İçeriğe geç

Seninle Başlamadı Kitap Alıntıları – Mark Wolynn

Mark Wolynn kitaplarından Seninle Başlamadı kitap alıntıları sizlerle…

Seninle Başlamadı Kitap Alıntıları

BİR ŞEY ÇOK AÇIKTIR: “Hayat bizi geçmişte çözümlenmemiş bir şeyle geleceğe gönderir.”
Öfkeli kelimelerin altında genellikle bir acı vardır.
“O duygular benim içimde yaşıyordu fakat benden kaynaklanmıyordu.”

-Gretchen-

O zamanlar fark edemediğim şey, acı veren bir şeye direndiğimiz zaman sıklıkla kaçınmaya çabaladığımız acının süresini uzattığımızdır. Bu şekilde yaparak sürekli acıyı zaman aşımına uğratırız. Ayrıca aradığımız şeyden bizi alıkoyan, arayışla ilgili bir şey daha var. Sürekli dışarıya bakarsak, hedefe ulaştığımızı fark edemeyebiliriz. Kendi içimizde değerli bir şey meydana geliyor olabilir fakat eğer uyumlu değilsek ve odaklamazsak kaçırabiliriz.
Başımıza gelen her şeyin bir sebebi vardı, biz onun görünür önemini fark etsek de edemesek de bu böyleydi. Hayatımızdaki her şey en nihayetinde bizi bir yere sürüklüyordu.
Bazen, kalbin açılabilmesi için kırılması gerekir.
“Farkındalığa ulaştığımızda, nöronlarımızda davranışlarımızı etkileyen genleri değiştirebiliriz.”
“Hayal gücü yaratıcılığın başlangıcıdır.”
Karanlık zamanlarda, göz görmeye başlar..
“Travmanın geçmişten uzanarak yeni bir kurban seçme gücü vardır.”

Dr. David Sack

Ebeveynlerinizi değiştiremezsiniz ancak içinizde onları algılayış biçiminizi değiştirebilirsiniz.
Travmayı tedavi etmek birçok yönden şiir yazmaya benzer. Her ikisi için de doğru zamanlama, doğru kelimeler ve doğru resim gerekir. Bu faktörler ayarlandığı zaman, bedende hissedilebilecek anlamlı bir şey harekete geçer.
Hayat bizi geçmişte çözümlenmemiş bir şeyle geleceğe gönderir.
İnsan, bütünün bir parçasıdır ( ) [Ancak] Kendisini, düşüncelerini ve duygularını, diğerlerinden ayrı olarak deneyimler; bu, bilincinin yarattığı bir çeşit optik yanılgıdır .

-Albert Einstein, 12 Şubat 1950’de Robert S.

Marcus’a yazdığı yazıdan

Hepimizde belirli bir miktarda öfke vardır ancak psikopat kişilerdeki öfke, bebrklikte karşılanmayan ihtiyaçlardan doğar.
-Dr. Ken Magid Carole McKelvey
Eğer avcunuzun içine iyice bakarsanız, orada ebeveynlerinizi ve atalarınızın tüm nesillerini göreceksiniz. Onların hepsi şu an yaşıyor. Her biri, bedeninizde mevcuttur. Siz bu insanların her birinin devamısınız.

-Thich Nhat Hanh, A Lifetime of Peace

Ebeveynlerinizi değiştirmezsiniz ancak içinizde onları algılayış biçiminizi değiştirebilirsiniz.
“Eğer avcunuzun içine derinlemesine bakarsanız,
orada ebeveynlerinizi ve atalarınızın tüm nesillerini göreceksiniz. Onların hepsi şu an yaşıyor. Her biri, bedeninizde mevcuttur.
Siz bu insanların her birinin devamısınız.”
Halen daha tam ve eksiksiz olduğuma dair illüzyonu sürdürmeye kararlıydım.
“Bir anne kadar etkileyebilen başka hiçbir şey yoktur.”
Karanlık zamanlarda, göz görmeye başlar.
Bazen acı kendini ifade edebilecek ve çözüme kavuşabilecek bir yol bulabilene kadar saklı kalır. Bu ifadeler genellikle bir sonraki nesilde bulunur ve açıklaması zor belirtiler halinde yüzeye çıkabilir
Bazen kalbinin açılabilmesi için kırılması gerekir.
Bazen kendilerine ait bir yaşamları varmış gibi görünen kelimeler duyarız.
İçgüdüsel olarak sadık olan çocuklar, genellikle ebeveynlerinin acılarını tekrar ederler ve yaşadıkları talihsizlikleri yeniden yaşarlar.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Neyi hayal edersek onu mümkün kılarız.
Ebeveynlerinzi değiştiremezsiniz ancak içinizde onları algılayış biçiminizi değiştirebilirsiniz.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Öfke saçan kelimelerin altında genellikle bir acı vardır. Acı sizi öldürmeyecektir. Öfke ise gerçekten öldürebilir.
Kelimeler, doğa gibi içindeki ruhu biraz ortaya çıkarır, biraz gizler.
Öfke duymak, Üzüntü hissetmekten daha kolay bir duygudur.
Bilincinize getirmediniz her şey, karşımıza kader olarak çıkar.
Acı bizi şaşkına çevirdiği zaman kendimize şu soruyu sormalıyız: ben kimin duygularını yaşıyorum?
Bizim tarafımızdan sergilenen davranışların hepsi, aslında bizden kaynaklanmamaktadır. Bunlar bizden önceki aile bireylerine ait olabilmektedir.
Ne var ki iyileşebilmemiz için gerekli kaynaklar içimizdedir.
Travmanın geçmişten uzanarak yeni bir kurban seçme gücü vardır.
Geçmiş, hiçbir zaman unutulmuş değildir. Geçmiş, geçmiş bile değildir.
Söylenmemiş her şey sonrakilere aktarılır.
Bruce Lipton’un, gen işlevindeki DNA dizisinde herhangi bir değişiklik meydana getirmeden gerçekleşen kalıtsal değişimler konusunda yaptığı çalışması bu alanı(epigenetik) destekler. İlk başlarda, genetik mirasımızın yalnızca anne babamızdan aldığımız kromozomal DNA yoluyla aktarıldığına inanılıyordu. Kromozomal DNA saç, göz ve ten rengi gibi fiziksel özellikleri aktarmakla sorumludur ve şaşırtıcı biçimde %98 lik bölümse kodlamayan DNA olarak adlandırılır ve kalıtımla aldığımız duygusal karmaşıklığıyla artmaktadır ve bu karmaşıklığa en yüksek oranda insanlar sahiptir.
Duyguların biyolojik olarak iletildiği ve üç nesilin rahim de aynı biyolojik çevreyi paylaştığı bilgisiyle şu senaryoyu hayal edin: Annenizi doğurmadan bir ay önce anneanneniz, kocasının bir kazada öldüğünün kahredici haberini alıyor. Bir yandan bebeği için hazırlanırken bir yandan da kocasının yaşını tutuyor. Anneanneniz, büyük olasılıkla duygularını, şimdi kızı ve torunuyla paylaştığı bedeninin içinde bastıracaktır. Siz ve anneniz içinizde derinlerde bir yerde, üçünüzün de ortak olarak paylaştığı bu kederle ilgili bir şeyler biliyorsunuz.
Bazen acı kendini ifade edebilecek veya çözüme kavuşabilecek bir yol bulabilmene kadar saklı kalır. Saklı kalan duygular, genellikle bir sonraki nesilde açıklaması zor belirtiler halinde yüzeye çıkabilir.
Ailemizdeki bireyler dayanması zor travmalar yaşadığında, suçluluk veya keder hissettiği zaman, algılanan duygular çok yoğun olabilir ve kontrol edebilecekleri veya çözebilecekleri boyutun ötesine geçebilir. Bu, insanın doğasıdır; acı çok büyük olduğunda, insanlar ondan kaçmaya çabalar ancak duygularımızı engellediğimiz zaman, bizi kendiliğinden serbest bırakmaya götürebilecek gerekli iyileşme sürecine bilmeden engel oluruz.
Çoğumuz ebeveynlerimizden yeterince ilgi göremediğimizi hissederiz. Fakat ebeveynlerimizle barışık olmak, onlardan aldığımız ve alamadığımız her şeyle barışık olmak demektir.
Rachel Yehuda şöyle der; DNA’nızı değiştiremezsiniz ancak DNA’nızın işleyiş biçimini değiştirebilirseniz bu bir anlamda aynı şeydir.
Travmadan tamamen yoksun bir yaşam olmasının ihtimali, son derece düşüktür. Travmalar uyumaz ancak sonraki nesillerin çocuklarında çözümlenmek üzere verimli zemin aramaya devam eder. Neyse ki insanoğlu dayanıklıdır ve birçok travma çeşidinde hızla iyileşme kapasitesine sahiptir. Yalnızca doğru içgörülere ve aletlere ihtiyacımız var.
Freud ve Jung, daha önce engellenen, bastırılan veya içe atılan hayat tecrübeleri parçalarının; kullanılan kelimelerde, davranışlarda, jest ve miniklerde görülebildiğini gözlemlemişlerdir. Takip eden yıllarda terapistler, bunun gibi ipuçlarını dil sürçmeleri, kaza kalıpları veya rüya imgeleri hâlinde danışan hayatlarının kelimelerle anlatılmayan ve akla gelmeyecek alanlarını aydınlatan haberciler olarak görmüşlerdir.
Bazen, kalbin açılabilmesi için kırılması gerekir.
Ebeveynlerinizi değiştiremezsiniz ancak içinizde onları algılayış biçiminizi değiştirebilirsiniz.
Aradığınız hazine, belki de girmekten korktuğunuz mağarada saklıdır.
Ailenizle deneyimlediğiniz geçmişiniz, anneniz daha size hamile kalmadan önce başlar. en baştaki biyolojik formunuzda, henüz döllenmemiş bir yumurta iken anneniz ve büyükanneniz ile hücresel bir çevre paylaşırsınız. büyük annenizin annenize beş aylık hamileyken, sizi geliştiren öncü yumurta zaten annenizin yumurtalıklarında mevcuttur. bu demek oluyor ki anneniz doğmadan bile önce, anneniz, büyükanneniz ve sizin ilk izleriniz, hepsi aynı bedendeydi. üç nesil aynı biyolojik çevreyi paylaşır.
Bazen acı kendini ifade edebilecek veya çözüme ulaşabilecek bir yol bulabilene kadar saklı kalır. bu ifadeler genellikle bir sonraki nesilde bulunur ve açıklaması zor belirtiler halinde yüzeye çıkabilirler.
Tarih kazananlar tarafından yazılır, kalanlar tarafından kaleme alınır.
Bazen kalbin açılabilmesi için kırılması gerekir.
Antik çag şairi Virgil, ” sevgi her şeye üstün gelir.’
demiştir sevgimiz yeterince büyükse, ilişkimiz ne kadar zor olsada kesinlike başarılı olacaktır.
İlişkilerde yaşanan problemlerin birçoğu o ilişkinin kendisinden kaynaklanmamaktadır. Ailelerimizin bizler doğmadan çok önce deneyimlediği dinamiklerde kaynaklanır.
Birçoğumuz için en büyük özlemimiz sevilmek ve mutlu bir ilişkimizin olmasıdır ancak ailelerde sevginin bilinçsizce ifade edilmesi nedeniyle, sevme şeklimiz genellikle mutsuzluğumuzu paylaşmak veya ebeveynlerimizle büyükanne- dedelerimizin modellerini tekrar etme şeklinde olabilir.
Dr. Ken Magid ve Carole McKelvey şunu söyler:
” Hepimizde belirli bir mikratda öfke vardır ancak piskopat kişilerdeki öfke, bebeklikte karşılanmayan ihtiyaçlardan doğar der. ”
Karanlık zamanlarda, göz görmeye başlar.
Zihin negatif anılar için bağlayıcı bir bant gibiyken, pozitif anılar içinse teflon gibidir.
O zamanlar fark edemediğim şey, acı veren bir şeye direndiğimiz zaman sıklıkla kaçınmaya çabaladığımız acının süresini uzattığımızdı.
“Travmanın geçmişten uzanarak yeni bir kurban seçme gücü vardır.”
Onu reddetmek sevmekten daha kolaydır.
Bir atasözünde belirtildiği gibi, Tarih kazananlar tarafından yazılır, kalanlar tarafından kaleme alınır.
Mükemmel bir ayna gibi seçilen partner diğerinin kalbindeki sahiplenilmemiş ve bitirilmemiş şeyleri yansıtır.
Doğru mesafe, rahat hissetmenizi sağlar, bu sayede bağlanma konusunda kendinizi savunmanız ya da içinize çekilmeniz gerekmez.
O zamanlar fark edemediğim şey, acı veren bir şeye direndiğimiz zaman sıklıkla kaçınmaya çabaladığımız acının süresini uzattığımızdı. Bu şekilde yaparak sürekli acıyı zamanaşımına uğratırız. Ayrıca aradığımız şeyden bizi alıkoyan, arayışla ilgili bir şey daha var. Sürekli dışarıya bakarsak, hedefe ulaştığımızı fark edemeyebiliriz. Kendi içimizde değerli bir şey meydana geliyor olabilir fakat eğer uyumlu değilsek ve odaklanmazsak kaçırabiliriz.
Aradığınız hazine, belki de girmekten korktuğunuz mağarada saklıdır.
Öfke duymak, üzüntü hissetmekten daha kolay bir duygudur.
Travmalar uyumaz, sonraki nesillerin çocuklarında çözümlenmek üzere verimli zemin aramaya devam eder.
Rachel Yehuda şöyle der: DNA’ nızı değiştiremezsiniz ancak DNA’ nızın işleyiş biçimini değiştirebilirsiniz. Bu, bir bakıma aynı şeydir.
Zihinlerimizi iyilik hâlinin olumlu resimleriyle doldurmak iyileşme sürecini güçlendiren bir epigenetik ortam oluşturabilir.
Neyi hayal edersek onu mümkün kılarız.
İmgelemek, hatırlamak veya güzel deneyimleri hayal etmek ‘gerçek’ deneyimler sırasında açığa çıkan duyusal, hareketlendirici, duygusal ve bilişsel devrelerin birçoğunu aynı şekilde aktif hâle getirmektedir.
Travmanın geçmişten uzanarak yeni bir kurban seçme gücü vardır.
Kromozomal DNA saç, göz ve ten rengi gibi fiziksel özellikleri aktarmakla sorumludur ve şaşırtıcı biçimde bütün DNA’ mızın %2’sinden az kısmını oluşturur. Diğer %98’lik bölümse kodlanmayan DNA olarak adlandırılır ve kalıtımla aldığımız duygusal, davranışsal ve karakter özelliklerinin birçoğundan sorumludur.
“Bilinçli anne-babalık, gebelik öncesinden doğum sonrası gelişimi süresince bir çocuğun gelişiminin ve sağlığının anne-babasının düşünceleri, tutumları ve davranışlarından derin şekilde etkilenebileceğinin farkında olarak ebeveynlik yapmaktır.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir