Koyu, simsiyah akıyordu Seine
Sarhoştum, ıslaktım, esriktim
Aşktan, şiirden, kederden

Paristi, bin bir surat Paris
Bir zaman benim de sevgilim olan
Kanatır gibi bir akşamüstü
Öpünce eylül dudaklarımdan

Paristi, hüzünlerden hüzün beğen
Orada ölmek istiyordum
Yazılmamış şiirlerimi
Ardımsıra sürüklüyordum

Paristi, aşkımın Paris’i
Her gülüş, her söz bir sır küpüydü
Tepeden tırnağa bir kalptim sanki
Özleyişlerle örtülü

Paristi,hangi zamanın Paris’i
Uçup giden yaşamla uçarak
Anıya dönüştü her şey birden
Ağıta dönüştü aşk

Paristi, gecenin, hüznün Paris’i
Yağmurun ve gençliğin
Teşekkürler, esirgediğin
Ve sunduğun her şey için

Gözlerimiz birbirine göre
Ellerimiz, dudaklarımız
Ve aşk bize göredir

Gece tam aşka göre
Rüzgar geceye göre
Ve yağmur rüzgara göredir

Öpüşlerimiz yağmura göre
Odamız öpüşlerimize göre
Ve dünya odamıza göredir

Ve biz dünyaya göreyiz

Ayvalar ve güneş sarardı
Yıldızlar daha parlak
Ve ay daha soğuk şimdiden
Güz denizi yutkunuyor
Ardısıra yitik bir aşkın
Kıyıya çarpıp geriye çekilirken.
Kağıttan taşan mürekkep gibi
Taşıyor içimden
Özlemi geçmiş yazın.
Çerkez Ali’yle bir akşam
Göl kıyısı lokantada
Gürcü şarapları içtik
Mezemiz çahohbili ydi
Babası Kırımlı Tatar
Annesi İstanbullu Türk
Kökü derinlerde çınar
Şair dostum Çerkez Ali

Gerçeği düşe çeviren
Duygu nereden geliyor
Şu karşıki dağlardan mı
Akşam sesinde eriyen;
Bakışları bir ışık su
Çerkez Ali anlatıyor

Darağaçları kurulu
Sultan Hamit ağır hasta
Canı kayısı istemiş
Kar yağıyor İstanbul’a
Beşiktaş’ta Çerkez Ahmet
-Yörenin ünlü bakkalı-
Gidiyor yurdu Kırım’a
Bulup geliyor kaysıyı;
Veriyor Çerkez Ahmet’e
Bacısı Melek Filsan’ı
Yaverlerden İhsan Paşa

O sırada İstanbul’a
Kim gelirse Kafkasya’dan
Çerkez diye anılıyor
Çerkez Ali’ye Çerkez’lik
Babası Çerkez Ahmet’ten
Böylece miras kalıyor

Düşü gerçeğe çeviren
Duygu nereden geliyor
Yanımızdaki gölden mi
Mavi bir tüle bürünen;
Dişleri bir ap ak umut
Çerkez Ali anlatıyor

Beşiktaşlı Çerkez Ahmet
-Kaytan bıyık delikanlı-
On beş yaşında Filsan’ı
Alıp gidiyor Kırım’a
Osmanlı’da Meşrutiyet
Rusyada Bolşevik devrim
Ölüyor genç yaşta Ahmet
Kalıyor Ali’si yetim

Düşleri Çerkez Ali’nin
Her gece dolu bunlarla
Aklı fikri İstanbul’da
Siliniyor çizgileri
Göç günü ölen annenin
Buğulanıyor gözleri
Yağmur yağıyor Kırım’a

Kırk yıldır Özbekistan’da
Yaşar Çerkez Ali sürgün
Dönecek mi yurtlarına
Kırımlı Tatarlar bir gün
Beşiktaş’ı İstanbul’u
Vatanını annesinin
Görmek kısmet olacak mı

Anneciğim İstanbul’a
Gidebileceğiz miyiz?
Diyor annesine kızım
Karşı dağa bakıyorum
Bir ağırlık yüreğimde
Sırılsıklam, ter içinde
Uykumdan uyanıyorum

Seni seviyorum ve bir şey söylemiş olmuyorum bunu söylemekle
Ben bu yaz kokusunu bir başka zamandan anımsıyorum
Ben bu yaz tadını biliyorum, terleyen aşkı
Terleyen kasıkları ve şakakları biliyorum
Kendimi yokluyorum, burnumu çekiyorum, yaz geçiyor
Yaz geçmeyecekmiş gibi, havada asılı duran sesler
Tembelce ulaşıyorlar hedeflerine
Yazın derin uykusu, uyuşukluğun yazı
Kaşınmanın, iklimlere doğru
Yaz büyük ve ayıp bir çiçeğe benziyor
(Ben bu benzetmeyi anımsıyorum)
Dolunay çırılçıplak
(Bu benzetmeyi de)
Yaz, mezar taşları ısınıyor
Ve kertenkelelerin kanı
Saçlarımdan otlar ve kertenkeleler fışkırıyor
Yaz, bakımsız bahçeler
Bakımsız havuzlar
Yaz günleri dilimde tüy bitiyor
Ve aşkın ısırgan otu
İpekten sözler üretiyorum, geleceksen gel
Sözler yorgun düşüp kalıyor yarı yolda
Aşk, ve gecenin kadifesine yazılan sözcükler
Yaz beni derin yatağına çekiyor
Ağlıyorum ve diriliyorum yeniden
Yaz bir ölüm uykusu ve bir gece dürtüsüdür
Serin yıldızlar kuşandığımız
Sözcükler derin sulara batıp çıkıyor
Yaz budur ve roman budur
Yaz beni yaralıyor
Sevgilimsin, kim olduğunu düşünmeye vaktin yok, yapacak işleri düşünmekten
Kalabalığın içinde kalabalıktan biri
Gecenin içinde bir yıldız, yitip gitmiş çocukluk gibi
Sevgilimsin, ak dişlerini öpüyorum, aralarında bir mısra gizli
Dün geceki tamamlanmamış sevişmeden
Sevgilimsin, boğuk aşkım, kanayan gençliğim
Uçuruyorum seni çocukluğuna doğru
Kanatların yoruluyor, ter içinde kalıyorsun
Gece yanıbaşımda bağırarak uyanıyorsun
Her sabah el sallıyorum metalle karışmana
Sevgilimsin, arasına bir kağıt koyup erteliyoruz aşkı
Otobüslerde ve trenlerde kaçamak yaşanan
Ve bedenlerimiz kana kana kanayamadan yan yana
Kasım Boydan Boya Sen
Tepeden tırnağa bir kalptim sanki
Özleyişlerle örtülü
Sarhoştum, ıslaktım,esriktim
Aşktan,şiirden,kederden
Bir umudun ilerleyişi, bir düşüncenin, tahta içinde bir kurdun
kumaş içinde bir güvenin, aşkın içinde kuşkunun, çocuğun içinde geleceğin
Her şeyin ölüme doğru ilerleyişi, toza, boşluğa, başkalaşıma..
Teşekkürler, esirgediğin
Ve sunduğun her şey için.
”avrupa oteli ” yakınlarında
delikanlı bir puşkin
bakışları bulutlanmamış daha
alnında gölgesi yok kederin

.
(1988)

sonra sigara paketlerinden alınmış
köy adları:
bafra, sipahi, gelincik
kim koymuş bunları?
ve camiye dönüştürülmüş kiliseler
ikonaları soruyorum
tahrip edilmiş
ya da kim bilir nerdeler

(1992)

beni bir geceye gömün
beni bir yıldıza gömün
beni bir dağ yoluna

beni bir şiire gömün
beni bir türküye gömün
beni bir uçuruma

(1992)

bir kaplumbağanın ya da bir aşkın ilerleyişi
gecenin ya da bir tirenin
rüzgârın ya da yalnızlığın
bir umudun ilerleyişi, bir düşüncenin
tahta içinde bir kurdun,
kumaş içinde bir güvenin
aşkın içinde kuşkunun
çocuğun içinde geleceğin
her şeyin ölüme doğru ilerleyişi
toza, boşluğa, başkalaşıma

.
(1991)

Günümüzde insan olmanın
Çok ağır bedeli var
Ya parçası olacaksın alçaklığın
Ya seni parçalarlar
Haritayı çiziyorum
Geçtiğim yolların
Yitik hüznün
Ve yitik bir gençliğin haritası
Bir aşkın izleri
Yitik ve hiç olmamış
Gözlerimiz birbirine göre
Ellerimiz, dudaklarımız
Ve aşk bize göredir
Seni seviyorum ve bir şey söylemiş olmuyorum bunu söylemekle
Kucaklıyor beni Metin Altıok;
Aldırma diyor gülerek
Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak,insan kalarak
Yaşamak,bu yangın yerinde
Her gün,yeniden ölerek
Zalimin elinde tutsak,
Cahile kurban olarak
Kucaklıyor beni Metin Altıok
“Aldırma” diyor gülerek

“Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak”

Kucaklıyor beni Metin Altıok
Aldırma diyor gülerek

Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak,insan kalarak

Madımak Katliamı’nda ölenleri saygıyla anıyorum.

Sevgilimsin, arasıra bir kağıt koyup erteliyoruz aşkı
Otobüslerde ve trende kaçamak yaşanan
Ve bedenlerimiz kana kana kanayamadan yan yana
Sevgilimsin, kim olduğunu düşünmeye vaktin yok, yapacak
işleri düşünmekten
Kalabalığın içinde kalabalıktan biri
Gecenin içinde bir yıldız, yitip gitmiş çocukluk gibi
Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek

Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak

Yalanla kirli havada
Güçlükle soluk alarak

Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığını bilerek

Korkağı, döneği, suskunu
Görüp de öfkeyle dolarak

Toplanıyor ölü arkadaşlar
Her biri bir yerden gelerek

Kiminin boynunda ilmeği
Kimi kanını silerek

Kucaklıyor beni Metin Altıok
Aldırma diyor gülerek

Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak

Oysa insan olmak
Çoğalabilmektir başkalarıyla
İnsansın, birinin canı yanarken
Seninde canın yanıyorsa
Gerçeği düşe çeviren
Duygu nereden geliyor
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Bizim Orhan Veli’yi anımsatıyor
Küçük kız büyür bir gün
Ve okur Yevgeni Onegin’i
Ama ne Rumeli Hisarı’nı
Duyacak, ne Orhan Veli’yi
Beni bir kedere gömün
Beni bir rüyaya gömün
Beni bir unutuşa

Beni bir geceye gömün
Beni bir yıldıza gömün
Beni bir dağ yoluna

Beni bir şiire gömün
Beni bir türküye gömün
Beni bir uçuruma

Sözcükler içinde bir sözcük var beni bekleyen
Zamanın hem devindiği hem durduğu bir noktada var olmak
Kederi alt edip sonsuz devinimi yakalamak
Sonsuz ve durağan devinimi, hayat denilen şeyi
İsim nedir ki
Bulutlara yazılır geçer

Yüzüm nedir ki
Akarsuya çizilir geçer

Ömür nedir ki
Kurulur bozulur geçer

Sevda nedir ki
Dokunursun süzülür geçer

Şiir nedir ki
Sezilir geçer

İnsan nedir ki
Bir şeylere sevinir üzülür geçer

Teşekkürler, esirgediğin
Ve sunduğun her şey için.
Paristi, geceydi, gençtim
Koyu, simsiyah akıyordu Seine
Sarhoştum, ıslaktım, esriktim
Aşktan, şiirden, kederden

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir