İçeriğe geç

Sevgililer Çağı Kitap Alıntıları – Walter G. Andrews

Walter G. Andrews kitaplarından Sevgililer Çağı kitap alıntıları sizlerle…

Sevgililer Çağı Kitap Alıntıları

Gelibolulu Mustafa Ali, Aziz-i Mısri hakkında kadınlardan hoşlanırdı, ama zaten sadece Allah kusursuzdur demişti.
Gelibolulu Mustafa Ali 1581’de kaleme aldığı Nasihatu’s-selatin [Sultanlara Nasihatler] adlı meşhur eserinde dönemin entelektüel çevrelerinin bu bağnazlara nasıl baktığını şöyle özetlemişti:

“Sadece akıl öğreten bu tür sofuların ikiyüzlü oldukları apaçık bellidir; ayrıca bilgi düzeyleri sorulacak olsa, çoğunun ağızlarında medrese çorbasının kokusu ve dişlerinde umaret yahnisinin artıkları kalmış taşralı sofu medrese talebelerinden olduklarını ve yalnızca Arapça bir iki satır öğrendiklerini ve kürsüye çıktıklarında kendilerini bilgisizlikleriyle nasıl rezil ettiklerini herkes bilir.”

Osmanlı toplumunda erkekler veya erkekler ile oğlanlar arasında meydana gelen cinsel ya da erotik ilişkilerin, hele de göz önünde gerçekleşmediyse, cezalandırıldığı nadirdi; homoerotik suçlara kıyasla kadınlar ile kurulan gayrimeşru cinsel temaslar çok daha ciddi bir suç sınıfıydı.
(Taşlıcalı) Yahya, Osmanlı aşk lisanının alışılagelmiş kalıpları dahilinde, kadınlardan hoşlananların aşkın ve alında yatan Neoplatonik ikonografinin gerçek derinliğini anlayamayacaklarını dile getirmektedir. Bunun nedeni kadına duyulan askın amacının fiziksel tatmini, oğlana duyulan aşkın ise umutsuzca özlem, uykusuz geceler, vücudun şehvetini bastırmaktan çok uzak ruhani gizemler ile öne çıkan vuslata ermemiş (umarsız) bir aşkı ima etmesidir.
Hakimiyet ve itaat ilişkilerini erotik imgelerle kavramsallaştırmak iki yönlü bir şeydi. Batı Oryantalizmi, Doğu Oksidentalizmi’nde karşılık buluyordu. Örneğin, 16. yüzyıl Osmanlıları Avrupa’yla ilişkilerini en bariz şekilde İstanbul’un semtindeki Avrupa mahallerinden bir Frenk oğlan üzerine kurulan cinsel hakimiyetle simgeliyorlardı, bunun gibi pek çok örnek vardı. Eleştirel Avrupalılar Venedik’e Türk’ün fahişesi diye hitap ederken, siyasal ilişkileri de derecede erotik bağlamda tahayyül ediyorlardı.
Ortaçağ’da Hıristiyan dünyasının unuttuğu Yunan felsefesinin büyük kısmı İslamın himayesinde Arapça muhafaza edilmişti. Müslümanlar İslamiyeti İbrahim’den İsa’ya ve ondan da Muhammed’e uzanan bir peygamberler tarihinin tamama erişi olarak gördüklerinden, İslamiyet hem bulunduğu toprakların Musevi-Hıristiyan mirasını bünyesine alır; hem de bir yandan bu mirasın belli tavırlarını benimserken bir yandan da kendini bu mirasa karşı konumlandırır.
Osmanlı şiiri ve Osmanlı kültürü hakkında daha fazla şey biliyor olabilirdik belki; az bilmemizin altında yatan nedenlerin birçoğu Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın geçmişteki durumu ile doğrudan bağlantılıdır. Kısa-ca belirtmek gerekirse, bu nedenlerin bir kısmı geçtiğimiz yüzyılın başında Türklerin nispeten küçük, modern, laik ve demokratik devleti büyük, çok- kültürlü, din-temelli, monarşik ve emperyal öncülünden ayırt etmek istemiş olmalarına bağlı. Bir kısmı ise Osmanlıların uzun yıllar boyunca Avrupalıların (hatta diğer Avrupalıların bile diyebiliriz) düşmanı olmasına ve dinlerinin (İslamın) Avrupalılar tarafından Hıristiyanlık aleyhinde algılanmış olmasına bağlı, İslam hiçbir zaman Hıristiyanlığa Hıristiyanlığın İslama karşı olduğu kadar karşı olmamışsa da. Modern dünya tarihlerini çoğunlukla Batı Av-rupalı Hıristiyanlar ve Museviler yazdığı için, bir de sözü geçen Türklerin birçoğu, bir noktada kendilerini Batı’nın modernleştirme projesinin parçası olarak görmek istedikleri için, Osmanlı İmparatorluğu’nu ve onun geleneksel kültürünü reddetmek Avrupalıların da modern Türklerin de işine gelmişti.
arzu ne kadar ateşli ve ne kadar abartılı olursa, bu dünyanın çerçöpü de o kadar kül olup gider. dünyada aşk daima din ile kesişir
Günümüzde, sohbetin kendi içinde bir sanat türü olduğunu, akıllı ve eğitimli bir kimsenin işareti olduğunu, temel bir sosyal etkileşim ve eğlence biçimi olduğunu, aşkın, dostluğun ve hayatta başarının anahtarı olduğunu epey unutmuş durumdayız.
şiir daima ahlaki açıdan şüphe altında kalmış ve sıradan insanların ahlakını korumaya soyunanların saldırılarına uğramıştır
Kendilerini esir edenlere, kendi dinlerinden olmayanlara, kendi hükümdarlarının düşmanlarına aşık olmaları aşkın üstünlüğünün güçlü bir delilidir.
Bize çok doğal gelen cinsiyet kategorileri ve söylemleri yalnızca 19. yüzyıldan beri dolaşımda; homoerotik davranışlar en iyi ihtimalle 11. yüzyıla kadar büyük semavi dinler tarafından kınanmamış, 13. ve 14. yüzyıllara kadar aleyhinde kanunlar çıkarılmamıştı
O dönemde seks diğer egemenlik ve itaat ilişkilerinden ayrı düşünülmediği gibi, cinsel tercihler de bireyin kimliğini ya da özünü herhangi başka bir tercihinden, mesela banyosunu sıcak suyla yapmaktan hoşlanmasından veya bezelye sevmemesinden daha fazla tanımlıyor değildi.
İnsan aşktan bihaber olacak kadar cahil olabilir mi?
Olabilir.
O ay yüzlü ışık saçan yüzünden
kaldırınca örtüyü
On sekiz bin alemi baştan başa ışık
bürüdü
Gerçekten insan olamaz aşık olmayan
Yaradanın sırrına ermemiştir
Allah aşkla yarattı evreni
Sonra gizledi içine değerli bir mücevheri

Dünyaya konan mücevher Hazreti Muhammed’dir.

Allah aşıktır O ise sevgili
Onun için yaratmıştır bu alemi

Erken modern dönemde, hukuk her sınıftan insana eşit uygulanan bir şey olarak algılanmıyordu; kişinin ait olduğu sınıf ne kadar alttaysa davranışlarında da o kadar az müsamaha gösteriliyor ve uygunsuz davranışları daha tehlikeli sayılıyordu. Eğitimli ve bilinçli kesimlere daha fazla serbestlik tanınıyordu; bunun nedeni kısmen bu kişiler daha üstün kimseler olduklarından davranışları için daha geçerli nedenleri olmasının beklenmesi ve onların mahrem davranışlarının kitlelerin huzurunu ve sükunetini bozma riskinin fazla olmadığının düşünülmesiydi. Resmi eğitim dini eğitim olduğu için, okumuşlara duyulan hürmet -en azından teoride- ilgilendikleri konuya -yani Kuran’a ve şeriata- duyulan hürmetten kaynaklanıyordu.
Oğlanlar muhtelif zanaatlarda çıraklık yapıyor, meyhanelerde ve kahvehanelerde müşterilere hizmet ediyor, hamamlarda erkeklerin ihtiyaçlarını karşılıyor ve seferlerde orduya eşlik ediyorlardı. Bu da onları romantik arzuların objesi ve romantik ilişkilerin refakatçisi olmaya hayli müsait kılıyordu.
Cinsel açıdan uygunsuz davranan kadınların kafalarında çürümüş sakatat parçalarıyla eşeğe ters binmiş şekilde dolaştırıldığına dair pek çok kayıt mevcut.
Gazali’nin Dafi’ü’l-gumum’unda oğlanları satın almak, oğlanları zorlamak ve doğrudan oğlanlara tecavüz etmek üzerine pek çok mizahi hikaye vardır.
Erkek arslan arslan da dişi arslan arslan değil mi?

-Mihri (Osmanlı’da ender rastlanan kadın şairlerden)

17. yüzyılın ortalarında Evliya Çelebi’nin söz ettiği ilk gölge oyunu gösterilerinin birinde, Karagöz kadınlar hamamına girer, yakalanır ve devasa erkeklik organına bağlanan ipten çekilerek dışarı çıkarılır.
Geç evlenme adeti, doğum kontrol yöntemlerinin yetersizliği, bir efendiye ya da hamiye ihtiyaç duyan serbest oğlanların sayısı, eşcinsel ilişkilerin rahatlığına katkıda bulunuyordu.
Sevgililer Çağı’nda eğlencelerde hem dans eden kızlar (çengi) hem de aynı şekilde giyinmiş oğlanlar (köçek) göze çarpar.
Avrupa geleneği nasıl heteroerotizmi ayrıcalıklı kılmışsa, Osmanlıların miras aldıkları gelenek de homoerotizme müsaade etmeye ve hatta değer vermeye meyillidir.
İlk sevgilinin genellikle -hatta belki de çoğunlukla- başka bir erkek olduğunu söylemekte (neredeyse hiç) sakınca yok gibi görünüyor. Bu tür çekimlerin cinsel tercihlerle pek bir ilintisi yok, hatta yerini zamanla heteroseksüel ilişkilere bırakabiliyor ya da birlikte devam ediyor. Başka erkeklerle kurulan bağların cinsel boyutu erkeksiliğin egemen olduğu ya da fallosentrik toplumlarda yaşayan erken modern dönem erkeklerini bugünkü erkekler kadar rahatsız etmiyor, bastırmaya itmiyor ve sınırlamıyordu.
Genç erkeklere erotik anlamda gösterilen ilginin kültürel anlamda kabul görmüş ve hatta senaryolandırılmış prova sahnesi seçkinlerin sofraları, toplantılar ya da şarap meclisleriydi. Gazali Dafi’ü’l-gumum’da şarap meclisinin bir mahbubun alkolün etkisi altındayken baştan çıkarılabileceği bir yer olduğunu söyler. Mustafa Ali’nin Kava’id’i ise meclisin oğlan avlamak için kullanılmasını açıkça tasvip etmese de güzel genç erkeklerin ve erotik münasebetlerin bu deneyimin temel unsurları olduğunu ortaya koyar.
Türkleri ziyaret eden bir kişi kesenin ağzını sınırı geçer geçmez açmaya ve memleketten çıkana kadar da kapamamaya razı olmalı; ikisinin arasında geçirdiği süre zarfında da para tohumlarını saçmalı ki tohumlar meyve verirse yıldızına şükretsin.

-Ogier Ghiselin de Busbecq (1554-1562 döneminde Sultan Süleyman’ın sarayında Avusturya Kralı Ferdinand’ın elçisi)

Gazali bundan hemen sonra daha genç oğlanların tercih edilmesinin nedenlerinden biri olarak bunların pazarlık etmemiş olduğunun sunulduğunu belirtir. Bu oğlanlar birkaç kuruş alıp kendilerini şanslı sayarlar; insan onların sekse müsait olduklarını görüp üzerine bir de hamam parası artırabilir.
Alt tabakadan ve köle sınıfından mahbupların o zamanki gözlemcilerin en çok dikkatini çeken vasıfları çok paragöz oluşlarıydı. Hali vakti çok da iyi olmayan seçkinler sürekli, en iyi mahbupların kendilerini hep yüksek rütbeli görevlilere sakladıklarından şikayet ederlerdi.
Mahbuplar hakkında anlatılanların büyük kısmı para ya da başka kıymetli mallar karşılığında erotik temaslarda bulunan ya da cinsel tavizler veren oğlanlar, genç hizmetkarlar ya da köleler hakkındadır.
Ordu genç erkeklerin ağırlıkta olduğu, genç erkeklerin yakınlaştıkları ve Gazali ile Ali’nin anlattıklarından anlaşılan genç erkeklerin birbirleriyle romantik ve cinsel ilişkiler kurdukları yerlerden bir diğeridir.
Gazali’ye göre (Dafi’ü’l-gumum), kadınların cinsellik seviyesi epey yüksektir; buna rağmen eğer kadın ahlaklıysa bir yandan da ilişkiye karşı koyar. Geleneksel bir olguyu tekrarlayarak belirttiği üzere, Allah cinsel arzuyu dağıtırken on parçaya bölmüş. Bir parçasını Adem’e vermiş, kalan dokuz parçayı Havva’ya bahşetmiş. Çok geçmeden iş çığırından çıkmış, Allah da Havva’yı iffet kamçısıyla kırbaçlamak üzere Cebrail’i göndermiş. O zamandan beri kadınlar seksi hem arzu ederler hem de ondan kaçınırlarmış.
Erken modern dönem insanları bütün felaketlerin -depremler, salgınlar, seller kadar askeri yenilgilerin- Tanrı’nın, kutsal yasalara karşı geldiği için insanoğluna verdiği cezalar olduğuna inanırlardı.
Venedikli kadınların son zamanlarda kullanmaya başladıkları saç modelleri Tanrı ve insan nezdinde bundan daha ahlaksız bir görüntü sergileyemezdi, zira kadınlar bu saç modeliyle cinsiyetlerini gizleyerek ve erkekmiş gibi yaparak erkekleri memnun etmeye çalışıyorlar ki bu da bir tür sodomidir.

-Venedik Onlar Konseyi’nin 1480 tarihli hükmü

Osmanlı şiiri çekincesiz homoerotik nitelikliydi ve Osmanlı elit camiası erkekler arasındaki romantik ve cinsel temaslara büyük oranda hoşgörüyle yaklaşıyordu.
Fikirleri şiirle senaryolandırılan Osmanlılar için aşk ile, hatta dünyevi ve fiziksel aşk ile, Hz. Muhammed’in mesajının tasavvurlarındaki hakiki/tinsel manası arasındaki ilişki aşikar ve doğaldı. Dünyevi aşk ile ilahi aşkı karşılaştırmak bir tezat, riya, saygısızlık değildi.
Erotik unsurlar içeren hamilik ilişkilerinde daha güçlü, daha zengin ve daha üst konumda olan kişi sevgili ise hediyelerin yerini sadakat ve nezih keyifler (sohbet, şiir), cinsel tatminin yerini ise muhtelif maddi armağanlar alır (bir kaftan, para, iş). Bu tepeden aşağı herkesin yaptığı bir şeydir. Sultan bile muhtelif vesilelerle yağmalanması için tepsilerle sikke saçtırarak saray okulundaki acemi oğlanlarını -yani sarayındaki mahbupları- ödüllendirirdi.
Daha genç olan adam, doğal olarak, mahbuptur ve pasif partner olması beklenir. Yaşça daha büyük olan şair ise onu aktif olarak eğler, aklı ve zekası ile onu hayran bırakır.
Münasip-bir-yerine-koy temalı beyitler 16. yüzyıl Osmanlıları arasında ince mizahtan sayılıyordu.
Ne olur ki canlarının nakdini verip alsalar şiirlerimi
Toplu sermayeymiş oğlan düşkününe gazel.

-Sihri

Gönül şiirle getirdi yanına o ceylan gözlüyü
Zengin bir sermayeymiş oğlan düşkününe gazel

-Sani

Erken modern dönemin saygın Osmanlı alimlerinden biri güzel bir oğlanın ön safta namaz kılmasının yasaklanması gerekip gerekmediği meselesine ciddi mesai harcamıştı zira oğlanın arkasındakiler onu eğilmiş halde görünce akılları ibadetten kayabilirdi.
Osmanlı edebiyatının büyük kısmında, tıpkı Avrupa edebiyatlarında olduğu gibi, aşkın mecazi (Neoplatonik) yorumlarına yönelme eğilimi oldukça belirgindir. Buna rağmen pek çok delil mecazi aşkın moda olmasının kısmen de gayet dünyevi cinsel aşka dayanmasından kaynaklandığını gösterir.
Atayi erkekler arasındaki erotik çekimler ve cinsel anlamlar yüklü ilişkiler kadar sıradan ve doğal bir şeyi kınayan Avrupa bağnazlığına Osmanlıların şaşkınlıkla bakışını yansıtır.
Osmanlı toplumunda erkekler arasında veya erkekler ile oğlanlar arasında meydana gelen cinsel ya da erotik ilişkilerin, hele de göz önünde gerçekleşmediyse, cezalandırıldığı nadirdi; homoerotik suçlara kıyasla kadınlar ile kurulan gayrimeşru cinsel temaslar çok daha ciddi bir suç sınıfıydı ve teoride cezası taşlanarak öldürülmek olabilirdi.
Umumi hamamların en cazip yanlarından biri de yıkanma keyfinin ötesinde, tellaklardan müdavimlere kadar çekici genç erkekleri izleme fırsatıydı. Güzeller sözcüğünün genel olarak genç erkeklerden tutun da kişinin dostlarına ve çağdaşlarına (hiç de genç olmayabilirler), cinsel açıdan istifade edilmeye uygun oğlanlara (çoğunlukla ergenler) kadar geniş bir insan yelpazesini içine aldığını hep aklımızda tutmalıyız.
Ulema ise kahvehanelerin fesat yuvası olduğunu söylüyor, meyhaneye gitmek oraya gitmekten iyidir diyordu.
Gelibolulu Mustafa Ali, Kava’idü’l-mecalis (Meclislerin Kaideleri) eserinde meyhanelere ayırdığı kısımda, buraların iki zümrenin buluşma yeri ve gözde keyif mekanı olduğunu söyler. Bu zümrelerden biri kanı kaynayan gençler, güç sahibi ve şaraba tapan kadın düşkünleri ile mahbup severlerdir, kimisi meyhaneye mahbubuyla birlikte gelir. Yer içer, akşam olunca kendi köşesine döner . Ali, daha sonra, bu zümrede yer alan bazı kimseleri tüccar ve zanaatkar ve ağzı güzel laf yapan divan ehli diye tanımlar. Bu kişiler bütün gün çalıştıktan sonra rahatlamak için bir tek atmaya meyhaneye gelir, oradan da eve gidip yastıklarını, döşeklerini, yataklarını yayıp dilberleri ya da tüysüz hizmetkar oğlanları kollarının arasına alırlar.
16. yüzyıl tezkire edebiyatı geniş anlamda İstanbul’un ünlü meyhanelerinin tasvirleriyle doludur.
üst düzey devlet görevlisinin karısı olan kadın Cafer Çelebi ile üç bahtiyar gün geçirmeyi kabul eder, ardından da bir daha görüşmemek üzere ayrılırlar –

Şair Tacizade Cafer Çelebi’nin , Hevesname’sinden bu hikaye Osmanlılar söz konusu olduğunda çoğunlukla dinin ve göreneklerin sınırları sandığımız çizgilerin çok ötesine geçen aşk ilişkilerini ortaya koyuyor. Bu bir fantezi olabilir, ama öyleyse bile korkudan ya da suçluluktan iz taşımayan bir fantezi.

Şanlı şerefli bu şehre (Tophane) denk bir semt de halk arasındaki adıyla Kalata’dır, tasvirler ve suretlerle doludur, dünyanın eğlence sarayıdır. İçki ve mahbuplar açısından benzeri yoktur, keyif ve eğlencede meşhurdur.

-Latifi

Tayyip ile Tahir kendilerini hovardalığa vermişler. Galata’da aylak aylak dolaşıp, içip eğlenirlermiş. Yastık niyetine Köse’nin meyhanesinin hasırlarına baş koyar, cilveli oğlanlarla oynaşırlarmış. Anadolu Hisarı’na gezintiye çıkar, Göksu’da güzel oğlanları kovalarlarmış.

-Şair Nevizade Atayi, Heft han (Yedi Hikaye) Mesnevisinden

Yahya erkekler ile kadınlar arasındaki aşkı anlatan Hüsrev ile Şirin ve Leyla ile Mecnun gibi geleneksel mesnevilerden hoşlanmadığını bile açıkça dile getirir. Kendi mesnevisi Şah u Geda’nın girişinde geleneksel (heteroseksüel) aşk hikayelerini övenlere karşı şunları söyler:

Dedim ne acayip, duyduktan sonra söylediklerini
Bana hoş gelmedi bu sözlerin hiçbiri

Bir sürü kadın düşkünü zevksiz
Bir sürü dertli çaresiz

Ne bilir gizli aşkın gizemini
Ne bilir sevgilinin coşkusuyla kendinden geçmesini

Hiç anlatılmasın iyisi mi
Aklı kısaların aşk hikayeleri

Gerçek aşık sabahlayandır aşkı derdine
Uykuyu haram edip gözüne

Bir servi boylu mahbubu sevse
Eyüp gibi aşk derdine düşse

Cila verse beden ve ruh aynasına
Köle olsa bir gürbüz oğlana

Hüzünlere boğulsa mahbubun aşkıyla
Eğlendirmez onu Hüsrev ile Şirin olsa

Bir bağı olmayan, genç, cinsel açıdan tacizkar bu tür erkeklerin varlığı kamusal alanı kadınlar için oldukça rahatsız ve hatta tehlikeli bir hale sokuyordu. Jardine’in belirttiği üzere, kamusal alanlara himayesiz adım atan kadınlar cinsel açıdan müsait, erkeklerin cinsel tacizlerine meşru hedef sayılıyordu. Kamusal alan erkekler arasında sosyal etkileşim ve genç erkeklerin erkekler camiasına katılımı için ortam sağlamakla birlikte, bir yandan da egemenlik yarışının, çoğunlukla vahşi bir şekilde, ortaya konduğu bir arenaydı.
Sani yaşı ilerledikçe kendisi aşık konumuna, kendisini güzel oğlanlara ve meyhane ile kahvehane yaşantısına adayan biri haline gelir. Bir yandan da başarılı bir askeri kariyeri olur, muhtemelen ekabirden birinin maiyetine girmekle başlayıp sonunda tımarlı sipahi olacak kadar ilerlemiştir.
Elimize kalan bütün şehrengizler içinde sadece bir tanesi cazibeli kadınlara ayrılmıştır.
( )
Bu tek örnek 16. yüzyılın ikinci yarısından kalmadır. Azizi mahlaslı Azizi-i Mısri’nin hayatını yazan Gelibolulu Mustafa Ali onun hakkında kadınlardan hoşlanırdı, ama zaten sadece Allah kusursuzdur , şehrengizi hakkında ise mahbupları anlatmasa da bu kusuruna rağmen yine de övgüye layıktır der.
Zati’nin kataloğu herkesin tanıdığı mahbupların kim oldukları hakkında iyi bir resim çizer. Bunların çoğu esnaflıktan, çıraklıktan ve ilmiyenin alt tabakalarından gelmektedir Neticede bir Osmanlı şehrinde çarşıda ya da ticaret muhitinde çalışan oğlanlardan hoş bir kesit sunulur. Bunlara ek olarak, mesleği belirtilmeyen mahbuplara da rastlanır. Bunlar yeniçeri, üst tabakalardan oğlanlar ya da genç, şehirli, kul ya da elit olmayan oğlanlar yani saray tabiriyle ‘şehir oğlanları’ yani kul sınıfından olmayan, orta sınıf şehirli gençler oldukları düşünülebilir.
1512’den hemen önce bir zamanda Mesihi ve Zati’nin Edirne’nin güzel oğlanları için Osmanlı Türkçesi ile kaleme aldıkları şehrengizler ile başlayarak Osmanlı elit kültüründe yer edinen şehrengizler ve çırak gazelleri 16. yüzyıl boyunca yükselmeyi sürdürmüş ve 18. yüzyıl sonlarına kadar ilgi görmüştür.
lt; lt; lt; Bir çok araştırmaya göre , antik dünyada seksin erkeklerin sosyal anlamda kendilerinden aşağı olan başka birilerine -kadınlara, oğlanlara, kölelere/kullara- yaptığı (penetratif) bir şey olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. gt; gt; gt;
Osmanlı Sevgililer Çağı, bir yandan da çoğunlukla bir şehrin mahbuplarının ya da güzel insanlarının genişçe bir şiirsel kataloğu olan Osmanlı şehrengizlerinin çağıdır. Bu türün kökeni Fars edebiyatındaki aşağı yukarı aynı manaya gelen şehraşub (şehri birbirine katan güzel oğlanlara yazılmış şiirler) türüdür.
Ben de mahbuplardan biriyle cilveleşiyordum ki mecliste ağaçların arasındaki servi gibi hemen seçiliyor ve çiçeklerin arasında gül gibi ışıldıyordu Bir mahbuptan beklenen çekingenlikle mağrurca alt dudağını büküp titreterek bir şeyler mırıldandı.

-Şair Hayali

Hercailikte yüze gülüp gönül çelmede
Kahpeleri geçti orospu oğlanları
Devrin zenginleri ile zevk ve cilvede
Hiç gelmemişti bunlar gibi zamane orospuları

– Latifi, Risale-i Evsaf-ı İstanbul, 1525

Varsın hiç olmasın o evler içinde mahbup* yoksa
Boş kalır içi, tarzı ne denli hoş olsa

*sevilen erkek

– Latifi, Risale-i Evsaf-ı İstanbul, 1525

16. yüzyılda seçkin tabaka erkeklerinin genç erkeklere duydukları ilgiyi alenen ifade ettiği Osmanlı toplumu ile seçkin erkeklerin ilgilerini meşhur kortezanlara yönelttiği Venedik toplumu arasında bazı açılardan sadece yüzeysel farklar olduğuna dair önemli deliller ortaya koyabileceğimize inanıyoruz. Bu farkların da ne ‘yapıldığından’ ziyade neyin ‘açık edilmesine’ müsaade edildiğine ilişkin olduğunu, yani meselenin aslında kişinin bir şeyden nasıl bahsettiği olduğunu öne süreceğiz.
Osmanlı mahbubları (sevilen erkek) konusunu doğrudan ele alan ilk kitap 1968 yılında gayet bilgili bir gazeteci olan İsmet Zeki Eyüboğlu tarafından yayımlanmıştı. Kitabın adı ‘Divan Şiirinde Sapık Sevgi’ konu üzerine yayımlanan ilk kitabın neden aynı zamanda son kitap olduğunu da açıklıyor aslında. Oysa kitaba adını veren uzunca bölüm, Osmanlı divan şiirinin Türk edebiyatının önemli bir parçası sayılmamasını ve okul müfredatlarındaki saygın yerini hak etmemesini gerektiren (ahlaki) sebepler üzerine kısmen bir inceleme kısmen de bir tartışma niteliğindeki çalışmanın sadece bir kesitidir. Yine de göründüğü kadarıyla, kitabın ana düşüncesinin Osmanlı seçkinleri arasındaki ‘sapık sevgi’ nin ortaya dökülmesi olduğu anlaşılıyor.

Bu durumda ‘sapık sevgi’ erkeklerin (genç) erkeklerle erotik ilişkilere girmesi anlamına geliyor elbette. Ve elbette, Eyüboğlu bu tür ilişkilerin Osmanlı seçkinleri arasında rağbet gördüğünü, bunların şiirin ayrılmaz bir parçası olduğunu, Osmanlı şiirinin ve şiir dünyasının bu yönünün araştırmacılar tarafından bastırıldığını söylemekte haklıydı.

16. yüzyıl boyunca Osmanlı gücünün ve kültürünün olgunlaşması kısmen bir ‘Sevgililer Çağı’, yani bir grup genç erkeğin sadece muktedir mevki sahiplerinin ve yetenekli sanat erbabının arzularının değil, ihtişamlı eğlencelerin ve zengin bir aşk edebiyatının da odağa yerleştiği bir dönem olarak kendini gösterdi.
Üst kültürün edebiyatını üreten ve tüketen Osmanlılar için uhrevi bir aşk olarak tanımlanması en kolay olan aşk, eğitimli bir erkeğin daha genç bir erkeğe duyduğu aşktı. Ayrıca, hür Müslüman kadınlar ile ilişkilerin mahrem doğası nedeniyle, kendi karısı olmayan bir kadına ilgi duyduğunu alenen ifade etmek hem toplumsal hem de hukuksal açıdan hakaret sayıldığı için (kişinin kendi karısı ise asla aleni sohbete konu olmaya uygun bulunmayacağı için), aleni (şiirsel) aşk olarak ifade bulması en uygun olan aşk erkekler arasında olandı. Üstelik genç bir erkeğin, kamusal alana erkeklerin egemen olduğu bir toplumda erkek olması hasebiyle meşru gücü elinde tutan erkek bir sevgili karşısında özünde itaatkar, kendini feda eden tutkulu bir aşık tavrı takınmasının daha münasip (daha az tehlikeli) olduğunun düşünüldüğü anlaşılıyor. Bunun ötesinde, mutlakiyetçi monarşilerde -hem Osmanlı’da hem de Avrupa’da- sarayın ve saraya-bağımlı seçkinlerin kültürünün kendisini kısmen homoerotizm ile ifade ettiğini gösteren deliller sunacağız.
Müslümanların aşk ve cinsellik hakkında yazdıkları epey hacim tutan ayrıntılı aşk kuramlarından, aşkın teolojisine, cinselliğe dair kurallara, aşk edebiyatına, seks kılavuzlarına, pornografiye uzanan geniş bir yelpazede yer alır.
Ortaçağ ve erken modern dönem boyunca evlilik ahlakı ve cinsel ifadeye koyulan sınırlar giderek yasalaştırılmıştır 17. yüzyılın başlarına gelene kadar seks, cinsellik ve tensel aşk vücudun doğal dürtüleri olarak görülmüştür. Buna göre, fiziksel aşkın muhtelif yansımaları açıkça konuşulmuş, insanlara hayli geniş bir cinsel ifade alanı bırakılmıştır.
Bize çok doğal gelen cinsiyet kategorileri ve söylemleri yalnızca 19. yüzyıldan beri dolaşımda; homoerotik davranışlar en iyi ihtimalle 11. yüzyıla kadar büyük semavi dinler tarafından kınanmamış, 13. ve 14. yüzyıllara kadar aleyhinde kanunlar çıkarılmamıştı.
Çok sayıda araştırma, antik dünyada seksin erkeklerin sosyal anlamda kendilerinden aşağı olan (ya da olması gereken) başka birilerine -kadınlara, oğlanlara, kölelere/kullara- yaptığı (penetratif) bir şey olarak görüldüğünü ortaya koyuyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir