İçeriğe geç

Şeriat ve Kadın Kitap Alıntıları – İlhan Arsel

İlhan Arsel kitaplarından Şeriat ve Kadın kitap alıntıları sizlerle…

Şeriat ve Kadın Kitap Alıntıları

Koca karısına serkeşlik şüphe ettiği an onu dövecek buna karşılık kadın kocasının serkeşliğine tanık olduğu zaman onu hoşnut edecek.
Görülüyor ki, erkeğin kadına karşı haksız bir davranışının cezasını yine kadın çekmektedir. Söylemeye gerek yoktur ki, erkek her zaman için serkeşliğin ve huysuzluğun kadından geldiğini bahane ederek kendi üstünlüğünün avantajlarından yararlanabilir.
(Kadının) yularını azıcık salarsan, süratle senden uzaklaşır; yuları kuvvetli tutacak olursan, bu taktirde ona dilediğin gibi sahip olursun.
Söylemek istediği şudur ki, kadına yumuşak davranır ve insan gibi muamele edecek olursan o sana ihanet eder. Öte yandan kadını, yine tıpkı hayvanlar gibi, yola getirmenin bir diğer yolu vardır ki, o da dayaktır. Çünkü Muhammed, karakterce hayvanlara eş tuttu kadın sınıfına bunu layık görmüştür. Ona göre her koca, karısını yola getirebilmek , adam edebilmek ve hizmetinde tutabilmek için bu usulü muhtaçtır.
Tanrının kadın sınıfına hem hayızlı yaratıp hem de pis derler diye yasaklara tabii kılacağını ve bu arada Muhammed’e hayızlı kadınlarla sevişirken vahiyler göndereceğini düşünmek Tanrı’nın yüceliği fikrini zedeler.
Kadınların, şeriatçıya göre, bedenen pis sayılmalarının bir kanıtı hayızlı yaratılmış olmaları ise, diğer bir kanıtı da idrarlarının, erkeğin idrarına oranla daha kirli olmasıdır.
Nitekim Ebu Davud’un rivayetine dayalı hadise göre Muhammed eğer birinizin üzerine kadın idrarı sıçrayacak olursa o yeri mutlaka iyice yıkayınız; fakat erkek ise bu takdirde elbiseye ya da o şey yıkamaya gerek yoktur sadece silkelemek yeterlidir şeklinde konuşmuştur.
Öte yandan kadın sınıfını öyle pis kabul etmiştir ki, onları hayvanlara genellikle en pis olanları eşdeğer tutmuş ve bu nedenle ibadeti bozan şeyler arasında domuz köpek eşek! gibi hayvanları sıralarken kadınları da bu listeye katmıştır.
İki kadının birbirine çıplak olarak sürtünmelerinden aile felaket doğabileceğini düşünmek ve bunun sorumluluğunu kadının kötülüğünde aramak insaf sınırlarını fazlasıyla zorlamak olur. Çünkübir kadının, kalkıp da kocasına, çıplak vücudunu gördüğü bir başka kadının güzelliğini ballandıra ballandıra anlatabileceği ne tasavvur etmek kolay değil. Bir an için anlattığı kabul edilse bile bu, olsa olsa saflıktan ya da budalalıktan doğuma bir şey olur. Böyle bir halde kocasının aşka gelerek karısını boşamaya kalkması ve öteki kadını almaya çalışması, elbetteki karakter zayıflığından doğma bir davranış sayılmak gerekir. Kocanın bu tür davranışı yüzünden kadına kötülük kaynağı olarak görmek ise haksızlık olur.
Muhammed’in bize tanımladığı Tanrı, her şeyi bilen, her şeyi işiten, her kulunun kalbinde yatanı keşfeden, sorunlarını çözebilen bir Tanrı’dır ve fakat her nedense bütün bu bilmişliği ve işitmişliğiyle sadece erkek kullarının gönlündeki kötü eğilimlere engel olur ve onları günah işlemekten korur ve fakat kadın kullarının kötü eğilimlerine engel olmak ve onları korumak istemez
Kitab-ı Mukaddes’in yazdığına göre, Tanrı, daha insan neslinin yaratmaya karar verdiği andan itibaren kadına haksızlık yapmakla işe başlamıştır. çünkü bir kere erkeği topraktan yaratmış, Aden bahçesi ne koymuş ve belli bir ağaca dokunmaması için onu uyarmıştır. daha sonra onun kaburga kemiğinden kadını yapmış ve fakat ona, yukarıdaki uyarıyı yapmamıştır. bu hatırlatmayı kadına muhtemelen Adem yapmış olmalıdır.
öte yandan kadını ayartan ve yasak meyveyi yemeye kışkırtan yılandır ve yılan bunu yalan ve dolana başvurarak yapmıştır. Ve eğer bu taktiğini kadına karşı değil de Adem’e karşı uygulamış olsa idi, hiç kuşkusuz yasak meyveyi ilk yiyecek insan erkek olmuş olacaktı.
Eğer Tanrı, söylendiği gibi bütün varlıkların ve mahlukatın kaderini çizen güç ise, yılanın Adem yerine kadını aldatmış olmasının nedenini de bu güçte aramak gerekmez mi?
Yasak emri kendisine verildiği halde, Adem kadının sözüne uymuş olmakla sorumluluktan kurtulmuş değildir.
Fakat bütün bunlara rağmen Tanrı, esas cezayı kadına layık görmüş onu ağrılar içerisinde çocuk doğurmaya mahkum etmiş ve kocasına boyun eğer durumlara itmiştir.
Yine aynı şekilde Nahl Suresi’nin 97. ayetindeki Kadın, erkek inanmış olarak kim iyi iş işlerse, onu temiz bir hayatla ihya eder ve yaşatırız hükmünü cinsiyet eşitliğine kaynak edinenler, bu ayetten maksadın, esas itibariyle erkeğin hizmetlerinin görülmesi ve şehvetinin giderilmesi olduğundan ve kadının ancak bu görevleri yerine getirmek suretiyle iyi kadın , Saliha kadın sayılacağından ve hizmeti böylece görülen ve şehveti giderilen erkeğin ibadet etmeye vakit bulup cennet hazırlığı yapacağından ve nihayet erkeğini bu şekilde tatmin eden kadınların ancak bu takdirde ve ancak kocalarının izniyle cennete layık sayılacaklarından habersiz görünmüşlerdir.

Ya da Tevbe Suresi’nin 72. ayetindeki, Allah Mü’min erkeklere ve Mü’min kadınlara Adn cennetlerinde hoş meskenler vadetmiştir hükmünü Ölüm sonrası yaşamlarda kadın-erkek eşitliğine delil bilenler, cennetlerde kadınlar için mutluluk değil fakat mutsuzluk bulunduğunu ve çünkü oraya gidecek olan kadınların kendi kocalarını yakut gözlü kızlarla ve ceylan gözlü bakirelerle ve bakışlarını erkeklerine çevirmiş daha önce ne insan ve ne de cinlerin dokunmuş olduğu eşlerle ve kara gözlü hurilerle sarmaş dolaş bulacaklarını açıklamamışlardır. (bkz. Kur’an 55, Rahmân Suresi, ayet 50-57; 56, Vâkıa Suresi, ayet 11-40 vs.) Bu cennetlere girebilmek için kadınların yeryüzü yaşamları boyunca kocalarına boyun eğmiş olmak ve kocalarının şehvetini karşılamış olmak gibi koşulları yerine getirmeleri gerektiğini ortaya vurmamışlardır.

Daha doğrusu kadının iyisi , kocasını efendi-seyyid bilen, ona kulluk kölelik eden, ona mutlak şekilde boyun eğen kadındır; kadının iyisi , kocasını yedirip içiren, giydiren ve onu ev in pis ve zor işlerinden kurtarıp ibadetiyle meşgul olması ve böylece cennetlere kavuşması olanağını getiren kadındır ; kadının iyisi , nikâh parası az olan kadındır; kadının iyisi , örtünen, yabancı insan görmeyen, evden uzağa gitmeyen, odasına çekilip evin köşesinde kocasını bekleyen, kocası geldiğinde onu eğlendiren ve neşelendiren kadındır; kadının iyisi , kocasının izni olmadan hiç kimse ile konuşmayan, sokağa çıkmayan, çıktığında başını önüne eğip kimselere bakmayan kadındır; kocasının malını israf etmeyen, daima nefsinden fedakârlık eden kadındır; kocasından boşanmak istemeyen ve kazara istemiş olsa bile, bütün haklı durumuna rağmen hul yolunu seçmeyen (yani karşılığında mal ve para beklemeyen) kadındır; kadının iyisi, kıskançlık nedir bilmeyen ya da kıskançlığını göstermeyen ve kocasının diğer karılarına ve kadınlarına karşı iyi muamele eden, bir önceki kocasından kalmış mallarını ve mirasını yeni kocası ile bölüşen ve yiyen ve kocasına yemekler yedirip kokular sürdükten sonra onu diğer hanımlarının yanına gönderen kadındır.
Hemen hatırlatalım ki İslamın kadına önem ve değer verir olduğu ya da Muhammed’in kadını yücelttiği iddialarına, yazarlar, genellikle 19. yüzyıl ortalarından itibaren sarılır olmuşlardır. O zamana gelinceye kadar hiç kimsenin aklından kadın haklarını savunma fikri geçmemiştir. Aksine İslam dünyasının yazar ve düşünürleri, şeriat verilerine sarılmış olarak, kadının aklen ve dinen eksik yaratıldığını, nikâh denilen şeyin kadın için kölelik olduğunu ve kadının dinsel görevinin erkeğin hizmetini görmek ve onu cennetlere hazırlamak bulunduğunu, tek bir ağız şeklinde söyler olmuşlardır.
Nitekim Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadise göre Muhammed şöyle demiştir:
Kadın eğe kemiği gibidir. Onu doğrultmak istersen kırarsın.Onu kendi haline bırak ve eğriliğiyle ondan faydalanmaya bak.
Erkeklerin çoğu kadının etkisi altında kalmaktan korkarlar; oysa ki kendi şahsi tecrübelerimin ışığı altında söyleyebilirim ki bu budalaca bir korkudur. Bana öyle geliyor ki fiziki bakımdan olduğu kadar fikirsel bakımdan da erkek kadına ve kadın erkeğe muhtaçtır. Ben kendi yaşamlarım açısından, sevdiğim kadınlara çok şeyimi borçluyumdur ve şunu itiraf edebilirim ki onlar olmasaydı, son derece dar görüşlü bir insan olabilirdim.
Hiçbir insanın Tanrı’yı görmüş olduğuna ya da onunla konuştuğuna inanmıyorum; Tanrı’nın Musa’ya vahiyler yolladığına ve bu vahiylerle kadın hak ve özgürlüklerini kısıtladığına da inanmıyorum. Yeryüzündeki dinlerin tümü kadını aşağılamakta Eğer kadınlar, bu dinlerin kendilerine reva gördüğü haksızlıklara hayır demeyecek olurlarsa onlar için hiçbir zaman kurtuluş yolu açılmaz
İslam dünyasında kadının zavallı hale sokulmasının, özgürlükten yoksun kalmasının ve erkeğin kölesi durumunda bırakılmasının gerçek nedeni ne İslam dininin yanlış uygulanmasıdır ne de Türklerin kabahatidir; sadece ve sadece Şeriat’ın kapsadığı dinsel esaslardır. Ve daha açık konuşmak gerekirse asıl sorumluluk, bu dinin kurucusundadır.
Yüzyıllar boyunca sırtımızı bu hükümlere dayayıp kendimizi, Seyyid , Efendi ya da Metbû mevkiinde görmüş, kadıncağızlarımızı da Tabi , Köle , Cariye diye tanımlamışızdır. Başka bir deyimle, kadın sınıfını aşağılatan bir düzeni kutsal bilmiş ve çok büyük bir kurnazlıkla kadınlara da o şekilde kabul ettirmiş ve öylece saltanatımızı sağlamışızdır. Aslında suç olması gereken bu davranışımızın bizi, aydın ya da insan varlığı olarak, rahatsız eden bir yönü olmamıştır. Kadını küçülten ve erkeğin sömürüsüne terk eden bu düzeni eleştirmek, yermek ve değiştirmek gereğini hiçbir zaman aklımızdan geçirmemişizdir. Kadını ezik ve haysiyet dışı kerteye indiren şeriata karşı başkaldırmak ve savaşmak gibi asil bir davranışa asla özenmemişizdir.
Allah, sık sık kabirleri ziyaret eden kadınlara lânet etsin ¹³⁹
Oysa ki Cahiliye dedikleri dönemde kadın, uğursuz sayılmak şöyle dursun fakat aksine ilah mertebesine layık kılınmıştı; hem de öylesine ki Muhammed’in mensup bulunduğu kabile dahil, birçok kabile kendi ilahlarının (örneğin Lât, Uzzâ, Menât vs. gibi) Tanrı’nın kızları olduğuna ve meleklerin dahi dişilerden yaratıldığına inanırlardı. Kur’an’da bunun böyle olduğu açıklanmıştır. (Örneğin Sâffât Suresi, ayet 149-150; İsrâ Suresi, ayet 40; Necm Suresi, ayet 19-20).
Fakat bütün bunlar bir yana, bir de şunu göz önünde tutmak gerekir ki, eğer Mallarıyla geçindirmek ve doyurmak bir üstünlük kıstası olacak olursa bu takdirde kocalarını mallarıyla geçindiren ve doyuran kadınların erkeklerden üstün olmaları sonucuna katlanmak gerekecektir ki, bu sonuç her şeyden önce Muhammed’i güç durumda bırakmaya yeterlidir. Çünkü bilindiği gibi Muhammed, daha henüz 25 yaşında parasız pulsuz bir delikanlı iken, kendinden on beş yaş büyük ve ticaretle meşgul zengin bir kadın olan Hatice ile evlenmiştir.
Muhammed’in söylemesine göre erkeklerin, kadınlara üstün olmalarının bir nedeni, karılarının geçimini, giyim ve kuşamını üstlenmiş olmalarıdır. Bundan dolayıdır ki, güya Tanrı, erkeklere mal, mülk vermiş ve şöyle demiştir:
Erkekler kadınlardan üstündür, çünkü Allah onları bir çok şeylerde kadınlardan üstün etmiştir, (ve) çünkü onlar,kadınları, mallariyle geçindirirler, doyururlar (K. Nisâ Suresi, ayet 34.)
1809 yılında İstanbul’u kırıp geçiren veba salgını vesilesiyle devletin başvurduğu akılsız tedbirler, bu konuda verilebilecek örneklerden bir başkasıdır. Akılsız tedbirler diyoruz, çünkü Osmanlı yöneticileri, o tarihlerde, veba salgınını önleyici sağlık tedbirlerini uygulayacak yerde vebanın sari bir hastalık olmadığını ve çünkü peygamberin hadislerinde bunun böyle olduğunun yazılı bulunduğunu ve bu nedenle sağlık tedbirleri almanın İslama aykırı düşeceğini ilan etmişlerdir; etmekle de kalmamışlar, fakat üstelik hükümet, bütün bu felaketlerin kadınların melanetinden gelme olduğuna inanmış olarak Galata ve Kasımpaşa semtlerindeki hanlarda yaşayan fahişeleri toplatmış, odalarını mühürletmiş ve veba salgınının acısını bu zavallı kadınlardan çıkarmak suretiyle görevini yerine getirdiğini düşünmüştür
13. yüzyılda Türk beldelerini dolaşan Marco Polo, Amu Derya Nehri’nin yukarılarında kuzeydoğuya yayılan ve Büyük Türkiye diye tanımlar olduğu yerleri ziyaret ederken Türk hükümdarlarının kızlarından söz eder ve şöyle der:
(Prenses) öylesine güçlü ki tüm ülkede onunla başa çıkacak erkek bulmak güç. Çünkü kim çıkarsa hepsini alt etmektedir. Babası kendisini evlendirmek istediği halde o buna razı olmamakta ve (kendi beğendiği birini bulana kadar) hiç kimse ile evlenmek niyetinde olmadığını açığa vurmaktadır. Bundan dolayıdır ki, babası ona yazılı olarak, dilediği erkekle evlenebileceğine dair söz vermiştir. Bunun üzerinedir ki prenses, ülkenin dört bir yanına haber salarak genç delikanlıları, kendisiyle güç denemesine çağırmış ve kendisiyle başa çıkacak birini bulduğu zaman onunla evleneceğini açıklamıştır.
Buhara’nın Arap orduları tarafından işgalini nakleden Arap kaynaklarından öğrenmekteyiz ki, Orta Asya’daki birçok Türk devletinde kadın, devlet başkanlığı sorumluluğu ile görevlendirilmiştir. Nitekim Buhara o tarihlerde, yani 8.yüzyılda, Toksan adındaki bir Hatun Sultan tarafından yönetilmekteydi.
Muhammed’e göre, Müslümanlar için iki büyük tehlike, iki azılı düşman vardır ki bunlar kâfirler ve kadın lardır. Kafirler, İslam’ın emirlerini ve peygamberini kabul etmedikleri için savaşılması gereken düşmanlardır.
Kadınlara gelince, kadınlar aklen ve dinen dun olmak bir yana, fakat aynı zamanda kötü ruhlu, fitneci, hilekar, düzenbaz nankör ve şeytani karakterde yaratıklardır.
Evlilikte olduğu gibi toplum yaşamında da kadının karar alıcı rollerde görünmesi, örneğin halifelik, kadılık ya da imamlık gibi işler yapması önlenmiştir. Yine bundan dolayıdır ki Kur’an’a, Tanrı’nın kadınlardan Peygamber göndermediğini, meleklerini dahi dişilerden değil erkek cinsinden seçtiğini ve çünkü eksik akıllı olarak yarattığı kadınları bu görevlere ve mevkilere layık görmediğini belirten hükümler koymuştur.
Türk işgallerine gelince; kadının durumunun kötüye gidişinde Türkleri sorumlu tutmak kadar tarihi gerçeklere aykırı bir şey olamaz. Çünkü eski Türkler kadar kadına saygılı pek az millet bulunduğu ve İslama girmekle Türklerin bu güzel geleneklerden uzaklaştıkları tarihi verilerle ortadadır.
Kocasına boyun eğen, kocasının hizmetlerini gören ve her an onun şehvetini gideren kadınlar iyi kadınlardır; ve ancak bu kadınlardır ki cennete ulaşacaklardır
Akıl sahipleri içerisinde aklen ve dinen (siz kadınlardan) daha noksanını görmedim Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler. O sebeple ki (Allah) erkekleri kadınlara üstün kılmıştır (Kadınlar) erkeklerin elinde hürriyetini terk etmişlerdir eğer erkek tepeden tırnağa cerahat olsa,kadın da dili ile yalasa, yine de erkeğin hakkını ödeyemez Nikah kadınlar için bir nev’i köleliktir Tanrı erkeği üstün yarattı, kadını da erkeğin emrine verdi; (Allah) ‘erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler’ diye buyurmuş ve erkeğe ‘seyyid-efendi’ adını vermiştir“
Fakat kendisini sömürülmeye, sövülmeye ve dövülmeye layık bir yaratık durumuna sokan şeriat esaslarına karşı kadın’ın susması ve hatta susmak bir yana fakat alkış tutması, gerçekten acıdır.
Muhammed nikah kadınlar için köleliktir şeklindeki hükümlerden tutunuz da erkeğin kadını üstün ve seyyid adına layık bulunduğuna, kadının ise -tabi- köle-kertesinde kılındığına ve kocasının her türlü hizmetlerini yapmakla zorunlu bulunduğuna varıncaya kadar ya da evli kadını (sokağa çıkması, komşusu ile selamlaşması, oruç tutması ve ibadeti gibi,) her işini kocasının izniyle yapmasına kadar tüm yaşamları itibariyle özgürlükten yoksun bırakılan hükümdar ile dolu bir düzen getirmiştir. Yerleştirdiği şeriat sistemi, boşanma hakkını münhasıran erkeğe bırakmakla kocayı karısı üzerinde insafsız bir baskı kurma olanağına kavuşturmuştur.
Türk kadınının özgürlüğüne ve bağımsızlığına karşı en büyük darbeyi şeriatın Tanrı ve Peygamber emirleri diye bizi zorladığı usullerle indirmişizdir. İslam’ın kadını küçültücü ce kötülük kaynağı görücü esaslarının devlet organları tarafından benimsenmesi ve resmen uygulanması Nizam-ül Mülk ile başlar. Siyasetname adlı yapıtında Nizam-ül Mülk, devlet işlerinin görülmesi konusundaki görüşlerini şu şekilde açıklar.

Hükümdarın emrindeki kişilerin iktidar kullanmaları caiz değildir Bu kural özellikle kadınlara uygulanmalıdır, çünkü onlar çarşaf ve peçe giyen ve aklen gelişmemiş kimselerdir.

İslama girinceye dek kadını özgür ve eşit haklara sahip bir varlık bilen ve devlet başkanı ya da yöneticisi kılacak kadar yücelten Türk, şeriat bataklığına saplandıktan sonra onu giderek küçük görmeyi, erkeğin hizmetine terk etmeyi ve şehvet aracı haline getirmeyi gelenek edinmiştir.
Kısaca belirtelim ki, Türklerde kadının bu üstün kertede tutulduğu dönemlerde Batı dünyası, tıpkı Arap dünyası gibi, kadını ikinci plana atmıştı. Çoğu yerde koca sofrada yemek yerken, kadın ayakta bekler, ona hizmet eder, her vesileyle kocasının ayaklarını öper ve fakat yine de haysiyet kırıcı muamelelere uğramaktan kurtulamaz.
Oysa ki, Türk ülkelerinde kadın, erkeğine eşdeğerdir. Ne var ki, şeriat dinine girmek sonucu Türklerde ki bu güzel gelenekler yavaş yavaş yok olurken; Batı’da aksine, daha doğrusu akılcı gelişme nedeniyle, kadın hakları sorunu ele alınmış, büyük başarılara yönelik adımlar atılmıştır.
Görülüyor ki, cahiliyye diye kötülenmek istenen dönemlerde Arap kadını hak ve özgürlük bakımından pek kötü durumda değildi. Tanrı’nın melekleri olma şerefine bile erişmişti. Oysa ki şeriat ile birlikte tüm değerlerini yitirmiş ve dinen ve aklen eksik bir yaratık kertesine indirilmiştir.
İslam öncesi dönemi kötü göstermek için başvurulan yalanlardan bir diğeri de eskiden Arapların kız çocukları öldürme geleneğini sürdürür oldukları ve bu geleneğin Muhammed tarafından kaldırıldığıdır.
Şöyle ki, eski dönemlerde Araplarda, tıpkı diğer bazı toplumlarda olduğu gibi, yeni doğan çocukları öldürme geleneği diye kötü bir uygulama olmuştur. Bu geleneğin çeşitli nedenlerden doğduğu söylenir. Bir kere aşiretler arası savaşlar yüzünden erkek nüfusunun telefe uğraması ve kadın sayısının erkek sayısından fazla olması nedeniyle kız çocukları öldürülmek gerekli görülmüştür denir; böylece nüfus dengesi sağlanmak istenmiştir. Bundan başka bir de yoksulluk yüzünden kız çocukları beslemek bir sorun olmuş ve bu sorunu bu yoldan çözmek kolay görülmüştür.
Fakat her ne olursa olsun şu muhakkaktır ki, kız çocuğunu öldürme geleneği dişiye karşı düşmanlık duygularından doğmuş değildir.
En sağlam Arap kaynaklarından öğrenmekteyiz ki Selma, evleneceği zaman kendi işlerinin kontrolünü kendi elinde tutacağına ve dilediği zaman kocasını boşayacağına dair şartı, evlilik akdinin şartı kılardı.
Hemen hatırlatalım ki İslam’dan sonra Arap kadını, kocasını seçme hakkını yitirmiştir. Aynı şekildecahiliyyede kocasını boşanma hakkına sahip iken, İslam’dan sonra bu hakkından yoksun kalmıştır.
Herhangi bir (müslüman) kadın, kocası kendinden razı olduğu halde ölürse cennete girer.

İbn Hanbel’in bu konuda belirttiği bir diğer hadis:

Herhangi (müslüman) bir kadın, beş vakit namaz kılar, bir ay oruç tutar iffetini korur ve kocasına itaatkâr olacak olursa ona ‘Dilediğin kapıdan Cennete gir’ denecektir.

Görülüyor ki, kadınlar, ancak kocalarını kendilerinden razı ederek öldükleri takdirde cennete ulaşabileceklerdir. Oysa ki, erkek için böyle bir şart söz konusu değildir; çünkü Muhammed, Karılarını kendilerinden razı eden erkekler cennete girer diye bir şey söylememiştir.

Usâme’nin rivayetine dayalı bir başka hadise göre Muhammed şöyle konuşmuştur:

Ben cennetin kapısında durdum. Gördüm ki cennete girenlerin çoğu darlıkta yaşayanlardır Bu sefer cehennemin kapısında durdum, oraya girenlerin çoğu kadınlardı Imran İbn Husayn’ın nakline göre Muhammed’in bu konudaki bir başka hadisi şöyledir:

Ben (Miraç gecesi) (cehenneme baktım), cehennemliklerin çoğunu da kadınlar (teşkil ettiğini) gördüm

Ebu Said’in bildirdiğine Muhammed, bütün bu düşündüklerini ve söylediklerini doğrudan doğruya kadınların yüzüne vurmaktan geri kalmamıştır. Nitekim bir hadisinde kadınlara hitaben şöyle konuşmuştur:

Siz kadınların çoğu cehennem kütüğüdür.

Ey kadınlar, bana cehennem halkı gösterildi, çoğu sizler idiniz.

Ancak bunu söyleyenlerin unuttukları şudur ki, ekonomik gelişmeyi sağlamak için Müslüman kişiyi şeriatın kaderci liğinden, insanı miskinleştirici ve sefil yaşamlara mahkûm edici etkilerinden, bir lokma, bir hırka felsefesinden, her rızkın Tanrı’dan geldiği yalanlarından ve yeryüzü nimetleri yerine cennetteki hurilere erişme hayallerinden kurtarmak gerekir.
Karılarınızın sözü ile hareket ederseniz, yerin dibi yerin üstünden daha hayırlıdır size Karılarınızın fikrini alın fakat söylediklerinin aksini yapın diyen Muhammed’den, kadına siyasal haklar tanımasını ve kadınları devlet işlerine karıştırmasını beklemek saflık olurdu.
Nitekim dünyada en çok sevdiği üç şeyden birinin kadın olduğunu ilan ederken ya da, Şehvetimin heyecanından (Ey Tanrım Sana) sığınırım diyerek şehevi sabırsızlığından Tanrı’yı haberdar ederken ve Kur’an’a koyduğu, İnsan tahammülsüz ve zayıf olarak yaratıldı (K. 4 Nisâ Suresi, ayet 28) ayetini bahane edinirken ya da Bir kadın görmekle şehveti uyanan kimse, hemen ailesiyle halvet olsun (cinsi münasebette bulunsun) şeklinde öğütlerine herkesten önce kendi uyup hoşlandığı bir kadını gördüğünde hemencecik şehvet giderme çarelerini düşünürken ve nihayet haremine soktuğu kadınları her sabah ve öğle namazından sonra sıra ile elden geçirirken, kadınlarının birinden çıkıp diğerinin koynuna girerken ve bütün bunları şehvet üstünlüğü bakımından delil sayarken, Muhammed’i kadına değer veren ya da şehvetini frenleyen bir kimse gibi göstermenin abesliği ortadadır.
Şunu söylemek mümkündür ki, insanlık tarihi Muhammed kadar şehvetine düşkün ve şehvet uğruna değer ölçülerine küskün pek az örnek çıkarmıştır. Gerçekten de, Dünyanızda üç şey sevdim: Güzel kadın, güzel koku ve güzel yemek (ya da ibadet) diyerek övünen ve ömrünü bu formüle uydurarak geçiren ve öte yandan, Tanrı’nın izni olmadan hiçbir kadına dokunmadım, hiçbir kadınla (cinsi münasebette bulunmadım) buluşmadım mazeretine sarılan ve böylece Tanrı’yı bu tür yaşamlarının tanığı yapan bir başka peygambere pek rastlanmamıştır.
Ebu Nuaym’ın Hilye’sinden müfessir Mücahid’in sözlerini nakleden Buhârî’ye göre Muhammed’e her 100 erkek kuvvetinde olan cennet erkeklerinden 40 erkek gücü verilmiştir . Enes’in anlattıklarına göre Muhammed gecenin veya gündüzün belirli bir zamanında dokuz eşiyle cinsel ilişkide bulunurdu . Buhâri Şarihi Aynî de, Muhammed’in her gün sabah namazını kıldıktan sonra kadınlarının (ki sayılarının 9 veya 11 olduğu kabul edilir) birer birer hücrelerine girip, yoklamak ve onlarla cinsi münasebette bulunmak gibi bir geleneği olduğunu açıklamıştır.
Öte yandan, Muhammed’in bazı kadınları kimsesizlikten ya da yoksulluktan kurtarmak amacıyla evlilikler yaptığı da doğru değildir, çünkü evliliklerinin hepsini o, güzel kadınla evlenmenin Tanrı emri olduğu formülüne uyarak ve Tanrı tarafından üstün bir şehvet gücü ile donatılmış bulunduğunu hesaba katarak yapmıştır.
(Muhammed) : Kadınlar aklen ve dinen dun (eksik) yaratılmışlardır, bundan dolayıdır ki onlarla iyi geçinmek, akıllarının noksan olduğunu düşünüp onlara acıyarak eziyetlerine katlanmak gerekir Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkun. (Çünkü) onlar sizin elinizde hürriyetlerini kaybetmişlerdir, onlar sizin kölelerinizdir.
Tapmak tan maksat da kadının, kocasını daima seyyid-efendi mevkiinde tutması ve secde edilmeye layık saymasıdır. Çünkü Muhammed şöyle emretmiştir: Eğer bir kimsenin, bir kimse karşısında secde etmesini emretmiş olsaydım, kocanın kadın üzerindeki hakkına binaen kadına kocası önünde diz çökmesini, secde etmesini emrederdim.
Tanrı ve Peygamber emirleri olarak şeriatçının uygular olduğu bu hükümleri şöyle bir gözden geçirirken kendi kendinize, Tanrı bunlarla mı meşgul olur? Kocasının yatak davetini kabul etmeyen ya da geciktiren kadınlarla mı bozuşur? Ya da onları ocak başında ve deve sırtında oldukları zaman, yemek işini bırakıp ya da devenin sırtından inip kocalarının altına yatmaya mı zorlar? şeklinde ve buna benzer nice soru sormak isteseniz de sormayın. Çünkü Tanrı anlayışını böylesine küçülten bir zihniyetten ne Tanrı’yı yüceltici ve ne de kadını haysiyet sahibi edici bir davranış bekleyebilirsiniz.
Kadın için mazaret arama olanağını da yok kılmak maksadıyla, Muhammed, hastalık ya da doğum gibi çok istisnai durumlar olmadıkça kocasının davetini geri çeviren kadının günah işlemiş olacağını ve bu takdirde hem dünyevi ve hem de uhrevi cezalara müstahak sayılacağını bildirmiştir. Böyle bir halde koca için karısını aç bırakmak, giyim ve kuşamdan yoksun tutmak, sopalamak ve boşamak gibi pek çeşitli imkânlar var olduğunu söylemiştir. Kendi yaşamından da buna örnekler vermiştir.
Ibn Abbas’ın rivayetine dayalı bir hadise göre: Bir kadın (Peygamber’e gelerek): ‘Ben evlenmek istiyorum, kocanın hakları nelerdir’ diye sordu. (Peygamber) kendisine, ‘Kocanın kadın üzerindeki haklarından biri şudur: Ne zaman ki karısına cinsi münasebet teklifinde bulunacak olursa kadın bu teklifi asla reddetmeyip derhal kendisini kocasına vermelidir’ dedi.
Çünkü Muhammed’in söylediğine göre, evlilik denen şey, erkeğin yeryüzündeki zor, süfli ve vakit alıcı işlerden kurtulmasını, şehvetinin doyurulmasını ve böylece hiçbir üzüntü ve derde saplanmadan tüm vaktini ibadete ayırıp cennete ve orada kendisini beklemekte olan hurilere, yani asıl öz karılarına kavuşmasını sağlayan bir kuruluştur. Özellikle ev işleri zaman alıcı zor ve pis işlerdir; erkeğin din hükümleriyle uğraşmasına ve ibadette bulunmasına engel olan şeylerdir. İşte evlilik, erkeği bu gibi işlerden ve dertlerden kurtarmaya yarar; bu bakımdan erkek için yararlı bir kuruluştur.
Fakat Muhammed bununla da yetinmemiş ve bir adım daha ileri giderek, kadının sözüne uymamayı ve hatta söylediklerinin tam aksini yapmayı öngörmüştür. Zira, Kadınlara danışmak lazım ve (fakat) dediklerinin aksini yapmak lazımdır diye buyurmuş ve kadınların sözü ile hareket edenlere yeryüzünün dibinin, yeryüzünün üstünden daha hayırlı olacağını ve bu gibi erkeklerin doğruca cehenneme gireceklerini açıklamıştır.
Bu itibarla, kadının sözünü dinlemek demek, Tanrı’nın koyduğu düzeni değiştirmek demek olur ki, bu da şeytana uymaktan başka bir şey olmaz. Bundan dolayıdır ki, Muhammed, kadınların sözüne uymayı hem şeytana uymak ve hem de kadına kul olmak saymış ve: Kadına kulluk edenler (kılıbıklar) helak olur
şeklinde konuşmuş ve bu gibi kişilerin Tanrı’ya karşı gelmiş olacaklarını hatırlatmıştır.
Öte yandan bu zihniyet erkeği de küçültücü durumlarda tutar. Çünkü erkek dinlen varlık, karakter bakımından ne kadar zayıf ve kendisini kontrolden ne kadar aciz ve içgüdülerini sürüklenme de ne kadar bir çare olmalıdır ki kadını çarşafsız, peçesiz gördüğü an kendisini kaybetsin, vahşileşsin ve kadına saldırsın ya da Kıskançlıklarına kapılıp kadın için cinayetler işlesin. Şayet erkeğin bu ilkelliklerden ve bu seviyesizliklerden ancak kadını çarşafa sokmakla kurtulacağı düşünülüyorsa bu her şeyden önce Tanrı’ya ve aynı zamanda insan varlığının kutsallığına hakaret sayılmalıdır. Böylesine olumsuz ve insan varlığına karşı böylesine güvensiz bir tutuma dayalı bir din kuruluşunun, kişiyi fikren ve ahlaken geliştirmesi mümkün değildir.
İnsanların giyimli ya da çıplak olarak sevişmelerine Tanrı neden karışsın?
Elbet düşkün olursa kadın, alçalır insanlık
1) Huveylid bin Esed bin Abdul’Uzza’nın kızı Hatice;
2) Ebu Bekir’in kızıı Ayşe;
3) Zam’a bin Kays bin Abdi.şems bin Abdi Vedd el­ Vudd bin Nasır’ın · kızıSevde;
4) Ömer bin Hattab’ın kızı HAFZA;
5) Ebu Umeyye bin Mugire’nin kızı ümmi Seleme;
6) Haris bin Ebu Zi­rar’ın kızı CUVEYRE;
7) Ümmi Habibe;
8) Cahs bin Ribab’ın kızı Zeyneb·
9) Ubeyd bin Ka’b’ın kızı Safiye;
10) Haris bin Hüz’un kızı Meymune;
11) Rifaa’nın kızı Neşat;
12) Amr’in kızı Şenba;
13) Cabir­ in kızı Gaziyye;
14) Numan bin Esved’in kızı Esma;
15) Beni Kuray­ za’dan Zeyd’in kızı Reyhane;
16) Kıbt kavminden Marya (cariye ola­ rak kullanmıştır, İbrahim adındaki oğlu bu kadından olmuştur) ;
17) Huzeyme kızı Zeyneb;
18) Dihye bin Halife Kelbi’niri kız kardeşi Şe­ rafi;
19) Zayba’nın kızı Aliye;
20) Kays bin Ma’di Ker’b’in kızı Kutay­ Ze; 21) Şurayh’ın kızı Fatıma;·
22) Huzeyl bin Hubeyre’nin kızı Hav­ l.e; 23) Hazrec’in kızı Leyla;
24) Yezid’in kızı Umre.
Kadınlarınızın sokaklarda gezmesini istemiyorsanız onlara se­vimli (güzel) elbiseler giydirmeyin. Çünkü onlar (kadınlar) gü­ zel, sevimli olmayan elbise ile görünmek istemezler
Evlerinizde oturun, eski cahiliyede olduğu gibi açılıp saçılmayınız,
Kadını Kapatmak, Tanınmayacak Kılıklara Sokmak, Erkekten Ayırmak ve Uzak Tutmak İslami Emirlere Dayalı Bir Gelenektir ki, Müslüman Toplumların Geriliklerinde Rol Oynamıştır; Halen de Oynar.
Sen evin köşesinde bir oyuncak gibisin; ihtiyacımız olduğu zaman seninle oynarız; ihtiyacımız olmadımıı orada durursun» derdi
Bir kadın (peygambere gelerek) : ‘Ben evlenmek istiyorum, ko­canın hakları nelerdir’ diye sordu. (Peygamber) kendisine; ‘Ko­canın kadın üzerindeki haklarından biri şudur: Ne zaman ki karısına cinsi münasebet teklifinde bulunacak olursa kadın bu tek­ lifi asla reddetmeyip derhal kendisini kocasına verrnelidir’
«Kadınlar sizin kölelerinizdir! Tanrı emriyle onlardan yararlan­mak, cinsi münasebette bulunarak gönlünüzü eğlendirmek size helal kılınmıştır
Hiçbir kadına, nefsini kocasına sunmadan uyuması helal değildir
Şehvetini gidermek üzere kişi karısını yatağa çağırdığı zaman kadın gelmekten kaçınır, kocası da bu sebeple ona kırgın ve kız­gın olarak gecelerse, melekler sabaha kadar o kadına lanet eder­
Muhammed kendi oğulluğu Zeyd’in karısı Zeyneb’e aşık olmuş ve Zeyd’in Zeyneb’i boşaması üzerine onunla evlenmiştir.
“Kafir kadınlarıyla nikâhlanmayın,(onları)nikahınız altında tutmayın” (K.60 Mümtehine Süresi,ayet 10 )
“Ey mü’minler,müşrik (ve gayri müslim ) kadınları da iman etmedikçe nikah etmeyiniz !Gayri müslim (hür)bir kadın(Hüsnü aniyle ve iyi haliyle ) sizi hayrette bıraksa bile iman etmiş bir cariye herhalde ondan hayırlıdır…”(K.2 Bakara Süresi ,ayet 221)
Muhammed’in getirdiği sistemde erkek ,”derece”itibariyle kadına nazaran üstün tutulmuştur….mirasta fazla pay almak bakımından kadına üstünlüğü sağlanmıştır ; evlilikte dörde kadar kadın almak ve karılarını dilediği an ve dilediği gibi boşamak,boşadıktan sonra süresi içerisinde dönüş yapmak bakımından üstün kılınmıştır.
İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına denktir. Bakara ( 282 )

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir