İçeriğe geç

Sessiz Yığınların Gölgesinde: Toplumsalın Sonu Kitap Alıntıları – Jean Baudrillard

Jean Baudrillard kitaplarından Sessiz Yığınların Gölgesinde: Toplumsalın Sonu kitap alıntıları sizlerle…

Sessiz Yığınların Gölgesinde: Toplumsalın Sonu Kitap Alıntıları

Bence ilginç olan iki an var: Bir şeylerin ortaya çıktığı ve bir anlamlarının bulunmadığı, çok güçlü, etkin oldukları, sürekliliklerinin olmadığı an ve bir de ortadan kayboldukları an.
Düşlerin devlet kontrolü
altında bulunduğu bir sırada,
gerçeklik kendini bir düş sanmaktır.
Kitle, sahip olduğu toplumsal enerjiyi tüketebildiği ölçüde bir kitle olarak algılanabilmektedir.
Kitle: Toplumsalın içinde kaybolduğu kara bir deliktir.
Kitle; Toplumsalın içinde kaybolduğu kara bir deliktir.
Biraz pahalı olmakla birlikte herkesin satın alabileceği bir fiyata satılması da mümkündür. Bunun örneklerini gördük.
Zenginliği bir başka şekilde dağıtma yolu bulunmadığı sürece toplumsala düşen görev: Düzeni çökerterek, tahammül edilmesi olanaksız bir ütopik duruma neden olabilecek bu zenginliğin fazlasını emip, temizlemektir.
Kitle: Toplumsalın içinde kaybolduğu kara bir deliktir.
Dünya, sessiz yığının umurunda bile değil. Yeter ki akşam terliklerini giyip çenesini açabilsin. Hiç merak etmeyin sessiz yığın çenesini kapatmışsa, onun dediği olur
Toplumsallığın görevi bireylerin kendi yaşamlarını yararlı bir şekilde yönetmelerini sağlamaya çalışmaktır.
Onlar anlam yerine gösteri istemektedirler.
Kitleler mıknatıslanabilirler. Çünkü toplumsal denen şey onları statik bir elektrik gücü gibi sarıp sarmalamaktadır.
Can güvenliği sorunu toplumlarımızın baş belası olmuştur. Zaten uzun bir süredir özgürlük sorununun yerini almış bulunuyor. Bu durum ne felsefi ne de ahlaki bir değişimin sonucudur. Bu durum sistemlerin nesnel konumlarındaki gelişmenin bir sonucudur;
– Sistemin rahat, dışarılara taşan, yayılmacı olduğu bir konum özgürlüğü üretmiştir;
– Sistemin (daha yoğun) farklı olduğu bir konum ‘can güvenliğini’ (otoregülasyon, denetim, feed-back, vs) üretmiştir,
– Sistemin daha ileri bir konumu ya da çoğalma ve doyuma ulaşma konumuysa panik ve terör üretmekle meşguldür. ”
Terörizm kendi başına politik bir eylem niteliğine sahip olamaz. Terörizm medyaların rehinesidir aynen medyaların onun rehinesi olması gibi. Bu zincirleme şantajın sonu yoktur – herkes herkesin rehinesidir, bu durum bizim toplumsal dediğimiz ilişkinin sonudur. Zaten bütün bunların ardında yatan ve tüm bu zincirleme şantajın kaynağında olan bir terim vardır: Kitleler. Onlar olmadan ne medya ne de terörizm olabilir.
Baudrillard bize içinde yaşadığımızı ve algıladığımızı sandığımız dünyanın bir simülasyon dünyası olduğunu söylemektedir. Çünkü toplumsal denen şey buharlaşmış ve yerini kitleler almıştır. Bu toplumsalın simülasyonudur. Karşılıklılık ilkesine dayatı iletişim ortadan kalkmış ve yerini bir iletişim simülasyonuna bırakmıştır. Politik arena ortadan kalkmış yasak ve şiddet buharlaşarak yerini terörizme bırakmıştır. En azından Batılı toplumlar için durum budur. Batı artık politika ötesi bir dönemin içine girmiştir. Bu Kapitalizm’in Baroklaştığı aşamadır. Kendi üstüne kıvrılıp ortadan yok olması gereken aşamadır. Ancak şu anda bile ortadan kalkmış olsa görüntüsü uzun bir süre ortadan kalkmayacaktır. İkili karşıtlıktan biri olan Kapitalizm buharlaştıysa onun alternatifi olan bugünkü Sosyalizm’in de buhar taşması kaçınılmazdır. Dolayısıyla gelecek bir sentez çağı olmak durumundadır.
Gerçeğin gerçekten daha gerçekmiş gibi göründüğü ve yakalanması ya da algılanması çok güç, çok gizli ve çok kurnazca çekilmiş çizgiler aracılığıyla görmek mümkündür. Bütün iletişim ve enformasyon araçlarının görevi (konuşmalar, canlı yayınlar, sinema, dürüst televizyonculuk, vs) bu gerçeği ya da bu haddinden fazla gerçek olanı üretmektir. Oysa haddinden fazla müstehcen ve porno denebilecek bir gerçek söz konusudur. Aynen pornografik filmlerde yapılan zoom’lara benzeyen, hiçbir zaman için bu şekilde var olmamış olan ve aslında ancak belli bir uzaklıktan bakıldığında bir anlam kazanan gerçeğe bizler haddinden fazla yaklaştırılmaktayız. Her türlü gerçek olasılığını kusursuz bir duplikasyonla caydırma, makroskopik bir aşırı sadakat, hızlandırılmış bir yeniden yönlendirme, doyurma, gerçekle ve gerçeğin canlandırılması arasındaki uçurumun kapanması sonucunda, gerçeğin enerjisinin içinden geçtiği ayrık kutupların içten patlamasıyla caydıran bu hipergerçeklik, hem sistem hem de gönderen olarak ortadan kaldırıp model düzeyine yükselttiği gerçeği yok etmektedir.
1544 yılı, Paris’te ilk düşkünler evinin açıldığı tarihtir. Serseriler, deliler, hastalar, toplumun dışladığı ve bir kalıntıya dönüşmüş olan herkes, o sırada henüz yeni doğmuş bulunan toplumsal tarafından bakıma alınmışlardır. Bu bakım 19. yüzyılda Sosyal Yardım, 20. yüzyılda da Sosyal Sigorta’ya dönüşecektir. Toplumsalın gelişmesiyle birlikte doğru orantılı olarak neredeyse toplumsalın bütünü de kalıntılaşmış ve kendisine bir halka daha katılarak boyutları genişletilmiştir. Artıklar tüm bir toplumu kapsadığındaysa kusursuz bir toplumsallaşmayla karşı karşıya kalınmaktadır. Herkes bunun hem dışında hem de içindedir. Herkes hem tümüyle dışlanmış hem de toplumsallaştırılmıştır.
Meydan okuyan kişi ise her zaman için intihar eden, ancak zafer kazandıran bir intihar biçimini seçmiş olan kişidir. Değer anlamın yok edilmesini (kendi anlamının demek istiyoruz) amaçladığından karşısındakini her zaman için aynı değerde olamayacak, abartılmış bir yanıt vermeye zorlamaktadır. Meydan okumanın hiçbir zaman için bir anlam, bir isim, bir kimlikle eşdeğerli olabilecek bir anlamı, bir ismi, bir kimliği olmamıştır – meydan okuma, anlama, iktidara, gerçekliğe, içinde yaşanılan var oluş biçimine ve bu şekilde yaşamaya karşı bir meydan okumadır.
Toplumsal açık seçik ve tek anlamlı bir süreç değildir. Modern toplumlar gelişme yanlısı bir toplumsallaşma ya da toplumsallıktan kurtulma sürecini başarabilecek midirler? Her şey bu düşüncenin tersine verilen anlama bağlıdır. Oysa hiçbir terimin garanti verme olanağı bulunmadığı gibi, hepsi bir başkasına dönüşebilmektedir. Toplumsal gelişme nin kilometre taşları içinde aynı şeyler söylenebilir (kentleşme, sanayi yoğunlaşması, üretim, iş, tıp, okuma-yazma, sosyal sigortalar, toplumsal güvenceler, vb) en etkin toplumsallaştırma aracı Kapital de dahil olmak üzere bütün bunların toplumsalı aynı devinim içinde ürettikleri ve yok ettikleri söylenebilir.
Şiddete dayalı terörizmin bir başka yönü de her türlü belirleme ve niteliği yadsımasıdır. Bu anlamda terörizmi eşkıyalık ve komando eylemlerinden ayırmak gerekir. Komando eylemi belli bir düşmanı amaçlayan (bir treni havaya uçurmak, karşı görüşlü partinin binasına bombalı saldın, vs) bir savaş eylemidir. Diğeriyse cinayete dayalı geleneksel şiddettir (bir bankayı soymak ya da fidye istemek gibi). Bütün bu eylemlerin ekonomi ya da savaşa dayalı bir amaçları vardır. Rehin alma ve geciktirmeli ölüm oyunuyla işe başlayan güncel terörizmin ise ne bir amacı ne de belli bir düşmanı vardır (amacı olduğunu söylüyorsa da bu ya sudan nedenlere dayanmaktadır ya da gerçekleştirilmesi olanaksız şeylerdir). Zaten onları gerçekleştirmeye yarayabilecek en son çözüm yolu da terörizmdir. Filistinliler, İsrail’i aldıkları rehineler aracılığıyla mı tehdit etmektedirler? Hayır, asıl amaçladıkları şey İsrail aracılığıyla efsanevi bir düşmandır. Hayır o düşman efsanevi bile değildir. Bu düşman anonim, birbirine benzeyen ve her yerde, her zaman var olan bir tür evrensel düzen ve en suçsuz insana kadar herkestir. İşte bu terörizmdir. Herkesi, her yerde, her zaman vurabileceği için çözülemeyen, orijinal bir yanı vardır. Bu bakımdan askeri bir komando eylemi ya da bir fidye isteme olayından farklıdır.
Şiddetin kökenindeki gerçekte, bütün temsil edici kurumların (sendikalar, örgütlenmiş hareketler, bilinçli politik mücadele, vs) yadsınması yatmaktadır. Kendisiyle bir dayanışma içinde olanları bile yadsımaktadır, çünkü dayanışma onun şiddetini bir modele, ambleme öyleyse bir temsil edilmeye dönüştürebilmektedir. ( Onlar bizim için öldüler ve giriştikleri eylemler bizim işimize yaradı ). Anlamı yerinden oynatabilen, terörizmin toplumsal yasallığını hiçe şayan, onun hiçbir politik uzantısıyla hiçbir tarihsel sürekliliği olmadığını söyleyen her şey mübahtır. Terörizmin aynadaki görüntüsü onun tarihi bir uzantısı değildir. Aynadaki bu görüntü ya da kitle iletişim araçları tarafından öyküleştirilmesi insana bir saniye içinde şok geçinebilen ses dalgalarına dönüşmektedir. Terörizmin politik bir olay olmaması gibi bu öykü de (radyo, televizyon ve başındakiler) bir haber niteliğine sahip, nesnel bir olay değildir. Terörizm ve haber ayrı şeylerdir, ne anlam ne de temsil edilme düzenine aittirler – belki bir ölçüde mitlere benzedikleri söylenebilir ancak hiç kuşkusuz bir simülasyon düzenine aittirler.
Terörizmin amacı Devlet’in baskıcı yanını ortaya çıkartmak değildir (işin bu yanı daha çok kitlelerin gözünde son bir temsil edilme şansını bulan kışkırtıcı küçük grupların olumsuzluklarında yatmaktadır). Temsil edilebilme (canavarlaşma ya da bilinçlenme anlamında değil) olanağından yoksun olan terörizm yarattığı zincirleme tepkilerle iktidarların da temsil edici olamayacaklarını göstermektedir. İşte onun yıkıcılığı da buradadır. Temsil edilmeme olayını çok küçük dozlarda ancak çok somut bir şekilde iktidarlara enjekte ederek onların sonunu çabuklaştırmaktadır.
Temsil edici olmayan tek eylem biçimi terörizmdir. İşte bu yüzden temsil edilemeyen tek gerçek olan kitlelerle uyum içindedir. Bunun anlamı: Terörizm kitlelerin sessizliği ve suskunluğunu ya da onların edilgin direnişini şiddete dayanarak temsil edecek demek değildir. Bunun anlamı şudur: Terörizmin körü körüne giriştiği saçma ve temsili imkânsız eylemle eşdeğerli olabilen tek olgu kitlelerin körü körüne, saçma ve temsili imkânsız karakteridir. Her ikisi de her türlü temsil sisteminin yadsınmasında en üst noktaya ulaşmış bulunan güncel biçimlerdir. İşte bu kadar.
Günümüzde artık kitlelerin anlam ve özgürlüğe de sahip bir toplumsallaşma adı altında vaftiz edilmeyi yadsıdıkları ilginç bir noktada bulunuyoruz. Onları yeniden ele geçirip, kullanma düşüncesinden artık vazgeçmeliyiz. Çünkü kitle diye bir şey yoktur. Bütün iktidarların gelip içinde yok oldukları bu sessiz yığın bir sosyolojik bütünlük ya da gerçeklik değildir. O, iktidarın sırtında taşıdığı bir gölge, içine düştüğü dipsiz bir çukur ve bir emme biçimidir. Bunu anlamak yeterlidir. Akışkan, devingen, uyumlu hatta bütün isteklere aşırı derecede uyan ve katılmanın en aşırt ucu olan bir hipergerçek uyumluluk yumağı. İşte iktidarın içinde bulunduğu güncel felaket, işte devrimin içine düştüğü iflas çukuru. Çünkü için için kaynayan bu kitle hiçbir zaman için patlamayacaktır. Üstelik her türlü devrimci söylev onun içinde yok olacaktır, öyleyse bu kitlelerle herkesin başı derttedir. Onlar bu söylevlerdeki leitmotivdir. Bütün toplumsal projelerdeki sabit fikirdir.
Bütün söylevlerin kökeninde yatan büyük boşluğun adı kitledir. Kitlede gizli bir faşizm ya da gizli bir histeri yoktur. Yalnızca bütün yitirilmiş gönderenlerin devrik simülasyonları vardır.
Kitle: Toplumsalın içinde kaybolduğu kara bir deliktir.
Kitle bir hayvan sürüsü kadar suskundur. Kitleyi sürekli olarak sondajlarla tartmak boşuna uğraşmaktır (öte yandan sürekli olarak katılması istenen haber olgusu aracılığıyla kendisine laboratuvar deneylerinde hayvanlara yapılan işkenceye benzeyen bir tür işkence yapılmaktadır.) Çünkü doğrunun solda mı, yoksa sağda mı olduğunu söylemediği gibi devrimle, baskı arasında hangisini yeğlediğini de söylememektedir. Onun için doğru ve akıl yoktur. Kendisine yapılan yakıştırmalar umurunda bile değildir. Kitlede bilinç ve bilinçaltı yoktur.
Dış etkiler, mesajlar ve testlerin bombardımanına uğrayan kitleler artık kara bir maden kütlesi gibidirler. Bir yerde yalnızca tayflarının analizi aracılığıyla tanınabilen gaz kitleleri gibidirler -istatistikler ve sondajlarla eşdeğerli olan ışık demetleri tayfı. Zaten başka bir şey beklemek de boşunadır. Artık ne dışavurum vardır ne de temsil edilme. Yalnızca ve yalnızca açıklanamaz ve açıklanamamış olan bir toplumsallaşmanın simülasyonu vardır. Onlardaki sessizliğin anlamı budur. Oysa bu sessizlik yanıltıcıdır, -çünkü bu konuşmayan bir sessizlik değildir. Yalnızca kendi adına konuşulmasını yasaklayan bir sessizliktir. Bu anlamda bir yabancılaşma biçimi olmaktan çok etkili bir silahtır.
Kitlelerin, kendilerine özgü davranışları olamaz. Onlara zaman zaman içlerinden gelen devrimci bir arzunun rasyonelliği bahşedilebilir. Bütün bunlara evet de, Tanrı bizi yine onların sessizliklerinden ve tepkisizliklerinden korusun. Oysa asıl yapılması gereken, bu duyarsızlığı bir tür büyüye, insanları devrimci yeteneklerinden saptıran sihirli bir yabancılaşmaya bağlamak yerine onu tüm olumlu vahşiliği içinde. çözümlemektir.
Kitleler iktidar tarafından güdümlenmiş, futbolla uyutulmuştur.
Kitle: Toplumsalın içinde kaybolduğu kara bir deliktir.
Kitle: Toplumsalın içinde kaybolduğu kara bir deliktir.
Kitleler toplumsalın aynası mıdırlar? Hayır, kitleler toplumsala ait olmadıkları gibi, toplumsalı yansıtabilmekten âcizdirler -kitlelerin üstüne çarparak kırılan şey ise toplumsal adlı bu aynadır.
Bütün gönderen sistemlerinin, bütün ayakta duramayan anlamların, olmayan tarihin ve artık var olmayan temsil etme sistemlerinin kara kutusu kitle: Toplumsalla ilgili olan her şey unutulduğunda geriye kalan artıktır.
Kitle: Toplumsalın içinde kaybolduğu kara bir deliktir.
Oysa her şeye yeniden başlama zorunluluğu yoktur. Geriye bir şeylerin kalması gerekmektedir.
Bütün zenginlikler kurban edilebilseydi insanlar gerçeğin ne anlama geldiğini bilemezlerdi. Bütün zenginliklere sahip olabilselerdi yararlı ve yararsız olanın bir anlamı kalmayacaktı. Toplumsalın görevi artığın yararsız bir şekilde tüketilmesini sağlayarak bireylerin kendi yaşamlarını yararlı bir şekilde yönetmelerini sağlamaya çalışmaktır.
Her şey toplum-sallaştığında ne olacaktır? Makine duracak, dinamik sistem tersine çalışacak ve toplumsal sistemin kendisi bir artığa dönüşecektir.
Toplumsal kendi yolunda ilerlerken bütün artıkları yok ettiğinden sonuçta kendisi de bir artığa dönüşecektir. Kalıntı durumundaki kategoriler Toplum başlığı altında toplandığında toplumsal bizzat kendisini bir artık olarak
sunmaktadır.
Günlük yaşamdaki can sıkıntısının, tarihin anlamsız yönünü oluşturmadığı düşünülmeye başlanmıştır -daha iyisi özel yaşamın kendi üstüne kapanması politikaya bir meydan okuma anlamına da gelebilir ve politik güdümlemeye karşı etkin bir direniş biçimi olarak gösterilebilir.
Oysa anlam ve gerçekliğin yokluğu doldurulamaz. Anlam yokluğuysa kesin bir yıpranmışlıktan başka bir şekilde yorumlanamaz.
Charlie-Hebdo: “Dünya, sessiz yığının umurunda bile değil. Yeter ki akşam terliklerini giyip çenesini açabilsin. Hiç merak etmeyin sessiz yığın çenesini kapatmışsa, onun dediği olur. İyi yaşar, iyi yer ve yeterince çalışır. Şeflerinden istediği ise babalık ve yeterince korunmadır. Ancak babalık ve koruma alışılmış dozun miktarını aşmamalıdır.”
Kitleler artık bir gönderen olmaktan çıkmışlardır. Çünkü artık temsil edilememektedirler. Ses vermeyen bu kitleler sondajlar aracılığıyla sık sık yoklanmaktadırlar. Düşünceleri yansıtılmamaktadır. Yalnızca ne düşündükleri konusunda testler yapılmaktadır.
Toplumsal: artık üretip onu yok etmek demektir. Bütün zenginlikler kurban edilebilseydi insanlar gerçeğin ne anlama geldiğini bilemezlerdi. Bütün zenginliklere sahip olanilselerdi yararlı yararsızın bir anlamı olmayacaktı. Toplumsalın görevi artığın yararsız bir şekilde tüketilmesini sağlayarak bireylerin kendi yaşamlarını yararlı bir şekilde yönetmenlerini sağlamaya çalışmaktır.
Gerçek saflar her türlü sosyalistlerle hümanistlerdir. Çünkü onlar bütün zenginliklerin yeniden dağıtılmasını ve yararsız bir şekilde harcanmamasını istemektedirler. Kullanım değerini savunan sosyalizm, toplumsal karşısında hepten çarşafa dolanmaktadır. Çünkü toplumsalın optimal ve kolektif bir yöneticisi olabileceğini sanmaktadır. Oysa toplumsal hiçbir zaman öyle birşeye benzememiştir. Bütün sosyalistçe umutlara karşın o mantıksız denetlenemeyen korkunç bir patlamaya benzemiş ve optimal bir yönetimi hiç gözünün yaşına bakmadan harcamıştır.
İçinde yaşanan bireylerin birer terminale dönüştükleri, artık ne denetlenebilen ne de ortak bir şekilde kullanılabilen yan yana konmuş bir iletişim uzamından ibaret paramparça bir toplumsallık. Oysa toplumsal ancak perspektifin bulunduğu bir uzam içinde var olabilir. Aynı zamanda bir caydırma uzamı olan simülasyon uzamı içinde ölür.
Gerçek saflar, her türlü sosyalistlerle, hümanistlerdir. Çünkü onlar bütün zenginliklerin yeniden dağıtılmasını ve yararsız bir şekilde harcanmamasını istemektedirler. Kullanım değerini savunan sosyalizm, toplumsal karşısında hepten çarşafa dolanmaktadır. Çünkü toplumsalın, insanlar ve şeylerin optimal kolektif bir yöneticisi olabileceğini sanmaktadır.
Kitle insanı bezdiren bir suskunluktur. Politik denklemlerdeki bilinmeyendir. Bu bilinmeyen bütün politik denklemleri yok edebilmektedir.
Nasıl olur da gösteri yapan bir kaç yüz kişiye karşılık tam yirmi milyon insan edilgin kalır? Üstelik sadece edilgin kalmaz bir futbol maçını bilerek isteyerek politik ve insancıl bir drama yeğler? Yapılan çözümlemeler iktidarın bütün gücü elinde tuttuğu ve komaya girmiş bitkin bir kitle olduğunu söylüyor. Bunların hiçbiri doğru değildir. Çünkü iktidar gerçekte kimseyi güdümleyememektedir. İktidar kitleleri futbol maçıyla uyuttuğunu seve seve kabul etmektedir. Böylece kendisinin iktidar olduğuna inanmasını sağlamaktadır. Böylelikle kitlelerin duyarsızlılığının onların tek gerçek yaşam deneyimi olduğunu gözardı ederek iktidar algısını pekiştirmektedir.
İsterseniz havası alınmış bireysel taneciklerin, toplumsal artıkların ve kitle iletişim araçlarına ait içtepilerin biraraya getirilmişine kitle diyebilirsiniz. Giderek artan yoğunluğuyla çevresindeki tüm enerjiyi ve ışık demetini emen karabulut sonunda kendi ağırlığı altında ezilecektir. Kitle: Toplumsalın içinde kaybolduğu bir kara deliktir.
Kitle insanı bezdiren bir suskunluktur.
Kitle: Toplumsalın içinde kaybolduğu kara bir deliktir.
Halbuki kitlelerin ne geçmişte ne de gelecekte yazabilecekleri bir tarihleri yoktur.
Seçimlerin temsil ettiği bir şey varsa, o da, insanların büyük bir çoğunluğu için umutlarının gerçekleştiği bir irade ve teslim etme biçimi olarak sosyalizme bir bağlılık ifadesi şeklinde algılanamayacağıdır. İnsanları daha çok estetik ve ahlaki açıdan etkilemiş olan bu seçimlerin, tarihsel ve politik açıdan bir neticeye ulaşabileceğini sanmıyorum. Zaten önemli olan da o kendinden geçebilme duygusudur. Değişiyor, değişecek! Bu değişime tarihsel bir aşıp geçme ya da bir amaçlılık anlamında inanılmamaktadır. Bu daha çok rıza gösterme, inanma niyeti şeklinde tezahür etmektedir.
Kitle, sahip olduğu toplumsal enerjiyi tüketebildiği ölçüde bir kitle olarak algılanabilmektedir. Kitle bütün sıcak enerjileri emerek nötralize edebilen soğuk bir depodur.
“Toplumsal”ın oluşturulabilmesi için kitlenin “enerjisi” emilerek alınmalıdır.
Uzun bir süre iktidar stratejisi kitlelerin uyuşukluğu üstüne kurulmuş gibi görünmüştür. Kitle edilginleştikçe de iktidar kendisinden eminleşmiştir.
Kitle: Toplumsalın içinde kaybolduğu kara bir deliktir.
Küçük ayrımlar, körü körüne uygulamalar, anonim marjinallikler ve mikro arzuların coşkusu.
Aynı şey sinema için de geçerlidir. Çünkü bu aracı yaratanlar da başlangıçta rasyonel, belgesel, haber yönü güçlü, toplumsal bir iletişim aracı olabileceğini düşünürken, sinema kısa bir süre sonra düşselin alanı içine girmiştir.
Onlar anlam yerine gösteri istemektedirler.
Tanrı’dan kitlelere şehit ve aziz masalları, kıyamet günü ve ölüm dansı hikâyesi, büyücülük, kiliselerdeki gösteri ve törenlerden başka bir şey kalmamıştır.
Reklâmcı, insanların, üretmiş olduğu reklâmlara inanmadığına inanmak istemez, en alt düzeydeki minimum bir olasık bile olsa mesajın amacına ulaştığını ve anlamının çözüldüğünü düşünmek ister. Bu alanda hiçbir kuşkuya yer yoktur. Mesajın alıcı üstündeki yansımasının sıfır olduğu gerçeği ortaya çıktığı anda reklâm kurumu o anda yok olacaktır. Çünkü yaşamı kendi kendine tanıdığı yaşama hakkıyla belirlenmiştir.
Denenen tüm güdümleme girişimleri sonunda kitlenin içinde boğulmakta, emilmekte, yolundan çevrilmekte ve başka bir şeye dönüştürülmektedir. Onun neyi, nereye sürüklediğini söyleyebilmek imkânsızdır.
Kitleyi, kitle iletişim araçlarının dışında bir yerde aramak boşunadır.
Toplumsalın enerjisi azalmakta, özgünlüğü elden gitmekte, tarihsel niteliği ve idealliği buharlaşıp uçmaktadır. Toplumsal artık anonimleşmiştir. O artık KİTLEDİR. KİTLELERDİR.
..Çünkü doğrunun solda mı, yoksa sağda mı olduğunu söylemediği gibi devrimle, baskı arasında hangisini yeğlediğini de söylememektedir. Onun için doğru ve akıl yoktur. Kendisine yapılan yakıştırmalar umrunda bile değildir. Kitlede bilinç ve bilinçaltı yoktur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir