İçeriğe geç

Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı Kitap Alıntıları – İlhan Arsel

İlhan Arsel kitaplarından Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı kitap alıntıları sizlerle…

Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı Kitap Alıntıları

Benden sonra erkeklere, kadınlardan daha zararlı fitne ve fesad (amili) olarak hiçbir şey bırakmadım
Muhammed! Sen öğüt ver. Esasen sen sadece öğüt vericisin- dir. Sen onlara zor kullanacak değilsin (Gaşiye Suresi, ayet 21- 22) ya da Benim dinim bana, senin dinin sana ya da Dinde zorlama olmaz (Bakara Suresi, ayet 256) gibi örnekler bulun­ makta. Hemen belirteyim ki, bu tür buyrukların hoşgörüyle ilgi­ si yoktur. Bunlar, Muhammed’in henüz güçlü bulunmadığı dö­nemde (örneğin Mekke döneminde) ortaya koyduğu şeylerdir. Medine’ye geçip de güçlenmeye başlayınca ölüm ve dehşet sa­ çan bir siyaset izlemiştir [bu konuda benim Kuran’ın Eleştirisi ve ayrıca İslama Göre Diğer Dinler ve Kurandaki Kitaplılar adlı kitaplarıma bakınız].
Her kim dinini (ki Müslümanlıktır) değiştirirse onu he­ men öldürünüz

Bu doğrultuda olmak üzere Muhammed’in şöyle dediği de kabul edilir:

Dinini değiştiren ve cemaatten (İslam cemaatinden) ayrı­ lan kimsenin (kanının dökülmesi caizdir)

Hem bir fitne kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya ka­dar onlarla çarpışın ” (Bakara Suresi, ayet 191).
Şeriatçı, uygarca tartışma nedir bilmez. Bundan dolayıdır ki, îslam konusunda soru soranlara ya da îslam şeriatını eleştirenlere verecek bir yanıt bulamadığı zaman küfür eder, tehdit eder, korkutma yoluyla susturmak ister
İslam uygarlığı diye bilinen gelişmeyi sağlayan temel kaynak Kuran değil, Eski Yunan bilginlerinin ortaya koydukları bilimsel verilerdir. Bunun böyle olduğunu İslam bilginleri açıkça belirtmişlerdir.
İnsanlarımız, tıpkı Cumhuriyet döneminden önce olduğu gibi, şeriatın insan beynini kemirici, aklı ve mantığı kemirici, düşünme gücünü yitirici, özgürlük duygusunu yok edici, yaratıcı zekâyı körletici, insan varlığını kul kertesine indirici, kadınları küçültücü ve daha doğrusu insan varlığını her türlü gelişme olasılığından uzak kılıcı verileriyle eğitilmekte, aklen ve ruhen şekillendirilmektedirler.
Örneğin Mısırlı Gazalî, Atatürk’ü Adolph Hitler’e benzetmiş, Kemalizmin bir bela olup son nefesini vermekte olduğunu söylemiş, ayrıca da Türk toplumunu fikren ilkel olmakla ve Arap zekâsından yararlanmamakla” suçlamıştır. Ve işte bu sözleri söyleyen Mısırlı Gazalî’yi alkışlamak üzere Yaşar Nuri Efendi şöyle demiştir: (Mısırlı Gazalî’yi) Ruh ve iman dünyamızın boyutlarını tutan önderler gibi kucaklamak borcundayız
Yine bunun gibi, Bosnalı lider İzzetbegoviç, Atatürk devrimlerini Barbarlık ve ihanet” olarak nitelendirmiş, Türk toplumunun Kemalizm nedeniyle cahil ve geri kaldığını” iddia etmiştir. Yalan niteliğindeki bu çirkin iddiaları savuran Aliya İzzetbegoviç’i, Yaşar Nuri adındaki şeriatçımız hayranlıkla bağrına basarken şöyle demiştir:
”Aliya İzzetbegoviç’i selamlıyorum; Onu Kuran düşüncesinin yüksek boyutlu bir düşünce adamı olarak da selamlıyorum. İzzetbegoviç’i, imanda gönüldaşım, ıstırapta yürekdaşım, bilim ve düşüncede meslektaşım olarak selamlıyorum. .. onu saygı ve hayranlıkla selamlıyorum ”
Bütün bunlar bir yana, şeriatın ahlakilik getirdiğini iddia edenleri susturmak için birkaç soru sormak yeterlidir: Örneğin farklı inançtandırlar diye müşriklerin öldürülmelerini emreden bir hükmü (Tevbe Suresi, ayet 5) ahlakilikle bağdaştırabilir misiniz? Ya da yeryüzünü Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar diye ikiye bölen ve Müslümanların yaşadıkları yeri Darül İslam ve Müslüman olmayanların yaşadıkları yeri Darül Harb (savaş alanı) olarak belirleyen ve bunları birbirlerine boğazlatan bir dini sevgi dini imiş gibi ahlakilik temeline oturtabilir misiniz? Ya da hülle usulüne yer veren bir sistemi ahlakilik doğrultusunda sayabilir misiniz?
Şeriatçı, uygarca tartışma nedir bilmez.
Kadının şahitliği erkeğin şahitliğine eşittir şeklinde bir hükmü uygulamaya kalkışacak olursanız, İslama göre zulüm yoluna başvurmuş sayılırsınız
Daha sonra Emevi orduları, Türk topraklarında yağma ve talan işini aynı şiddetle izlerler.Giderek artan bu şiddet siyaseti Samanilerin Maveraünnehirde bir İslam devleti kurmaları sonucu Türklerin kitle halinde İslama girmeleri yolunu açtı. 963 tarihinde Türklerden 200 bin çadır halkın hep birden İslam dinini kabul ettiği görülür.
De ki; Artık Müslüman olacak mısınız?., tehdit olunduğunuz şeyin yakın mı, uzak mı olduğunu bilmem. (Enbiyâ Suresi, ayet 108-111)
Öte yandan Kur’an da, Muhammed’in tebliğ” için gönderildiğine dair hükümler olmakla beraber, korkutmak ve Tanrı’nın buyruklarını mutlaka ve zorla uygulamak üzere gönderildiğine dair hükümler pek çoktur ve bunlar İslami düzenin temel taşları sayılır. Örneğin A’râf Suresi’nde Muhammed’in, korkutucu olmak üzere gönderildiği şöyle anlatılıyor:
” (Muhammed) yalnızca apaçık bir korkutucudur (nezir ) ” (A’raf Suresi, ayet 184)
En’âm Suresi’nde Muhammed’in korkutma amacıyla gönderildiğine dair şu var:
(Ey Muhammed!) İndirdiğimiz bu kitap, mübarektir Mekke ve çevresindekileri onunla korkutasın diye gönderilmiştir (En’âm Suresi, ayet 92)
Şûrâ Suresi’nde şöyle yazılı:
(Ey Muhammed!) İşte böyle sana Arapça okunan Kur’an vahyettik.Mekke ve çevresini korkutasın diye. . (Şûrâ Suresi, ayet 7; ayrıca bkz. Meryem Suresi, 97)
Secde Suresi’nde şöyle diyor:
(Ey Muhammed!) Senden önce kendilerine bir korkutucu (peygamber) göndermediği toplumu korkutasın diye Tanrı (Kur’an’ı) göndermiştir (Secde Suresi, ayet 1-3)
A’râf Suresi’nde şu var:
Sana indirilen bir Kitap’tır Onunla korkutasın diye indirildi (A’râf Suresi, ayet 1-2. Ayrıca bkz. Kehf Suresi, ayet 1-4; Ahkaf Suresi, ayet 12)
Mâide Suresi’nde Muhammed’in, Yahudilere ve Hıristiyanlara dahi korkutucu olarak gönderildiğine dair şu var:
Ey kitab ehli! Peygamberlerin kesilip gönderilmez olduğu dönemin araya girmesi üzerine size peygamberimiz (Muhammed) geldi size müjdeci ve korkutucu geldi artık (Mâide Suresi, ayet 19)
Gazalî, 13 yaşına gelen çocuğun namaza zorlanabileceğini, hatta namaz kılması için dövülebileceğini söyler.
Ku’ran’da, Müslümanların, Hıristiyanlarla ve Musevilerle dost olmaları yasak edilmiş, şöyle denmiştir:
”Ey (Müslümanlar)! Yahudi ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır (Bkz. Mâide Suresi, ayet 51).
Bir başka ayete göre Müslümanların görevi, kitaplılara (Hıristiyanlara ve Musevilere) karşı savaş açıp, onları Müslüman yapana ya da kendi elleriyle (ve hem de küçülerek ) cizye (kafa parası) vermeye zorlayana kadar savaşı sürdürmektir; ayet aynen şöyle:
Kitab verilenlerden, Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin (Muhammed’in) haram kıldığını haram saymayan, hak dini (İslam dinini) din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın” (Bkz. Tevbe Suresi, ayet 29).
Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları lanetlemeden önce, size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimiz Kur’an a iman edin (Nisâ Suresi, ayet 47.) Burada anlatılmak istenen şey şu: Ey Yahudiler ve Hıristiyanlar, Kur’an’a iman edin ve İslam olun; aksi takdirde biz sizin yüzlerinizi kılığından çıkarıp yüz denemeyecek hale sokar, sizi lanetleriz! Ve bu tehdit hem dünyevi ve hem de uhrevi felaketleri içermekte; hatta asıl dünyevi bir cezayı gerektirmekte.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla savaş ve onlara serî davran. Yerleri Cehennemdir. Orası ne kötü bir varış yeridir (Bkz.Tevbe Suresi, ayet 73; Tahrîm Suresi, ayet 9 vb.)
müşrikler mutlaka öldürülmelidirler; nerede bulunurlarsa yakalanmalı ve yok edilmelidirler; meğer ki Müslümanlığı kabul etsinler. Kur’an’da şöyle yazılı:
Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse (yani Müslüman olurlarsa), artık yollarım serbest bırakın (Tevbe Suresi, ayet 5)
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İslamdan gayrı gerçek din diye bir şey kabul etmez; başka dinleri (örneğin Yahudiliği, Hıristiyanlığı) tahrif edilmiş dinler ve bu dinlere yönelenleri kâfir ve cehennemlik ve hatta öldürülmelik olarak görür. Bütün bunlar bir yana, yeryüzünde İslamdan gayrı bir din kalmayıncaya ve bütün insanlar İslam olana kadar savaşmayı emreder (Bakara Suresi, ayet 190-191).
15. baskıya ulaşmış olan kitabım, şeriatçı bir yargıç kararıyla toplatılıverdi. Belli ki aydınlanma yoluna yönelen insanlarımızın uykudan uyanmaya başlamaları şeriatçıları ürkütmüştü; kitabın okunması daha kim bilir kimleri uyandırabilirdi ve bu nedenle kitabı toplatmak gerekirdi!
Ama kuşku etmiyorum ki, bir gün gelecek, kitap toplatmayı çözüm yolu sanan köhne zihniyet, İslam şeriatının içyüzünü ortaya koyan aydınlarımız sayesinde yok olup gidecektir.
Yine şeriatçı bizlere, İslam şeriatı kadına önem ve değer verir, kadın haklarını ve özgürlüklerini gerçekleştirir diye konuştuğunda, bizler, Hayır yalan söylüyorsun, şeriat kadını aklen ve dinen dûn saymıştır; erkeği kadına üstün kılmıştır, iki kadının tanıklığını bir erkeğin tanıklığına eş tutmuştur, miras paylaşımında kadına yarım pay ayırmıştır; kadını aşağılatmak için: ‘namaz kılanın önünden eşek, köpek, kadın geçerse namaz bozulur ya da ‘uğursuzluk karıda, ev’de ve at’ta bulunur şeklinde ve daha buna benzer nice hükümler sevketmiştir diye söyleyemiyoruz, çünkü durumun böyle olduğunu bilmiyoruz, bilsek de ağzımızı açma cesaretini gösteremiyoruz.
Ne yazık ki, aydın olarak bizler şeriat konularında tam bir bilgisizliğe, medeni cesaret alanında da sınırsız bir ürkekliğe saplanmışızdır. Bu bilgisizlik, cesaretsizlik ve ürkeklik içerisinde şeriatçıyı başı boş bırakmış, onunla tartışamaz, onun yalanlarına karşı çıkamaz olmuşuzdur.
İnsanlarımız, tıpkı Cumhuriyet döneminden önce olduğu gibi, şeriatın insan beynini kemirici, aklı ve mantığı kemirici, düşünme gücünü yitirici, özgürlük duygusunu yok edici, yaratıcı zekâyı körle-tici, insan varlığını kul kertesine indirici, kadınları küçültücü ve daha doğrusu insan varlığını her türlü gelişme olasılığından uzak kılıcı verileriyle eğitilmekte, aklen ve ruhen şekillendirilmektedirler.
Müslüman ülkelerde kökten dinci partiler,iktidara gelebilmek için kuzu postuna bürünüp sanki hoşgörülü imiş gibi ve sanki ikna yöntemleriyle iş göreceklermiş gibi kandırma yollarını denerler.
Şu bakımdan ki,Hazar bölgesindeki Türklere karşı Arap saldırıları Halife Osman zamanında ve hicretin 32. yılında başlar. Öte yandan Kuteybe’nin Horasan valiliği sırasında Araplar Türkleri kılıçla Müslümanlığa zorlamışlardır. Kuteybe,Ceyhun Nehri ile Buhara Kenti arasında bulunan Baykent’i yağma ettikten sonra her şeyi yakıp yıkar,halkı İslama zorlar,İslam olmayanları öldürtür. Kuteybe’nin yerini alan Yezit bin Muhalleb aynı yöntemlerle aynı siyaseti sürdürür. Daha sonra Emevi orduları,Türk topraklarında yağma ve talan işini aynı şiddetle izlerler. Giderek artan bu şiddet siyaseti Samaniler Maveraünnehir’de bir İslam devleti kurmaları sonucu Türklerin kitle halinde İslama girmeleri yolunu açtı. 963 tarihinde Türklerden 200 bin çadır halkın hep birden İslam dinini kabul ettiği görülür.
Günümüzde dahi, İslam ülkelerinde
İslamı eleştirenler hep dinden çıkmış sayılarak öldürülmüşlerdir.

Nice örneklerden biri, 1992 yılında Mısır’da İslamcılar tarafından sokak ortasında öldürülen Farac Fuda adındaki
aydın bir yazarla ilgili olarak şöyle:

Farac Fuda, İslam şeriatını bilimsel şekilde eleştiren ve şeriatın bugün artık çağımızın gerisinde kaldığını,uygulanmasının mümkün bulunmadığını düşünen ve düşüncelerini kitap ve makale yoluyla yayınlayan Mısırlı aydın bir kişiydi. Sırf bu görüşleri nedeniyle şeriatçılar
tarafından 1992 yılının Ağustos ayında sokak ortasında ve herkesin gözleri önünde öldürülmüştür.

Ama kuşku etmiyorum ki, bir gün gelecek, kitap toplatmayı çözüm yolu sanan köhne zihniyet, İslam şeriatının içyüzünü ortaya koyan aydınlarımız sayesinde yok olup
gidecektir.
Her vesile ve fırsatta dile getirmeye çalıştığım inancım şudur ki, İslam şeriatını ve onu uygulamaya çalışan şeriatçıyı,
Türkiye için giderek büyüyen bir tehlike olmaktan çıkarmanın başlıca yolu, ister Kur’an olarak ve ister Kur’an olmayarak
(örneğin hadis şeklinde) konmuş olan din verilerini akılcı eleştiriden geçirip sergilemektir.
(…) Atatürk’ün Tanrı kavramı konusundaki şu sözlerini anımsatalım: Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allah’ları muayyen (belli) gruplarda toplamak ve nihayet bir Allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir…”
Hiç yüce , iyilik ve hoşgörü kaynağı olduğu kabul edilen bir Tanrı, insanları inanmıyorlar diye cezalandırır mı? Üstelik de onları dilediği gibi kâfir ya da Müslüman yapabilir olduktan sonra.
Eğer İslamda zorlama yoksa, İslamdan çıkan ya da din değiştirenlere karşı Muhammed’in, “… Her kim dinini (ki Müslümanlıktır) değiştirirse onu hemen öldürünüz ya da “Dinini değiştiren ve cemaatten (İslam cemaatinden) ayrılan kimsenin (kanının dökülmesi caizdir) şeklindeki buyruklarına ve bu buyrukların 1400 yıl boyunca uygulanmasına ne demeli?
– “Şeriatçı, uygarca tartışma nedir bilmez. Bundan dolayıdır ki, îslam konusunda soru soranlara ya da îslam şeriatını eleştirenlere verecek bir yanıt bulamadığı zaman küfür eder, tehdit eder, korkutma yoluyla susturmak ister ya da soru sormanın ve eleştiri yapmanın haram olduğuna dair Muhammed’in Allah sizin için kil-ü kâli (çok konuşmayı, dedikoduyu), çok suali (çok soru sormayı) kerih gördü (haram kıldı)” şeklindeki sözlerini hatırlatır. Hoşgörüsüzlüğünün bu tezahürlerini kendi bakımından meziyet sanır. Çünkü şeriat onu hoşgörüsüzlükle yoğurmuştur; farklı inanç ve düşüncede olanlara karşı düşmanlık duygularıyla dokumuştur.”
– “Şeriatçılar İslam şeriatının insanlar arası sevgi temeline dayalı olduğunu söylerler; yalandır. 
Söylemeye gerek yoktur ki, insanları İslam olanlar ve İslam olmayanlar diye ikiye ayıran ve bunları birbirlerine düşman yapıp savaştıran bir dini İnsanlar arası sevgi yaratan bir din  olarak kabul etmek olası değildir. (Nice örnekten biri olarak, Kur’an’ın insanları Müslümanlar (Diyarı İslam) ve Müslüman olmayanlar (Diyarı Harb) diye ikiye ayırdığını verebiliriz.)”
– “İslam dini, başka dinlere bile saygılı olacak kadar geniş görüşlüdür dediği zaman, Hayır öyle değil; İslam şeriatı başka dinlere saygılı olmak şöyle dursun, fakat Islamdan başka dinlere rağbet edenleri sapıklık ve ziyan içerisinde sayar; müşriklerin (puta tapanların) öldürülmelerini emreder; ‘Kitap ehli’ olanların (Yahudilerin ve Hıristiyanların) İslamı kabul etmedikleri takdirde (etmemenin cezası olarak) kafa parası vermelerini ve bu iki şeyden birini yapmadıkları takdirde yok edilmelerini emreder” şeklinde bir şey diyemiyoruz, çünkü bunun böyle olduğuna dair Kur’an’da yer alan buyruklardan ve bu buyrukların Muhammed tarafından uygulanışından habersiz bırakılmışızdır; haberli olsak da sergileme cesaretini gösteremiyoruz.”
– “Şeriata inanan insanlar olarak cehaleti, ataleti ve meskeneti terk etmeliyiz ” dediği zaman, ”Hayır yalan söylüyorsun, çünkü cehaleti, ataleti ve meskeneti yaratan tek şey şeriatın ta kendisidir deyip şeriatçıyı susturamıyoruz, zira şeriatın özünde ve içeriğinde cehalet, atalet ve meskenet yattığını bilmiyoruz; bilsek de söyleme cesaretini gösteremiyoruz.”
– “Ne yazık ki, aydın olarak bizler şeriat konularında tam bir bilgisizliğe, medeni cesaret alanında da sınırsız bir ürkekliğe saplanmışızdır.”
– “İnsanlarımız, tıpkı Cumhuriyet döneminden önce olduğu gibi, şeriatın insan beynini kemirici, aklı ve mantığı kemirici, düşünme gücünü yitirici, özgürlük duygusunu yok edici, yaratıcı zekâyı körletici, insan varlığını kul kertesine indirici, kadınları küçültücü ve daha doğrusu insan varlığını her türlü gelişme olasılığından uzak kılıcı verileriyle eğitilmekte, aklen ve ruhen şekillendirilmektedirler.”
– “Yine düşündüm ki, eğer bu gençler, farklı din ve inançtaki ana-baba için Tanrı’dan mağfiret dilemenin yasaklandığını, kâfir olarak ölen ana-babanın cehennemi boylayacaklarını bilmiş olsalardı ve Muhammed’in bile, Müslüman olarak ölmediler diye kendi öz anası Amine için mağfiret dilemekten kaçındığını, babası Abdullah’ı ya da kendisine babalık etmiş olan amcası Ebû Tâlib’i cehennemlik saydığını öğrenselerdi, hiç kuşkusuz şeriatçının, İslam ana-babaya sevgi ve saygıyı ve iyi davranmayı salık vermiştir şeklindeki sözlerinin yalana dayalı olduğunu kolaylıkla gözler önüne serebileceklerdi.”
– “Yine düşündüm ki, eğer bu gençler, köleliğin îslama göre Tanrısal bir kuruluş olarak benimsendiğini ve Muhammed’in dahi köleler edindiğini, köleleri hizmetinde kullandığını, köle alıp köle sattığını, ona buna köle hediye ettiğini bilmiş olsalardı, şeriatçının, İslam şeriatı kölelik denen şeyi ortadan kaldırmıştır, hiç değilse kaldırmayı amaç kılmıştır şeklindeki yalanlarını kolaylıkla ortaya vurabileceklerdi.”
– “Yine düşündüm ki, eğer bu gençler, İslam şeriatının batıla karşı olmak şöyle dursun, batıl inanışlara yer verdiğini, örneğin Kur’an ‘da batılı destekler ayetler bulunduğunu ve Muhammed’in günlük yaşamının her yönünün batıl inançlarla oluştuğunu bilselerdi, şeriatçının yalanlarım çürütebilir ve örneğin, Hak (İslam) geldi, batılsa yıkılıp gitti” ya da İslam batıla inanmayı yasaklar  şeklindeki konuşmalannın geçersizliğini kolaylıkla sergileyebilirlerdi.”
– “Yine düşündüm ki, eğer bu gençler, İslam şeriatının buyrukları arasında, Kadınlar aklen ve dinen dûn yaratıklardır ya da  (Sutresiz) namaz kılanın önünden köpek, eşek, domuz ve kadın geçerse namaz katledilmiş (bozulmuş) olur” ya da Cehennemlerin çoğunluğunu kadınlar oluşturur ya da İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir şeklinde olanları (ve daha bunlara benzer niceleri) bulunduğundan haberleri olsaydı, şeriatçının İslam kadınları yüceltir ya da İslama göre cennet kadınların ayakları altından geçer şeklindeki (ve daha nice benzeri) yalanlarını suratına vurup onu susturmakta güçlük çekmezlerdi.”
Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allah’ları muayyen (belli) gruplarda toplamak ve nihayet bir Allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir. . . ”
İslam şeriatını ne insanlar arası sevgi ve saygı ile ve ne de ahlakilik kurallarıyla uzlaştırmak mümkündür.
Şeriatçılar, İslam şeriatının kadın hak haklarına saygılı olduğunu, kadını yücelttiğini söylerler; yalandır İslam şeriatı kadını Aklen ve dinen dûn (aşağı/eksik) ve erkeğin emrinde görür; iki kadının şahitliğini bir erkeğin şahitliğine denk bilir; erkeği efendi , kadını ise hami
(erkeğin koruması altında) kabul eder.
Muhammed ki, kendi öz anasına, kendi öz babasına ve altı yaşında yetim kaldığı andan itibaren kendisine bir babadan da fazla babalık eden (onu ölümlerden kurtaran) amcasına, sırf Müslüman olarak ölmediler diye mağfiret dilememiştir.
Mağfiret dilemek şöyle dursun, onlara cehennemi uygun görmüştür.
Şeriatçı, uygarca tartışma nedir bilmez. Bundan dolayıdır ki, îslam konusunda soru soranlara ya da îslam şeriatını eleştirenlere verecek bir yanıt bulamadığı zaman küfür eder, tehdit eder, korkutma yoluyla susturmak ister
(Kur’an’ın anlattıkları) eskilerin masallarından başka bir şey değildir’-
Muhammed, Tanrı’nın bu emrine karşı, Ben okuma bilmem ” diyerek yanıt veriyor. Hani sanki o her şeyi bildiğini söyleyen Tanrı, Muhammed’in okuma bilmediğinden habersizdir. Nitekim Muhammed, Ben okuma bilmem
deyince Tanrı da kendisine, O halde bu gönderdiğim vahiyleri ben sana okurum diye karşılık vermekte.
Eğer Muhammed’in Tanrısı, bilimsel gerçeklerin akılcı yollardan, yani araştırma ve deney yöntemleriyle bulunmasını isteseydi, bu takdirde Muhammed’e yukarıdaki şekilde konuşmaz, hiç değilse, Okumayı öğren der ve başkalarına örnek olmasını ondan isterdi.
İslam hiçbir dönemde ve hiçbir yerde hoşgörü yoluyla yerleşmemiştir; hep kılıç zoru, korkutma ve dehşet yoluyla yayılmıştır. Türklerin, vuruşmalosavaş yoluyla Müslüman kılınmaları, verilebilecek örneklerin başında gelir.
Dinde zorlama yoktur ayetinin Hiç kimse İslama zorlanamaz ya da Herkes dilediğidine girmekte ya da dilediği gibi dinini terk etmekte özgürdür şeklinde bir anlamı yoktur; çünkü İslam, İslamdan başka bir din olmadığına, başka bir dine yönelenlerin sapık sayıldıklarına, İslamdan çıkanların ölüm cezasına çarptırılacaklarına, kâfirlerin cehennemlik olduklarına dair hükümler yanında insanları İslama sokmaya ve İslamda tutmaya zorlayan cihad hükümlerle doludur.
Dinde Zorlama Olmaz Şeklindeki Buyruk,
Hoşgörü” ya da Vicdan Özgürlüğü ile İlgili Olmayıp Dinsel Zorunlukları Kolaylaştırmak Amacına Yöneliktir.
İslamda zorlama yoksa, Müslüman kişileri Yahudilerle ve Hıristiyanlarla dost olmamaya zorlayan Kur’an buyruklarına (örneğin Mâide Suresi, ayet 51) ne demeli?
İslamda zorlama yok ise, Yahudileri ve Hıristiyanları Müslüman olmaya çağıran ve olmadıkları takdirde kendi elleriyle ve küçülerek cizye vermeye zorlayan ve bu cizyeyi Müslüman olmamalarının cezası
olarak kabul eden ve ayrıca da Müslüman olmamaları ve cizye vermemeleri halinde öldürülmelerini öngören buyruklara (örneğin Tevbe Suresi, ayet 29) ne demeli?
Muhammed, Arap müşriklerini, ölüm tehdidiyle İslam olmaya zorlamış, olmayanları kılıçtan geçirmiştir. Her ne inançta olursa olsun, bir kimseyi zorla, hem de kılıç yoluyla Müslüman yapmak zorlama sayılmaz mı? Böyle bir örnek ortadayken İslamda zorlama yoktur demek, yalan ve kandırma olmaz mı?
ölüm saçıcı usullerle insanlara kabul ettirilmiş bir dindir. Muhammed, bizzat kendisi, Medine’de bulunduğu son 10 ya da 13 yıllık yaşamı boyunca, İslami yayacağım diye 29 savaş yapmış, 45 çete yollamış ve bu savaşlara elinde kılıç bizzat katılmıştır.
İslamın İkna ve Sevgi Yoluyla Yerleşmiş Bir Din Olduğunu Söylerler; Yalandır! İslam Şeriatı, Korku, Dehşet ve Ölüm Saçarak Kılıç Yoluyla Yerleşmiş Bir Dindir.
İslam şeriatını ve onu uygulamaya çalışan şeriatçıyı, Türkiye için giderek büyüyen bir tehlike olmakta.
insan denen varlık İslama göre mübtezel bir kul kertesindedir; hak ve özgürlükten nasibsizdir.
İslam şeriatı başka dinlere saygılı olmak şöyle dursun, fakat Islamdan başka dinlere rağbet edenleri sapıklık ve ziyan içerisinde sayar; müşriklerin (puta tapanların) öldürülmelerini emreder; ‘Kitap ehli’ olanların (Yahudilerin ve Hıristiyanların) İslamı kabul etmedikleri takdirde (etmemenin cezası olarak) kafa parası vermelerini ve bu iki şeyden birini yapmadıkları takdirde yok edilmelerini emreder.
Şeriatçılar, görülmedik bir pespayelikle, sinsi ve hileli usullerle devlet yönetiminin kilit noktalarını ve bu arada laikliğin silahlı teminatı olan orduyu ele geçirme hevesindedirler.
Atatürk’ün, mucize olarak şeriat bataklığından kurtarıp akılcılığa, müspet ahlaka, vicdan ve benlik duygusuna ve çağdaş uygarlığa ulaştırdığı Türk toplumu bugün, mübtezel çıkarlar uğruna her şeyi din açısından ölçüye vuran şer temsilcilerinin pençesindedir.
Muhammed’in bile, Müslüman olarak ölmediler diye kendi öz anası Amine için mağfiret dilemekten kaçındığını, babası Abdullah’ı ya da kendisine babalık etmiş olan amcası Ebû Tâlib’i cehennemlik saydığını öğrenselerdi, hiç kuşkusuz şeriatçının, İslam anababaya sevgi ve saygıyı ve iyi davranmayı salık vermiştir şeklindeki sözlerinin yalana dayalı olduğunu kolaylıkla gözler önüne serebileceklerdi.
Kadınlar aklen ve dinen dûn yaratıklardır ya da (Sutresiz) namaz kılanın önünden köpek, eşek, domuz ve kadın geçerse namaz katledilmiş (bozulmuş) olur” ya da Cehennemlerin çoğunluğunu kadınlar oluşturur ya da İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir
şeriatın içeriğinden habersizlik bu milletin başını yemiştir ve daha da yiyecektir.
Dinde Zorlama Olmaz Şeklindeki Buyruk,
Hoşgörü ya da Vicdan Özgürlüğü ile ilgili Olmayıp Dinsel Zorunlukları Kolaylaştırmak Amacına Yöneliktir .
İslamın İkna ve Sevgi Yoluyla Yerleşmiş Bir Din Olduğunu Söylerler; Yalandır! İslam Şeriatı, Korku, Dehşet ve Ölüm Saçarak Kılıç Yoluyla Yerleşmiş Bir Dindir
daha doğrusu ikna usullerini
kandırma aracı olarak kullanma olasılığını sağlamıştır.
Bundan dolayı, seçim usullerini uygulayan Müslüman
ülkelerde kökten dinci partiler, iktidara gelebilmek için kuzu
postuna bürünüp sanki hoşgörülü imiş gibi ve sanki ikna
yöntemleriyle iş göreceklermiş gibi kandırma yollarını
denerler. İktidara geldikleri an İslamdan başka
dine yönelenler sapıktırlar şeklindeki buyruklarında başlayıp kişinin tüm yaşamını cendereye sokucu şeriat
verilerini uygulamaya çalışırlar.
Bu siyasetin kurbanları arasında Türkler başyeri işgal ederler. Şu bakımdan ki, Hazar
bölgesindeki Türklere karşı Arap saldırıları Halife Osman zamanında ve hicretin 32. yılında başlar. Öte yandan
Kuteybe’nin Horasan valiliği sırasında Araplar Türkleri kılıçla
Muslümanlığa zorlamışlardır. Kuteybe, Ceyhun nehri ile
Buhara kenti arasında bulunan Baykent’i yağma ettikten
sonra her şeyi yakıp yıkar, halkı İslama zorlar, İslam
olmayanları öldürtür.
Diyanet’in yayınlarında; kadınların aklen ve dinen
eksik” yaratıldıkları; iki kadının tanıklığının bir erkeğin
tanıklığına bedel olduğu; namazı bozan şeyler arasında
köpek, eşek, domuz, vs gibi hayvanlar yanında kadınların
da yer aldıkları; kadınların insanın karşısına şeytan gibi
çiktıkları; erkeklerin kadınlar üzerinde hâkim kilindiklari; erkekler için kadından daha zararlı bir fitne
olmayacağı; cehennemin çoğunluğunu kadınların
oluşturduğu vb . hükümler yer almaktadır.
çünkü İslam, İslamdan başka bir
din olmadığına, başka bir dine yönelenlerin sapık
sayıldıklarına, İslamdan çıkanların ölüm cezasına
çarptırılacaklarına, kâfirlerin cehennemlik olduklarına dair
hukümler yanında insanları İslama sokmaya ve İslamda
tutmaya zorlayan cihad hükümlerle doludur.
Eğer İslam dini zorlama dini değilse, yeryüzü İslam olana kadar Müslümanları savaşmaya zorlayan buyruklara ne demeli?
“Cehaleti, ataleti ve meskeneti yaratan tek şey şeriatın ta kendisidir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir