İçeriğe geç

Ses ve Sus Kitap Alıntıları – Adnan Gerger

Adnan Gerger kitaplarından Ses ve Sus kitap alıntıları sizlerle…

Ses ve Sus Kitap Alıntıları

Yalnızlık insana ihanet etmez. İnsana insan ihanet eder
ve insanın kendi kendine sığınması yalnızlıkların içerisinde en tehlikelisidir.
Haklısın. Kendinden kaçma duygusudur biraz da yalnızlık.
İnsan içine gömdüklerini paylaşmak istemediğinde tek çaresi susmak mıdır?
İnsan gölgelerinde çürür.
Sözcükler de, dile getirildiklerinde anlamlarını yitireceklerinden korkuyorlardı..
Bir insan her şeyden önce kendine karşı dürüst olmalı, saygılı olmalı. Gerisi boş..
Bir insanı anlayamadığımız zaman etiketinden yola çıkarak önyargılarımızı devreye sokarız.
İnsan değildik. İnsanlıktan fırlamalardık..
Bazen toprak da toprak olmaktan yorulur..
Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir
Bir insan geçmişini bir daha yaşayamazdı, ama korkulu bir rüya da olsa her gün onu görmeyi arzulardı. Bu, dikenli bir patikadan her gün çırılçıplak geçerek kendini kanatma isteği, aslında geleceğe son derece saf bir şekilde ulaşma isteğinden başka bir şey değildi.
Aşkı yaratan,
ötekinin varlığından çok yokluğuydu.

Paulo Coelho

Bir sır paylaştığı esnada insan kendini çok özel hisseder. Kişi, anlattıklarını kendinden başka kimsenin bilmediğini bildiğinde, esrimeye benzer bir ruh haline bürünür, sırra olduğundan çok daha fazla anlam yükler. O sırrı paylaşacağı zamanı ve kişiyi seçmek, kendine verdiği çok önemli bir görev gibidir. Sonradan, verilen sırrın ağırlığı altında ezileceğini bilse bile, o görev duygusuyla hareket eder. Sırrı paylaşan için dünya yeniden eski, bildik haline geri dönerken sırrın paylaşıldığı kişi için durur bu sefer de. Devran bu! İşleyişini kimse anlamaz.
Anlamamak kaçıştır. Bazen yaşananlar sade, yalın, düz cümlelerle anlatılsa dahi anlamak istemez insan. Anladığında ortaya çıkacak dehşetin içinde yaşamayı arzu etmez. Bir gerçeğin insanın göz ucunda, çırılçıplak yaşanıyor olması anlamasına, anlamak istemesine yetmez bazen. Anladıkça artan yükünün altında ezilip, yok olmaktan kaçınır, korkar. Günlerin kelebek ömürlü olması huzur verir insana bazen, korkularını bastırır.
Korktuğun zamanlar aklının bir köşesinde ne olduğunu, tanımını bilmediğin bir şey asılı durur. O tanımlayamadığın meçhulün doğurduğu gizemleri çözmeye duyduğun istek, bir gün boşluktan soluk soluğa düşerken de karşına çıkar, işte bu dersin, işte bu ve ona sahip olmak istersin. Ne olduğunu bilmeden onun senin olmasını istersin.
Çelişkiler bazen insanın canını tek bir vuruşta alıveren ehil bir cellat gibi görünse de, bekleyişi geçmiş en kötü korkuların maskelenmiş halidir.
Bazen bir başkasının yaşadığı bir kısacık an sizin de zihninizde, yüreğinizde öyle bir iz bırakır ki asla unutulmaz. Unutmadığımız müddetçe bütün insanlar birbirini sanıldığından çok daha iyi anlayabilir. Bazı korkular insanın ruhunda öylesinde derin öylesine duygusal kopuşlara yol açar ki, ancak başka biri sizi anladığında bir parça teskin olursunuz. Geçmiş yaşanmışlıklara, anılara ait sözcükler insanın yüreğinde, zihninde çöreklenen girdaba kapılır, bütün acıların gömüsünü oluşturur.
Sahi, susmak, bu yolun uzunluğunu kısaltır mı, uzatır mı? diyemedin.
İnsanın derdi olmaya görsün iskeletinden sıyrılmış, pelteleşmiş kuşatılmışlıklar aniden etrafını sarar. Giderek katılaşan çaresizliğin, kimsenin duymadığı çıplak sessizlikte çoğalıverir. Gerçeklerin, yalanların, aşkın, şefkatin, yaşamın, ölümün gelişlerini biriktirdikçe gidişlerini de çoğaltan cümlelerini yaratmaktan korkanların imdadına neyse ki müzik Hızır gibi yetişir. İyi ki yasa tanımayan günahkar güfteler, insanı baştan çıkaran tılsımlı notalar yürekleri titretir. Müzik o gece inadına, hiçliği zincirlerle kendisine bağlayan tabuların yıkılışına arka çıkan bir elçiliğe de soyunmuştu.
Zamanın en büyük öğretisi, iki koca memedir. Memenin birinden unutma, diğerinden hatırlama şerbeti akar. İnsan hep unutmayı emer. Unutmak bencil bir yaşam güdüsüdür, yaşamını kolaylaştırır. Ancak bazıları inatla hatırlama şerbetini emmeyi seçer. Hayatının öznesi, dilinin altında durmadan yaraya dönüşse bile hatırlamayı emer. O yara kurumayan, yeniden ve yeniden açılan bir yaradır, durmadan kanar. O dilin sesleri kanar, suskunlukları kanar. Tuz da bassan kanar ha kanar. Hiçbir dermanı yoktur, iflah olmaz yaradır
Bir insanı anlayamadığımız zaman etiketinden yola çıkarak önyargılarımızı devreye sokarız. Gözümüze batan da hep bu etiketin çağrıştırdığı olumsuzluklardır. Ufak bir vücut hareketi bile bazen insanın zoruna gider. Oysa iyi insanın iyilikseverliği gizlidir. Bilemezsin. Normal bir ilişkide, paylaştığınız deneyimleri temize çektiğinde karar verirsin o kişinin iyi mi kötü mü olduğuna.
İnsanın kendine sığınması yalnızlıkların içinde en tehlikelisidir.
Hançer, biley taşında değil insan yüreğinde bilenir.
Bazı korkular insanın ruhunda öylesine derin öylesine duygusal kopuşlara yol açar ki, ancak başka biri sizi anladığında bir parça teskin olursunuz.
Anlamamak kaçıştır. Bazen yaşananlar sade, yalın, düz cümlelerle anlatılsa dahi anlamak istemez insan.
Avcı, kendi avının avıdır.
Yalnızca uçurumlar uçurumu aşar.
İnsanın depremi yüreğindedir.
İnsan yüreğinde kötülük beslemediği zaman, kimsenin kendisine kötülük edebileceğini aklına getirmez zaten
En büyük kayıp, insanın sahip olduklarının ileride ellerinin arasından kayıp gideceğini ta en başından bildiği kayıplardı.
Umutla beklediklerimiz gelmedi, ama umutsuzlukla kaçtıklarımız bizi çok bekletmedi..
Dinle beni!
Ve beni duyan yüreğine saplanacak paslı bir çivinin merhametsizliğine katlanmaya hazırlıklı ol!
Nasıl da ağırlaşıyor rüzgar..
Nasıl da boşalıyor zaman..
Nasıl da büyüyor uçurumlar..
Bir insanın hayatında ne kadar çok ah varsa bir o kadar da düş vardır. Gerçek düş, ahlara batırılıp çıkarılmış olandır..
Ben?
Ben mi?
Ben hiç yaşamadım ki..
O gece ucu yanmış, aşka teşne tahta kepçe, düğün yemeği yerine sevdaların piştiği kazana daldı. Karıştırdı da karıştırdı. O gece geçen zaman, unutulmayacak anılara dönüştü, her birinin sevda aşına bir parça umut, bir parça hasret, bir parça cüret kattı. O masadan kalkıp kendi zamanlarının kum saatlerine dönmeden, birlikte geçirdikleri anların daha sona ermeden özlenmeye başlanan hazzını doldurdular her bir billur anı kesesine. Bir daha ve çok daha yaşamak için… Birer yıldızdı artık gözleri, ışıl ışıldı; yürekleri yeni doğan gündü, sevda mevsiminin ılık raksıyla sarmalanmış gülüştü.
Sen o gece babalarınızın sesleriyle mayalanan sessizliğinizi, sırtındaki küfeden saklandığı yerden çıkarmaya niyetlendin. Ben olmasam bunu başaramayacaktın. Ve ilk kez o gece, gerçek hayatları hayat yapan şeyin, geçmişten dönmeyen atların bugüne dörtnala koşuşan hikayeleri olduğunu öğrenmeye yeltendin. Bir tek sen yeltendin. Bu ülkede nallar hep suskundu, bilmiyordun. Doludizgin hayatları hayat yapan bu suskun atlardı işte, bilmiyordun. Ben, sana anlattım!

Ah Leyla!

Sana anlattıklarımı hatırlamaya hazır mıydın? Anlattıklarımı yeniden yaşamaya Hem de bir meyhanede Arkadaşlarının yanında İsteme benden. Evet, deme. Rıza gösterme bana. Yapma bunu kendine. Yapma.

İnsan her şeyden kaçabilir, her şeyi gizleyebilir. Ama asla geçmişinden kaçamaz, onları yok edemez. Geçmiş senin belgendir.
Avcı, kendi avının avıdır.
Betondan çirkin devlerin istilası altında başkent Zanağa, yaz kış aynı gri rengin hâkim olduğu bir sabaha uyanıyordu.
Korkak insana her şeyi yaptırırsın. İhanet, en çok korkak insanların harcıdır.
Gizlenmenin en sağlam yolu, gizlenmemektir.
Devlet, siyasi gücünü pekiştirecek, el etek öpme sanatında uzmanlaşmış kişilerin o sonradan görme zenginliklerini kat kat artırmaları için sınırsız kredi açarken, alınlarında yoksulluk yaftasıyla doğmuş gençlerin payına da yasadışı işlerde heder olma kredisi düşerdi hep.
Havanda su dövenlerin haddi hesabı yoktu.
İçişleri Bakanı düzenlediği basın toplantısında, siyasi iktidar olarak ülkeyi bir çukura yuvarlarken kullandıkları, hazır yemek gibi ısıtıp ısıtıp yeniden servis ettikleri demeçlerden birini daha salladı gitti.
Anlamamak kaçıştır. Bazen yaşananlar sade, yalın, düz cümlelerle anlatılsa dahi anlamak istemez insan. Anladığında ortaya çıkacak dehşetin içinde yaşamayı arzu etmez.
Dışarıda olan, hayatında hiç görmediği anne babasının toprağını görmek için nasıl da göze alır her şeyi. Ne pahasına olursa olsun gelip toprağını görmek için çırpınıp durur, aidiyet duygusunun peşinden koşar.
Hâlâ aynı durumdayız:
Korkudan ölerek, soğuktan donarak,
kelimeler arıyoruz.
Eduardo Galeano
Her dönem yeniden, yeni korkular üretmek zorunda olan iktidar, bu algı üzerinden çöreklendiği insan zihninden hiç çıkmamak için elinden gelen tüm gayretle endişeyi canlı tutar. Her türlü korku figurunu kullanarak insan ruhunu ele geçirir.
Bazı korkular insanın ruhunda öylesine derin öylesine duygusal kopuşlara yol açar ki, ancak başka biri sizi anladığında bir parça teskin olursunuz.
Bazen bir başkasınin yaşadığı bir kısacık an sizin de zihninizde, yüreğinizde öyle bir iz bırakır ki asla unutulmaz.
Şu dillerinden düşürmedikleri kutsal değerler bunların umurlarında değildir.
Yazdıklarının değil de yazdıklarını okuyanların dünyayı değiştireceğini savunmuyor muydun?
Ne de olsa sadece gazeteler değil, televizyonlar da insanlara sahte cennetler sunmak için birbirleri ile yarışıyordu. Hiç okumayan, sadece seyretmeyi seven bu zavallı inanmışlar, kendi ülkelerinde her gün kullandıkları dilde söylenmiş basit bir cümleyi bile beş tekrardan sonra ancak anlayabiliyorken, hayatlarında hiç görmedikleri bir çöl kabilesinin cafcaflı sözcükleriyle tıka basa şişirilmiş televizyon programlarını çekirdek çitleyerek ve ağızlarını şapırdatarak izliyorlardı.
Gazeteler, yalan yaşamın kalıcı belgelerinden başka bir şey değildi.
Gazeteler mürekkep yerine çamur gibi renkli bir pigment boya kullanan modern matbaalarda basılmış, hep beyaz yakalı, takım elbiseli kelimelerin köşe kapmaca oynadığı bültenlerdi.
Sana kucak açmış umutsuz beklentilerin bile yoktu..
Düş canlıysa henüz kıyıya vurmamış dalga kimi bekler?
Çöl kanunlarında mı aramalıydık bu sorunun yanıtını?

Ya da bir adı cehennem olan yerkabuğunun kovukların da mı? Hangi çölümüzde, hangi yangınımızda, hangi uğultuda gizlenir bu yanıtlar?

İnsanın depremi yüreğindedir..
Geçmiş günahsa şiddet ve gazabın fay hattı nereden geçer?
Aşkı yaratan, ötekinin varlığından çok Yokluğuydu..
Paulo Coelho
Hala aynı durumdayız;
Korkudan ölerek, soğuktan donarak, kelimeler arıyoruz.
Eduardo Galeano
Oysa ben, benim üstümde insanca yaşayanların dostuyum.
Benim de yüreğim var ve üstümdeki insan kökünden kopartılınca yanarım.
Yalnızlık insana ihanet etmez.
İnsana insan ihanet eder..
İnsanların ideolojik, etnik ve mezhepsel fişlenmeleri ile barış ve beraberlik söylemleri tam bir tezat değil mi?
Korku, öylesine gösterişli, öylesine görkemli bir silah ki, sadece yok ederek kendi var oluşunu meşru kılabiliyor..
İnsanlık, Tanrı’nın sonsuz bir ceza olarak vaat ettiği cehennemi kendisi yaratıyor.
Hançer, biley taşında değil insan yüreğinde bilenir..
Bense ondan bile zengin oldum. Öğretmen olarak onlarca öğrenci yetiştirdim. Zenginliğim bu çocuklardı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir