İçeriğe geç

Şeriat ve Kölelik Kitap Alıntıları – İlhan Arsel

İlhan Arsel kitaplarından Şeriat ve Kölelik kitap alıntıları sizlerle…

Şeriat ve Kölelik Kitap Alıntıları

Tutsak alınan bir kadını, sırf kocası düşman kesimindedir diye, bir başka erkeğin koynuna sokmanın ne adâletle ve ne de insafla ilgisi vardır.
Şeriatın içeriğinden habersiz, akılcı güçten nasipsiz ve her şeye körü körüne inanmaya hazır yığınlar vardır .
eski Türklerde, örneğin Hunlarda, “kişisel kölelik” diye bir şey yoktu; “Kabile köleliği” vardı ki kişisel kölelik sistemine oranla daha iyi koşullara bağlanmıştı. İslamiyet’i kabul ettikten sonra Hun’lar, “Kabile köleliği” uygulamasını terk edip kişisel kölelik zihniyetine geçmişlerdir.
Muhammed, köleliği kaldırmanın hem kendi otoritesi bakımdan sakıncalı olduğunu düşünerek (çünkü böyle bir halde taraftarlarını gücendirebilirdi) ve hem de köle kullanmanın ekonomik yararlarını hesap ederek hareket etmeyi kendi günlük siyasetine uygun bulmuştur.
Cinayet işleyen birisine karsı kısas uygulandığı halde, cariyesini öldüren kişiye uygulanmaz ve bu kişi kısas olarak öldürülemez; zira Kur’an’a göre kısas: “Hür ile hür, köle ile köle ve kadın ile kadın’dır. (K. Bakara 178; Maide 45). Köle (ya da cariye) öldüren kimseye ta’zir (azarlama) cezası uygulanır.
Öte yandan köle ticareti, tıpkı diğer bütün Müslüman ülkelerde olduğu gibi, dinsel bir kuruluş olarak Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde de geçerli idi: haftanın belli günlerinde hayvan pazarları, ya da hububat ve sebze pazarları gibi esir pazarları kurulurdu. Bu esir pazarlarında halk, tıpkı hayvan alır gibi, esirlerin yüzüne, eline, dişine, ayak bileklerine vs bakıp değer biçer ve ona göre köle satın alırdı.
Esirleri iade etmesi, köleliğe karsı oluşundan değil fakat dize getirdiği bu kabilelerin artık Müslümanlığı kabul etmiş olmalarındandır. Esasen kendi mensup bulunduğu Arap ırkından olan ve Müslümanlığı kabul etmiş bulunan savaş esirlerini köle olarak tutmanın, kendi taraftarları tarafından olumsuz karşılanacağını bilmekteydi.
“ beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın.
Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz
cariyeler ile yetinin ” (K. Nisâ 3).
Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde köle’den (ya da cariye’den) söz edilirken çoğu kez mal , eşya , alınıp satılabilen şey anlamlarına gelen deyimler kullanılmıştır; köle sahibi kimseler ise mal/eşya sahibi kimseler olarak gösterilmişlerdir. Örneğin Rum Suresinde Milku’l-yemin yani “sağ elin satın aldığı, sahip olduğu köleler diye yazılıdır (Bkz. . Rum 28; Ayrıca bkz. Nur 31, 33, 58; Ahzab 55; Nahl 71). Nahl Suresi’nde memlûk yani Birinin malı olan köle deyimi yer alır (K. Nahl 75). Nisâ Suresinde Rakabe yani sahibi bulunduğu köle diye yazılıdır (Nisa 92; Ayrıca bkz. Maide 89; Mücadele 3; Beled 13). Bakara Suresinde Rikâb yani sahip bulunduğu köleler diye geçer.

Bundan anlaşılan şu: köle (cariye), öyle bir yaratıktır ki efendisinin mutlak tasarrufu altındadır. Efendisi onu dilerse ömrü boyunca köle olarak hizmetinde kullanır, dilerse bir mal gibi satar, ya da dilerse ömrü boyunca kendisine hizmette bulunmak üzere azat eder.

Öte yandan Muhammed, iman sahibi erkeklere, köle kadınları cariye (odalık) olarak şehvet aracı şeklinde kullanma olasılığını sağlamıştır.Arapların kadına ne kadar düşkün olduklarını bildiği için, şu veya bu nedenle kadınsız kalmasınlar diye bu yolu düşünmüştür. Gazali bu konuda şöyle der: Arap kavminde şehvet galip olduğu için, sâlih olanları da daha çok evlenme ihtiyacı duyarlar Kalbin huzurunu sağlamak ve zinayı önlemek için cariye ile evlenmek mubah olmuştur

Bundan dolayıdır ki Muhammed Kur’an’a bu olasılığı sağlayacak hükümler koymuştur. Örneğin Nisâ suresinde, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen Müslüman erkeklerin, kendi elleri altında bulundurdukları cariyeleri alabilecekleri yazılıdır:

İçinizden, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın (K. Nisâ 25).

Yine bunun gibi, birden fazla kadınla aynı zamanda evlenemeyecek durumda olan erkeklere, bir kadın ve ayrıca diledikleri sayıda cariye alabilme olanağını sağlamıştır. Kur’an’ın Nisâ suresinde şöyle yazılı:

“ beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz cariyeler ile yetinin ” (K. Nisâ 3).

Şehvet ihtiyacını gidermek üzere cariye alma olasılığını Muhammed,sadece başka erkekler bakımından değil fakat kendi ihtiyacı bakımından da öngörmüş ve Kur’an’a bu doğrultuda ayetler koymuştur. Örneğin on bir kadınla aynı zamanda evli bulunduğu sırada artık başkaca kadın almaması için (velev ki güzelliği hoşuna gitmiş olsun) Tanrı’dan vahiy indiğini söylerken cariyelerin bu sınırlama dışında bırakıldığını eklemiştir. Ayet şöyle:

“(Ey Muhammed!). Sağ elinin satın aldığı cariyeler hariç, bundan böyle (şimdiye kadar aldığın kadınlardan) başka hiçbir kadın, güzellikleri hoşuna gitse bile, sana helâl olmaz. Karılarını başka karılarla değiştirmen de (öyle) .” (K. 33 Ahzâb 52)

Bundan başka bir de erkeklere evli kadınlarla evlenme yasağını koyarken evli cariyelerle evlenme olasılığını tanımıştır: çünkü cariye her hususta kullanılabilecek bir maldır. Nisâ suresindeki ayet şöyle:

“Sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılınmıştır (K. Nisâ 24).

Her ne kadar bu ayette sözü edilen cariyelerin savaş esiri olarak ele geçirilmiş kadınlar olduğu ve bu kadınların evliliklerinin kendiliğinden, tutsaklık nedeniyle, kendiliğinden bozulmuş sayılacağı belirtilirse de, söylemeye gerek yoktur ki insan haklarına ve ahlakiliğe terslik bakımından cariyenin savaş esiri olup olmamasının fark yaratmaması gerekir. Tutsak alınan bir kadını, sırf kocası düşman kesimindedir diye, bir başka erkeğin koynuna sokmanın ne adâletle ve ne de insafla ilgisi vardır.

Yine her ne kadar cariyelerin fuhşa zorlanmasını önlemek için Muhammed’in: “cariyelerinizi fuhşa zorlamayın” (Bkz. K. Nisâ 33) şeklinde hükümler yerleştirdiği kabul edilirse de, bu hükümlerin uygulama gücünden yoksun bulunduğu anlaşılmaktadır. Örneğin cariyesini fuhşa zorlayan ve bundan kazanç sağlayan kimseye belirli bir ceza getirmemiştir. Getirmek şöyle dursun fakat efendisinin isteği üzerine cariyenin böyle bir ise gönüllü olarak katlanması halinde bu davranışın bağışlanabilir sayılacağını bildirmiştir. Nur suresine koyduğu ayet söyle:

“Dünya hayatinin geçici menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa, bilsin ki Allah hiç şüphesiz onu değil, zorlanan kadınları bağışlar ” (K. Nur 33)

Görülüyor ki cariye sahibi kimse iffetli kalmak isteyen cariyesini fuhşa zorlayacak olursa, belli her hangi bir dünyevî cezaya çarptırılmayacaktır.Sadece gelecek dünyada Tanrı onu bağışlamayacaktır. Fakat eğer cariye iffetli kalmak istemez ise, onu fuhşa sürükleyen efendisi için, bağışlanmamak dahi söz konusu olmayacaktır.

köleliği ortadan kaldırmanın tek yolu “insan” denilen varlığı “kutsal” nitelikte saymaktır
ve işte İslam şeriatı bu zihniyete yabancı kaldığı içindir ki
olumlu sonuç yaratamamıştır. Nitekim İslam ülkelerinde
kölelik sistemi, yirminci yüzyıla gelinceye kadar, 1400 yıl
boyunca hiç kesintisiz uygulanagelmiş ve yirminci yüzyılda
ancak Batı’lı devletlerin zorlaması üzerine terkedilmiştir: o da
görünüş itibariyle. Çünkü gerçekte kölelik, gayr-i resmî
olarak, bugün hâlâ vardır.
Gerçek şu ki, İslam şeriatı, köleliği kötü gözle görmek
ve kaldırmak şöyle dursun fakat doğal bir kuruluş bilmiş ve genel olarak insan varlığını özgür değil kul olarak görmüş kulların da kendilerine ait kulları bulunduğunu kabul
ederek köleliğin hiç kalkmamacasına sürüp gelmesine vesile
olmuştur.
şeriatçılara göre, Muhammed’in, köleliği kaldırmak ve
kölelerin durumunu düzeltmek maksadıyla getirdiği kurallar,
daha sonraki dönemlerde uygulanmamıştır ve
uygulanmamasının sorumluları da genellikle Türklerdir. Çünkü Türkler “İslamı anlayabilecek yeterlikte
olmamışlardır.” Bu itibarla köleliğin sürdürülmesine sebep
olan Türkleri İslam’ın temsilcisi olarak görmemek gerekir.
Ey Peygamber! .Allah’ın sana ganimet olarak verip de elinin sahip olduğu cariyeleri, seninle birlikte hicret eden amca kızlarını, hala kızlarını, dayı kızlarını, teyze kızlarını .sana helal kıldık. (Ahzap/50)
Köleliği İslam neden hemen kaldırmadı sorusuna İslam alimleri söyle cevap vermektedirler:
“Kölelik Araplar arasındayerleşik bir kuruluş idi. Eğer Tanrı köleliği bir anda kaldırmışolsaydı, halk ayaklanır, kargaşalık olurdu. Yavaş yavaş yasaklanmalı.”
İlginç olanı kölelik 20.YY’da ancak yasaklanabilmiştir!
“Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı
olmuş bir köle ile, katımızdan kendisine verdiğimiz güzel
rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi örnek
verir. Bunlar hiç eşit olurlar mi? ” (K. 16 Nahl 75)
Cinayet isleyen birisine karsı kısas uygulandığı
halde, cariyesini öldüren kişiye uygulanmaz ve bu kişi kısas
olarak öldürülemez; zira Kur’an’a göre kısas: “Hür ile hür,
köle ile köle ve kadın ile kadın’dır. (K. Bakara 178; Maide
45). Köle (ya da cariye) öldüren kimseye ta’zir (azarlama)
cezası uygulanır.
Bütün bunlardan gayri bir de şu var ki birden fazla kadınla evli bulunan erkek, karılarının yanında gecelerken adâlet esasına riayetle görevli olduğu halde bu adâleti cariyeleri arasında gözetlemek zorunluğunda değildir. Yine bunun gibi cariye hür bir kadın üzerine “kuma” (ikinci karı olarak) gelemezse de hür kadın cariye üzerine “kuma” gelebilir.{83} Bütün bunlar, kölenin ya da cariyenin aşağılık durumunu yansıtan hususlardan bazılarıdır. Ama bizim mollalarımız yine de kölenin (cariyenin), insanlık haysiyetinden söz ederler. Yine tekrar edelim ki şeriatçının (ve bu arada Mollaların) mantığına ve insanlık anlayışına itibar edildiği sürece insanlarımızın (ve İslam ülkeleri insanlarının) uygar zihniyete ulaşamayacakları muhakkaktır. Nitekim köleliğin ve cariyeliğin doğal bir kuruluş olduğu fikri, sadece din adamlarının değil fakat Müslüman kişinin de bilinçaltına öylesine çöreklenmiştir ki 20. yüzyılın sona ermek üzere bulunduğu bu dönemde dahi İslam dünyasında, farklı adlar ve uygulamalar şeklinde köleliğin sürdürüldüğü görülür. İnsan haklarına aykırı bu uygulamalara karşı sesini yükselten pek yoktur. Gerçekten de İslam ülkelerinde, çoğu evlerde, sosyal yaşamı itibariyle köle durumundan farksız beslemeler , ya da buna benzer adlar altında hizmetçiler bulunur. Bu zavallılar, daha küçücük yaslardan itibaren evin hizmetinde kullanırlar. Evin temizliğini yaparlar, yemeğini hazırlarlar, evin çocuklarına bakarlar, her ne türlü pis is varsa hepsini başarırlar . Sabahın kör saatlerinden gece yarılarına kadar yok pahasına çalışırlar. Bunların zavallı ve acıklı durumlarına son vermek hiç kimsenin aklından geçmez. Şeriat zihniyeti bu tür köle sahiplerinin beyinlerinde yuvalanmış kaldığı sürece de geçmeyecektir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Tanrı , kendinizden size bir örnek vermekte: Size verdiğimiz rızıklarda , sağ elinizle satın alıp sahip olduğunuz kölelerinizden kendinize eşit olarak ortak yaptıklarınız ve kendiniz gibi sayıp önem verdikleriniz var midir (ki mülkünde olan putları, tanrlıkta Tanrı ’ya ortak yapılması doğru olabilsin)? ” (K. 30 Rum 28)] Yani güya Tanrı, putların kendisine ortak kılınmasını istemediği için kullarına şöyle demekte: Nasıl ki siz, sağ elinizle satın aldığınız kölelerinizi kendinize denk görmek istemez iseniz, ve nasıl ki size vermiş olduğumuz rızıklarda, kölelerinizin de eşit surette hak sahibi olmalarına razı olmaz iseniz, putları da Tanrı’ya ortak koşmanız doğru olmaz.”{10} Daha başka bir deyimle Tanrı, köleliği doğal bir şey imiş gibi kabul etmekte ve sırf kendisine ortak koşulmasın diye, köle sahibi ile köle arasındaki ilişkilerde eşitsizliğe yer vermekte. Görülüyor ki Muhammed’in tanımladığı Tanrı, güzel bir şekilde rızıklandırdığı kulları ile bu kulların sahip bulundukları köleler arasında eşitlik olamayacağını bildirmekte, ve bununla âdeta övünmektedir. Öte yandan Tanrı, yine Muhammed’in söylemesine göre, köle ile efendisi arasında eşitlik sağlamanın aleyhindedir; sağlamak isteyenlerin de karsısındadır. Çünkü köleyi efendisi ile eşit kılmanın, Tanrı’ya sirk koşmak (putları Tanrı’ya ortak yapmak) gibi bir şey olabileceğini anlatmaktadır. Rum Suresindeki ayeti tekrar okuyalım:
“Tanrı size kendinizden bir misal vermektedir. Size verdiğimiz rızıklarda, (sağ elinizle satın alıp sahip olduğunuz) kölelerinizin de eşit surette hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi saydığınız gibi bu ortaklarınızı sayar msınız ki, bizzat yaptığımız işlerde bize ortaklar koşulmasına razı olasınız? ” (K. 30 Rum 28)
Gerçekten de Kur’an’a göre insanlar hür ve köle
olmak üzere yasam sürerler. Köle insan, başkasının mülkü
sayılan, onun hizmetinde olan, onun tarafından yönetilen,
alınıp satılabilen insan demektir (dişi köleye cariye denir).
Köle olmayan, ya da kölelere efendilik yapanlar ise “hür”
sayılırlar. Ancak ne var ki Kur’an’ın hür olarak tanımladığı
insanlar dahi aslında gerçek anlamda hür (özgür) olmaktan
uzaktırlar: gökten indiği söylenen buyrukların
uygulayıcısıdırlar; yani özgür iradeye sahip olarak is görme
olasılığından yoksundurlar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Din sorunları alanında “allame”liği kimseye bırakmak
istemeyen bizim kendi mollalarımız ise, yirmi birinci yüzyıla
girmek üzere bulunduğumuz şu dönemlerde bile hâlâ, İslamda
köleliğin (cariyeliğin) “Harp esirleri kurumunu inhisar
ettirildiğini” ve bu nedenle “güncelliğini yitirmiş bir konu
olmadığını” belirterek “İslam’da cariye harp esiridir. Harbler
ise dünyamızın gündemindedir.” Diye ahkâm yürütürler.
Yine bunun gibi, birden fazla kadınla aynı zamanda
evlenemeyecek durumda olan erkeklere, bir kadın ve ayrıca
diledikleri sayıda cariye alabilme olanağını sağlamıştır.
Kur’an’ın Nisâ suresinde şöyle yazılı:

“ beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan
ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir
tane alın; yahut da sahip olduğunuz cariyeler ile
yetinin ” (K. Nisâ 3)

“Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı
olmuş bir köle ile, katımızdan kendisine verdiğimiz güzel
rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi örnek
verir. Bunlar hiç eşit olurlar mi? ” (K. 16 Nahl 75)

Her ne kadar bazı gayretkeşler bu ayetlerde sözü geçen
köle deyimi ile put ların ya da kâfirlerin kastedildiğini
öne sürerlerse de yalandır. Çünkü burada

Bu iddialardan biri şöyle: “Kölelik Araplar arasında
yerleşik bir kuruluş idi. Eğer Tanrı köleliği bir anda kaldırmış
olsaydı, halk ayaklanır, kargaşalık olurdu.”
Söylemeye gerek yoktur ki böyle bir iddia, Tanrı’yı
acz” içerisinde,
“güçsüz” bir “Yaratan” imiş gibi gösterip
Tanrı fikrini zedelemekten başka bir ise yaramaz. Zira
iktidarında sınır bulunmayan ve her şeyi dilediği gibi yaratıp
dilediği şekle sokabilen bir Tanrı’nın, kölelik gibi kötü bir
kuruluşu, sırf halk ayaklanır endişesi ile yasaklamadığını
söylemek, O’nun iktidarını ve yüceliğini inkâr demek olur. Öte yandan toplum düzenini sağlamak üzere en sert ve
amansız cezaları öngörmekten geri kalmayan (örneğin şarap
içimini yasaklatan, ya da hırsızın bileklerinin kesilmesini
emreden) bir Tanrı’yı: “Köleliği yasaklarsam toplumda
kargaşalık çıkar mazeretine sığınmış gibi göstermek, Tanrı
fikrini küçültmekten başka bir şey değildir.
Güya en büyük bir bilim merkezi ve otoritesi sanılan bu Üniversite, (El-Ezher) köleliği Kur’an’dan kaynaklanan bir kuruluş olarak bağrına basar ve bu konuda fetvalar yayımlar. El-Ezher’in resmî yayın organı olan Macalla’nın 1962 Temmuz nüshasında yayınlanan bir fetvada, savaş esirlerinin köle olarak kullanılmalarının câiz olduğu belirtilmiştir.
Osmanlı Devleti, 1854 ve 1857 yıllarında İngiltere ile imzaladığı antlaşmalarl, köle ticaretine son vermeyi kabul etmiştir. Ancak ne var ki Mekke ve Medine, bu antlaşma hükümlerinden hariç tutulmuştur. Çünkü bu iki kent İslam’ın kutsal toprakları sayıldığından, Kur’an’ın Tanrısal bir kuruluş olarak getirdiği köleliğin bu kentlerde yasaklanması yoluna gidilememiştir.
Öte yandan köle ticareti, tıpkı diğer bütün Müslüman ülkelerde olduğu gibi, dinsel bir kuruluş olarak Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde de geçerli idi: haftanın belli günlerinde hayvan pazarları, ya da hububat ve sebze pazarları gibi esir pazarları kurulurdu. Bu esir pazarlarında halk, tıpkı hayvan alır gibi, esirlerin yüzüne, eline, dişine, ayak bileklerine vs bakıp değer biçer ve ona göre köle satın alırdı.
Haccetü’l-Vedâ’dan önce bir gün Hz. Muhammed, damadı Ali’yi Yemen’e, ganimet mallarının beşte birini almaya gönderir. Bu mallar içerisinde çok sayıda kadın ve erkek esirler vardır. Ali, ilk iş olarak kadın esirlerden güzelce olan birini kendisine ayırır ve geceyi onunla geçirir.
Öte yandan İslam şeriatına göre, babası köle olmasa dahi köle kadından doğan çocuk köle sayılır. Ve bu usul İslam’ın hayrına olmak üzere yorumlanır. Nitekim biraz yukarda Gazali’nin, şehvet giderme uğruna köleliğin sürdürülmesiyle ilgili felsefesini özetlemiş ve: Çocuğun köle olması, dinin mahvolmasından ehvendir  şeklindeki sözlerini nakletmiştik.
“ beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” (K. 4 Nisâ 3)
Bilindiği gibi Kur’an’da, erkeklere dörde kadar kadın ve dilediği sayıda cariye alma hakkı tanınmıştır Hür kadınlarla evlenme olanağına sahip bulunmayanlar, bu hükümden yararlanarak kendilerine cariye edinebilir ve böylece şehvet ihtiyaçlarını giderme olasılığını bulurlar (K. Nisa suresi, ayet 3)..
Bu konuda verilebilecek diğer örnek şu ki, Muhammed, belli bir duayı günde on kez tekrarlayan kimseleri İsmail “peygamber” neslinden on esîri azatlamış gibi sevaba müstahak saymıştır.“İsmail neslinden” derken anlatmak istediği şey Arap esirler dir. Çünkü biraz yukarda belirttiğimiz gibi Muhammed, Arap ırkının İbrahim’in oğlu İsmail’den gelme olduğunu iddia etmiştir.
Köle azatlama işi, son derece güç koşullara bağlanmış üstelik bir de köle sahibinin keyfine ve mutlak takdirine bırakılmıştır. Şu bakımdan ki, bir kere köle ya da cariyenin, özgürlüğe kavuşabilmek için, efendisine belli bir bedeli ödemesi gerekiyor. Bedeli tespit edecek olan da efendisidir. Söylemeye gerek yok ki, köle sahibi olan kimse, bu bedeli az ya da çok tutmak suretiyle kölesinin özgürlüğe kavuşması olasılığını elinde tutabilir.
O kadar ki “laleli esirlerin” bu halini, ibret alınmak gereken bir şeymiş gibi Kur’an’da zikretmekten bile geri kalmamıştı Örneğin cimriliği kötü göstermek ve sadaka vermeyi teşvik maksadıyla İsra Suresi’ne koyduğu ayet söyle:

“Habibim, elini ‘laleli esirler’ gibi boynuna bağlı kılma, muhtaçlara uzat ” (K. 17 İsra 29){26}.

Hz. Muhammed’in “Cahiliyet” diye küçümsediği İslam öncesi dönemlerde kölelerin elleri “demir bukağı” (ki Türkçe’de buna “lâle” tabir olunur) ile boyunlarına zincirlenirdi; bundan dolayıdır ki bunlara “laleli esirler” denirdi. Hem haysiyet kırıcı ve hem de bedenî bakımdan eziyet ve işkence niteliğinde olan bu ilkel geleneği Muhammed değiştirmemiştir; köleliği bu şekliyle, yani kölelerinin ellerinin boyunlarına bağlanması usulüne uygun olarak sürdürmüştür.
Arap kavminde şehvet galip olduğu için, sâlih olanları da daha çok evlenme ihtiyacı duyarlar Kalbin huzurunu sağlamak ve zinayı önlemek için cariye ile evlenmek mubah olmuştur
Gazali
Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde köle’den (ya da cariye’den) söz edilirken çoğu kez mal , eşya , alınıp satılabilen şey anlamlarına gelen deyimler kullanılmıştır; köle sahibi kimseler ise mal/eşya sahibi kimseler olarak gösterilmişlerdir.
Ancak ne var ki Kur’an’ın hür olarak tanımladığı insanlar dahi aslında gerçek anlamda hür (özgür) olmaktan uzaktırlar: gökten indiği söylenen buyrukların uygulayıcısıdırlar; yani özgür iradeye sahip olarak iş görme olasılığından yoksundurlar.
Gerçekten de Kur’an’a göre insanlar hür ve köle olmak üzere yasam sürerler. Köle insan, başkasının mülkü sayılan, onun hizmetinde olan, onun tarafından yönetilen, alınıp satılabilen insan demektir (dişi köleye cariye denir). Köle olmayan, ya da kölelere efendilik yapanlar ise “hür” sayılırlar.
İslam’ın koruyucusu rolünde görünen Suudi Arabistan’a İngilizler, ancak 1927 yılında Cidde Antlaşması ile köleliğin uygulamadan kaldırılması zorunluğunu kabul ettirmişlerdir. Fakat buna rağmen Suud devleti, Kur’an’ı Anayasa olarak kabul ettiği için, köleliği gayr–i resmî şekilde sürdürmekten kaçınmamıştır. Yemen gibi diğer birçok Arap ülkelerinde de durum bu merkezde olmuştur.
“Neden dolayı Muhammed köleliği doğal bir kuruluş olarak benimsemiş ve sürdürmüştür?” şeklindeki bir sorunun yanıtı özetle şudur:
Bir kere tavizci (ödün verici) bir siyaset adamı olduğu için bu yola gitmiştir. İkincisi, saplı bulunduğu geleneksel inançlar nedeniyle köleliği kaldırmamıştır. Üçüncüsü ise köleliğin, kendi taraftarları için olduğu gibi, kendi öz çıkarları için gerekli olduğunu hesaplamıştır.
Yeryüzü ülkelerinin kölelik sistemine karşı savaş açtıkları ve köleliği kaldırdıkları dönemlerde bile Müslüman ülkeler köleliği dinsel ve doğal bir kuruluş olarak benimsemekten geri kalmamışlar ve köleliğin kaldırılması girişimlerini İslam’a aykırı görmüşlerdir.
Gerçek şudur ki Muhammed, ömrü boyunca hizmetinde köle bulundurmuş, savaşlarda ele geçirilen esirlerin paylaşılması sırasında kendi payına düşen kölelere sahip olmuş, köle satın almış, elindeki köleleri para karşılığında satmış, ya da ona buna hediye olarak dağıtmış,
Hele kızı Fatima’nın üzülmesini önlemek maksadıyla damadı Ali’ye, birden fazla kadınla evlenme fırsatını vermediği halde dilediği kadar cariye alma olasılığını tanımış olması daha da ilginç bir örnektir.
Görülüyor ki Müslüman erkek, eğer birden fazla kadın aldığı zaman onların arasında adalet-eşitlik gözetemeyeceğini düşünürse, bir tek kadınla ve cariyeleriyle yetinmelidir. Cariyeler arasında adalet-eşitlik gözetlemek diye bir şey söz konusu değildir, çünkü onlar insandan sayılmamışlardır.
Kur’an’da, erkeklere dörde kadar kadın ve dilediği sayıda cariye alma hakkı tanınmıştır Hür kadınlarla evlenme olanağına sahip bulunmayanlar, bu hükümden yararlanarak kendilerine cariye edinebilir ve böylece şehvet ihtiyaçlarını giderme olasılığını bulurlar (K. Nisa suresi, ayet 3)
Tutsak alınan bir kadını, sırf kocası düşman kesimindedir diye, bir başka erkeğin koynuna sokmanın ne adâletle ve ne de insafla ilgisi vardır.
Gerçek şu ki, İslam şeriatı, köleliği kötü gözle görmek ve kaldırmak şöyle dursun fakat doğal bir kuruluş bilmiş ve genel olarak insan varlığını özgür değil kul olarak görmüş
Gazali’nin İhyâu ‘Ulûmi’d-dîn adlı kitabında şöyle yazılı:
“Arap kavminde, şehvet gâalip olduğu için, sâlih olanları da (dinine bağlı olanları da) daha çok evlenme ihtiyacı duyarlar . Kalbin huzurunu sağlamak ve zinayı önlemek için cariye ile evlenmek mübâh olmuştur. Hâlbuki doğan çocuk annesine tâbi olduğu için, köle oluyor. Bu, bir nevi çocuğu helâk etmektir (Bununla beraber) çocuğun köle olması, dinin mahvolmasından ehvendir. Çünkü burada ancak bir müddet çocuğun yasayışını tedirgin etmek var. Fakat zina etmekle uzun müddet ahiret saadetini kaybetmek vardır.”
toplum düzenini sağlamak üzere en sert ve amansız cezaları öngörmekten geri kalmayan (örneğin şarap içimini yasaklatan, ya da hırsızın bileklerinin kesilmesini emreden) bir Tanrı’yı: “Köleliği yasaklarsam toplumda kargaşalık çıkar mazeretine sığınmış gibi göstermek, Tanrı fikrini küçültmekten başka bir şey değildir.
Müslüman erkeğine, evli hür kadınlarla evlenme olasılığını tanımadığı halde, evli cariyeler edinmeyi, ya da evli cariyelerle evlenmeyi câiz görmüştür. Kur’an’a koyduğu hüküm şöyle:
“Sahip bulunduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kilindi ” (K. 4 Nisâ 24).
Yani Muhammed’in söylemesine göre Tanrı, erkek kullarına evli kadınlarla evlenmeyi haram kılıyor fakat evli bulunan cariyeleri helâl sayıyo
Tanrı, yine Muhammed’in söylemesine göre, kölelik kuruluşunu getirmek yanında, kullarına köleler vermekle övünür. Başta
Muhammed olmak üzere sevgili kullarına ganimet olarak köleler ve cariyeler verir. Bunun böyle olduğu Kuran’da şöyle belirtiliyor:
“Ey Muhammed! Allah’ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri sana helâl kıldık ” (K. 33 Ahzab 50)
Şeriatçının:“İslam köleliği, insanlık haysiyetini çiğnetici bir kuruluş
olmaktan çıkardı” şeklindeki iddiasına gelince, bu da yalandan ibarettir,zira İslami emirlere göre köleler, köle olmayanlara oranla pek çok hususlarda aşağı kılınmışlardır. Örneğin kölelerin (ve cariyelerin) ibadet hakları ve hukukî sorumlulukları az olduktan gayri efendilerinin onlara karsı cezai sorumlulukları da pek sınırlıdır. Cinayet isleyen birisine karsı kısas uygulandığı halde, cariyesini öldüren kişiye uygulanmaz ve bu kişi kısas olarak öldürülemez; zira Kur’an’a göre kısas: “Hür ile hür, köle ile köle ve
kadın ile kadın’dır. (K. Bakara 178; Maide 45). Köle (ya da cariye) öldüren kimseye ta’zir (azarlama) cezası uygulanır.
İslam ülkelerinde kölelik, yirminci yüzyıla gelinceye kadar “doğal” ve “resmi” bir kuruluş olarak iş görmüştür; panayırlarda ve esir pazarlarında insanlar, tıpkı hayvanlar gibi parayla alınıp satılabilmişlerdir.
Geçmiş dönemler boyunca İslam bilginlerinin yaptıkları şey, İslam dininin kölelere, kendi özgürlüklerini satın alma hakkini tanıdığını ve kölelerin durumunu iyileştirdiği masallarını tekrarlamaktan ibaret kalmıştır: onlara göre güya İslam şeriatı bu olumlu yenilikleri getiren ilk ve son dindir.
Müslüman erkeğine, evli hür kadınlarla evlenme olasılığını tanımadığı halde, evli cariyeler edinmeyi, ya da evli cariyelerle evlenmeyi câiz görmüştür. Kur’an’a koyduğu hüküm şöyle:
“Sahip bulunduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kilindi ” (K. 4 Nisâ 24).
Yani Muhammed’in söylemesine göre Tanrı, erkek kullarına evli kadınlarla evlenmeyi haram kılıyor fakat evli bulunan cariyeleri helâl sayıyor.
Öte yandan İslam şeriatına göre, babası köle olmasa dahi köle kadından doğan çocuk köle sayılır. Ve bu usul İslam’ın hayrına olmak üzere yorumlanır. Nitekim biraz yukarda Gazali’nin, şehvet giderme uğruna köleliğin sürdürülmesiyle ilgili felsefesini özetlemiş ve: Çocuğun köle olması, dinin mahvolmasından ehvendir  şeklindeki sözlerini nakletmiştik.
İslam dünyasının Hüccet-ül İslam diye yücelttiği Gazali’nin bu mantığını, onun zihniyetindeki zavallılıkla mı yoksa insan haysiyetine karşı beslediği düşmanlıkla mı damgalamak gerektiğinin takdiri okuyucuya aittir.
Köleliği ortadan kaldırmanın tek yolu “insan” denilen varlığı “kutsal” nitelikte saymaktır ve işte İslam şeriatı bu zihniyete yabancı kaldığı içindir ki olumlu sonuç yaratamamıştır.
Gazali’nin İhyâu ‘Ulûmi’d-dîn adlı kitabında şöyle yazılı:
“Arap kavminde, şehvet gâalip olduğu için, sâlih olanları da (dinine bağlı olanları da) daha çok evlenme ihtiyacı duyarlar . Kalbin huzurunu sağlamak ve zinayı önlemek için cariye ile evlenmek mübâh olmuştur. Hâlbuki doğan çocuk annesine tâbi olduğu için, köle oluyor. Bu, bir nevi çocuğu helâk etmektir  (Bununla beraber) çocuğun köle olması, dinin mahvolmasından ehvendir. Çünkü burada ancak bir müddet çocuğun yasayışını tedirgin etmek var. Fakat zina etmekle uzun müddet ahiret saadetini kaybetmek vardır.”
Muhammed, kendi kavminden olan insanları, yani Arapları, “Kavm-ı necib” olarak tanımak yanında bir de birtakım ayrıcalıklarla donatmak istemiştir ki bunlardan biri Arap’tan köle olamayacağı hususu ile ilgilidir.

Muhammed, kendisini ve kendi mensup bulunduğu Arap kavmini, İbrahim’den ve onun oğlu İsmail neslinden gelme saymıştır. Bundan dolayıdır ki İsmail neslinden gelenlerin köle tutulmalarını istemezdi.

Muhammed’in “Cahiliyet” diye küçümsediği İslam öncesi dönemlerde kölelerin elleri “demir bukağı” (ki Türkçe’de buna “lâle” tabir olunur) ile boyunlarına zincirlenirdi; bundan dolayıdır ki bunlara “laleli esirler” denirdi. Hem haysiyet kırıcı ve hem de bedenî bakımdan eziyet ve işkence niteliğinde olan bu ilkel geleneği Muhammed değiştirmemiştir; köleliği bu şekliyle, yani kölelerinin ellerinin boyunlarına bağlanması usulüne uygun olarak sürdürmüştür. O kadar ki “laleli esirlerin” bu halini, ibret alınmak gereken bir şeymiş gibi Kur’an’da zikretmekten bile geri kalmamıştı Örneğin cimriliği kötü göstermek ve sadaka vermeyi teşvik maksadıyla İsra Suresi’ne koyduğu ayet söyle:
“Habibim, elini ‘laleli esirler’ gibi boynuna bağlı kılma, muhtaçlara uzat ” (K. 17 İsra 29)
Gerçek şudur ki Muhammed, ömrü boyunca hizmetinde köle bulundurmuş, savaşlarda ele geçirilen esirlerin paylaşılması sırasında kendi payına düşen kölelere sahip olmuş, köle satın almış, elindeki köleleri para karşılığında satmış, ya da ona buna hediye olarak dağıtmış, ölümünden önceki Veda haccı vesilesiyle yaptığı konuşmada, köleleri efendilerine karşı sadık olmaya çağırarak: “ efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah’ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün Müslümanların ilencine uğrasın ” (Sahih-i Buhari Muhtasari Cilt X. sh. 398) demiş, ve ölürken de karılarına büyük araziler, hurmalıklar ve bu arada hizmetinde bulunan köleleri miras bırakmıştır.
Muhammed, iman sahibi erkeklere, köle kadınları cariye (odalık) olarak şehvet aracı şeklinde kullanma olasılığını sağlamıştır. Arapların kadına ne kadar düşkün olduklarını bildiği için, şu veya bu nedenle kadınsız kalmasınlar diye bu yolu düşünmüştür. Gazali bu konuda şöyle der:
Arap kavminde şehvet galip olduğu için, sâlih olanları da daha çok evlenme ihtiyacı duyarlar Kalbin huzurunu sağlamak ve zinayı önlemek için cariye ile evlenmek mubah olmuştur ”
Rum Suresinde Milku’l-yemin  yani “sağ elin satın aldığı, sahip olduğu köleler  diye yazılıdır (Bkz. . Rum 28; Ayrıca bkz. Nur 31, 33, 58; Ahzab 55; Nahl 71). Nahl Suresi’nde memlûk yani Birinin malı olan köle deyimi yer alır (K. Nahl 75). Nisâ Suresinde Rakabe yani sahibi bulunduğu köle diye yazılıdır (Nisa 92; Ayrıca bkz. Maide 89; Mücadele 3; Beled 13).
İslami emirlere göre köleler, köle olmayanlara oranla pek çok hususlarda aşağı kılınmışlardır. Örneğin kölelerin (ve cariyelerin) ibadet hakları ve hukukî sorumlulukları az olduktan gayri efendilerinin onlara karsı cezai sorumlulukları da pek sınırlıdır. Cinayet isleyen birisine karsı kısas uygulandığı halde, cariyesini öldüren kişiye uygulanmaz ve bu kişi kısas olarak öldürülemez; zira Kur’an’a göre kısas: “Hür ile hür, köle ile köle ve kadın ile kadın’dır. (K. Bakara 178; Maide 45)
Kur’an’a göre Tanrı, insanlardan bir kısmını efendi ve bir kısmını da köle şeklinde tutmuş olmakla övünür (K. Nahl Süresi, ayet 75)
Kur’an’ın hür olarak tanımladığı insanlar dahi aslında gerçek anlamda hür olmaktan uzaktırlar: gökten indiği söylenen buyrukların uygulayıcısıdırlar; yani özgür iradeye sahip olarak is görme olasılığından yoksundurlar.
İslam’ın koruyucusu rolünde görünen Suudi Arabistan’a İngilizler, ancak 1927 yılında  Cidde Antlaşması  ile köleliğin uygulamadan kaldırılması zorunluğunu kabul ettirmişlerdir. Fakat buna rağmen Suud devleti, Kur’an’ı Anayasa olarak kabul ettiği için, köleliği gayr–i resmî şekilde sürdürmekten kaçınmamıştır. Yemen gibi diğer birçok Arap ülkelerinde de durum bu merkezde olmuştur.
“Her şeyden önce satın alacağınız kölenin gözlerini ve kirpiklerini muayene ediniz; sonra burnunu, dudaklarını ve dişlerini ve nihayet saçlarını gözden geçiriniz Bütün bu öğütlerime sunu da eklemek isterim ki satın alacağınız Kölenin boy ve posunun ölçülü olmasına ve karar dolgunlukta bulunmasına dikkat etmelisiniz.”
Kitabın diğer bir yerinde yazar, hayvan satın alımında dikkat edilmek gereken hususları belirtir:
“Hayvanların dişleri kusursuz, bembeyaz ve muntazam olmalıdır; alt dudak üst dudaktan hafifçe ilerde olmalıdır; burun delikleri uzun, açık ve düz, alın geniş ve kulak hizasına kadar tek renkte olmalıdır.”
Görülüyor ki köle satın almakla hayvan almak arasında pek fark yok.
İslamcıların iddialarına göre Muhammed kölelerin durumunu iyileştirmiş ve örneğin Kur’an’a: Elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin  (K. 4 Nisâ 36) şeklinde hükümler koymuştur. Ya da güya kölelerin yemesine, içmesine dikkat edilmesi gereğine değinmiş, köle kadınlara hür kadınlar için uygulanan cezaların yarısının uygulanmasını öngörmüş ve bu doğrultuda hükümler getirmiştir.
Hemen belirtelim ki kölelere iyi bakmak, örneğin onların beslenmesine göz kulak olmak, ya da bu doğrultudaki eylemler, kölenin insanlık haysiyetine saygı beslemek anlamına gelmez. Nitekim Muhammed kölenin insanlığına saygı nedeniyle değil fakat onu efendisine en verimli bir şekilde hizmet edebilecek zindelikte tutmak için bu hükümleri koymuştur; koyarken de köleden ziyade efendisinin çıkarlarını göz önünde tutmuştur. Çünkü sağlığı yerinde olmayan köle, efendisine yararlı değil fakat zararlı olur. İyi bakımdan yoksun, örneğin zayıf ve hastalıklı bir köle, efendisine yararlı değil zararlı olur. Köle sahibi olan kimse, elinin altında bulundurduğu kölesine iyi bakmalı, onu iyi yedirip içirmelidir ki, ondan azamî şekilde yararlanabilsin.
Öte yandan Müslüman erkeğine, evli hür kadınlarla evlenme olasılığını tanımadığı halde, evli cariyeler edinmeyi, ya da evli cariyelerle evlenmeyi câiz görmüştür. Kur’an’a koyduğu hüküm şöyle:
“Sahip bulunduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kilindi ” (K. 4 Nisâ 24).
Yine bunun gibi Müslüman erkeğine, eğer adaletli davranamayacak ise birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklarken, dilediği sayıda cariye edinmeyi olağan saymıştır. Bu konuda Kur’an’a koyduğu ayet şöyle:
“ beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” (K. 4 Nisâ 3)
Görülüyor ki Müslüman erkek, eğer birden fazla kadın aldığı zaman onların arasında adalet-eşitlik gözetemeyeceğini düşünürse, bir tek kadınla ve cariyeleriyle yetinmelidir. Cariyeler arasında adalet-eşitlik gözetlemek diye bir şey söz konusu değildir, çünkü onlar insandan sayılmamışlardır.
İslam şeriatında köle azatlama, insanın insanlık şahsiyetine karşı duyulan bir saygıdan doğma bir şey değil, sadece köle sahibine birtakım çıkarlar sağlama, örneğin onu birtakım günahlardan uzak kılma amacına dayalı bir eylemdir. Bu tür usuller ve eylemlerle köleliği ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını söylemek için kâhin olmaya gerek bulunmadığı da ortadadır.
“Kadınlardan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir ” (K. 58 Mücâdele 3)
Zıhar  yapmak demek, bir kimsenin kendi karısını anasına, bacısına, halasına, teyzesine ve benzeri yakınlara benzetmesi demektir ki boşamak anlamına gelir: örneğin bir kimse karısına:  Sen bana anamın sırtı gibisin  diyecek olursa, karısı ona haram kılınmış ve terkedilmiş sayılır. Kızgınlıkla bu sözü karısına söyleyen bir erkek, karısını boşamış olur. Eğer bu söylediği şeyden, pişman olup, andından dönmek suretiyle karısına tekrar kavuşmak istiyor ise, bu takdirde keffâret olarak bir köle azat etmelidir. Eğer azat etme olanağını bulamaz ise bu takdirde iki ay boyunca oruç tutmalıdır. Bunu da yapamaz ise altmış yoksulu doyurmalıdır.
“Neden köle, yıllar boyu hizmetini gördüğü efendisine bedel vermek zorunluğunda kalsın? Bedel vermek durumunda bırakılmak gereken kimse köle değil, fakat onu parasız pulsuz yıllar boyu emrinde çalıştırmış ve sömürmüş olan efendisi olmak gerekmez mi?”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir