Hüseyin Hilmi Işık kitaplarından Şevâhid-ün Nübüvve: Peygamberlik Müjdeleri kitap alıntıları sizlerle…
Şevâhid-ün Nübüvve: Peygamberlik Müjdeleri Kitap Alıntıları
Hüseyin Hilmi Işık kitaplarından Şevâhid-ün Nübüvve: Peygamberlik Müjdeleri kitap alıntıları sizlerle
Şevâhid-ün Nübüvve: Peygamberlik Müjdeleri Kitap Alıntıları
(Ben kimin mevlâsı isem , Alî de onun mevlâsıdır! Ya Rabbi, onu seveni sev! Onu sevmeyeni sevme!)
(Ben kimin mevlâsı isem, Alî de onun mevlâsıdır. Beni seven Alîyi sever)
Ey karanlıklardan bana seslenen kimse,
bu sıkıntılı zamanda hoş geldin bize.
Allahü teâlâ hidâyet versin sana,
Söyledigini iyice açıklasana.
( Bugün sizin dîninizi kemâle erdirdim)
( Güzel ahlâkı temâmlamak için gönderildim) buyurulan hadîs-i şerif de, bunu gösteren açık bir şahiddir.
( Muhammed, erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fekat o, Allah’ın resûlü ve Peygamberlerin sonuncusudur).
Nitekim Resûlullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşdur: ( Peygamberler arasında ayırım yapmayınız!).
Doğru yola kavuşduran Allahü teâlâdır. O düâları kabul edicidir. Yanılmakdan ve hatâ etmekden Ona sığınırız.
Nefsimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allahü teâlâya sığınırız.
Bütün göklerin ve yerin orduları Allahındır. Allah alîm ve hakîmdir!) büyütmüştür.
Kâinâtı zulmet bulutu kaplasa, Senin hidâyet güneşinin bir zerresi o perdeyi kaldırır.
Yaratdıklarını şâhid yaparak ülûhiyyetinin sırlarını bize bildiren Allahü teâlâya hamd olsun. Sonradan olanlar ile ve imkân delîlleri ile rübûyyetinin ikrâr yolunu bize gösterdi.
Aklın varsa eğer, islâmiyyete bağlan!
İslâmiyyetin aslı, Hadîsdir ve Kur’ân!
Hiçbir peygamber kendi aklından birşey söylememiş, hepsi, Allahü teâlânın bildirdiği şeyleri söylemişlerdir.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir gece, (Yâ Rabbî! Ömer bin Hattâb veyâ Ebû Cehl bin Hişâmdan biriyle islâmı kuvvetlendir) diye, düâ buyurdular. Sabâhleyin hazret-i Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh” geldi ve müslimân oldu.
Her asrda gelen insanların kabiliyetlerinin farklı olmasından dolayı, dinleri de farklı farklı oldu. Bu farklılık, dinlerin aslının bir din olduğuna mani değildir. Nitekim güneşin ışığının farklı yerlerde, farklı şekilde görünmesi, bu ışıkların hepsinin aynı güneşin ışığı olmasına mani değildir.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yirmibeş yaşında idi. Hazret-i Hadîce ile henüz evlenmemiş idi. Hazret-i Hadîcenin kölesi Meysere ile birlikde Şâm seferine çıkdı. Busraya varınca, Nastura adında râhibin bulunduğu yerin yakınında bir ağacın altında konakladılar. Nastura Meysereyi tanıdı. Ey Meysere! Bu ağacın altında oturan kimdir, dedi. Meysere, o, Kureyşin eşrâfından ve Hâşimoğullarının ileri gelenlerinden bir kimsedir, dedi. Nastura dedi ki: Hakîkat şudur ki, bu ağacın altında Peygamberlerden başkası konaklamamışdır. Onun gözlerinde hastalık sebebiyle olmayan bir kırmızılık var mıdır diye sordu. Meysere evet vardır deyince, O âhır zemân Peygamberidir ve Hâtem-ül-enbiyâdır. Ne olaydı, Onun peygamberliği zemânına kadar yaşasaydım ve islâma girip Ona tâbi’ olsaydım, dedi.
Araf Suresi 99.ayetinde mealen (Hüsrana uğrayan kimselerden başkası, Allahın mühlet vermesinden emin olamaz.
Abdüllah bin Mubârek “rahmetullahi aleyh” Buyururdu ki, (Edeb nedir? Âlimler, çeşidli ta’rîf etmiş. Bence edeb, kişinin nefsini tanımasıdır.) (Birinin bir lira hakkını ödemek, bin lira sadaka vermekden dahâ iyidir. Çalışıp kazanmak, tevekkülü bozmaz)
EBÛ HALÎM HABÎB BİN SÂLİM RÂÎ “rahmetullahi aleyh” ;
Kalbini hırs kutusu ve mi’deni harâm kabı yapma!
İnsânoğlu bu ikisinden helâk olur. Bu ikisine dikkat eden kurtulur, buyurdu.
Ey îmân edenler! Cum’a günü nemâz için ezân okunduğu zemân Allahı anmaya koşun
Allahü teâlânın senin hakkında dilediği, senin kendi hakkında dilediğinden dahâ hayrlıdır
(O sûra üfürüldüğü zemân var ya, işte o gün zorlu bir gündür.)
( Hak geldi bâtıl yıkılıp gitdi. Zâten bâtıl yıkılmağa mahkûmdur)
Hânımım hâmile idi. Çocuğumun oğlan olması için İmâm-ı Hâdîden “radıyallahü anh” düâ istedim. Çok kız vardır ki erkek evlâddan hayrlıdır buyurdu. Kızım oldu.
İmâm-ı Muhammed Takî “radıyallahü anh” buyurdu ki: Zâlimin adâletle geçen günü, mazlûmun zulm edilen gününden dahâ ağır gelir.
Şer eken, pişmanlık biçer
Yâ Rabbî beni afv et, afv etmeyeceğinden şübhem yokdur.
Kur’ân-ı kerîmin mu’cize olması yönlerinden biri de şudur: Onu okuyan ve dinleyen, okumakdan ve dinlemekden aslâ usanmaz. Ne kadar çok okursa ve dinlerse, okudukça ve dinledikçe muhabbeti ve tat alması artar. Hâlbuki, insanların sözleri ne kadar edebî, fasîh ve belîğ olursa olsun, birkaç def’a okunup dinlendikten sonra tat alınmaz olur ve usanç ve sıkıntı vermeğe başlar.
Yatacağın zemân Âyet-el kürsîyi başından sonuna kadar oku. Allahü teâlâ seni muhâfaza eder ve şeytân sana yaklaşamaz.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem : (Allahü teâlâdan başkasına secde etmek câiz olsaydı, kadınların kocalarına secde etmelerini emr ederdim) buyurdu.
Peygamber efendimizin evli çifte duası;
Yâ Rabbî bunların arasında ülfet ve muhabbet nasîb eyle diye düâ buyurdu.
Ülfet= alışma, kaynaşma demek..
Şükrünü yapabildiğin az mâl, şükrünü yapamayacağın çok mâldan iyidir
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyordu:
Bir müslimân şartlarına uygun abdest alsa, sonra tam bir dikkatle nemâzı devamlı kılsa muhakkak Cennete gider .
Yâ Rabbî! Önden-arkadan sağdan-soldan gelecek zarardan muhâfaza et
Allaha ve Resûlüne düşmân olan, düşmândır kendine,
Hayâsızdır düşmân olanlar, hayâ sâhibi Zinnûreyne.
Allahım! Onu şarkıcılıkdan kurtarıp, Kur’ân-ı kerîm okuyucu eyle. Harâmla meşguliyetini halâl ile meşguliyyete çevir. Ona şerab yerine halâl içecekler nasîb eyle. Fuhşdan kurtar, iffet nasîb eyle. Nefsine uymakdan kurtar, hayâ ihsân et ve ona sâlih bir evlâd ver.
Derd-i dünyâdan [dünyâ derdinden] ve bedene gelen sıkıntılardan dolayı, kalbler sıkılmaya ki, bu hâller temâmen geçicidir. Ve bu zorluğun altında [karşılığında] kolaylık vardır.
Resûlullaha salât ve selâm okununca ve diğer şeyler mubârek rûhu için okununca, bildirilir
Her Peygamber kendi kavmine gönderildi. O ise bütün insanlara ve cinlere gönderildi. Yeryüzünün her tarafı Ona mescid kılındı. Su bulamadığı zemân teyemmüm ederek nemâz kılar.
[Duhâ sûresi 7.ci âyetinde meâlen] (Seni şaşırmış bulup, doğru yola eriştirmedi mi) buyurdu.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “İslâma da’vet etdiğim kimselerden sâdece Ebû Bekr o ânda beni tasdîk edip, sen Allahın Resûlüsün, dedi. O Sıddîk-ı Ekberdir.”
Yâ Rabbî, ben bir ümmet görüyorum ki, onlar yükseğe çıksa tekbir getirirler, alçak yere inseler hamd ederler. Onlar için yeryüzünün toprağı temiz kılındı. O toprakla necâsetten ve hadesden, cünüblükden, su ile temizlendikleri gibi temizlenirler. Yeryüzü onların mescidleridir. Ya’nî nerede dilerlerse orada ibâdet ederler. Onları bana ümmet eyle, dedi. Allahü tealâ, yâ Musâ! Onlar Ahmedin aleyhisselam ümmetidir, buyurdu.
Yâ Rabbî! Bir ümmet buldum ki, onlar çok hamd ederler ve hükm edicidirler. Bir iş yapmak isteyince inşâallah derler. Onları bana ümmet eyle, dedi. Allahü tealâ, yâ Musâ! Onlar Ahmedin aleyhisselâm ümmetidir, buyurdu.
Sefîne “radıyallahü teâlâ anh” şöyle nakl etmişdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Benden sonra halîfelik müddeti otuz senedir. Ondan sonra melikler saltanat sürer”.
Ebû Bekr “radıyallahü anh” iki sene, Ömer “radıyallahü anh” on sene, Osmân “radıyallahü anh” oniki sene ve Alî radıyallahü anh” altı sene halîfelik yapdılar.
Şimdi kimsesiz kaldı, vahyin indiği bu yerler.
Allaha ve Resulüne düşman olan, düşmandır kendine
Hayât her ne kadar uzun olursa olsun,
Dâima bitmeye mahkûmdur,biter en son.
Ey Yemâme kâfilesi. Vallahi kıyamet yaklaştı!
Bütün putların bâtıl olduğunu ve bütün dinlerin hükümsüz kılındığını bildiren bir peygamber geldi.
Rivâyet olunur ki, Fir’avn bir zemân Nil nehrinin yanına gelmişdi. O yürüdükce Nil akar, durdukca da dururdu. Şübhesiz ki, bu gibi hâller kerâmet değildir. Mekr-i ilâhîdir [aldatmadır]. Sâhibinin perîşan olmasına, Hakdan son derece uzaklaşmasına ve mahrûmiyyetine sebeb olur.
Her asrda gelen insanların kâbiliyyetlerinin farklı olmasından dolayı, dinleri de farklı oldu. Bu farklılık,dinlerin aslının bir din olduğuna mâni değildir.Nitekim güneşin ışığının farklı yerlerde, farklı şeklde görünmesi, bu ışıkların hepsinin aynı güneşin ışığı olmasına mâni değildir.
Hastalık değiştikçe ilâc da değişir.Kalbleri hasta olan insanlara, Peygamberlerden müşfik tabîb-i hâzık olmaz.
Allahü teâlânın hidâyete kavuşturduğunu, kimse saptıramaz. Onun sapdırdığını da kimse hidâyete kavuşturamaz.
Allahü teâlâ [Hicr sûresi 9.cu âyetinde meâlen] (Doğrusu, kitâbı [Kur’ân-ı kerîmi] Biz indirdik, onun koruyucusu elbette Biziz) buyurdu.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” en büyük mu’cizesi Kur’ân-ı kerîmdir. Kıyâmete kadar bâkî kalacakdır. İnsanların dilinde okunacak ve sahîfelerde yazılı duracakdır. Hattâ Kur’ân-ı kerîm bir değil binlerce mu’cizedir
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” “Yemeği sağ elinle yi” buyurdu.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (Ey Sa’lebe şükrünü yapabildiğin az mâl, şükrünü yapamadığın çok mâldan iyidir) buyurdu.
“Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gördüm. Mubârek yüzü ayın ondördü gibi parlıyordu ve şöyle buyuruyordu:
“Bir müslimân şartlarına uygun abdest alsa, sonra tam bir dikkatle nemâzı devâmlı kılsa muhakkak Cennete girer.”
“De ki, Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitdi. Zâten bâtıl dâimâ yıkılmaya mahkûmdur”
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Huzeyfeyi “radıyallahü anh” Hendek savaşında müşriklerin vaziyyetini öğrenmek için aralarına gönderince, nemâz kıldı ve şöyle düâ etdi.
“Ey üzüntülü kimselerin imdâdına yetişen ve güç durumda olanların düâsını kabûl eden Allahım! Sıkıntımızı ve üzüntümüzü gider. Benim ve yanımda bulunanların hâlini sen görüyorsun.”
O sırada Cebrâîl aleyhisselâm gelip, Allahü teâlâ sana selâm eder. Sana zafer verdi. Dünyâ gökünden onların üzerine taş yağdıran bir rüzgâr gönderdi.
Hendek savaşında, Kureyşliler perîşan ve mağlûb oldular.
İyi bilmek îcâb eder ki Allahü teâlânın, bir kulun bütün murâdını yerine getirmesi, her istediğini vermesi, isterse bu verilen şeyler hârikul’âde olsun, o kulun Allahü teâlâ katında makbûl bir kul olduğunu göstermez. Bunlar, ba’zı kullarına iyilik ve ihsândır. Ba’zılarına da istidrâcdır. Allahü teâlâ [A’râf sûresi 182.ci âyetinde meâlen], ( Onları derece derece aşağı indiriyoruz. Onlar bilmiyorlar) buyurdu.
El mer’u me’a men ehabbe. (Kişi sevdiği ile berâberdir) hadîs-i nebevîdir. Berâberlik, gerçekden sevenin (sâdık dostun) nasîbidir, hadîs-i şerîfi nice hicran içinde olanların tesellîsidir.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” mağaranın içine girer girmez, o gece mağaranın kapısının önünde bir ağaç yeşerdi. İki yabânî güvercin o ağacın üzerine yuva yapıp yumurtladılar. Bir örümcek de mağaranın ağzını ağıyla ördü. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekkeden ayrıldığını haber alan müşrikler ok ve yaylarını alıp, ta’kîbe çıkdılar. Mağaranın ikiyüz zrâ veyâ bir rivâyetde elli zrâ kadar yakınına geldiler. [Bir zrâ 48 cm.dir.] Aralarından birini mağaranın içine girip bakması için gönderdiler. O kimse mağaranın önüne geldi ve geri dönüp gitdi. Niçin döndün dediler. Mağaranın kapısı örümcek ağıyla kaplı ve orada iki güvercin var. Anladım ki içerde kimse yok, dedi. Müşrikler mağaranın kapısına konan iki güvercini görerek döndükleri için, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o güvercinlere hayr düâda bulundu. Allahü teâlâ o güvercinlere haremde yer nasîb etdi ve nice seneler orada yaşayıp yavruladılar.
“Allaha secde et ve yalnızca Ona yaklaş.”
“Allahü teâlânın dalâletde bırakdığını, kimse hidâyete erdiremez.”
“Hayât her ne kadar uzun olursa olsun,
Dâimâ bitmeye mahkûmdur, biter en son.”
“Benim adım, Şeddâd bin Âd. Irem bağları ve imâd sâhibiydim. Bin sene yaşadım. Bin şehr kurdum. Bin kız ve hizmetçiyle yaşadım. Bin kantar altına sâhib oldum. Binlerce askerim vardı. Şarkın ve garbın saltanatına sâhib oldum. Ne dünyâ bana kaldı, ne de ben dünyâda bâkî kaldım. Benden sonra kimse dünyâya mağrûr olmasın.”
Muhammed aleyhisselâm doğmadan önce meydâna gelen ve Onun Peygamberliğine müjde ve alâmet olan hâdiselerden biri de Fil Vak’asıdır. Bu hâdise şöyle vuku’ bulmuşdur. Habeşiştan kralı Necâşinin Yemende Ebrehe adında bir vâlîsi vardı. [Habeş pâdişâhlarının hepsine (Necâşi) denir.] San’ada Kuleys adını verdiği bir kilise yapdırdı. Sonra Necâşiye bir mektûb yazıp şöyle dedi: Senin için bir kilise yapdırdım ki, benzeri görülmemişdir ve senden önceki krallara böylesi nasîb olmamışdır. Burayı arablar için hac yeri yapacağım ve artık Kâ’beye kimseyi göndermeyeceğim. Ebrehenin bu sözü arablar arasında duyulup yayıldı. Buna kızan arablardan biri, kilisenin içine girip, def-i hâcetini yaparak kirletdi. Başka bir rivâyete göre ise, arablardan bir cemâ’at kilisenin yakınında ateş yakmışlardı. Rüzgârla ateş kıvılcımı sıçrayıp ağaçdan yapılmış ve altın yaldızla süslenen kilise, temâmen yandı. Yemen vâlîsi Ebrehe bundan dolayı çok kızıp, Kâ’beyi yıkacağım diye yemîn etdi. Habeş askerlerini toplayıp, gidip Kâ’beyi yıkmak için yola çıkdı. Ebrehenin bir fili vardı. On veyâ bin fili olduğuna dâir rivâyetler de vardır. Mekkeye yaklaşdıkları sırada, Abdülmuttalib, Mekke mallarının üçte birini vereyim, geri dönün dedi. Kabûl etmediler. Fili önlerine alıp Mekkeye doğru yürüdüler. Fili Kâ’beye doğru sürdüler. Fil aslâ o tarafa yürümedi. Yönünü başka tarafa çevirdiklerinde, o tarafa koşarak gidiyordu. Sonunda bir yerde durmak mecbûriyyetinde kaldılar. Mekke çevresine adamlar gönderdiler. Bunlar Abdülmuttalibin ikiyüz devesini yakalayıp getirdiler. Abdülmuttalib develerini istemek için Ebrehenin yanına geldi. Ebrehe onu uzakdan görünce, heybetinden ürperdi. Bu gelen kimdir diye sordu. O Mekkenin büyüğü, reîsidir, dediler. Ebrehe onu karşılayıp, kendi minderi üzerine oturtdu ve ne istiyorsun, dedi. Abdülmuttalib, senin süvârilerin benim develerimi tutup getirmişler. Onlara söyle de, develerimi geri versinler, dedi. Ebrehe ona, ey Kureyşin efendisi! Ben size izzet ve şeref kazandıran şu Kâ’beyi yıkmak için geldim. Sen ise ondan bahsetmiyorsun da, develerini istiyorsun, dedi. Abdülmuttalib şöyle cevâb verdi: Ben develerin sâhibiyim, kendi malımı istiyorum. Kâ’benin sâhibi vardır. O herkese karşı gâlib gelir ve Kâ’beyi korur. Sonra Abdülmuttalibe develerini verdiler, geri döndü. Kâ’beye gidip kapısının halkasına yapışarak, Allahü teâlâya münâcâta, düâya başladı. O sırada gökyüzünde ansızın sürü hâlinde kuşlar gördü. O zemâna kadar öyle kuşlar hiç görmemişdi. Kuşlardan herbirinin gagasında ve iki ayağında mercimekden büyük, nohuddan küçük taşlar vardı. Her taşın üzerinde bir kâfirin ismi yazılı idi. Kuşların bırakdığı taş, başına isâbet eden askerin altından çıkıyor ve o asker hemen ölüyordu. Atlı ise, atı da ölüyordu. Ebrehenin ordusu kaçmaya başladı. Kuşlar ta’kip edip, taş bırakarak hepsini öldürdüler. Ebrehe de çok perîşân bir hâlde öldü. Ebrehenin vezîri kaçıp kral Necâşînin yanına gitdi. Hâdiseyi anlatdı. Necâşî, bunlar nasıl kuşlarmış ki, bunca seçme ve savaşçı askeri öldürdüler, dedi. Bu sırada vezîr yukarı bakıp, o kuşlardan birinin başının üzerinde dönüp durduğunu gördü. Vezîr Necâşîye o kuşu göstererek, işte o kuşlardan biri dedi. O sırada kuş vezîrin başına bir taş bırakdı. Vezîr, Necâşînin gözü önünde öldü.
Bu hâdise Muhammed aleyhisselâmın doğmasının yaklaşdığına ve Onun peygamberliğine bir işâret idi. İbni Abbâs; Ümmi Hânînin evinde fil vak’asında kuşların atdığı taşlardan çok vardı. Çocukluğumuzda o taşlarla oynardık, diye anlatmışdır.
Fil vak’asından ellibeş gün sonra, Muhammed aleyhisselâm doğdu.
İnsanlar gafletde iken gelir yüce Peygamber,
Muhammeddir, doğrudur, ondadır doğru haber “aleyhisselâm”!
Seni şahid, müjdeleyici ve uyarıcı gönderdik.
Ahzab Süresi 45. Ayet
Dost altın gibi, belâ da ateş gibidir,
Hâlis altın, ateş içinde saf hale gelir.
“İyi bilmek îcâb eder ki, Allahü teâlânın, bir kulun bütün murâdını yerine getirmesi, her istediğini vermesi, isterse bu verilen şeyler hârikul’âde olsun, o kulun Allahü teâlâ katında makbûl bir kul olduğunu göstermez. Bunlar, ba’zı kullarına iyilik ve ihsândır. Ba’zılarına da istidrâcdır.”
“İstidrâcın ma’nâsı: Allahü teâlânın bir kimseye, isteklerini dünyâda vermesidir ki, o kimsenin haddi aşması, inâdı, cehâleti ve fesâdı artıp, her zemân ve belki her ân dergâh-ı izzetden [Allahü teâlâ katından] uzaklaşarak, rahmetden mahrûm kalmasına sebeb olmasıdır.
(Ey Resûlüm! Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik!)